TEVHİDNÂME İLE KALBİN ZÜMRÜT TEPELERİNE YOLCULUK-29

[ 98- 100.Bâb ]

***

98 – Allah’ım!

Yüce kelamın Kur’an-ı Kerim’i ve hadis-i şerifleri hakkıyla kavrayıp fıkhetmeyi [112] bizlere müyesser kıl! O sayede Sen’den gayrısının görüş ve re’ylerine bel bağlamaktan bizi müstağnî eyle!

 ***

 

[112]_ KUR’AN-I KERİM’İ VE HADİS-İ ŞERİFLERİ HAKKIYLA KAVRAYIP FIKHETME

 KÜLTÜR MİRASIMIZ [1]

Hususîyle Fıkıh ve Usûl-ü Fıkıh (Fıkıh Metodolojisi), hem ciddî bir mesainin ürünü olmaları, hem de insanlık tarihinde emsalsizlikleri itibarıyla o kadar engin ve zenginleşmeye açık kaynaklardır ki, bu kaynaklara sahip olan milletler en hayâtî şeylere sahip olmuş sayılırlar. Her medeniyetin iftihar ettiği, nev’i şahsına münhasır bazı değerler vardır. Fıkıh ve Usûl-ü Fıkıh da, bizim medeniyetimizin en belirgin değerlerindendir. Öyle ki, eğer geçmişimiz itibarıyla bizim medeniyetimize bir isim bulmak icap etseydi, ona “Fıkıh” veya “Usûl-ü Fıkıh” medeniyeti demek uygun olurdu; kapıları ardına kadar düşünceye, hikmete, felsefeye açık Fıkıh ve Usûl-ü Fıkıh medeniyeti.. [112]

Fıkıh Metodolojisi, hukûkî sistemlerimiz için tarih boyu aynı vazifeyi görmüştür. Fıkıh ve hukuk, toplumları kurallarla yönetme misyonunu eda ederler. Usûl-ü Fıkıh ise, fıkıh ve hukuk sistemlerine rehberlik yapar. [112] Böyle bir rehberlikte kullanılacak metotların türünü de, konunun durumuna göre “akl-ı selim” belirler. Böyle bir usûl ve metodun, hukûkî konuların iyi anlaşılması üzerinde ne büyük bir tesir icrâ edeceği açıktır. Aslında Fıkıh ve Usûl-ü Fıkıh için söylenen sözler, aynı ile Kur’ân ve Sünnet’e bağlı diğer ilimler için de söz konusudur.

ÇİZGİMİZİ BULMA YOLUNDA [2]

İslâm; Kitap ve Sünnetle, mü’minin dünya ve ukbâ hayatını, itikadî ve amelî durumunu, ibadet ve ahlâk keyfiyetini tanzim ederken, [112] aynı zamanda satır aralarında, insanın ruh, akıl, kalb, vicdan ve his dünyasına da öteler buudlu bir dünyadan değişik şeyler fısıldar, onun benliğinin derinliklerinde uhrevî esintiler, lâhut televvünlü duygular meydana getirerek her an onu değişik bir buudda bir kere daha ihyâ eder. Eder de, insan kendini Allah’a halife olma mevkiinde, eşyaya müdahale konumunda ve sünnetullah sırlarını kavrama, değerlendirme makamında [112] bulur. Sonra da irade ve meşîet kaynaklı kâinat kitabıyla, O’nun kelâmından akıp gelen beyanını bir vâhidin iki yüzü gibi görür, hisseder.. tasavvur ve düşüncelerini, yaşayış ve davranışlarını, dünya ve ahiret mülâhazalarını arz ve semadaki muvazeneye göre dengeler.

VAHDET- KESRET [3]

İslâm; Kitap, Sünnet gibi temel kaynakları; kelâm, fıkıh, tasavvuf [112] gibi bu kaynaklardan beslenen değişik kollarıyla bütün varlığın; ilmî ve kaderî planlarla bir Kudret-i Kâhire tarafından yaratıldığını, O’nun kayyûmiyetiyle varlığını sürdürdüğünü; bu âleme bir bir gelenlerin bir bir gidişi, gidenleri yeni gelenlerin takip edişi hep o biricik Yaratıcı’nın idare ve tedbiriyle olduğunu; bir başka âlemde ebediyete mazhar olacakların da yine O’nun kayyûmiyetiyle olacağını kabul eder

KALBİN ZÜMRÜT TEPELERİ-1 [4]

Diğer bir tabirle, emir ve nehiyler, Kur’ânî ve Nebevî uygulamalar [112] ile İslâm hukukçularının asırlar boyunca İslâmî asıllardan ve karşılaştıkları toplumsal pratiklerden üretip rafine ettikleri usûl ve fürûâta ait fıkhî müdevvenâtı [112] ve kodifiye edilmiş İslâm hukuk literatürünü ifade eder. Bu öyle sistematik bir düşünce ve uygulama/metodoloji meydana çıkarmıştır ki, tarihte hiçbir din ve medeniyet bu derece sistematik bir düşünce ve hukuk disiplini üretememiştir. Bu açıdan İslâm hukuk literatürü, İslâm’ın baş döndürücü bir mucizesidir denebilir.

EHADİYET- VAHİDİYET [5]

İşte bu hâliyle de o muhittir.. ve dolayısıyla da ihata edilmesi imkânsızdır. Bu durumda da vicdanlar bir tenezzül ve daha farklı bir inkişafa ihtiyaç duymak tadırlar. Kur’ân-ı Kerim’in bazı yerlerde ortaya koyduğu böyle bir tavr-ı tenezzülün, vicdanların ihtiyacını karşılamak üzere bu kabîl bir inkişafa baktığı söylenebilir: Kur’ân, çok defa, kâinat ve hâdiseleri nazara verdiği aynı anda, görülüp hissedilebilen, okunup anlaşılacak olan cüz’iyyât dairesindeki bir şefkat, bir merhamet, bir nizam ve bir âhengi hatırlatarak, ihata edilmezler üzerine kavranılabilirlik merceğini koyup her şeyi doğru okumamızı sağlar [112] ve bizi muhit olanın ihata edilmezliği karşısında hayrette bırakmaz.

MUAMELE [6]

Amelsiz söz, verasız fıkıh [112], vilâyet ve zühde ulaştırmayan ilim, vefasız dostluk ve afiyetsiz hayat, birer aldatmacadan ibarettir.

 —

BASİRET [7]

Akıl, fikir, dimağın en son kavrama seviyesi [112]; basiret ise, ruhun ilk idrak mertebesidir. Basiretin zirvesi ise hikmettir ki, Kur’ân, “Kime hikmet verilmişse, şüphesiz o, birçok hayra erdirilmiş sayılır.” diyerek, bu hakikati nazara vermektedir.

Basiret, bir şeyi olduğu gibi veya olduğuna yakın kavramak [112] ise, her akıllı insan basiretli sayılmayabilir.

Gözler, eşya ve hâdiseleri dış yüzleri ve maddî yanlarıyla; basiret ise, muhteva, fayda, gaye ve hikmet gibi iç yüzleriyle de görür, tanır ve kavrar. [112]

98.BABIN DUASI (YAKARAN GÖNÜLLER-EL-KULÛBU’D-DÂRİA TERCÜMESİNDEN…)

Ey hakikatinin künh-ü ehadiyeti nâkâbil-i idrak olan, akıl ve hayaller Yüce Zâtını kavrama hususunda kâsır ve yetersiz bulunan!

Ne vehim ve hayaller ulaşabilir Senin Yüce Zâtını anlayabilme ufkuna, ne de akıl ve idrakler kavrayabilir mahiyet-i nefsi’l-emriyenle Seni. Bir mekân mülahaza ederek Seni idrak etmeye çalışan gözler hep haybetle geri dönerler.

Mahlûklar ise O’nun dilediğinden başka, ilminden hiçbir şey kavrayamazlar.

Ey Ululardan Ulu Rabbimiz! Bizi, Senin azamet ve ululuğun karşısında kulluk hakikatini kavramış, yüzü her zaman yerde olanlar kullarından eyle.

Ey lütf u ihsan sahibi Allahım! Ey Erhamürrâhimîn! Sonsuz rahmetin hakkı için Senden dileniyorum: Beni dinimde engin anlayışın ifadesi olan fıkıhla rızıklandır. İlmimi ziyadeleştir.

***

99 – Allah’ım!

Bize düşmanlık besleyenlere karşı her an tetikte olmayı, uyûn-u sâhire [113]    ile onların şerrinden korunmayı bizlere lütfeyle. Öyle ki bizi Sen’den gayrısının bu konudaki uyarı ve sakındırmalarına ihtiyaç duymayacak hale getir.

 ***

[113]  HER AN TETİKTE OLMA, UYÛN-U SÂHİRE

MUKADDES DEĞERLER VE UYKU BİLMEYEN GÖZLER [8]

Uyûn-u sâhire [113] lügat mânâsı itibarıyla uyku bilmeyen ve her zaman uyanık duran gözler demektir. Bu tabir, sınır boylarında, sızmalara karşı titiz bir şekilde ve uyanık bir vaziyette pürdikkat nöbet bekleyen er oğlu erler [113] için kullanılır. Onlar “aman ülkeme, dinime, neslime, nefsime, geleceğime, toprağıma, bayrağıma… bir zarar gelmesin” diye gözlerini kırpmaksızın sabaha kadar nöbet tutarlar. Sizin de soruda belirttiğiniz gibi Resûl-i Ekrem Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem) bu uyûn-u sâhireyi şöyle müjdelemiştir: “İki göz vardır ki onlara ateş dokunmaz: Allah haşyetinden gözyaşı döken göz ile Allah yolunda nöbet tutarak gecelerini uyanık geçiren göz.” (Tirmizi, Fedâilu’l-cihâd 7)

Evet, dinimize, diyanetimize, maziden tevârüs ettiğimiz değerlerimize yönelik öyle projeler, alternatif planlar nifak perdesi altında içimize girmiştir ki, her an çok ciddi tahribatla karşı karşıya bulunuyoruz. Bütün bunlara karşı sürekli ızdırap hâlinde olma, “amanın, ülkemiz, ülkümüz, milletimiz, dinimiz, diyanetimiz bir kere daha payimal olmasın!” deyip inleme, “ruhumuzun âbidesi bir kere daha yerle bir edilmesin” mülâhazasıyla gözünü kırpmadan hep teyakkuz hâlinde bulunma, sınır boylarında nöbet bekleyen uyanık gözler gibi, uyûn-u sâhire [113]  kategorisi içine girer.

Bu sebeple karambolün hâkim olduğu hamle ve hareketler hakkında benim hep endişelerim olmuştur. Asıl konumuza dönecek olursak, bütün bunlar uyurgezerliğin, hâdiseleri doğru okuyamamanın, onları gözü kapalı bir şekilde değerlendirmenin sonucudur. İşte bir toplum içindeki uyûn-u sâhire sahipleri, [113] bütün bunları önceden görüp ona göre tedbir almasını bilen gözlerdir.

 — 

MÜCAHEDE [9]

Öteden beri erbab-ı mârifetin; maddî mücahede, mânevî mücahede; diğer bir tasnifle “cihad-ı asgar”, “cihad-ı ekber” diye tahlil edegeldiği mücahede, nefis ve şeytana karşı, mesavi-i ahlâk diyebileceğimiz fenâ huy ve fenâ davranışlara karşı ve kendi şartları içinde zarurî hâle gelince, düşmana karşı savaşın, direnmenin, tetikte olmanın, teyakkuzun ve hazırlıklı bulunmanın unvanı [113] olmuştur.

İDEAL RUH [10]

İnsanları aydınlatma yolunda koşanlar, hep onların saadetleri için çırpınıp duranlar, hayatın çeşitli uçurumlarında onlara el uzatanlar, kendilerini idrak etmiş öyle yüce ruhlardır ki; bunlar, içinde yaşadıkları cemiyetin koruyucu melekleri gibi, toplumu saran musibetlerle pençeleşir, fırtınaları göğüsler, yangınların üzerine yürür ve muhtemel sarsıntılar karşısında daima tetikte bekler dururlar.

99.BABIN DUASI (YAKARAN GÖNÜLLER-EL-KULÛBU’D-DÂRİA TERCÜMESİNDEN…)

Ey günah ve zararlardan korunmak için sıyanetine iltica edenleri koruyup gözeten Âsım!

Her hâlimizde yanımızda ol ve bizi gözet.

Ey gören, bilen ve yardım eden olarak Yüce Zâtını yeterli görenlerin her işine kâfî gelen! Ey hıfz u sıyanetine dehâlet edenleri her zaman koruyup gözeten!

Bizim duyan kulağımız, gören gözümüz, ufkumuzu açan fuâdımız, söyleyen dilimiz, hisseden kalbimiz ve tutan elimiz ol. Ey Muğîs, ey Semî’, ey Basîr, ey Serî’, ey Karîb ve ey Mücîb!

“Bizim uğrumuzda gayret gösterip mücahede edenlere (kendisini mücahedeye adamışlara) elbette muvaffakiyet yollarımızı gösteririz.” (Ankebut, 29/69)

Allahım!

Gönüllerden geçen sırları, kalblerdeki zelîl duyguları, gözlerdeki hain bakışları, sadırlardaki gizlilikleri yalnız Sen bilirsin.

Beni de her türlü tasadan Sen koruyabilirsin. Çünkü mahzun gönüllerin imdadına bir tek Sen yetişirsin. Bana dokunacak zararları bertaraf edecek de Sensin. Zira hem ilmin hem de rahmetinle her şeyi kuşatan sadece Sensin. Rahmetine dehâlet ediyorum, ey Nebîsi, Efendimiz Hazreti Muhammed’i salât ü selâmlarla zikreden Erhamürrâhimîn.

***

100 – Allah’ım!

Nezd-i ulûhiyetinden bizlere “adalet” ve doğruluk/dürüstlük[114] bahşeyle; bahşeyle ki bütün işlerimizde dengeli olabilelim, aşırılığa düşmeyelim, herkesin ve her şeyin hakkına riayet edebilelim ve her şeyi yerli yerine oturtmaya muvaffak olabilelim! Öyle ki bu sayede haksızlık ve zulme meyletmekten bizleri muhafaza eyle!

 ***

[114] “ADALET” VE DOĞRULUK/DÜRÜSTLÜK  BAHŞEYLE

HAKİKİ ADALET [11]

Hakikî adaleti, [114] gerçek hürriyeti, dengeli müsâvâtı, hayrı, namusu, fazileti, hatta hayvanlara varıncaya kadar her varlığa şefkati emredip; zulmü, şirki, haksızlığı, cehaleti, rüşveti, faizi, yalanı, yalan şehadeti açıkça meneden biricik kitap Kur’ân’dır.

Adalet, [114] en güçlü (görünen) mekanize birliklerden daha güçlüdür.

Adalet, [114] her yerde geçerli olan bir sermayedir.

Adalet, [114] Allah’a yakın olma yollarındandır ama, nedense insanların çoğu ondan uzak kalmayı tercih etmektedir.

RIZA [12]

Hakk’a karşı rıza duygusu, “Hakkımdaki her hükmün ayn-ı adalettir [114].”( Ahmed İbn Hanbel, el-Müsned 1/391, 452; İbn Ebî Şeybe, el-Musannef 1/223.) düsturuna saygı ve inancın ifadesidir..

 — 

SÜFYÂNİYET ÇAĞI, TOPLUMSAL CİNNET VE HUKUK MÜCADELESİ [13]

Adalet mekanizmasını [114] da bir cinnet sistemine dönüştürdüler; fakat, asla ümitsizliğe düşmemek ve hukuk mücadelesinden vazgeçmemek lazım [88]!..

Zulme karşı kendini ifade etmek demokratik bir hak, vatandaşlık görevi ve inananlar için dinî bir vecibedir [114].

Kur’an-ı Kerim, insanların adaletsizlik karşısında susmaması [88] gerektiğini ifade eder:

Ey iman edenler! Haktan yana olup var gücünüzle ve bütün işlerinizde adaleti gerçekleştirin [114].

RUH VE FAHREDDİN RÂZΠ  [14]

 Umumiyet itibarıyla nice fena kimseler var ki, izzet ve refah içinde sefâ sürüyor ve nice fazilet âbidesi şahıslar da var ki mihnet ve sefalet içinde kıvranıp duruyor. Âdil ve Hakîm olan Allah’ın hikmet ve adaleti [114] iktiza eder ki, iyiye mükâfat, kötüye de cezanın verileceği bir başka diyar bulunsun; işte o diyar öteki âlemdedir.

Zulmedenlerden mazlumun, gadredenlerden de mağdurun hakkını alıp ihkâk-ı hak etmek ilâhî hikmet ve adaletin gereğidir. [114] Oysaki, pek çok zalim zulmüyle, pek çok gaddar da gadriyle, ceza görmeden bu dünyadan göçüp gidiyorlar; demek herkesin, mutlaka ettiğini bulacağı başka bir dünya var. İşte o diyar Kur’ân’ın sıkça ihtar ettiği öteki âlemdir.

DERT, RIZA VE RECÂ [15]

Herkes, karakterinin gereğini sergiler. Birileri karakterlerinin gereğini sergiliyorlar; zulüm ile oturup kalkıyorlar, zulüm söylüyorlar, zulüm düşünüyorlar, bakışlarından zulüm akıyor. Fakat sizin karakteriniz buna müsait değil. Zulüm değil, sizin bakışınızdan adalet dökülmeli, kulaklarınızda hep adalet çınlamalı, ağzınız hep adaleti telaffuz etmeli, kalbiniz adalet duygusuyla çarpıp durmalı [114] !..

İYİLİĞİN VE GÜZELLİĞİN GALEBESİ [16]

İyilik, güzellik, doğruluk [114] ve fazilet, dünyanın esas mayasıdır. Ne olursa olsun, dünya er-geç rayına oturup bu çizgiye gelecektir ve bunu engellemeye de kimsenin gücü yetmeyecektir.

HİZMET DÜŞÜNCESİ VE DOĞRULUK  [17]

Doğruluk ve hak istikametindeki [114] her hareketi alkışlamak, hakka karşı saygılı olmanın ifadesidir. Hakkı sadece kendi meslek ve meşreplerine münhasır görenler, inanın, çok geçmeden kendi kendileriyle yapayalnız kalacakları gibi, hak telakki sinde de hep değişip duracak ve kat’iyen istikrara ulaşamayacaklardır.

 

***

100.BABIN DUASI (YAKARAN GÖNÜLLER-EL-KULÛBU’D-DÂRİA TERCÜMESİNDEN…)

“Allah’ım!

Sen’den, adalet duygusu, istikâmet duygusu istiyoruz; öyle ki, bununla bizi her türlü cevir ve zulümden sıyânet ve himâye etmiş olasın.”

Allah’ım!

Adaleti icrâ etmeyi, hasımlarımıza hak üzere galip gelmeyi, mazlumun hakkını zâlimin tasallutundan kurtarmayı bizlere öyle bir nasip buyur ki, hem zulme girmekten hem de zâlimin hıyanetinden ve kalleşliğinden bizleri masûn ve mahfuz eylesin!

Yüce Rabbimiz! Katından bir rahmet ver ve davamızda doğruluk ve muvaffakiyet ihsan eyle bize!”

Bir an bile olsa doğruluktan ve doğru yoldan bizi cüdâ düşürme!

Ey adaletli olmayı, ihsanla hareket etmeyi ve muhtaç oldukları şeyleri yakınlarına vermeyi kullarına emreden; onları hayâsızlıktan, çirkin işlerden ve haddi aşıp tecavüz etmekten nehyeden! Düşünüp tutalım diye bize öğüt veren!

 Ey hükmünü her zaman adaletle ortaya koyan!

Ey adaleti bütün adaletleri aşkın olan!

Ey en hayırlı şekilde doğruyu yanlıştan ayıran ve hükmünü tam bir adaletle vaz’eden!

Ey nusretiyle, gadr ve zulme uğramış mazlumların imdadına koşan!

Ey tasaları gideren, gamları izale eden, zulme uğrayan mazlumların dualarına icabet eden Rabbim!

“Allah’ım!

Sen’den, adalet duygusu, istikâmet duygusu istiyoruz; öyle ki, bununla bizi her türlü cevir ve zulümden sıyânet ve himâye etmiş olasın.”

Ey sadakat ve doğruluk timsali sıddıkların ve iyilik ve hayra kilitlenmiş birr ü takva erlerinin Rabbi! 

Ve ey Âlemlerin Rabbi, onlara getirmiş olduğumuz bu salât ü selâmlar hürmetine bizi de doğruluk, sadâkat, güven ve emniyet timsali insanlar zümresine dâhil eyle.

 Allahım!

Ahd-i celîli Nebevîleri boyunca hep adalet ve insafı emreden Efendimiz Hazreti Muhammed’e ve âline salât ü selâm ve bereket ihsan eyle.

 Efendimiz Hazreti Muhammed’e salât ü selâm ve bereket ihsan eyle ve o salavât ve berekât hakkı için başımızda duran yöneticilerin kalblerini adalet ve istikamete çevir.

 ***

[1] RUHUMUZUN HEYKELİNİ DİKERKEN-2 _ KÜLTÜR MİRASIMIZ

[2] RUHUMUZUN HEYKELİNİ DİKERKEN _ ÇİZGİMİZİ BULMA YOLUNDA

[3] KALBİN ZÜMRÜT TEPELERİ-3 _ VAHDET- KESRET

[4] KALBİN ZÜMRÜT TEPELERİ-1 _ TAKDİM

[5] KALBİN ZÜMRÜT TEPELERİ-3 _ EHADİYET- VAHİDİYET

[6] ÖLÇÜ VE YOLDAKİ IŞIKLAR _ MUAMELE

[7] ÖLÇÜ VE YOLDAKİ IŞIKLAR _ BASİRET

[8] KIRIK TESTİ _ MUKADDES DEĞERLER VE UYKU BİLMEYEN GÖZLER

[9] KALBİN ZÜMRÜT TEPELERİ-2 _ MÜCAHEDE

[10] ÖLÇÜ VE YOLDAKİ IŞIKLAR _ İDEAL RUH

[11] ÖLÇÜ VE YOLDAKİ IŞIKLAR_ HAKİKİ ADALET

[12] Kalbin Zümrüt Tepeleri-1  _ RIZA

[13] BAMTELİ  _ SÜFYÂNİYET ÇAĞI, TOPLUMSAL CİNNET VE HUKUK MÜCADELESİ_ 06 AĞUSTOS 2017

[14] Kalbin Zümrüt Tepeleri-3   _ RUH VE FAHREDDİN RÂZÎ

[15] BAMTELİ EYLÜL 2018  _ DERT, RIZA VE RECÂ

[16] ÖLÇÜ VE YOLDAKİ ÖLÇÜLER_ İYİLİĞİN VE GÜZELLİĞİN GALEBESİ

[17] ÖLÇÜ VE YOLDAKİ ÖLÇÜLER_ HİZMET DÜŞÜNCESİ VE DOĞRULUK