“NAMAZ’IN MANASINI ARAYIŞ”

 

SÖZLER 9.SÖZ BİRİNCİ NÜKTE:

Namazın mânâsı, Cenâb-ı Hakkı tesbih ve tâzim ve şükürdür.

Yâni, celaline karşı kavlen ve fiilen “Sübhânallah” deyip takdîs etmek. Hem kêmaline karşı, lâfzan ve amelen “Allahü Ekber” deyip tâzim etmek. Hem cemâline karşı, kalben ve lisânen ve bedenen “Elhamdülillâh” deyip şükretmektir.

Demek tesbih ve tekbir ve hamd, namazın çekirdekleri hükmündedirler. Ondandır ki, namazın harekât ve ezkârında bu üç şey, her tarafında bulunuyorlar.

Hem ondandır ki, namazdan sonra, namazın mânâsını te’kid ve takviye için şu kelimât-ı mübâreke, otuzüç defa tekrar edilir.

RİSALE-İ NUR  SÖZLER, s. 41

Namazda ruhun, kalbin, aklın büyük bir rahatı vardır. Hem, cisme de o kadar ağır bir iş değildir.”

MARİFET PENCERESİNDEN NAMAZIN MANASINA BAKIŞ

Vâkıa Üstad Hazretleri’nin, ulaşılması gereken bir hedef olarak, iman-ı billâh, mârifetullah ve muhabbetullah dedikten sonra zevk-i ruhânîyi/lezzet-i ruhaniyeyi de eklediği söylenebilir. (Bkz.: Mektubat, s.324, (Yirminci Mektup, Mukaddime))

Fakat burada dikkat edilmesi gereken şöyle bir incelik vardır: Sayılanların ilk üçü iradeye bakan hususlardır.

Yani iman-ı billâhın da, mârifetullahın da, muhabbetullahın da arkasında şart-ı âdi planında insanın iradesi vardır. Başka bir ifadeyle siz iman-ı billâh, mârifetullah ve muhabbetullah hususunda iradenizin hakkını verip dileyecek, isteyecek, okuyacak, araştıracak, tekvinî emirler âleminde dolaşacak, teşriî emirlere riayet edecek, zikr u fikirde bulunacak ve bu konuda hırz-ı can edeceksiniz.

Zevk-i ruhanî meselesine gelince o, iradî olarak istenilmez fakat Allah (celle celâluhu), mârifet ve muhabbet yolunda bulunanlara böyle bir lütufta bulunabilir. Ama siz, başta bunu talep eder, iman-ı billâh, mârifetullah ve muhabbetullahı ona bağlarsanız, çok küçük bir neticeye talip olmuşsunuz demektir.

Çünkü kulluğunuzu sadece O’nun rıza ve teveccühüne bağlamanız öyle bir değere tekabül eder ki, dünyada bunu tartacak bir kantar yoktur.

Zevk-i ruhanî ise bunun yanında çok küçük kalır. Bu açıdan iradî olanla gayr-i iradî olan birbirine karıştırılmamalıdır. Biz, hep iradînin arkasından koşmalı ve bu konuda iradenin hakkını vermeliyiz. 

TESBİH, TAZİM, ŞÜKÜR

Sübhânallah” der, O’nun adına söylenmesi gerekli olan bir şey söylemenin yanında, öbür âlem itibarıyla böyle bir kutsamaya terettüp edecek olan sürpriz nimetleri düşünürüz..

Herhangi bir lütuf sağanağı karşısında gürleyip “Elhamdülillâh”la   nefes aldığımızda hem Hakk’a şükranlarımızı ifade etmiş hem de dahasına talebimizi seslendirmiş olur ve öbür âlemin göz görmemiş, kulak işitmemiş, insan tasavvurlarını aşkın sürpriz hediye ve behiyelerinin tahayyüllerine dalarız..

Azamet ve kibriyâ atmosferinden değişik görüntüler karşısında “Allahu Ekber”lerle gürler, müteâl bir ululuğun müşahitleri olduğumuzu haykırır ve değişik dalga boyundaki mehâbet hisleriyle ürpeririz;

hemen her gün bu ses ve bu sözlerin gölgesinde dünya-ukbâ mülâhazalarımızı bir kez daha gözden geçirir, Allah’la münasebetlerimizi kontrol eder ve kendimize çeki düzen veririz.

Namazlara

  • Allah büyüktür” sözleriyle girer,

  • diğer “kelime-i tayyibe”lerle mülâhazalarımızı daha da açar,

  • O’na güvenip dayandığımızı tekrar tekrar ilân eder

  • ve O’ndan, güvenilir kimselerden olmamızı diler ve dileniriz.

  • Allahım, esenlik kaynağı Sensin, selâmet de Sendendir.” sözleriyle hem O’ndan beklentilerimizi seslendirir,

  • hem de O’nun karşısındaki gerçek konumumuza vurguda bulunuruz.

  • Her şeyin O’nun tasarrufunda olduğunu bıkıp usanmadan sürekli tekrarlar..

  • sabah-akşam gürül gürül ve gayet net ifadelerle tevhid telâkkilerimizi dile getirir;

  • Hak rızasının hedefimiz olduğunu,

  • cemâlini görme arzumuzla, bilmem her gün kaç kere yeniler ve Kendisine mülâkî olma isteğimizi seslendiririz..

  • eder-eyler ve döner-dolaşır O’nun rahmetine, şefkatine ve inayetine sığınırız.

***

NAMAZ  (YEŞEREN DÜŞÜNCELER_ 1994 TEMMUZ SIZINTI BAŞYAZI )

NAMAZ, “ALLAH’A YAKINLIĞIN AYRI BİR ÜNVANI”

Namaz, “Allah’a yakınlığın ayrı bir ünvanı”

Namaz, “Kulluk düşüncesine kilitlenip ömrünü Hakk karşısında geçirme..

Namaz, ”Gaye ile hemhudut en büyük vesilelerden biri”

Namaz, “kulun içinde köpüren tasavvur ve tahayyüllerden daha sıhhatli ve engin bir hali..”

Namaz, “her zaman bizi mâverâîliğe taşıyabilecek bir yol ve bir menfez

Namaz, “buudlarımız dışında bir uhrevîleşme ve ebedîleşme temrinâtı

NAMAZLA, “BÜTÜN RÛHÎ MELEKELERLE KIVAMA ERİLMEYE ÇALIŞILIR.”

Namazla, “gece-gündüz sırlı bir taksime tâbi tutulur.“

Namazla, “Hayat, ibadet eksenli bir zaman anlayışına göre tanzim edilir..”

Namazla, “davranışlarımızın, Hakk murâkabesi altında hüsn-ü cereyanı sağlanır”..

Namazla, “ibadet dışı hareketlerimiz de, ibadet halini alır.. ibadet rengine bürünür..”

Namazla, “yeryüzündeki fâni hayatımız göklerdekilerin rengiyle tüllenmeye başlar.”

Namazla, “düşüncelerin yeni bir mecrâ arayış manevraları başlar..”

Namazla, “biraz sonra gerçekleştirilmesi plânlanan ibadet adına metafizik gerilim ve konsantrasyon aranır

Namazla, “bütün rûhî melekelerle kıvama erilmeye çalışılır.

Namazla, “bir ümit ve bir vuslat duygusuyla tüllenir.”

Namazla, “azamet ve heybet buğulu, kemmiyet ve keyfiyetleri aşan bir his tûfânı ve bir duygu anaforu yaşanır.”

Namazla, “hep söylenemez şeyler beyan ufkumuzu sarar..”

Namazla, “ifadesi imkânsız hisler ruhumuza garip bir mûsıkî fısıldar..”

Namazla, “gündelik lisana sığmayan engin duyuşlar, düşünüşler benliğimizi işgal eder..”

Namazla, “maddî aklın, mücerret mantığın sınırlarını aşan gaybûbet renkli bir fetânet, peygamber çizgisindeki meâdî bir düşüncenin kapılarını aralar.“

… 

NAMAZIN MANASINA KAVUŞMASINDA NİYETİN ROLÜ

Ameller (başka değil) ancak niyetlere göredir ve kişinin niyeti ne idiyse, karşılık olarak onu bulur.

Mü’minin niyeti, amelinden hayırlıdır.

Niyeti “kalbin kastı” olarak tarif etmişler.

Kalbin Kastı: Niyetteki kasd’ül-kalb meselesi, bir şeyi sadece akıl ve kalbden geçirme demek değildir. Bilakis o, insanın niyet ettiği hususta azimli ve kararlı olması ve niyetini hemen amele dönüştürme cehdi içinde bulunması demektir.

Mesela bir insan, Cenab-ı Hakk’ın mü’minleri mükellef tuttuğu namaz, oruç gibi ibadetleri eda etmeye çalışıyor ve O’nun izni ve inayetiyle bu ibadetleri elinden geldiğince yerine getiriyorsa, onun yaptığı bütün bu ibadetleri ona, yirmiye, hatta yüze katlasanız Cenab-ı Hakk’ın Cennet’te lütfedeceği nimetlerin öşrüne bile tekabül etmeyecektir.

Bu hadis-i şerife göre; şayet bir insan, âlemi aldatmak ve Müslüman görünmek için abdest alıp namaz kılıyorsa, ahirette bu amellerin hiçbir karşılığını göremez. (Münafığın tavrı; Onun kalbi Allah’a değil, insanların teveccühüne yönelmiştir)

Kişinin niyeti, marifet ufkuyla doğru orantılıdır.

Niyetin Dereceleri: Yani bir insan Allah’a ne kadar inanmış, marifetullahta ne kadar derinleşmiş ve ihsan mülahazası gönlünde ne ölçüde inkişaf etmişse niyeti de ona göre farklılaşacaktır.

  • Allah’a ne kadar inanmış
  • Marifetullahta ne kadar derinleşmiş
  • İhsan mülahazası gönlünde ne ölçüde inkişaf etmişse  

Namaz kendi çizgisinde, yörüngesinde eda edildiği zaman adeta size tabiatınızın bir cebr-i lutfisini yaşatarak sizi miraç noktasına getiriyor.

Bu, baştan sona kadar

..o namazı duymaya,

..o namazın içinde olmaya

..ve namazlaşmaya bağlıdır.

NAMAZI VİCDANINDA DUYMA 

İnsan namazı, Cenâb-ı Hakk’ın azametini vicdanında duyarak eda etmelidir. Belki rükûa o emri düşünerek gitmelidir. Kütüb-i Fıkhiyedeki meseleleri düşünerek rükûa gitmek değil; “Ben, O’nun karşısında eğilmeliyim!” mülahazası ile,

 “Yahu iyi ki Cenâb-ı Hak bunu emretmiş, ‘Rükû!’ demiş!” duygusuyla eğilmek…Sonra, âdetâ rükûdan doğrulup bir kere daha murâd-ı Sübhânîyi temâşâ ediyor gibi, bir kere daha yukarılara bakmak

“Yahu yetmedi O’nun karşısında eğilmek!” hissiyle bu defa secdeye kapanmak… Emirlerin dürtüsü ve itişi ile değil esasen; meseleyi vicdanında derinlemesine duymak suretiyle…

 NAMAZA MANA KAZANDIRMA  

El-Müflihûn… الَّذِينَ هُمْ فِي صَلاَتِهِمْ خَاشِعُونَ

“Onlar ki, namazlarında huşû içindedirler.” (Mü’minûn, 23/2) diyor.

Bakın, önemli: Namaz kılıyorlar ama şekil değil, yatıp-kalkma değil, yetiştikleri kültür ortamında aldıkları şeyler değil;

  • namazın ne olduğunu bilerek,
  • onun Allah karşısında durma olduğunu bilerek,
  • Allah tarafından görülüyor olma mülahazası ile,
  • görülüyor olma mülahazasını görme mülahazasına bir rasathane yapma mülahazası ile onu ikâme ediyorlar.

Evvelâ “görülüyor olma”ya çok ciddî bağlı bulunmak lazım ki, bir yönüyle görebileceğiniz şeyleri de tam göresiniz. قَدْ أَفْلَحَ الْمُؤْمِنُونَ * الَّذِينَ هُمْ فِي صَلاَتِهِمْ خَاشِعُونَ Huşu içindedirler, ciddî bir saygı hissi ile yapıyorlar.

Haşyet, insanın kalbinin o mevzuda Allah’a karşı duyduğu saygı. Ve bu saygı, eğer orada samimi ise, orada köpürüp duruyor ise, içeride kaynayıp duruyor ise, magmalar şeklinde insanın davranışlarına da aksedecektir.

Şimdi böyle bir namaz kılıyor; bakın, o ne büyük bir şey!.. Allah’a karşı yapılan bir ubudiyet. Fakat esasen o meselenin o hale gelmesi, o namazın öyle kılınması, belki bir yönüyle bir şeye bağlı…

Sonraki ayetin başındaki “vâv” harfi, “vâv-ı takip” ise şayet, ondan hemen sonra geliyor: وَالَّذِينَ هُمْ عَنِ اللَّغْوِ مُعْرِضُونَ “Onlar ki, boş ve yararsız şeylerden yüz çevirirler.” (Mü’minûn, 23/3)

Lağviyâttan hep yüz çeviriyorlar. Bir yerde nâ-sezâ, nâ-becâ hırıltılar oluyor; kulak tıkıyorlar onlara. O mevzuda söz etmeyi israf-ı kelâm sayıyorlar; i’mâl-i fikirde bulunmayı -bir yönüyle- düşünce israfı sayıyorlar. “Boş ver!” diyorlar, “Karakterinin gereğini sergiledi; onların yazdıkları, çizdikleri, attıkları, tuttukları şeylere, kulak tıkamak lazım.” Onlara kulak tıkanırsa, dil de o mevzuda harekete geçmeyi israf sayar: “Ben arkadaşıma (kulağa) karşı vefalı olmalıyım; madem kulak kapısını tıkadı, ben de böyle yapmalıyım!” der.

… 

BU, BENİM VAZİFEM ALLAH’IN HAKKIDIR

..Ben kendimin sıfır, O’nun ise sonsuz olduğu,
..verdiği nimetlere karşı alacaklı gibi değil de borçlu biri gibi ubûdiyet ve şükürle mukabelede bulunmam gerektiği mülâhazasıyla Allah’a karşı “et-Tahiyyat” demem O’nun hakkıdır.

İnsan, tek başına namaz kılarken bu mülâhazaları tam duymazsa, bu cümleleri on defa bile tekrar edebilir ki namazı hissederek kılmış olsun.

Bu, benim vazifem, Allah’ın da hakkıdır.

Bunu böyle söyleme gayret ve cehdim yoksa çok büyük bir hakkı yiyor, bir vazifeyi ihmal ediyorum demektir.