TEVHİDNAME DUASINDAN AZAMİ İSTİFADE İÇİN MANASINI BİLEREK OKUMA

Tevhid; vahdet kökünden, bir kılma, bir sayma, Allah’ı birleme, “Lâ ilâhe illallah” hakikatine inanma ve bu yüce hakikati sürekli tekrarlayıp durma mânâlarına gelir.

Hak dostları, Yüce Kelâm’ın rehberliğinde her yönüyle “tevhid” konusuna vurguda bulundukları manzum ve mensur eserler yazmışlardır ki bunlara genelde “tevhîdnâme” denilegelmiştir.

Evrâd u ezkâr, i’lâ-yı kelimetullah yolunda mücahede eden bir müminin en önemli zâd ü zahîresi; Allah Teâlâ ile münasebetinin de emaresidir.

Cenâb-ı Hakk’ın gücüne ve kuvvetine, her şeye kâdir olduğuna ve her şeyi O’nun yaptığına inanan bir insan, bu inancının gereği olarak mutlaka Mevlâ-yı Müteâl’e teveccüh eder, ihtiyaçlarının giderilmesini ve arzularının yerine getirilmesini sadece O’ndan ister.

Bazı ifadeler vardır ki, okuyan ya da dinleyen insanın yüreğini ağzına getirir. Hususiyle,

Onlar aşk u iştiyaklarını, Allah’a karşı o kadar saygılı, üslûp itibarıyla o kadar ince ve Mevlâ-yı Müteâl’e o kadar layık bir eda ile seslendirirler ki, o ifadeler karşısında kalbinizin ritmi değişir.

Bu açıdan, okunan evrâd ü ezkârın manalarını bilmek, insana engin bir ruh hâleti kazandırır; yakarış heyecanlarını tetikler, konsantrasyonun temin edilmesini sağlar ve dudaklardan dökülen kelimelerin dilden değil gönülden kopup gelmesine zemin hazırlar.

Bu itibarla da, keşke herkes okuduğunu anlasa, o büyük insanların hissiyatlarına ortak olsa ve o derin manalarla dolup manen doysa.. bu arzulanan bir neticedir.

Ne var ki, böyle bir anlama söz konusu olmayınca, yapılanın hiç bir işe yaramadığını düşünmek de katiyen doğru değildir.

Dualardaki derin manaları his, akıl ve mantığımızla yakın takibe alıp onlardan azamî istifade etmemiz için Arapça’yı anlamak ya da o virdlerin Türkçe meallerini okumak lüzumludur ve bu olsa çok iyi olur; fakat o olmayınca, duanın hiçbir fayda sağlamayacağını zannetmek doğru değildir.

Manası ister anlaşılsın isterse de anlaşılmasın, duayla meşgul olmanın kendisi bir teveccühtür; dua ile değerlendirilen zaman da başlı başına bir teveccüh vaktidir.

İnsan, arzularını yalnızca Allah Teâlâ’nın is’af edebileceğine, ihtiyaçlarını sadece O’nun giderebileceğine inanır ve bu inançla Cenâb-ı Hakk’a yönelirse, o müddet zarfında onun kalbi, hisleri, latife-i Rabbaniyesi çok istifade eder, ihsasları dua boyunca demlenir ve insan huzurda bulunuyor olmanın lezzetiyle zaman zaman kendinden geçer.

Dolayısıyla, tazarru ve niyaz yine kâmet-i kıymetince eda edilmiş olur; kazandıracağı mükafatı yine kazandırır ve okuyan kimseyi Allah’a yaklaştırır.

Şeytan ve nefsin dürtülerine karşı her zaman kalbi temiz tutmak.. nefsi kendine has temayüllerinden vazgeçirerek, mümkün olduğu ölçüde, onun hareket alanını daraltmak.. sürekli kalbin ve rûhun derece-i hayatında kalmaya çalışarak, hakikî insanlığa yükselmenin yollarında bulunmak.. Hak’la olan münasebetlerde ciddîlerden ciddî olmanın yanında, hayatını başkalarının maddî-manevî mutluluğuna bağlamak.. en samîmâne gayretler ve en büyük işlerde bile karşılık beklemeden, peygamberâne bir yol izlemek.. Hakk’a kulluk hamlelerinde her zaman, mişkât-ı Muhammediye’nin (sav) gölgesinde yol almaya kararlı bulunmak.. Allah ile münasebetlerinde Hâlık-mahlûk, abd-Mâbûd, talip-Matlub, kâsıd-Maksûd mülâhazalarına sımsıkı bağlı kalarak dupduru, halis, garazsız-ivazssız bir ubûdiyet sergilemek.. mâsiyet karşısında her zaman dişini sıkıp dayanmak.. ibadet ü tâatı hayatın gayesi ölçüsünde bir neşve ile yerine getirmek.. belâ ve musibetleri gülerek istikbal edip, kahr u lütfu bir bilmek.. her türlü sa’y ve gayrette beşerî takvimlere değil, Hakk’ın takdirlerine bağlanarak, zamanın çıldırtıcılığına karşı bir kuluçka sabrı göstermektir ki, esas yeri, kalbin zümrüt tepeleri etrafında telif edilmiş kitap ve kitapçıklar olan tasavvuf, bütün bir hayatı kucaklayan, besleyen, zenginleştiren, beyan, burhan ve irfan destekli öyle engin bir bilgi ve mârifet havzıdır ki, ne doğunun mistik telâkkileri içinde, ne de batının felsefî cereyanları arasında o derinlikte bir kaynak göstermek mümkün değildir.

Dua eden bir kimse, bütün gönlüyle Allah’a yönelip yalvarışa geçebildiği takdirde, kendi beden ve cismaniyetinden kaynaklanan uzaklığı aşmış ve kendisine her şeyden daha yakın olan Rabb-i Rahîm’e kurbet kesbetmiş olur.

Bir duayı, manasını da anlayarak okumak daha engin mülahazalara açılmaya ve daha derin hislerle dolmaya vesile olur.