EZA VE CEFA GÜNLERİNİN KUTLU GECESİ “MİRAC

VE

SALÂT-I Mİ’RACİYYE

“Bir gece, kendisine âyetlerimizden bir kısmını gösterelim diye (Muhammed) kulunu Mescid-i Harâm’dan, çevresini mübarek kıldığımız Mescid-i Aksâ’ya götüren Allah, noksan sıfatlardan münezzehtir; O, gerçekten işitendir, görendir.” (İsrâ, 17/1) 

Kur’ân-ı Kerim’de geçen her tesbih sözü, esbâp yolu ile şirke girmeye karşı bir tavrın ifâdesidir. Burada da sûre, tesbih lâfızlarıyla başlamakta ve ilk plânda açık—kapalı şirke karşı bir tavır belirlenerek sebeplerin birer perde olduğu vurgulanmaktadır.

Evet, Efendimiz’in (s.a.s) miracı, hatta Mescid-i Haram’dan Mescid-i Aksa’ya seyahatı (isrâ) dahi tamamen sebepler üstüdür. Dolayısıyla onun hızı, hayalin, ışığın ve ruhun süratiyle kıyas edilmeyecek ölçüdedir.. evet o hızın keyfiyeti, ancak Allah’ın bilebileceği bir husustur.

İsra sûresine ‘Sübhânellezî beyanıyla başlamak suretiyle kullarına bir tembihte de bulunmakta ve âdeta “Her şeyden önce şirki kafanızdan atın ve iyi bilin ki, bunu şu âlemlerin nizam ve intizamını her an elinde tutan Allah (c.c), sebepleri, tabiatı ve eşyayı aşan bir güçle gerçekleştirmiştir.” demektedir.

O, en çok eza ve cefaya maruz bırakıldığı bir zamanda Mirac’la şereflendirilmişti.

Bu, kâinat içinden kâinat ötesine yolculukla, kendisine rehberlik eden Cibril’i bile bir noktadan sonra geride bırakmış, yoluna devam etmişti de, kendisine ‘Top senin, çevkan senin bu gece‘ denmişti.

Mahzen-i Esrâr sahibi Nizamî’nin engin ve renkli ifadeleri içinde,

Yıldızlar, yolunda kaldırım taşları gibi dizilmiş, melekler kendisine teşrifatçılık yapmış, yarım ay atının ayakları altında bir nal gibi kalmış, Güneş O’nun ışık kaynağına sığınmıştı.

O, Kur’ân’da ifade buyurulan ‘Kâbe kavseyni ev ednâ‘nın mânâsına göre, imkânla vücub arası bir noktaya gelmişti.

Bu şu demekti: Bir kere O da, bir insandı ve yerdi, içerdi, uyurdu, sokaklarda dolaşırdı. Fakat, Buseyrî’nin ifadesiyle, ‘bir beşerdi, ama herhangi bir beşer gibi değildi; taşlar arasında bir yakut gibiydi.‘ Bunu avâmî bir benzetmeyle şöyle izah edebiliriz:

Dış görünümü ve yapısıyla bizim gibi bir beşer görünümündeydi ama bambaşka buudlarda yaşıyordu.

İşte, Mirac’la beşeriyetin en son sınırına varmıştı ki; ondan sonra sonsuzluk başlıyordu. Hiç bir şekilde Allah olunamayacağına göre, şüphesiz o Allah değildi ve olamazdı da. Bu yüzden, O’nun ulaştığı makama ‘imkânla-vücub‘ arası mânâsına ‘Kâb-ı kavseyni ev ednâ’ dendi.

O makamdaki, durumu itibarıyla kelamcılar, hadisçiler başka türlü değerlendirmelerde bulunsalar da, sûfîler, O’nun Mirac’da zaman, mekân husûsiyet ve kayıtlarından, müberra olarak Allah’ı gördüğünü söylerler.

İşte bu makamda iken bile O, yeryüzüne aramıza geri dönmek istemiş ve dönmüştü. Büyük velilerden Abdü’l-Kuddüs: ‘Eğer ben, o makama varıp, orada kalmak ile geriye dönmek arasında muhayyer bırakılsa idim, vallahi dönmez, orada kalırdım‘ der.

Ama O, geri gelmiş ve kendilerinden eza-cefa gördüğü insanların arasına inerek, onları da, bizi de, kaybettiğimiz cennete taşımıştı.

Hiç olmazsa hepimizi o duyguya uyarmıştı. Mevlâna’nın ifadesiyle, bir ayağı hakikatte, diğer ayağı da 72 milletin arasında, ömrünün bakiyesini, halkın içinde Hak’la beraber sürdürmüştü1

O, daha dünyada iken öteleri bütün derinlikleriyle görüp temâşâ etme şerefiyle şereflendirilmiş ve gidişi ubûdiyetindeki derinliğinin kerameti, oradaki mevhibeleri ve dönüş armağanları da risaletinin meyveleri miraç payesiyle taltîf edilmişti.

O, Cenab-ı Hakk’ın miracına mazhar oluyor ve hiç kimseye lutfedilmeyen bir ilki gerçekleştiriyordu.

Miraç, başlangıcı itibariyle, Allah Rasûlü’nün kulluğuna terettüp eden İlâhî bir ikramdır.. ve o, Allah’ın varlığına delâlet eden harikulade bir hal olarak da, Efendimiz’in bir kerametidir. Aynı zamanda miraç, Allah Rasûlü (sav), yapmakla mükellef olduğumuz bir kısım sorumluluklarla geriye döndüğünden dolayı da, sonucu itibariyle bir mûcizedir.

… 

Vennecmi iza hevâ” (Necm/1) da kasem yıldıza yapılır.

Mânâsı: “O semaya doğru urûç eden veya kavsiyesini tamamlayıp geriye dönen yıldıza yemin olsun ki” demektir.

Ki bu sûrede Efendimiz’in miracı anlatılmaktadır. Durum böyle olunca da, üzerine yemin edilen yıldız, tevcihlerden biri itibariyle, bizzat Efendimiz’in kendisidir. Evet O, evvela halktan Hakk’a urûç etmiştir. Sonra da Hak’tan halka dönmüştür. “Hevâ” kelimesinde bu iki mânâ da vardır.

Evet, Allah Rasûlü’nün (asm), cennet ve Cenab-ı Hakk’ın O’na gösterdiği bütün güzellikler karşısında gözü kamaşmadan, mazhar olduğu nimetlere başkalarını da mazhar etmek için, yeniden bu kevn-u fesada dönmesi, elimizden tutup ötelere götürmek üzere aramıza gelmesi, “Vennecmi iza hevâ” ile anlatılıyor.

Burada, bir yıldız diye Efendimiz’in (asm) mübarek şanına yeminin yapılması çok önemlidir. Evet, o yıldız bir manâda Efendimizdir. O’nun taşıdığı ulvî hislerin yanında, miraçta mazhar olduğu nimetlerle bir başka Muhammed (asm) olarak geriye dönmesi, beşer tarihinde eşi olmayan bir hadisedir.

İşte O’nun taşıdığı bütün bu manâlar ve gönlünün içine aldığı bütün hakikatlar adına, Allah (cc) Hz.Muhammed’e (asm) kasem ediyor.

Evet, İsra suresinde “Görür ve işitir.” deyip, kendisine ait sıfatları, “İnnehu semî un basîr” ifadesiyle -bazı tefsircilere göre- Hz.Muhammed’e (asm) isnad ettiği gibi, burada da o payeyi yine O’na veriyor “Vennecmi iza hevâ” diyor ve yemin ediyor.

Tahiyyâtımızla, Mirac gecesini, o gecenin kutlu yolcusunu, Peygamber Efendimiz’in Cenabı Hakk’ın selamına mazhar oluşunu da hatırlıyor ve o muhteşem selamlaşmaya ” Selam sana ya Rasulallah” diyerek biz de dahil oluyoruz.

Orada bir tefrikde de bulunuyor, salât ile selam arasını ayırıyoruz. “Et-tahiyyâtu lillahi ve’s-salavâtu” diyerek salâtı Allah’a veriyor, Efendimize de selam ediyoruz. Çünkü salât, Allah’tan rahmet, meleklerden istiğfar, müminlerden de dua demektir. “Melekler salât ediyor” deyince biz, istiğfar anlarız. “Allah salât ediyor” deyince, merhamet anlarız. Biz salât edince de, bizim yaptığımız dua olur.

Dua ise, Efendimiz için olsa da Efendimiz’e olmaz, Allah’a olur. İşte, bundan dolayı, namazda Allah’a salâtın yanında, “Efendimize de salât olsun” demiyoruz, Ona selam gönderiyoruz.

Fakat, kendi kendimize salât u selam okurken, madem Cenabı Allah bize “Ey mü’minler, siz de Ona salât edin ve samimiyetle selam verin.” (Ahzab, 33/56) buyuruyor, biz de uyuyoruz o emre.

***

SALÂT-I Mİ’RACİYYE

Rahman ve Rahîm Allah’ın adıyla
Allahım!

Nurundan bütün nurların fışkırdığı, cihanların nurlandığı, varlığın çehresindeki zâhirî sis ve dumanların silindiği..

sırrından bütün sırların saçıldığı..

ilahî esrâr hazinelerinin anahtarını elinde tutan..

hakâikin Kendisiyle ortaya çıktığı..

esrâr-ı ulûhiyetin bütün vuzuhuyla Kendisiyle bilinir olduğu..

yine Kendisiyle ilimlerin Hâlık-ı Zülcemâl’den mahlûkata nüzûl ettiği,

Âdem nebîye icmalen bildirilen her şeyin Kendisiyle tam tafsile ulaştığı..

Senin, Yüce Zâtınla mahlûkatın arasında gayeye yakın vasıta kıldığın..

O’nun yolundan Sana gelenlerin Senin rahmetinle felaha erdiği..

O’na itaati Kendine itaat kabul ettiğin..

Peygamber yolundan yüz çevirenlerin Senin gazabının mahkumu olduğu..

Zâtını, Zâtî teveccühlerine kıble nasbettiğin..

esmâ ve sıfâtının tecellilerini kâbesi kıldığın..

bir mucizeyle, gecenin bir vaktinde, göz açıp kapayıncaya kadar geçen bir sürede, beden-i mükerremini, Mescid-i Haram-ı A’zam’dan, Mescid-i Aksa-yı Muazzam’a götürdüğün..

semavât ve arşı, mübarek ayaklarının altına serdiğin..

bu seyahati gidip tâ Sidre-i Müntehâ’ya dayanan ve oradan “Kâbe Kavseyni ev Ednâ” mertebesine terakkî eden..

halâ ve melânın olmadığı, imkan-vücub arası sözcüğüyle ifade edebileceğimiz o noktada gözü Seninle aydın olan.. “gözü kaymadı, asla şaşmadı/şaşırmadı ve haddini aşmadı” beyan-ı mübecceliyle taltif buyurduğun..

orada Senin en büyük burhanlarını müşahede ettirdiğin..

sabah ve akşam gibi kayıtların olmadığı o noktada, Senin vücudunla itmi’nan üstü itmi’nana ulaşan..

sonra beş vakit namaz gibi eşsiz bir hediyeyle ümmetinin arasına yeniden gönderdiğin..

O’nun vasıtasıyla kullarına hediye ettiğin o namazı ve özellikle namaz içindeki secdeyi Kendine en büyük yakınlık vesilesi saydığın..

nafile namazlarla bile huzuruna gelenleri muhabbetine mazhar kılacağını ifade buyurduğun.. –hele farzlar, hele farzlar-.. evvel ve âhirin hulâsası..

bâtın ve zâhirin ihatası..

taayyünü bütün varlığın ilki ve öncüsü, varlığı bir ilk nur ve nüve, Hazreti Zât’ın ilk mir’ât-ı mücellâsı..

cismi ve sıfatlarıyla varlığın sonuncusu ve meyvesi, gaybın son habercisi..

bir yönüyle ilk ve Hakk’a en yakın, diğer yönüyle de son, fakat en emin bir kurbet rehberi..

evvelden evvel ilk nur O’nun nuru, son ışık tufanı ise O’nun hâricî âlemdeki zuhuru olan..

şeriatı ve elindeki mesajıyla zâhir, apaçık bir burhan..

derûnundaki hakikatiyle bir bâtın..

yarattıkları içerisinde Rabbinin kelâmını vasıtasız duyma, cemâlini hicapsız görme payesiyle serfiraz olan müstesna nebî…

Efendiler Efendisi Hazreti Muhammed’e (sallallahu aleyhi ve sellem) salât ve selâm eyle.

Allahım! Benim O, İnsanlığın İftihar Tablosu’na vuslatıma vesile olacak, O en yüce kâmet ile ümmetinin bir ferdi olarak aramda bir münasebet, bir bağ kuracak bir sâlât ile Efendimiz’e salât eyle.

Eyle ki, O, Senin insanlığa mücessem rahmet hediyendir, sonsuz nurundur. İnayet ve ihtimamının göz bebeği O’dur.

Sana yakınlıkta O’ndan daha önde bir kimse yoktur.

Bu salât ü selâm vesilesiyle, O Nebîler Serveri’ni bana hakkıyla tanıt Allahım; tanıt ki, O’nun hakkını tam îfâ edebileyim.

Beni O’nun kudsî mesajlarına sımsıkı sarılan kullarından eyle.

O salât ü selâmla, Efendimiz’in Senin nezdindeki hakikat-i zâtiyesini bana apaçık göster.

Ne olur Allahım! O’nun, Senin nezdindeki şefaatinden beni mahrum bırakma.

Ya Rabbî! Kupkuru çölleri nefesiyle cennete çeviren O şanı yüce Nebînin havzından, bir daha susamayacak şekilde içmeyi bana müyesser kıl.

Bunları Senin fazl u kereminden dileniyorum Allahım; lütfen ve keremen, beni kapından boş geri çevirme.

Allahım!

Arzda Senin kayyûmiyetinle insanların arasında bulunan..

semavat ve arşın ötesinde, başka hiç kimseye müyesser olmayan bir noktada Seninle mülâkî olan..

Senin gayb-ı Zâtındaki gizli cevher..

esmâ ve sıfât deryasının müstesna ve mûtena incisi..

yine Senin kayyûmiyetinle bütün ins ve cinnin davetçisi..

Kendisine Senin emir ve nehiylerini kullarına açıklaması ve onların Seni tanıyıp bilmelerine, Senin marifetine ermelerine ve Sana hakkıyla ibadet ü taatta bulunmalarına vesile olması için Yüce Kur’ân’ı indirdiğin..

başkalarından gizlediğin sırr-ı rubûbiyetini Kendisiyle izhar ettiğin..

esma ve sıfât tecellîleriyle kâim..

ezelin bize paha biçilmez armağanı..

ebedlerin bağbânı..

Senin, mahlûkatına O’nun nazarıyla baktığın biricik nazargâhın..

bütün âlemlere gönderdiğin mücessem rahmetin..

Senin sevgi gölgen altında olan insan-ı kâmillerin en kâmili..

muhabbet-i İlâhiyenin en parlak aynası, mir’ât-ı mücellâsı..

kulların arasında Seni en iyi bilip tanıyan..

sultan-ı “levlâk”, “Levlâke lemâ halaktü’leflâk.

(Sen olmasaydın, şu âlemleri yaratmazdım)” kudsî beyanının biricik muhatabı..

kullarını biraraya cem’ ettiğin mahşer gününde livâü’l-hamd ile müsemma sancağın
sahibi..

huzurunla müşerref olan yegâne kulun olması itibariyle kitabındaki künhü nâkâbil-i idrak hakikatlerin müfessiri..

zalimlerin, Senin, O’na vahyettiğin kelâmını işittikleri zaman öfkelerinden parmaklarını ısırdıkları..

Sana ve Senin emrinle O Kutlu Elçi’ne itaat eden müminlerin ise, o vahy-i İlahîyi dinlediklerinde pek çok sevindikleri..

O’ndan yüz çevirenlere celâlinle, Senin için O’na ittiba edenlere de cemâlinle muamele edeceğin İnsanlığın İftihar Tablosu Efendimiz Hazreti Muhammed’e (sallallahu aleyhi ve sellem) salât ve selâm eyle.

Allahım!

Bu salât ü selâm hürmetine bana nur ile hidayet lutfet.

Senin şanı yüce nebîne iktidâ hususunda, O’nun hakkı olan edebi gözetmeye beni muvaffak kıl.

Hep kötü düşünce ve amelleri emredip duran nefs-i emmâremin ve beni Senden uzaklaştıran herşeyin şerrinden Sana sığınıyorum Allahım!

Efendimize olan salât ve selâmlar hürmetine,

Senden, nefsimi Senin razı olmadığın şüphelerden, Senden uzaklaştıran kötü huylardan ve Sana vuslata mâni olan gafletlerden ve nefsânî hazlardan tamamen arındırmanı diliyorum.

Ey Yüce Rabbim! Beni her halimde Sana itaat eden bir kul eyle, eyle ki, Sana ibadetin hakkını vermeye muvaffak olabileyim.

Allahım! Bütün varlığımı Sende fâni kıl.

Senin maiyetinde kendi varlığımı hissederek beni yokluğa maruz bırakma. Zira isneyniyette in’idam, Senin sonsuz lütuflarından mahrumiyetten başka bir şey değildir.

Bu salât hürmetine gizli ve sürpriz hazinelerini keşfetmeyi benim için kolaylaştır.

Ayıplarımı setret. Günahlarımı bağışla.

Kırıkdöküklerimi tamir buyur.

Yaralı ve mahzun gönlümü sarıp sarmala.

“ Ya Rabbî! Sensin İlah, Senden başka yoktur ilah. Sübhansın, bütün noksanlardan münezzehsin, yücesin.Doğrusu kendime zulmettim, yazık ettim. Affını bekliyorum Rabbim!”

Ey Merhametliler Merhametlisi Allahım! Ne olur, bana rahmetinle muamele buyur!

Ey Yüce Rabbim! Hazreti Muhammed (aleyhi ekmelüssalavât ve etemmütteslîmât) Efendimiz’e, âl ve ashâbına, nuru yeryüzünü ve gökkubbeyi dolduracak bir salât ile, mahlûkatın adedince, onların hepsinin nefesleri, lafızları ve kelimeleri adedince, yine masnûatın sayısınca, semavat ve arz sakinleri sayısınca, onların nefesleri, lafızları, kelimeleri ve dilleri sayısınca, ayrıca bunların sonsuzla çarpımından ortaya çıkan sonuç sayısınca salât ve selâm eyle.

“Selâm bütün elçilere ve hamd ü sena Âlemlerin Rabbi Allah’a.” Âmîn, ya Muîn!