TEVHİDNÂME İLE KALBİN ZÜMRÜT TEPELERİNE YOLCULUK (66.BÂB) 

GÜNCELLENME TARİHİ: 02 MAYIS 2020 // 09 RAMAZAN 1441 CUMA

 (TEVHİDNÂME-66):

Allah’ım!

Yüce katından öyle bir “ilm-i ledünn(84)ile bizleri serfiraz kıl ki, her türlü “mâlâyâniyat”tan (doğrudan bizi ilgilendirmeyen, ne mârifet-i İlahî ve ne de âhiret hesabına bizlere faydası olmayan füzûlî şeylerden) bizleri sıyânet edecek keyfiyette olsun!

***

66.BÂBIN DUASI  (YAKARAN GÖNÜLLERDEN…)

Ey ilim, rahmet ve kudretiyle varlığı topyekün kuşatan Vâsi’!

Ey her şeyi ilim ve kudretiyle ihata eden Muhît!

Ey her şeyi ilim, kudret ve ilahî ahkâmı ile ihata eden!

İlahî! Nezdinde hususî kulların için gizli tuttuğun ilm-i ledünden bize  de ta’lîm buyur ve bizi, matmah-ı nazar ibâdına muamele ettiğin gizli isminle koru.

Allahım!Bize insanî enginliklere yağan bir bârân-ı rahmet olan ilm-i ledünde anlayış ihsan et ve bizi salih kullarına, kötü hasletlerden sıyrılıp vilayet mertebesini ihraz eden ebdallara ve sıddıklara arkadaş eyle. Yâ Erhamerrâhimîn, rahmetinle bizi de onlardan eyle.

Allahım! Nezdinden göndereceğin bir ruhla bizi te’yîd ve takviye buyur. Yüce katından insanî enginliklere akan bir rahmet yağmuru olan ilm-i ledünden bize de ta’lim et.

Bize öyle bir ilm-i ledün ver ki, her âlim ruh o ilim karşısında inkıyad etsin.

Ne olur, Senin büyüklüğüne layık feth-i mübînleri bizim için de müyesser kıl ve yüce katından lütuf buyuracağın ilm-i ledün ve rahmanî tecellîlerle bizim kalb kâselerimizi de doldur!

***

TEVHİDNÂME MÜZAKERESİ

KALBİN ZÜMRÜT TEPELERİ PENCERESİNDEN 

 [84] İLM-İ LEDÜNNİ : 

 İlm-i ledünnî (84) : “Biz ona nezdimizden Rabbanî bir ilim öğretmiştik.” (Kehf sûresi 18/65)  fehvâsınca, berzahsız, hicapsız doğrudan doğruya “Hazîratü’l-Kuds”den insanî enginliklere yağan bir bârân-ı rahmettir.

Kulluktaki derinlik, Allah ve Resûlü’ne karşı vefâ ve sadakat, duyguların rıza eksenli, davranışların ihlâs yörüngeli olması ve kalbin de yakînden yakîne koşması, ledünnî vâridât (84) için, hatta o vâridâtın sağanak sağanak boşalması için bir yol ve bir şart-ı âdîdir.

Bütün enbiyânın ilmi, Cenâb-ı Hakk’ın vahyi ve talimiyle zuhura gelmesi açısından bilasale ilm-i ledünnî(84) olduğu gibi, onların arkalarından giden ilhama mazhar evliyâ ve asfiyânın ilimleri de bittebaiyye o mâhrûların (ay yüzlüler) ziya-i ilimlerinin şuâları olması itibarıyla ledünnî sayılır.

Evet, ilm-i ledünnî, talim ve taallümle elde edilmeyip Cenâb-ı Hakk’ın hususî bir mevhibesi ve bir kuvve-i kudsiyesinin nuranî tecellîsidir.

Ne var ki, böyle özel bir mazhariyet, bütün evliyâ ve enbiyâ, bütün asfiyâ ve mürselîn için her zaman söz konusu olmayabilir. Zira, ilm-i ledün (84), ilâhî feyz yoluyla, hususî bir kısım kimselerin kalbine atılan özel bir bilgi ve mârifettir.. ve böyleleriyle aynı ufku paylaşmayanların ondan anlamaları da mümkün değildir.

Evet, ilm-i ledün(84) , umuma ait bir ilim olmaktan daha çok, hususî bazı kimselere Cenâb-ı Hakk’ın özel bir ihsanıdır ve onların dışındakiler her ne kadar değişik konularda daha fazla malumat sahibi olsalar da, bu mevzuda ilm-i ledün erbabının gerisinde sayılırlar. Zira bu ilim –liyâkat, istidat, Allah’a yakınlık… gibi hususların şart-ı âdî planında vesilelikleri mahfuz– tamamen Allah’ın bir atâ tecellîsidir ve kat’iyen kesbî de değildir. Bu itibarla da onun, ne okumayla ne araştırmayla ne de daha değişik yollarla elde edilmesi söz konusudur.

Zira bu ilim, Cenâb-ı Hak tarafından mahz-ı mevhibe olarak, bazı temiz gönüllerde bir kuvve-i kudsiye şeklinde tecellî etmektedir ve aynı zamanda bu tecellî, terakki sistemi içinde değil de tedellî çerçevesinde vukû bulmaktadır:

 [İLM-İ LEDÜN_Sızıntı- Kalbin Zümrüt Tepeleri _Ağustos, 2000 ]

Hak dostları, keramet-i ilmiyeyi bu mülahazalar çerçevesinde değerlendirip, ilm ü marifetle doğru orantılı ilahî ahlakla tahalluka bağlamış; onu maiyyet iştiyakıyla taçlandırma cehdi içinde bulunmanın farklı bir unvanı görmüş; hal ve temsil ile başkalarını da O’na yönlendirme his ve heyecanıyla oturup kalkma şeklinde yorumlamışlardır ki, bence ilm-i ledün(84) ve faydalı ilim de bu olsa gerek.

Konunun âbide şahsiyetleri mevzuu bu çerçevede dillendirmiş ve talim ü taallümün gayesi bildikleri Hakk’ı tanıtıp sevdirmeyi binlerce ezvâk ve keramete tercih etmişlerdir. Böylesine O’nu sevip sevdirmeyi gaye-i hayal edinmiş adanmış ruhlar, bütün bütün kalben ve hissen mâsivâdan kat’-ı alaka etme derinlikleriyle Hakk’ın mevârid ve has teveccühlerini de, gönülleri rü’yet ve rıdvana yönlendirme adına birer “avans” gibi görerek her an daha derin bir ihsas ve ihtisasla kendilerini sıfırlama ve sürekli Sonsuz’u işaretleme himmetinde bulunmuşlardır ki, işte bu yol bir hıllet yoludur; çekirdek itibarıyla Hazreti Halîl’ür-Rahman’ın, semeredâr bir şecere-i mübareke unvanıyla da Hazreti Ruh-u Seyyid’il-enâm’ın (aleyhi ekmelü’t-tehâyâ) Hakk’a vusulde yanıltmayan şehrâhı ve “fenâfillâh”, “bekabillâh” zirvesinin de nurani bir helezonudur.

[KERAMET İKRAM   _Çağlayan- Kalbin Zümrüt Tepeleri _Mart, 2019]

… 

Mevlâna tevhid hislerini şöyle seslendirir:

“Ey birader, kîl u kâl erbabından elini çek ki, Cenâb-ı Hak sende ilm-i ledün izhar eylesin.. söz gelip buraya dayanınca, dudak “pes” edip kapandı.. kalem bu noktaya ulaşınca o da kırıldı. Burası, fesahat yapıp dil dökecek makam değildir; (gel) dem vurmadan vazgeç; doğruyu en iyi Allah bilir.”

İlm-i ledünnün (84), mârifet-i ledünne inkılâp etmesi; vicdanın hususî bir iltifatla donanması, cezbin de incizâbın rengine boyanması demek olan bu hâl veya bu makam damlanın deryalaştığı, zerrenin kâinatlaştığı, hiçlerin vücud pâyesiyle şereflendirildiği mir’âtiyet makamıdır.

[TEVHİD   _Sızıntı- Kalbin Zümrüt Tepeleri _Kasım, Aralık 1998]

 ***

TEVHİDNÂME -PIRLANTA MÜZAKERESİ

SIZINTI-ÇAĞLAYAN BAŞYAZILARI PENCERESİNDEN  

 [84] İLM-İ LEDÜNNİ :

Ancak, hikmetin lisan-ı fasîhi o Beyan Sultanı; hiçbir zaman bitip-tükenme bilmeyen o kenz-i ilm-i ilâhînin yanında kendine teveccüh eden pek çok sual, halledilmesi gerekli olan pek çok müşkil, ümmetiyle alâkalı dinî, içtimaî, iktisadî, siyasî pek çok mesâil vardı ki, sonsuz ilmin mir’ât-ı mücellâsı ve vâridât-ı sübhaniyenin mehbiti, menzili, merkezi, meşcereliği sayılan kalb-i pâk-i Ahmedî ve lisan-ı nezîh-i Muhammedî ile cevaplayıp müşkilleri hall, mübhemleri şerheder ve Kur’ân’la gelen pek çok mutlak emri takyîd, mukayyedi ıtlâk, hususîyi ta’mîm, umumîyi de tahsîs buyurarak, Kur’ân mesajının yanında kendi ifade ve beyanlarının rükniyetini ihtarda bulunurdu. Zaten; cihanşümul peygamberliği ile bütün insanlığı muhatap alan ve bütün insanlara muhatap olan bir mübelliğ, bir mürşid, bir muslih ve bir müceddidin başka türlü olması da düşünülemezdi.

[PEYGAMBERİMİZ VE SÖZ_Yeni Ümit – Başyazı – Nisan 1991]