TEVHİDNÂME İLE KALBİN ZÜMRÜT TEPELERİNE YOLCULUK (59.BÂB) 

GÜNCELLENME TARİHİ: 30 NİSAN 2020 // 07 RAMAZAN 1441 PERŞEMBE

 (TEVHİDNÂME-59):

Allah’ım!

Kalb, sır, niyet, ruh ve zihin latifelerini temsil eden melekûtî yanımızı kötülüklerden öyle berî kıl (73), ayıp ve şirkten öyle bir temizle (74) ki, bu konuda nâkıs ve kusurlu himmetlerden bizleri müstağnî kılacak ölçüde olsun!

***

59.BÂBIN DUASI  (YAKARAN GÖNÜLLERDEN…)

Ey ayıp ve kusurları örten Sâtir,

Ey bütün kusurlardan berî olan ve her şey Kendisine muhtaç bulunan Samed!

Allahım!

Bizi kötülüklerden ve belalara dûçâr olmaktan sıyanet buyur. Reca duygularımızı dirilt ve umduklarımızın üstünde sürprizlerinle bizi sevindir. “Ya Hû! (3 defa)” İmdadımıza âcilen, âcilen, âcilen yetiş ya Rabbî! Dileklerimize icabet buyur, icabet buyur, icabet buyur ya Rabbî!

 Allahım! Bilebildiğimiz, bilemediğimiz bütün kötülüklerden Sana sığınıyoruz.

 İlahî! Zâhirimizi bize emrettiklerine sarılmak, nehyettiklerinden de uzak durmakla, bâtınımızı da esrârınla tezyîn buyur ve bizi ağyar mülahazalarından koru. İlahî! Bütün kötülüklerden salim eyle bizi. Her türlü belaya karşı da hep bizimle ol. Kalblerimizi şikâyetten, dillerimizi de kuru iddialardan uzak tut.

“Allahım! Bilerek şirk koşmaktan Sana sığınıyor, bilemediklerimizden dolayı da mağfiretini diliyoruz. (3 defa)”

***

TEVHİDNÂME MÜZAKERESİ

KALBİN ZÜMRÜT TEPELERİ PENCERESİNDEN 

 [73-74] MELEKÛTÎ YANIMIZI BER’İ KIL – AYIP VE ŞİRKTEN TEMİZLE

İkincisi ise, öncekinin dublesi, alternatifi, melekûtî buudu(73) ve aynı zamanda, şuur, idrak, ihtisas, akıl ve irade gücünün de merkezi ruhanî bir latîfedir ki, tasavvufçular ona “hakikat-i insaniye” filozoflar da “nefs-i nâtıka” demişlerdir. İnsanın asıl hakikati de işte bu kalbdir.

… 

Sığmam dedi Hak arz u semaya,

Kenzen bilindi dil madeninden.

Böyle, mârifet-i ilâhiyenin pürüzsüz, mücellâ ve yalan söylemeyen sâdık bir lisanı olması itibarıyladır ki, insanî mülkün melekûtu sayılan kalb, Kâbe’den daha eşref görülmüş ve Zât-ı Hak adına bütün kâinatların ifade edebileceği yüce gerçeği beyanda biricik hatip kabul edilmiştir.

[KALB _Çağlayan- Kalbin Zümrüt Tepeleri _Nisan 2020 ]

Melekût dahil, bütün üst âlemler muallâ ve aşkın âlemlerdir ve bu âlemler için alt-üst, ön-arka, gece-gündüz, dün-bugün söz konusu değildir. Öyle ki, inkişaf etmiş bir gönül, melekûtî ufku (73) itibarıyla dünü bugünle beraber, bugünü de yarınla beraber duyup yaşayabilir ve zamanüstü olmayı bütün derinlikleriyle duyabilir.

Melekûta açık bir kalb sahralardan daha geniş, mülk itibarıyla koca bir ceset ise fincandan daha dardır. Mülk hissin kesafet mahalli, melekût letâifin inbisat sahasıdır. Melekûtî vâridât her ruhun serveti, kuvveti ve temelidir ve hiçbir kimsenin bundan müstağni kalması da mümkün değildir. Bu itibarla da, melekûttan kopan ruh (73), bütün bütün kaybetme vetiresine girmiş sayılır. 

[ULVİ ALEMLER _Sızıntı- Kalbin Zümrüt Tepeleri _Mayıs 2001 ]

Herkesin derecesine göre dört bir yanda ruhanîliğe ait şualar parıldamaya başlar ve sâlik kendini melekûtî ufuklarda (73) sanır.

Bu mertebelerden her birinin kendine göre bir vâridi, bir mevhibesi, bir zevki, bir ufku, bir şivesi, bir ihsası ve bir de ihtisası vardır.

Aslında, nefis nefistir; ama iyi bir tezkiye sayesinde hevâsına muhalefeti ve Rabbine muvafakatı sağlanabilirse insanî ufukta, ışığı güneşten, tıpkı bir dolunay gibi o da pırıl pırıl bir ziya kaynağı hâline getirilebilir.

Aksine, eğer tezkiye görmezse er-geç ufkunu hevâ ve hevesin sisi-dumanı sarar, derken cismanî düşüncelerin tesirinde yamuk-yumuk hâle gelir ve varlığın perde arkasını sezemeyecek kadar da körelirse, kat’iyen ruha refakatini devam ettiremez ve münkerâta açık tabiatının gereği insan mahiyetinde âdeta bir fenalık girdabına dönüşür. (74) Sonra da insanoğlunun zayıf yanları sayılan bir kısım boşlukları kullanarak bir anda pek çok cepheden hücumla –hafizanallah– bir hamlede onu yere serebilir.

İstiğfar ve dua ona karşı birer önemli sütre; seyr u sülûkta esas kabul edilen disiplinler ilâhî sıyanete fiilî birer çağrı ve Hz. Ruh-u Seyyidi’l-Enâm’ın (aleyhissalâtü vesselâm) vesâyeti de onun için en emin bir sığınaktır. 

[ZİKİR _Sızıntı- Kalbin Zümrüt Tepeleri _Eylül, 1992 ]

Bir de takvanın oldukça şümûllü ve umumî mânâsı vardır ki, şeriat prensiplerini kemal-i hassasiyetle görüp gözetmeden, şeriat-ı fıtriye kanunlarına riayete; Cehennem ve Cehennem’i netice veren davranışlardan kaçınmaktan, Cennet’i semere verecek hareketlere; sırrını, hafîsini, ahfâsını şirkten, şirki işmam eden şeylerden koruyup kollamaktan(74), düşünce ve hayat tarzında başkalarına teşebbühten sakınmaya kadar geniş bir yer işgal eder.

[TAKVA  _Sızıntı- Kalbin Zümrüt Tepeleri _Haziran ,1993 ]

… 

İstikamet, Hakk’a kurbet yolunda üç basamaklı bir merdivenin son basamağıdır. İlk menzil “takvîm”dir ki; hak yolcusu, bu mertebede İslâm’ın nazarî ve amelî bölümlerinde temrinat yapa yapa onu tabiatının bir parçası hâline getirerek, bir ölçüde nefsini aşmaya muvaffak olur.

 İkinci menzil “ikamet” ve “sükûn”dur ki; sâlik, âlem-i emre ait mesâvîden –ki riya, süm’a, ucub gibi kullukla telifi imkânsız yaramaz şeylerdir– uzaklaşarak, kalbini şirke ve şirk şaibelerine karşı korumaya alır. (74)

Üçüncü menzil, “istikamet”tir ki, bu makam, Hak yolundaki seyyaha sır kapılarının aralandığı makamdır ve ilâhî vâridâtın keramet ve ikram unvanıyla indiği kutup noktadır. Bu mânâdaki istikamet, ehl-i hak arasında bilinegeldiği şekliyle çok defa âdiyattan sıyrılarak, “yedullah” kuşağında “kadem-i sıdk” üzere yaşamaktır.

[İSTİKAMET  _Sızıntı- Kalbin Zümrüt Tepeleri _Eylül ,1993 ]

 

 ***

TEVHİDNÂME -PIRLANTA MÜZAKERESİ

SIZINTI-ÇAĞLAYAN BAŞYAZILARI PENCERESİNDEN  

 [73-74] MELEKÛTÎ YANIMIZI BER’İ KIL – AYIP VE ŞİRKTEN TEMİZLE

Bunlar, âşık u sadıklardır ve belli hususiyetleri haizdirler: Sevgili’nin her muamelesini gönül hoşnutluğuyla karşılar ve Nesîmî gibi;

“Bir bîçare âşıkem ey Yâr Senden dönmezem,

Hançer ile yüreğimi yar Senden dönmezem..”

der, hep bir vefa tavrı sergilerler. Her zaman ciddî bir vuslat arzusuyla kıvranır dururlar; ama, hallerinden de asla şikâyet etmezler. O’ndan başka bütün beklentileri kafalarından söker-atar, hep maiyyet rüyalarıyla oturur kalkarlar. Sohbetlerini hep sohbet-i Cânan hâline getirir ve O’nun adıyla seslerini-soluklarını melekûtî bir derinliğe ulaştırırlar.

[ALLAH SEVGİSİ_Sızıntı – Başyazı – Temmuz 2003 ]

… 

Bu latîfe, “mâ hulika leh” çizgisinde, mâhiyet-i nefsü’l-emriyesine uygun o müstesna konumunda kalabildiği sürece, her zaman enfüs ve âfâkı, inhirafa düşmeden doğru okuyabilir.. enfüste tıkanıklığa, âfâkta dağınıklığa düşmez.. bunlardan birini O’ndan gelmiş bir nâme gibi görür ve öper başına kor; diğerini de büyüleyen bir câmi fihrist gibi mütalaa eder ve saygıyla selamlar. Bu ufuk, “akrabü’l-mukarrabîn” ufkudur ve “نَحْنُ أَقْرَبُ إِلَيْهِ مِنْ حَبْلِ الْوَرِيدِ” “Biz ona şah damarından daha yakınız!”hakikatini zevk etme zirvesidir. Bu ufkun insanları rüyalarında bile o endişe verici tıkanıklığa düşmez ve katiyen bir dağınıklık da yaşamazlar. Bunlar melekûtî yanları önde melek-misal öyle babayiğitlerdir ki, hayatlarını her zaman ötelere ve ötelerin de ötesine müteveccih geçirmek için çırpınır-durur; rüyalarında bile en küçük inhirafları ciddî bir zelle sayar ve hemen arınmak için “evbe kurnaları”na koşarlar.

[KENDİ DERİNLİĞİYLE LATÎFE-İ RABBÂNİYE _Çağlayan – Başyazı – Kasım 2017 ]

… 

Haslar hası mukarrep ruhlar ise, memur oldukları şeyler ve yasaklandıkları hususlar mevzuunda, her şeyi tabiatlarının bir derinliği haline getirdiklerinden hayatlarını melekûtî bir nurâniyetle melekler gibi لاَ يَعْصُونَ اللهَ مَا أَمَرَهُمْ وَيَفْعَلُونَ مَا يُؤْمَرُونَ“Allah’a karşı asla isyan mülahazasına girmez ve emrolundukları hususları (gök ehli hassasiyetiyle) yerine getirirler.”(Tahrîm Sûresi, 66/6) Bunlar, memur oldukları mükellefiyetleri en derin cismani zevklerin üstünde bir aşk u iştiyakla yerine getirir; büyük-küçük her türlü münkerâtı da bir iç bulantısıyla karşılarlar. Akıl, mantık, muhakeme ve vicdan dinamiklerini taakkul, tasavvur ve tahayyül kirlenmelerine karşı sürekli aktif bulundururlar. Şöyle-böyle bu sistemlere gelip bulaşan, esip konan en küçük sis-duman karşısında hemen istiğfar ve evbe kurnalarına koşar; bir kirli tasavvur ve tahayyül için elli defa “elfü elfi estağfirullah” der ve yeniden ciddi bir arınma ile Hazîratül Kuds’e teveccühlerini yenilerler. Görülüyor olma mülahazası bunların her zamanki halleri, görüyor gibi olma da olmazsa olmaz hedefleridir.

[DAR BİR AÇIDAN AHLAK – 2 _Çağlayan – Başyazı – Mayıs 2017 ]