BAŞYAZI MÜZAKERESİ

İSTİFADE EDİLEN KAYNAKLAR

1- TAM RAMAZANLAŞMA ZAMANI- EYLÜL 2008 / SÜKUTUN ÇIĞLIKLARI

2- BİR KERE DAHA RAMAZANLAŞIRKEN- MART  1993 / GÜNLER BAHARI SOLUKLARKEN

TAM RAMAZANLAŞMA ZAMANI

Dünya varolduğu günden bu yana hep döne döne yoluna devam ediyor.. ışık-karanlık münavebesi her zaman aynı.. ne geceler mütemâdî ne de gündüzler; bazen her yanı, kalıcı gibi görünen müthiş bir karanlık basıyor; bazen de ışık gelip karanlığın önünü kesiyor.. zaman oluyor her yan güllük ve gülistanlığa dönüyor; bir de bakıyorsun her tarafta hazanlar esiyor.

Öyle meş’um zamanlar oluyor ki, her şey künde künde üstüne devriliyor ve insanî değerler ayaklar altında kalıyor; öyle günler de geliyor ki, “başlarda gezen ayaklar suya eriyor” ve pâyimâl olan değerler başlara taç yapılıyor.

Gün oluyor, sinelerden sevgi bütün bütün silinip gidiyor, saygı kinlere, nefretlere kurban ediliyor; kalbî ve ruhî hayat bütün bütün unutuluyor, insanlar birbirleriyle olan münasebetlerinde korkunç krizler yaşıyor, her ifade ve tavır, ürperten bir kopuşun sesi-soluğu hâline geliyor.

Bir de bakıyorsun, bütün bu olumsuzluklar bir bir zâil oluyor ve gönüller yeniden şefkatle atmaya duruyor.

Şimdilerde de tarihî tekerrürler devr-i dâiminin böyle uğursuz bir faslıyla karşı karşıya bulunuyoruz.

Öyle ki, olup bitenlere dönüp bakınca kendimizi âdeta bir karanlık tünelde yol almaya çalışıyor gibi görüyor ve ümit-recâ dengesini koruyamaz hâle geliyoruz –en azından bazılarımız için bu böyle

ve yeniden toparlanıp yola devam etme adına ne gayretler ne gayretler sarfediyoruz.

Bazen üst üste öyle zifirî karanlıklar yaşıyoruz ki, bu türlü durumlarda devrilip gidenlerin hadd ü hesabı yok;

ayakta kalanlar ise meseleyi Rahmeti Sonsuz’a havale ederek “Kim bilir, belki de bu sis ve duman, bu ifritten hâdise ve müterâkim karanlıklar umumî bir uyanış ve aydınlanmanın vesilesidir.” deyip teselli oluyorlar..

inşaallah böyleleri düşüncelerinde doğrudurlar!..

Herkesin kendi inanç ve karakterinin gereğini sergilemesi tabiîdir ve bu itibarla da, onların öyle, bunların da böyle olmasını normal görmek gerek…

Olup biten şeylerin arka planına kapalı olanlar değişik kâbuslarla inleye dursun; biz, bu üst üste zulmetler ve çözülmeler karşısında her gün biraz daha bilenen bir azm ü ikdamla:

Ey ümidini yitiren tâli’zedelere “leyl-i mâtem”! “Karar kararabildiğin kadar, zira karanlığın en amansızlaştığı an, şafakların da sökün edeceği andır.” deyip,

ümitle dört bir yanın aydınlanacağı “Eyyâmullah”ı bekleyeceğiz.

Aslında bizler, dünden bugüne bu iman ve ümit sayesinde hiç mi hiç mütemâdî inkisar yaşamadık, kalkıp doğrulamayacak şekilde devrilmedik ve devrilmeyeceğimiz inancıyla Allah’a dayanarak hep ayakta kalmaya çalıştık..

evet, en fırtınalı durumların her şeyi yerle bir ettiği dönemlerde bile,

bir gün mutlaka göklerin rahmetle üzerimize boşalabileceğiyle soluklandık..

ve Sûr sesi almış gibi hep bir “ba’sü ba’de’l-mevt” heyecanı yaşadık.

Kan ve gözyaşlarının çağlayanlara dönüştüğü, mazlum âh u efgânı ve zâlim hayhuylarının gidip “arş-ı gayret”e dayandığı –bizler öyle görüyor olabiliriz– şu kasvetli günlerde de

ilâhî rahmetin değişik tecelli dalga boyundaki farklı teveccühlerinin, her zaman olduğu gibi bir kere daha bizleri kendi yalnızlık ve gurbetlerimizle başbaşa bırakmayacağına dair inanç ve ümidimiz tamdır.

Aslında, bunun böyle olmasını gerektiren sâikler de yok değil; bugün pek çok kimsenin uzlaşma arayışı içinde olması, bazı kesimlerin bir sevgi dili oluşturma peşinde koşması, kitlelerin sürekli bir diyalog hummasıyla oturup kalkması yanında, Ramazan’ın o binbir rahmet esintisiyle gelip ufkumuzda tüllenmesi ve kendine has vâridâtı, rengi, deseni ve şivesiyle bir kez daha bizliğimizi hatırlatması… bu sâiklerden sadece birkaçı.

Değişik hâdiselerin “cebr-i lütfî” çerçevesinde bizi daha anlayışlı olmaya çağırdığı şu günlerde, Ramazan’ın da sürprizler yapıp kalblerimizi yumuşatacağını ve bize bir kere daha “ahsen-i takvîm”e mazhariyetimiz ufkundan sesleneceğini düşünüyor ve ümitleniyoruz..

zaten hep ümit edegeldik bu rahmet ayında fena duygu ve düşüncelerden sıyrılabilmeyi, arınıp kendimiz olmayı ve bir kez daha “birlik” ve “beraberlik” diyebilmeyi..

evet, bu ayda şimdiye kadar pek çok sivri yanlarımız törpülendi, sertliklerimiz kırıldı ve insanî taraflarımız öne çıktı.

Öyleyse bir kere daha neden olmasın ki!

Her şeyden evvel Ramazan, insanların, insanî derinliklerini ortaya çıkaran, zamanın ötelere açık en bereketli, en sihirli bir buududur.

Öyle ki onu tam yaşayan ve duyan ruhlar, kendilerini gökler ötesi âlemlerin üveykleri gibi hisseder ve meleklerin hayhuyunu duyar gibi olurlar.

Aslında, hemen her zaman Ramazan’ın o uhrevî neş’esine, o ruhânî lezzetine ve o ilâhî enginliğine açık ruhlar, onun atmosferinde öylesine derinleşir, öylesine onunla bütünleşirler ki, günün her faslı böyleleri için âdeta bir Reyyân olur.

Evet, her sene Ramazan hilâli o ince ve nazlı hâliyle ufukta belirince, inanan ruhlarda da bir yenilenme duygusu belirir.. ardından da bir değişim ve dönüşüm sürecine girilir;

girilir de pek çok mü’min, gerçek insan olma farklılığını daha bir derince duymaya, daha bir disiplinli olmaya gayret eder.. ve elden geldiğince hep kalb ve ruh şehrahında yürümeye çalışır.

Ramazan, bir yandan ezanı, temcîdi, iftarı ve sahuruyla hep gürül gürül bir zaman dilimi olmasının yanında, aynı zamanda inanan ruhlarda hâsıl ettiği sükût ve temkîn hâli, murâkabe ve muhâsebe duygusuyla da, mü’minlerin tavır, davranış ve düşüncelerinin kontrol altına alındığı

ve insanların kendilerini ifadede “kelâm-ı lafzî”den “kelâm-ı nefsî”ye geçtikleri çok derinlikli bir sessizlik mevsimidir.

Öyle ki, derecesine göre hemen her mü’min, onda elde ettiği ve edeceği mârifet vâridâtı ve aşk u iştiyak mevhibesiyle,

muvakkaten dahi olsa fâniyât ü zâilâta bütün bütün kapanır..

kalbindeki, kafasındaki kiri-pası siler, atar;

ufkunun derinliği ölçüsünde farklı bir mahiyet kazanıp, potansiyel olarak “ahsen-i takvîm” numara ve drobuna göre durduğu yerle durması gerekli olan yeri bir kere daha gözden geçirir

ve o muhteşem mahiyetine yeni inkişaf alternatifleri aramaya durur;

durur da daha çok ruh ayağıyla yürümeye başlar..

kalb diliyle konuşur..

varoluş gâyesi etrafında daha net, daha açık mülâhazalara ulaşır ve görüldüğünde hep Hakk’ın hatırlanacağı büyülü bir mahiyet alır..

derken,

Ramazanlaşan bu insanları gören hemen herkes, “Allah” der, duygularını haykırır ve onlarla beraber bulunmayı Hakk’ın kendisine bir lütfu sayar, şükranla gerilir.

Aslında,

Ramazanlaşan bu mü’minlerin her hâlleri, en katı kalbleri dahi yumuşatıp rikkate getirecek kadar anlamlı, derin ve tesirlidir.

Onlar, atmosferlerini paylaşanlara hâl diliyle neler fısıldar neler fısıldarlar; fısıldar da ne yapıp yapıp onların ruhlarına mutlaka bir şeyler aşılayıp hemdemlerini şöyle böyle kendilerine benzetirler.

Bizler ne zaman bu pırıl pırıl simalara baksak, aydınlık dünlere ait ruh ve mânânın asâlet ve nefâsetini görmenin yanında,

nûrefşân geleceğimizin de yanıltmayan emâreleriyle karşılaştığımız kanaatine varır ve âdeta kendimizden geçeriz.

 Aslında Ramazanlaşan insanlar o kadar nurânîdirler ki,

bazı densizler onları görmezlikten gelseler veya onları karalamaya çalışsalar da onların çehrelerindeki aydınlığı karartamayacak ve onların yürüdüğü yolun ışıklarını asla söndüremeyeceklerdir.

Her şeyden evvel, Ramazanlaşan bu mü’minler,

hep Hak’la irtibat içindedirler;

sürekli ziya avlama peşindedirler

ve peygamberlerin de yedeğindedirler;

bu itibarla da yolları aydın, ufukları nurlu ve iradeleri de ilâhî meşîet vesâyetindedir.

Bu açıdan onlar, başkalarının maruz kaldığı boşluklara maruz kalmaz, endâzesizliğe düşmez ve mütemâdî karanlık derbederliği de yaşamazlar.

Bazen sendelese veya ise-pasa bulaşsalar da, arkadan hemen bir imsak ve iftarla, bir namaz ve niyazla yeniden toparlanır ve kendi derinliklerine yönelirler.

İfadelerin, düşüncelerin tamamen şirâzeden çıktığı, toplumun hemen her kesimiyle gerilimlerin gel-gitlerine çekildiği, her yanda garazların, nefretlerin avaz avaz yükseldiği şu alacakaranlık günlerde,

Ramazan’ın hepimize kendi şivesiyle seslenerek, milletçe bizi kendi ruh asâletimiz ufkunda bir araya getirip kaynaştıracağını ümit ediyoruz.

Hak rahmetinin ondaki engin tecellisini hiç yanıltmayan bir referans ve insanımızın yanlışlıklarda inat etmeyeceğini de bir esas kabul ederek şu nurlu Ramazan atmosferinin gölgesinde insanımıza son bir kez daha sesleniyoruz:

Gelin, en azından şu rahmet ayında kendimiz gibi olalım.. ve bizi bizlikten çıkaran kinlerden, nefretlerden sıyrılarak millî karakterimizin gereklerini dost-düşman herkese bir kere daha haykıralım…

(TAM RAMAZANLAŞMA ZAMANI- EYLÜL 2008 / SÜKUTUN ÇIĞLIKLARI)

 

***

BİR KERE DAHA RAMAZANLAŞIRKEN

Gönüllerimizde hüzün ve zevki iç içe yaşadığımız bir dönemde; gözlerimizi yummuş, ruhlarımızla yeni bir gufran ayını süzüyoruz.

Ramazanda her ses ve soluk derinlerden derin o ruhanî edasıyla, dünyada yaşamak istediğimiz hemen bütün zevkleri ve gönüllerimizin iyilik düşüncesi adına beslediği bütün ümitleri en ulvî, en coşturucu bir üslûpla söyler.

Ramazanın başlamasıyla, düşüncelerin bir kere daha yenilendiği, duyguların zindeleştiği ve rahmetin her türlü dalga boyu ile gidip insanın ümit ve recâsıyla bütünleştiği, bütünleşip gönüllere sindiği onun o sihirli günlerinde ve aydınlık gecelerinde, sanki insanın Allah’a kavuşmasına mâni bütün engeller ortadan kalkıyor, bütün olumsuzluklar bertaraf ediliyor gibi, vuslata giden yollardaki tepeler dümdüz, düzlükler de pürüzsüz hâle gelir…

Ramazanın nazlı geceleri, bütün ruhlara, gönüllere âdeta taht kurmak üzere gelir; onda bakışlar derinleşir, muhabbetler tebessüme inkılap eder.

Evet onlar, her halleriyle iman nimetinin lezzetlerini, İslâm ahlâkının büyülerini, ihsan şuurunun ledünnî hazlarını hem yaşar hem de yaşama istidadında olan bütün gönüllere duyururlar.. duyurur ve âdeta hepimize semavîliklerden bazı şeyler fısıldarlar.

Evet, bu doymuş ve itminana ulaşmış ruhlar, yaşanılan bu hayatın bir gün mutlaka ebedî bir mutluluğa inkılap edeceğini; burada, Allah’ın hoşnutluğu istikametinde gösterilen fedakârlıkların, katlanılan sıkıntıların, hatta bunların en önemsizlerinin bile, ötede değerler üstü değerlere ulaşacağını bildiklerinden açlığı, susuzluğu, nefsin arzularına karşı savaşı ve cismanî arzularla yaka paça olmayı derin bir ibadet neşvesi içinde yerine getirirler.

Ramazanda hemen her gece, bildiğimiz gecelerden çok daha derin ve ukba buudlu; gündüzler de o çarpıcı renkliliği ve temkiniyle âdeta bir irade ve azim atmosferi olarak duyulur ve hissedilir.

Ramazan, bilhassa sonsuza açık gönülleri öylesine büyüler ve onları öylesine tesir altına alır ki; onlar, hep onu duyar, onu düşünür ve onu düşlerler.

Evet, sokaktaki insanların munisleşen çehrelerinden başı yazmalı analarımızın aydınlık nasiyelerine, bulunduğumuz yerlerin Ramazanca aydınlatılmasından çarşı-pazardaki ampullerin ışığına, şadırvanların başındaki kandillerden camilerin içindeki avizelere ve minarelerdeki mahyalardan başımızın üstünde kanat açmış gibi duran semanın yıldızlarına kadar her şeyin Ramazanlaştığını duyar ve yaşarız.

(BİR KERE DAHA RAMAZANLAŞIRKEN- MART  1993 / GÜNLER BAHARI SOLUKLARKEN)