TEVHİDNÂME İLE KALBİN ZÜMRÜT TEPELERİNE YOLCULUK (38.BÂB) 

GÜNCELLENME TARİHİ: 13 NİSAN 2020 // 20 ŞABAN 1441 PAZARTESİ

 (TEVHİDNÂME-38):

Allah’ım!

Bizleri nezd-i uluhiyetinden bir “mükne(49) ile şereflendir; ayağımızı yere sağlam basacağımız ve sözümüzü dinletebileceğimiz bir imkân, bir güç ve hâkimiyet (49) bahşet; ülkemizi devletler muvazenesinde muvazene unsuru olma konumuyla serfiraz kıl! Öyle ki Sen’den gayrı bütün mâsivadan bu konuda gelebilecek her türlü desteğe karşı bizleri müstağnî kılacak keyfiyette olsun!

***

38.BÂBIN DUASI  (YAKARAN GÖNÜLLERDEN…)

Ey sadece Kendi mülk ve hâkimiyeti devamlı olan!

Ey saltanatından başka hiçbir hakîkî saltanat bulunmayan!

Ey eşi benzeri olmayan ebedî izzet ve hâkimiyetin sahibi!

Ey hâkimiyetinde hiçbir şeyi Kendisine ortak kabul etmeyen!

Ey hüküm ve hâkimiyetinde büyüklük ve ululuğu müşahede edilen Azîm!

Ey Kendi hükmüne hiç kimseyi ortak etmeyen!

Ey Zülkarneyn’e geniş imkânlar bahşeden ve ihtiyaç duyduğu her konuda onun için sebep ve vasıtalar ihsan buyuran!

Ey Ğaniyy, ey Kerîm! “Allah Resûlü’nün huzurunda seslerini ayarlayanlar”a ikram ettiğin saadet, siyadet/hâkimiyet ve liderlik, keramet/şeref, onur ve mağfiret ile bize de ikramda bulun.

Ey acizlerin güç kaynağı ve kimsesizlerin yegâne sığınağı olan Yüce Rabbimiz! Bize ihsan buyurduğun imkân, istidat ve kabiliyetleri, maddî-manevî nimetleri, Din-i Mübîn’i hayatımıza hayat kılma ve onu herkese duyurma istikametinde kullanabilmemiz için bize yardım et.

 

***

TEVHİDNÂME MÜZAKERESİ

KALBİN ZÜMRÜT TEPELERİ PENCERESİNDEN 

 [49] MÜKNE VE DEVLETLERARASINDA MUVAZENE UNSURU OLMA MAZHARİYETİ :

Temkin kelimesi farklı kipleriyle Kur’ân-ı Kerim’in değişik âyet-i kerimelerinde geçmektedir. Meselâ Kehf sûre-i celîlesinde, doğu ve batıya seyahat eden, sonra Çin Seddi’ne veya Ye’cüc ve Me’cüc’ün bulunduğu yere ulaşan Zülkarneyn için şöyle buyruluyor:

 “Biz dünyada ona mükne (49)verdik ve ihtiyaç duyduğu her konuda sebep ve vasıtalar ihsan ettik.” (Kehf sûresi, 18/84) Âyette geçen “mükne verdik” mazmununu, Zülkarneyn’e ayağını yere sağlam basacağı ve sözünü dinletebileceği bir imkân, güç ve hâkimiyet bahşedilmesi şeklinde anlayabileceğimiz gibi; devletler muvazenesinde ona muvazene unsuru olma konumunun verilmesi şeklinde de anlayabiliriz.

Böylece doğuya seyahat yaptığında doğudakiler, batıya seyahat yaptığında batıdakiler ve daha sonra Ye’cüc ve Me’cüc’ün dünyasına seyahat yaptığında da onlardan bîzar olmuş insanlar çözüm adına hep ona müracaat ettiler. Nasıl ki muvazene unsuru olduğundan dolayı bir dönem müracaatlar hep Devlet-i Âliye’ye yapılıyordu. Meselâ bir gün Fransuva geliyor; Hünkârım, Pir-i Mugan’ım, Şem’-i Taban’ım.. gibi ifadelerle ona sığınıyor ve ondan himaye talebinde bulunuyordu. İşte, âyet-i kerimede mükne mazmunuyla ifade edilen devletlerarasında muvazene unsuru olma mazhariyeti o dönemde Zülkarneyn’e verilmişti.

Cenâb-ı Hak: “O mü’minler ki, eğer kendilerine yeryüzünde hakimiyet bahşedersek” (Hac sûresi, 22/41) buyurmak suretiyle onlara yeryüzünde mükne (49) verdiğini ifade ediyor. Yani onları, devletlerarası muvazenede bir muvazene unsuru hâline getireceğini ve onlara temkin ihsan edeceğini beyan buyuruyor. Sahabe efendilerimiz, o güzergâhtan geçecek, Mekke çilesini çekecek, Medine’ye gelip orada sitelerini kuracak ve böylece “Muvazenede biz de varız, bizim dediğimiz de var!” diyeceklerdir. Cenâb-ı Hak bu yolda onlara imkân vereceğini, temkin ihsan edeceğini ifade buyuruyor. Misal olarak zikrettiğimiz bu hususlar, sofîlerin anlamış olduğu temkinden farklıdır ve daha çok da soruda ifade edildiği gibi, temkinin içtimaî hayat ve hakka hizmet sahasına bakan yönüyle irtibatlıdır.

 ***

TEVHİDNÂME -BAŞYAZI MÜZAKERESİ

SIZINTI-ÇAĞLAYAN BAŞYAZILARI PENCERESİNDEN  

 [49] MÜKNE VE DEVLETLERARASINDA MUVAZENE UNSURU OLMA MAZHARİYETİ :

Eğer mazideki şerefli yerimizin yeniden kazanılması, ihtişam dönemimizin bir kere daha yaşanması ve milletler arası işlerde, muvazene unsuru olmamız arzu ediliyorsa; evvelâ; zamana hâkim olmanın yolları araştırılmalı, bu ilâhî sermayenin zerresi dahi heder edilmemeli ve onu, en iyi şekilde değerlendirme usûl ve metodu nesillere öğretilmelidir.

Geçmişimizin sımsıkı elde tutulması; geleceğe ait plân ve projelerin bu düşünce üzerinde gerçekleştirilmesi; bunlar yapılırken de her şeye, içinde yaşadığımız zamanı idrak adesesiyle bakılması bu yolun biricik esasıdır. Yoksa dün mutlu ve şanlı imişiz; bugüne faydası ne? Hâlihazır ve umumî durum, rahat ve saadet bahşediciymiş; yarınlara bundan ne kalacak? Gelecek, hayaller üzerinde sırça saraylarsa, bugünün bedbahtlarına kazandıracağı nedir? Evet, geçmiş, başlarda bir tâk gibi görülüp onunla övünülmelidir; ama gelecek için de ölesiye gayretlerle, o seviyede hazırlanılmalıdır ki; o şanlı maziler, kitapların güve düşmüş sayfalarında birer süslü üstûre olarak kalmasın..!

[ZAMAN MUAMMASI _ Sızıntı-  Başyazı _ Ekim 1984]

… 

Bu açıdan denilebilir ki, bugün bizim meseleler üstü en büyük meselemiz; millet fertlerinin ruhunda yeniden bir kere daha yaşatma arzusunu tutuşturarak, onunla idealleri arasına girmiş bulunan bütün yabancı mülâhazaları ayıkladıktan sonra onun durgunlaşmış gibi görünen enerjisini harekete geçirip, iyi bir motivasyon ve disiplinli bir faaliyetle onu bir kere daha tarihî mefkûresine doğru yürütmektir. Böyle bir harekette, köylü-kentli, aydın-esnaf, talebe-muallim, cemaat-hatip bütün kesimleriyle toplumun bu müşterek hareketine yörünge teşkil edecek fasl-ı müştereklerin belirlenmesinde de zaruret vardır. Bu fasl-ı müşterekleri –buna ortak payda da diyebiliriz– milletimizi, dünya devletleri arasında önemli bir muvazene unsuru haline getirmek.. ferden-ferdâ, ne pahasına olursa olsun bu misyonu edâ etme ahd ü peymânında bulunmak.. düşünceyi öne çıkarıp, millî hisleri de dengeleyerek bu umumî harekette aklî, mantıkî, hissî boşluklara meydan vermemek.. hakikat aşkını, ilim ve araştırma iştiyakını Allah’a amûdî yükselmenin birer vesilesi sayarak toplumu her zaman bu anlayışla beslemek… gibi hususlar olarak sıralayabiliriz. 

[ YAŞATMA İDEALİ _ Sızıntı-  Başyazı _ OCAK 1999]