TEVHİDNÂME İLE KALBİN ZÜMRÜT TEPELERİNE YOLCULUK  (12.BÂB) 

GÜNCELLENME TARİHİ: 11 MART 2020 // 16 RECEB 1441 ÇARŞAMBA

 (TEVHİDNÂME-12):

Allah’ım!

Bizleri; Sana güven ve itimad yolunda kalben her türlü beşerî güç ve kuvvetten teberrî edip her şeyi yegâne Kudret Sahibi olan San’a havale etme, başka güç kaynakları mülahazasından bütün bütün sıyrılma, sıyrılıp da eşyanın perde arkasına (kalbî ve ruhî hayata) uyanma, sebeplere tevessül ile beraber onlara tesir-i hakiki vermeme ve vicdanen itimâd-ı tâmma ulaşmanın ünvanı olan “teslim” [14]  pâyesiyle şereflendir. Sadece aklı, mantığı ve inançlarıyla değil, bütün zâhir ve bâtın duygularıyla Sen’in emir ve iş’ârlarında erimiş, Sana mir’ât-ı mücellâ haline gelmiş huzur erlerinin ihraz ettiği mertebe olan “tefviz[15] mertebesiyle bizleri onurlandır. Ve bu doygunluğun süreklilik halini arz eden, hâslar üstü hâslara mahsus “sika” [16] makamıyla bizleri serfiraz eyle. Öyle ki ihtiyaçlarımızı giderme ve dertlerimize çâre olma adına Sen’den gayrısının kapısında dilencilik yapmaktan bizleri müstağnî kılacak keyfiyette olsun!

***

12.BÂBIN DUASI  (YAKARAN GÖNÜLLERDEN…)

Ey kudretine her şey teslim olan!

Ey her şey tam bir teslimiyet içerisinde Kendisine teveccüh eden!

Ey kendilerini Rabbilerine teslim etmiş yüce kâmetlerin iştiyak ve hırsla Yüce Zâtına teveccüh ettikleri biricik Maksûd!

Hamd ü senalar olsun, tevekkülde zirveleşip sika mertebesine ulaşan kullarına başka kapılar aratmayan Rabb-i Ecell ü A’lâ’ya.

Ey Samed ve ey Nur! “Seninle münakaşaya kalkışanlara de ki: Ben yüzümü, özümü Allah’a teslim ettim.“ âyet-i kerîmesinin aydınlık, üns, cemâl ve duruluğuyla yüzümü Zâtına tevcîh buyur.

Ey âyât ve âsârıyla apaçık Zâhir, Zât’ı, hakikatiyle ihata edilmeyen Bâtın ve en ince noktalara kadar ihtiyaçları gören, gözeten Latîf!

Açık-gizli lütuflarınla bizim de hep yanımızda ol. Senden lütuflarınla, bizleri bela ve musibetlerden korumanı, gönlümüzü de icraat-ı sübhaniyene karşı teslimiyet ve rıza hisleri ile doldurmanı diliyoruz.

Yüce katındakilere karşı kalbimize sika ölçüsünde tevekkül hissi bahşet ve onlara ulaşabilmek için irademizi  tastamam ortaya koymaya bizi muvaffak kıl.

Çıkar ve kalblerimizde ilahî vedîa olarak bulunan sırlarımıza her şeyi Senden bekleme makamı sayılan tefvîz nurlarını yay. Senin hakkımızdaki tercihlerinin güzelliğini gönüllerimize duyur, duyur ki, hakkımızdaki hüküm ve tercihin bizim kendi tercihlerimizden bize daha sevimli gelsin.

Allah’ın salât ve selâmı Senin üzerine olsun ey tevekkülü her zaman sika ufkunda yaşayan mütevekkil!

 ***

TEVHİDNÂME MÜZAKERESİ

KALBİN ZÜMRÜT TEPELERİ PENCERESİNDEN 

 [14-15-16] TESLİM, TEFVİZ VE SİKA :

 “Diğer bir yaklaşımla ibadet, henüz irfan şahikasına yükselememiş, taklit patikasında düşe-kalka yürüyenlerce dünyevî-uhrevî ücret beklemeye bağlı bir amel; evliya, asfiya için müşahede ve mükaşefeye açık bir yol; akrabü’l-mukarrabîn ufkunda ise “hakka’l-yakîn” zirvesinde rü’yet ve rıdvan aşk u iştiyakıyla “Hakikatü’l-hakaik”ı en kâmil mertebede bilme ve bende olma miracıdır.

Birincilere âbid, ikincilere bir ölçüde zâhid, üçüncülere de âşık denegelmiştir. Ayrı bir yaklaşım şekliyle, birinciler nim tevekkül ve teslim (14) erbâbı; ikinciler bunların ötesinde tefviz (15) âbideleri; üçüncüler ise birer sika (16)  kahramanı kabul edilegelmiştir.

Yukarıda geçen bir manada birincilere hitap, ikincilere tembih, ise üçüncülere hem irşad hem de ikaz mahiyetindedir.”

[ÂBİD, ZÂHİD, ÂŞIK-1 – Çağlayan_K.Z.T Şubat 2018]

Üns, Zât-ı Rubûbiyet’e bakan yanıyla, vâhidî ve cemâlî bir teveccüh sayıldığı gibi, “heybet” de ehadî ve celâlî bir tecellînin tezahürü olarak görülmüştür.

Bu itibarla, üns mazhariyeti, tevekkül, teslim (14), tefvîz(15) ve huzur edalıdır. Bu ufka eren/erdirilen ârif-i billâh, “Yâr” der, ağyar endişesinden sıyrılır, yalnızlığı aşar ve O’na enîs ü celîs olma zevk-i ruhanîsiyle, “Daha.. daha!..”lar mülahazasına dalarak öyle bir ledünnî huzura erer ki, gözünde ve gönlünde bütün dünya ve mâfîhâ silinir gider.

O sürekli, Niyazî-i Mısrî gibi, “Ben taşrada arar iken, O can içinde can imiş.” ihtisaslarıyla duyulmazları duyar, basiretiyle görülmezleri görür ve tefvîz yamaçlarında, “sika”(16)  zirvelerinde devamlı itmi’nan soluklamaya durur.

[ÜNS MÜLAHAZASINA İCMÂLÎ BİR BAKIŞ – Çağlayan_K.Z.T Ağustos 2017]

Allah’a güven ve itimat ile başlayıp, kalben beşerî güç ve kuvvetten teberri kuşağında sürdürülen ve neticede her şeyi Kudreti Sonsuz’a havale edip vicdânen itimad-ı tâmmeye ulaşma ile sona eren âlem-i emre ait ahvâl veya rûhanî seyrin mebdeine “tevekkül”, iki adım ötesine teslim(14), bir tur ilerisine tefviz(15) ve müntehâsına da sika(16) denir.

Hayatını kalb ve ruhun yamaçlarında sürdürenler ise bundan, kendi havl ve kuvvetlerinden teberri ile Allah’ın havl ve kuvvetine teslim (14) olup, gassâlin elindeki meyyit hâline gelmeyi anlarlar ki

“Gerçek mü’minler iseniz Allah’a itimad-ı tâm içinde bulunun!” fermanı bunu ihtar eder.

“Tefviz (15) en yüksek mertebe, sika (16) en âlî makamdır. Bu mertebeyi tutan ve bu makamın hakkını veren, sadece aklıyla, mantığıyla, inançlarıyla değil, bütün zâhir ve bâtın duygularıyla Hakk’ın emir ve iş’ârlarında erir ve O’na bir mir’ât-ı mücellâ olur ki, mertebeler üstü bu mertebenin kendine göre bir kısım emâreleri de vardır:

Tedbiri takdir içinde görüp sükûnet bulmak,

İradesini gerçek iradenin gölgesi bilip asla yönelmek,

Kahrı, lütfu aynı görüp bütün benliğiyle kazaya rızâ göstermek..

“Hak şerleri hayreyler,….Sen sanma ki gayreyler,…Ârif ânı seyr eyler…Mevlâ görelim neyler,…Neylerse güzel eyler…Sen Hakk’a tevekkül ol,…Tefviz et ve rahat bul,…Sabreyle ve râzı ol…Mevlâ görelim neyler,…Neylerse güzel eyler.”

[TEVEKKÜL, TESLİM, TEFVÎZ VE SİKA – Kalbin Zümrüt Tepeleri  -30 Eylül 1993 ]

Daha önce de ifade edildiği gibi, rıza, hakikati itibarıyla ilâhî bir armağan, sebepleri itibarıyla da insan iradesiyle alâkalı bir mazhariyettir. İnsan ancak, imanının derinliği, amelinin ciddiyeti ve ihsan şuurunun enginliğiyle tevekkül, teslim(14), tefvîz(15) fasıllarından geçerek rıza ufkuna ulaşabilir.

Güzel görme, güzel düşünme, müstakim itikat, sürekli ibadet ü taat, her zaman tazarru ve niyaz, her vakit istiğfar; nefsanî levsiyattan arınmanın, ruhu besleyip güçlendirmenin ve nefsi teslime mecbur etmenin en emin yoludur ve ihlâsla bu yolda yürüyenlerin yolda kaldıkları da hiç görülmemiştir; yolda kalmak bir yana, bu yolda sık sık konumunu gözden geçirip, abd-Mâbud münasebeti çerçevesinde duruşunu ayarlayanlar hep “a’lâ-i illiyyîn”e yürümüşlerdir ki bunlara “ervâh-ı nuraniye” ashabı denmiştir.

[RUH VE ÖTESİ (4)  – Kalbin Zümrüt Tepeleri  – 31 Ocak 2003]

***

TEVHİDNÂME -BAŞYAZI MÜZAKERESİ

SIZINTI-ÇAĞLAYAN BAŞYAZILARI PENCERESİNDEN  

[14-15-16] TESLİM, TEFVİZ VE SİKA

Hicret engin gayeli mukaddes bir göç.. inanç, duygu ve düşünce zenginliğiyle beslenerek gerçekleştirilen böyle hedefli bir göç, hulûsun derinliği ölçüsünde insanın semavî seyahatlerine denk sayılabilir. İnsanlığın İftihar Tablosu, bu seyahatin hem semavî olanıyla hem de arzda cereyan edeniyle şereflendirilmiştir. Bunlardan birincisi, has çerçevesiyle O’na mahsus ve başkasına müyesser değil; ikincisi ise, belli şartlar altında, kıyamete kadar herkese açık bir şehrahtır..

Üçer-beşer Mekke boşalıyor.. açık-kapalı herkes Medine’ye akıyor.. hicret edenlerin fedakârlığı, Ensar’ın îsâr ruhuyla bir başka televvüne ulaşıyor ve derken arz yolculuğu âdeta miraçlaşıyor, semavîleşiyor ve mekân üstü âlemlerde meleklerin seyahati çizgisini buluyordu.

Tabiî, arzdaki bu semavî yolculuğun en son kafilesi de yine peygamberlik kafilesinin sonuncusuyla noktalanıyordu. Ama her mazhariyetin maruziyet çizgisinde cereyan esprisiyle, O’nun hicreti de “Belanın en çetini hep peygamberlerin başına…” esasına göre gerçekleşiyor ve o korkunç ölüm vadileri teslimiyet ve tefviz kanatlarıyla aşıla aşıla münevver beldeye ulaşılıyordu.. hem öyle bir ulaşılıyordu ki, ne Sürâka’nın o günkü ruh haleti itibarıyla sirkatinden daha karanlık düşüncelerine, ne Sevr Mağarasının içinde ve dışındaki çıyanların ağına, ne de yoldaki haramilerin fiilî insafsızlığına maruz kalınıyordu. Sürâka sahabeliğe namzet bir dosta dönüşüyor.. Büreyde arkadaşlarıyla beraber İslâm’la tanışıyor.. ve derken o Gül İnsan, tipinin-boranın estiği yollarda, her yanı gül bahçesine çevire çevire köyüne yürüyordu…

Evet onlar, Hira Dağından ruhlarına akseden mirası, gezip her yerde soluklayacak.. ümitsizlikle uyuşmuş gönüllere diriliş yollarını gösterecek.. mantıkla ilâhî vâridâtı birden duyup, herkese duyuracak.. kalb ile Kur’ân arasındaki engelleri kaldırarak şu birkaç asırlık ayrılığı sona erdirip en büyük buluşmayı sağlayacak ve hareketlerinin tamamen iman, aşk ve heyecan yarışı olduğunu günümüzün sarsık, yeisle kıvrım kıvrım ve tutarsız çocuklarına öğreterek, onları fâni hayatın dar ve boğucu atmosferinden kurtarıp bir kere daha onlara var ve hür olma yollarını, sevme ve saygılı davranma adabını öğreteceklerdir.

 [HİCRET _Sızıntı Haziran 1995  Başyazısından]