TEVHİDNÂME İLE KALBİN ZÜMRÜT TEPELERİNE YOLCULUK (69.BÂB) 

GÜNCELLENME TARİHİ: 09 MAYIS 2020 // 16 RAMAZAN 1441 CUMARTESİ

 (TEVHİDNÂME-69):

Allah’ım!

Sen’den, hem yapageldiğimiz şeylerde hem de maruz kalacağımız muamelelerde sırf, katışıksız ve rızan yörüngeli adalet olan “adalet-i mahza” (87) ile bizleri serfiraz kılmanı diliyoruz. Öyle ki başkalarının sunacağı “adalet-i izâfiye”lerden bizleri müstağnî kılacak keyfiyette olsun !

***

69.BÂBIN DUASI  (YAKARAN GÖNÜLLERDEN…)

Ey hükmünü her zaman adaletle ortaya koyan!

Ey en hayırlı şekilde doğruyu yanlıştan ayıran ve hükmünü tam bir adaletle vaz’eden!

Ey en hayırlı şekilde doğruyu yanlıştan ayıran ve hükmünü tam bir adaletle vaz’eden!

Ey adaleti bütün adaletleri aşkın olan!

Allahım!

Senden şu güzellerden güzel isimlerin hakkı için diliyor ve dileniyorum: Ey her hükmünde adaletle muamele eden Mutlak Âdil!

“Elif Lâm Râ” “Kâf Hâ Ayn Sâd” “Hâ Mîm. Ayn Sîn Kâf” “Ya Rabbî, adaletle hükmünü ver!

Allah Âdil-i Mutlak’tır ve haşr ü neşr gününde de kullarına adaletle muamele edecektir.

O, gerçekleşeceği muhakkak bir vak’a olan kıyamet gününde de hükmü geçerli olan yegâne İlah’tır. O, Rahîm’dir, Hakîm’dir, Ğafûr’dur, Şekûr’dur, Sabûr’dur.

Ey adaletli olmayı, ihsanla hareket etmeyi ve muhtaç oldukları şeyleri yakınlarına vermeyi kullarına emreden; onları hayâsızlıktan, çirkin işlerden ve haddi aşıp tecavüz etmekten nehyeden! Sen adaleti ikâme eder, hükümlerinde hep hakkı gözetir, kullarına re’fet ve merhametle muamele edersin.

***

TEVHİDNÂME MÜZAKERESİ

KALBİN ZÜMRÜT TEPELERİ PENCERESİNDEN 

 [87] RIZA YÖRÜNGELİ ADALET : 

Umumiyet itibarıyla nice fena kimseler var ki, izzet ve refah içinde sefâ sürüyor ve nice fazilet âbidesi şahıslar da var ki mihnet ve sefalet içinde kıvranıp duruyor. Âdil ve Hakîm olan Allah’ın hikmet ve adaleti (87) iktiza eder ki, iyiye mükâfat, kötüye de cezanın verileceği bir başka diyar bulunsun; işte o diyar öteki âlemdedir.

Zulmedenlerden mazlumun, gadredenlerden de mağdurun hakkını alıp ihkâk-ı hak etmek ilâhî hikmet ve adaletin gereğidir. (87)Oysaki, pek çok zalim zulmüyle, pek çok gaddar da gadriyle, ceza görmeden bu dünyadan göçüp gidiyorlar; demek herkesin, mutlaka ettiğini bulacağı başka bir dünya var. İşte o diyar Kur’ân’ın sıkça ihtar ettiği öteki âlemdir.

 [RUH VE ÖTESİ_Sızıntı- Kalbin Zümrüt Tepeleri _ Kasım-Şubat, 2002-2003 ]

Başka bir münasebetle ise o: “Akıl, nuranî ve iyiliğe tâlip bir hakikat arayıcısıdır.” buyurur.. ve ayrıca, imanla tenevvür etmiş bir akıl için de şu övgüde bulunur: “İmanlı akıl, âdil bir zabıta (87)memuru gibidir; o, gönül şehrinin hem hâkimi hem de muhafızıdır.” İman, adalet ve istikametle düzene girmiş bir akıl için böyle düşünen âşıklar sultanı Mevlâna, Allah’a müteveccih olmayan aklı da ahmaklığa eş tutar ve “Eğer aklın hak yolunda sana ayak bağı oluyorsa, o akıl değil bir yılan ve akreptir.” der. Aynı mülâhazalara kendi üslûbuyla iştirak eden Fuzûlî ise:

                            Ben akıldan isterim delâlet

                            Aklım bana gösterir dalâlet.

diyerek bu müfsit akla göndermede bulunur.

 [AKIL_Sızıntı- Kalbin Zümrüt Tepeleri _Mayıs, 2003 ]

 

 ***

TEVHİDNÂME -PIRLANTA MÜZAKERESİ

SIZINTI-ÇAĞLAYAN BAŞYAZILARI PENCERESİNDEN  

 [87] RIZA YÖRÜNGELİ ADALET : 

Fakîhlerin adalete bakışı biraz daha farklıdır; onlara göre âdil olma, büyük günahlardan kaçınıp küçüklerinde de ısrar etmemenin yanında her zaman istikamet peşinde olmaya bağlıdır ki, bunu, hasenâtın seyyiâta gâlip gelmesi şeklinde de yorumlamak mümkündür. Hususî anlamda ihkâk-ı hak, ibtâl-i bâtıl etmeye ve hakkı tutup kaldırmaya da adalet denegelmiştir. Fukahâ ve büyük çoğunluğu itibarıyla diğer ulemâ, adaletin mutlak zikredildiği her yerde, daha ziyade onu birinci şıktaki şekliyle anlamışlardır ki, ikincisinin zıddı zülüm olduğu gibi bunun zıddı da fısk u fücûrdur.

Ayrıca fukahâ, uygulama alanı itibarıyla da adaleti ikiye ayırmışlardır:

  1. Hiçbir zaman hiçbir şart karşısında değişmeyen, neshe uğramayan, zaman ve konjonktüre bağlı bulunmayan mutlak adalet ki, iyiliğe iyilikle karşılık verme, hayra hayırla mukabelede bulunma, zulmün büyüğünden de küçüğünden de uzak durma… gibi kısmen de olsa insan aklının iyi ve güzel olduğunu idrak edebileceği hususlar bu türün örneklerinden sayılırlar.
  2. İyi, güzel ve yararlı olduğu Şer’-i Şerif’in açmasıyla kavranabilen itibarî ve izafî adalet ki, kısas, diyet ve diğer cürümlere, cinayetlere terettüp eden cezalar ve onların miktarları gibi hususlar da bu kısmın misallerindendir. Bu kabil cürüm ve cezalar arasında adalet nisbetini kavramanın bir mizanı olmadığı gibi, böyle bir konuda mantık ve muhâkemeye dayanarak isabetli bir karara varmak da mümkün değildir.

… 

İnsanlar, hem Rabbilerine, hem nefislerine, hem de halka karşı adalet ve istikamet içinde bulunmakla mükelleftirler. Cenâb-ı Hakk’a karşı adalet ve istikamet, O’nun vaz’ettiği kurallara uyarak, emir ve yasakları mevzuunda kılı kırk yararcasına titiz hareket ederek; nefsine karşı âdil olma, kendi şahsına ve aile efradına, emanete riâyet hassasiyetiyle muamelede bulunup ifrat ve tefritlere düşmeden her şart altında hayatını îtidal içinde sürdürerek; halka karşı adalet ise, her hususta onların haklarını gözetip onlara her zaman hayırhah bir yol arkadaşı gibi davranarak gerçekleşebilir.

İşte bu şekilde hem hukukullah hem de kul haklarına, tâbir-i diğerle hem hukuk-u âmme’ye hem de ferdî haklara riâyet edilmiş olur. Aksine, bu haklara riâyet edilmediği takdirde umûmî âhenk temelden sarsılır; ihtilâller baş gösterir ve her yanda hercümerç yaşanmaya başlar; Cenâb-ı Hak da bir kısım zalimlerin eliyle onları cezalandırır; sonra döner o zalimlerden de intikam alır. Bugüne kadar hiç değişmeden âdet-i ilâhî hep böyle cereyan edegelmiştir. Bu arada fevkalâdeden inayetler de olmuştur ama, bunlar rahmetin gazaba sebkati esprisine bağlı sürpriz teveccühlerdir ve temâdîleri de O’nun ekstradan inayetlerine vâbestedir

[ADALET_Yeni Ümit – Başyazı – Temmuz Ekim 2004]

Adalet mülkün temeli, zulüm, bu temele yerleştirilmiş bir dinamit; adalet, Hakk’ı ve halkı hoşnut etmenin en emin yolu, zulüm, bu yolda yürekleri hoplatacak bir gulyabâni; adalet hakkın sesi ve soluğu, zulüm bir nefsânîlik hırıltısı; adalet, dünya ve âhiretin biricik emniyet vesilesi, zulüm bir gadr ü cevr dumanı, sisi; adalet, ubûdiyet de dediğimiz hakikatin Kur’ân’daki adı, zulüm hakikî insanî değerlere karşı saygısızlığın bir unvanı; adalet evrensel barışın en sağlam köprüsü, zulüm insanî ufku kirleten bayağılığın en denîsi…

Çoklarında ümitler sarsık, iradeler mefluç, heyecanlar sönük ve hemen herkesin ekstradan lütuflar bekler gibi bir hâli var; yok ciddî bir gayret, sistemli bir hareket ve mefkûrevî bir aksiyon; ruhlar çaresizlik anaforlarına kapılmış gidiyor ve sineler hissizlik ve sessizlik murakabesi içinde. Böyle bir mağmumlar dönemini seslendiren merhum Âkif biraz da şiirin serâzat havasına teslim çığlıklarını şöyle yükseltiyordu:

  “İslâm’ı elinden tutacak, kaldıracak yok…

  Nâ-hak yere feryad ediyor: Âcize hak yok!

  Yetmez mi musâb olduğumuz bunca devâhî?

  Ağzım kurusun… Yok musun ey adl-i ilâhî!”

İlâhî adalet her zaman vardı, şimdi de var; ama o, adaletten pay alma liyakatine göre lütfedilir.. bir vakt-i merhûna bağlı tecelli eder.. zulmün gayretullaha dokunmasıyla harekete geçer.. aktif bekleyip bakalım; “Mevlâ görelim neyler / Neylerse güzel eyler.” (İbrahim Hakkı) Biz kendimize gelip duyguda, düşüncede, ruhta ve gönülde dirileceğimiz, dirilip içtimaî adaleti gerçekleştireceğimiz âna kadar yeryüzündeki bu korkunç mezâlim böyle devam edeceğe benzer. Yapılması gerekli olan şeyleri yapmadan, ne kaderi tenkit ne de şuna buna sövüp saymakla, hiçbir problem halledilemez. Aksine bu hâlimizle daha fazla günahlara girmiş, rahmete liyakat hakkımızı da kaybetmiş oluruz.

Bize düşen, bütün benliğimizle bir kere daha Allah’a yönelmek, yüce mefkûremiz adına harekete geçmek ve kusursuz bir sa’y ü gayretle gerilmektir. İsterseniz son sözü yine büyük heyecan şairine bırakalım:

  “Sus ey dîvâne! Durmaz kâinâtın seyr-i mu’tâdı,

  Ne sandın! Fıtratın ahkâmı hiç dinler mi feryâdı?

  Bugün, sen kendi kendinden ümîd et ancak imdâdı;

  Evet, sen kendi ikdâmınla kaldır git de bîdâdı;

  Cihan kanûn-i sa’yin, bak, nasıl bir hisle münkâdı!

  Ne yaptın? ‘Leyse li’l-insâni illâ mâ-seâ’ vardı!..”

[ZULÜM_Yeni Ümit – Başyazı – Ocak 2004 ]