TEVHİDNÂME İLE KALBİN ZÜMRÜT TEPELERİNE YOLCULUK-31
[ 104- 106.Bâb ]
***
104 – Allah’ım!
Allah’ım! Sen’den lütuf ve kerem, ihsan ve cömertlik [118] istiyor ve başımızdan aşağıya sağanak sağanak yağdırmanı diliyoruz. Öyle ki, bizleri, başkalarından gelebilecek iyilik ve yardımlardan müstağnî kılacak keyfiyette olsun!
***
[118]_ LÜTUF VE KEREM, İHSAN VE CÖMERTLİK
RECÂ [1]
“Kerem kıl kesme Sultanım keremin bînevâlerden
Keremkâne yakışır mı kerem kesmek gedâlerden..”
Lütfi Efendi
deyip kalben Kerîm ü Vedûd’un cömertliği [118] etrafında pervâz ederek O’na sığınma yollarını araştırmaktır. Rabb’in hususî mülâtefesi sayılan böyle bir mazhariyeti elde etmiş olanlar, hiç tükenmeyen bir hazine bulmuş sayılırlar. Hele insan sahip olduğu şeylerin bütününü kaybettiği veya ona karşı her türlü musibetin sökün edip geldiği veyahut hayra muvaffak olamamanın, şerden kurtulamamanın verdiği ızdırap ve inkisarın vicdanlarda duyulduğu; yani sebeplerin bitevî sukut edip her yolun “Müsebbibü’l-Esbâb”a döndüğü hengâmda recâ, bir berk olur, burak olur.. onun yollarını aydınlatır ve onu, ulaşılması insan gücünü çok çok aşan ulaşılmazlara ulaştırır.
—
VASIL [2]
Dahası, ne kadar içten ve hâlisâne de davransalar, yine de “hukukullah”a tam riayet edememiş olma endişesiyle tir tir titrerler. Bu itibarla da onlar, her zaman gayretlerine denk bir duyarlılık içindedirler ve Hakk’a karşı sorumluluklarını, aşkın bir derinlikle yerine getirme peşindedirler.
Böylesine samimî ve içten bir himmete ve böylesine ciddî ve mütemâdî bir gayrete her zaman Hak’tan ekstra lütuflar [118] söz konusudur ki, Cenâb-ı Feyyâz, onlara duyurulacak şeyleri duyurarak ve görülecek şeyleri de göstererek, onları sürekli mahbûbiyet makamı etrafında dolaştırır ve sonunda götürür, marziyyâtını duyuracağı ufuklara ulaştırır.
—
HULLET [3]
Ne var ki O, yürüdüğü bu yolu kendi vilâyetinin gölgesinde, arkasından gidenlere hep açık tutar; maiyyete terettüp eden lütuflardan [118] herkesin istifade etmesi için de –kaynağı Hak’tan– her zaman cömert davranır.
Ondandır bugün vilâyet planında duyulup hissedilen hulletler ve o hulletin bir izdüşümüdür mü’minler arasındaki musâdaka (karşılıklı sadâkat teâtisi), ihâ, ülfet tavrı ve ünsiyet muamelesi şeklinde tezahür eden hılletler ve Kur’ân hizmetkârlarına ilâhî bir mevhibe [118] saydığımız İbrahimî üslûp.
—
VARİDAT MEVHİBE [4]
Bağış, ihsan, Hak vergisi ve ekstra ilâhî lütuflar [118] mânâsına gelen mevhibe; kalbe gelen, içe doğan ve insanın gönlüne tulû eden vârid –biz bunu daha ziyade çoğul olarak “vâridât” şeklinde kullanırız– tasavvufçulara göre, yoldakilere Cenâb-ı Hakk’ın özel bir teveccühü, bir iltifatı [118], bir atiyyesi ve bazı ahvâlde hususi bir tenvir ve irşadıdır ki, buna, hak yolcularının her şeyi doğru görüp doğru değerlendirmeleri için zaman zaman onların iç dünyalarında tecellî eden “envâr-ı sıfât” veya “envâr-ı esmâ” demek de mümkündür.
—
TÂLİB, MÜRÎD, SÂLİK, VÂSIL [5]
Başından aşağıya sağanak sağanak boşalan –şayet boşalıyorsa– lütufları, [118] “Değildir bu bana lâyık bu eltâf / Bana bu lütf ile ihsan nedendir.” (M. Lütfî) deyip her türlü mazhariyeti, ibtilâ olabileceği endişesiyle karşılamalı, liyakat düşüncelerini silip süpürüp kafasından atmalı; olmuş veya kendi kendine gelmiş şeyleri, nankörlük sayılmadığı durumlarda bir daha hatırlamayacak şekilde nisyana gömmeli, Hakk’a karşı küfran-ı nimette bulunmuş olma endişesini de bir kelâm-ı nefsîyle “tahdis-i nimet”e emanet edip işin içinden sıyrılıvermelidir. Aksine, böyle davranılmadığı takdirde çok defa kazanma yolu gider bir haybet çukuruna dayanır; mevhibe gibi görünen şeyler de birer hizlân sebebi oluverir.
—
USULLUDDİN ACISINDAN İRADE [6]
Evet onlar, kendi darlıkları içinde mücessem birer ıztırar ve ihtiyaç timsali, Hakk’ın engin rahmeti sayesinde de birer mukayyed muhtârdırlar. Bütün inayet ve lütufların [118] Allah’tan olduğuna inanır, vesilelik planında bunlara mazhariyeti de ihtiyaç, arzu, istek ve temayüllerine bağlayarak sebeple sonuç arasında bir münasebet bulunsun-bulunmasın esbaba riayette kusur etmemeye çalışır ve tercihlerine göre muamele göreceklerini de asla hatırlarından çıkarmazlar.
—
BİR UZUN SEYAHATİ NOKTALARKEN [7]
…mehâfet ve mehâbet duygularıyla soluklanır.. hep zühd ve kanaat zirvelerini kollar.. ömrünü takva, vera’ seralarında geçirmeye fevkalâde gayret gösterir.. tevekkül, teslim ve tefvîzi biricik güç kaynağı sayar.. mevhum hataları adına her gün kim bilir kaç defa kendi kendiyle yüzleşir ve kaç defa ilâhî lütuflar sağanağıyla [118] bir kere daha kendine gelir, Hak ihsanlarını şükranla selâmlar; imtihan ve ibtilâlar karşısında hükm-ü kazaya cân ile inkıyadını yeniler.. talebe iktiran etmeyen nimetlerin mekr ve istidraç olabileceği endişesiyle tir tir titrer.. ve asla zevk u şevk ve ruhanî haz… gibi “cevz ü mevz” arkasında koşmaz.. heyecanlarını ve soluklarını ötelere ve daha ötelere bağlamış gibi her zaman nezahet-i fikriye ve beyaniye içinde bulunur.
…
Her şeyden evvel bilmek lâzımdır ki, teveccüh etmeyene teveccüh edilmez. Takdir ve istihsan hislerinden mahrum olanlar çok yaşasalar da yaşamış sayılmazlar.. muhabbetten nasipsiz sineler bakılıp görülmeye değmeyen harabelerden farksızdır.. Dost’la aşk u alâka ancak O’na karşı duyulan muhabbet zemininde çimlenir.. hullet pâyesi, kalbini Dost’a tahsis etmiş sinelere bahşedilen özel bir lütuftur.. ilâhî vâridât ve mevhibeler [118] de Hak rızasına kilitlenmiş ruhlara ara sıra sunulan sürprizlerdendir.
***
104.BABIN DUASI (YAKARAN GÖNÜLLER-EL-KULÛBU’D-DÂRİA TERCÜMESİNDEN…)
Ey lütf u ihsan sahibi Allahım!
Lütuflarını artır, eksiltme; bizi yücelt, hakir düşürme; bize ihsanlarda bulun, mahrum eyleme; bizi tercih et, başkalarını bize tercih etme; bizi Senden razı et ve Sen bizden razı ol.
Ey yarattıklarından istediğine, istediği kadar ekstra lütuflar ve özellikler bahşeden!
Ey Dâvud Nebî’ye hikmet, nübüvvet, kararda isabet ve maksadını güzelce ifade gibi ekstra lütuflar bahşeden!
Ey günahları bağışlayan, tevbeleri kabul buyuran, suçluları cezalandırması pek çetin, lütuf ve ihsanları da çok geniş olan!
Ey günahları bağışlayan, tevbeleri kabul buyuran, suçluları cezalandırması pek çetin, lütuf ve ihsanları da çok geniş olan!
Ey bütün lütuf ve inayet elinde olup, onu dilediğine veren büyük lütuf Sahibi!
Ey bütün lütuf ve inayet elinde olup, onu dilediğine bahşeden çok büyük lütf u ihsan Sahibi!
Yüce nezdinden bize rahmetini lutfet. Şüphesiz ki, Sen çok lütufkârsın.
Bizleri Lütuf ve nimetlerinle donattın. Dahası birçok insana nasip olmayan ihsanlarla payelendirdin. Âyetlerini dinleyecek kulak, imanın kadr u kıymetini anlayacak akıl, Senin kudretini görecek göz, azametinin marifetine erecek fuâd, tevhid ufkuna ulaşacak kalb verdin. Bu lütuflarından dolayı da Sana hamd ediyoruz Allahım!
Gönlümüz, Sana şükür hisleriyle dolu ve üzerimdeki haklarına şahittir. Ya Rab! Hiçbir canlı yok iken Sen Hayy olarak vardın. Bütün canlılar fenâ bulup gidince Senin varlığın yine Hayy olarak devam edecektir. Zira Senin hayatın Kendindendir. Rabbim, ihsanlarının kesildiğine hiçbir vakit şahit olmadık. Çünkü bu kullarına hep lütufkâr davrandın. Hep korudun, kolladın. Nimetlerin de her zaman akıp durdu. Bu lütuflarından dolayı da Sana hamd ediyoruz Allahım!
***
105 – Allah’ım!
Sen’den, kâmil manada bir korunma, sakınma ve ittikâ [119] istiyoruz; tâ ki emirlerini tutup yasaklarından kaçınmak suretiyle, azabından korunma cehd ve gayreti içinde bulunalım, takva dairesine girmiş olalım. Öyle bir korunma lütfeyle ki; Sana isyan etmenin unvanı olan ma’âsînin her türlüsünden; kusur ve günahın her çeşidinden ve şüpheli şeylerin her cinsinden korunabilelim.
***
[119] KORUNMA, SAKINMA VE İTTİKÂ
İLİM [8]
Her insan ayrı ayrı bir kısım hususiyetlerle yaratılmıştır. Bu hususiyetleri bilmek, değerlendirmek her ferde vasıtasız olarak verilmiş bir bilgi mevhibesidir. İnsanın, havasızlık, susuzluk, açlık, tasa, sevinç gibi hususları idrak etmesi.. ve çocukların süt emmesi, kuşların uçması, balıkların yüzmesi, bülbülün yuva örmesi, yeni doğmuş yavruların kendileri için tehlikeli sayılan şeylerden sakınmaları [119] gibi özelliklere veya bu özelliklerle hayatları için yapılması lâzım gelen şeyleri anlamaları mânâsına gelen şuur veya idrake vasıtasız ilim diyoruz.
…
HAVF VE HAŞYET [9]
Arapça’da, korkma, ürperme, irkilme mânâlarına gelen havf; ıstılâhî mânâsı itibarıyla; şer’an haram olmayıp da daha hafif mertebede memnu bulunan bir şeyi işlemekten sakınma [119] anlamına bir kelime.
Havf, Kuşeyrî’ye göre; “Mânâ yolcusunun, Allah’ın sevmediği, hoşlanmadığı şeylerden sakınmasını [119] ve uzak kalmasını sağlayan, gönlün derinliklerinde bir korku duygusu.” şeklinde yorumlanmıştır ve daha çok da, gelecekle alâkalı tesiri üzerinde durulmuştur.
—
TAKVA [10]
Takva, vikaye kökünden gelir; vikaye de gayet iyi korunma ve sakınma [119] demektir. Şer’î ıstılahta takva, “Allah’ın emirlerini tutup, yasaklarından kaçınmak [119]suretiyle O’nun azabından korunma cehdi.” şeklinde tarif edilmiştir.
Evet, tam ihlâs, ancak her çeşit şirk şaibesinden sakınmakla, kâmil takva da şüphelerden bütün bütün kaçınmakla elde edilebilir.
Bu esaslara binaen, takva-i tâmmın, ancak şüpheli şeyler ve küçük günahlardan sakınmakla [119] elde edilebileceğini söyleyebiliriz. Böyle bir içtinab ise her şeyden evvel iyi bir haram ve helâl bilgisine, bundan da öte sağlam bir mârifet ve vicdan kültürüne vâbestedir.
—
VERA [11]
Lügat ve kamuslarda; “uygunsuz, yakışıksız ve gereksiz şeylerden sakınma,[119] haram ve yasaklara karşı da, titiz davranma, tetikte olma.. veya memnu şeylere girme endişesiyle, bütün şüpheli hususlara karşı kapanma” mânâsına hamledilmiştir.
—
105.BABIN DUASI (YAKARAN GÖNÜLLER-EL-KULÛBU’D-DÂRİA TERCÜMESİNDEN…)
Ey koruyup kollayan, Kendisi ise hiçbir zaman hiçbir şeye muhtaç olmadığı gibi korunmaya da muhtaç olmayan Hâfiz!
Bütün varlığın harekâtını tanzim eden sadece Sensin. Sen dilemeden hiçbir nesne, hiçbir şekilde hareket edemez; Senden bizim bütün hareketlerimizi rızan istikametinde ve takva dairesinde tutmanı diliyoruz.
Ey günah ve zararlardan korunmak için sıyanetine iltica edenleri koruyup gözeten Âsım! Her hâlimizde yanımızda ol ve bizi gözet.
Ey dillerin farklılığına rağmen her türlü sesi işiten Yüceler Yücesi!
Senden korunma, emniyet, selâmet, lütuf, bereket ve kanaat istiyoruz. Fazlınla bizi Senden başkasına yalvarıp yakarmaktan müstağni kıl.
Allahım! Senden rahmetini celbedecek şeyleri, mağfiretinin vesilelerini, her türlü günahtan korunmayı, her türlü iyiliği yapmayı, Cennet’e nâil ve Cehennem’den âzad olmayı diliyoruz.
Allahım! Yakîn ve birr ü takvada bizi sabit kıl. Huzuruna çıkacağım mülahazasını zihnimizde hep taze tut.
Şüphesiz ki Allah, takvaya sarılanlar ve ihsan şuuruyla iyiliği ve güzelliği takip edenlerle beraberdir.
Allahım! Korunması gerekli olan değerleri en güzel şekilde koruyanların seyyidi olan Efendimiz Hazreti Muhammed’e salât eyle!
***
106 – Allah’ım!
Sen’den; her türlü ma’siyet ve mesâvîye bulaşmaktan koruyacak bir sıyanet ve sera [120] ile bizleri serfiraz kılmanı diliyoruz. Öyle ki başkalarının korumalarından bizleri müstağnî kılacak keyfiyette olsun!
***
[120] “HER TÜRLÜ MA’SİYET VE MESÂVÎYE BULAŞMAKTAN KORUYACAK BİR SIYANET VE SERA BAHŞEYLE
HİMMET [12]
Muhyiddin İbn Arabî, himmeti; insanın kalben dileyip temenni ettiği şeye ciddiyetle yönelmesi ve onu ölesiye bir arzu ile dilemesi, hattâ ondan başka bütün istek ve dileklere karşı tamamen kapanarak sadece ve sadece onun üzerinde yoğunlaşması şeklinde yorumlayarak böyle ciddî bir gayrete “iradî himmet” veya “cem himmeti” demiştir. İşte dağları yerinden söken, ırmakların akış istikametini değiştiren ve gökler ötesi âlemlerde takdirlerle karşılanan, karşılanıp alkışlanan himmet de bu himmettir.. ve bu himmet her zaman yüksek uçan ârif-i billâhı mâsivâya takılmama adına sıyanete de vesile bir sera [120] mahiyetindedir.
—
SABIR [13]
Ancak insanın, altından kalkamayacağı musibetler, zor eda edeceği mükellefiyetler ve çoklarının yuvarlanıp içine düştüğü günahlara girme endişesiyle hâlini Allah’a arz etmesi, o çok ağır sorumlulukları için O’ndan yardım istemesi ve günahlardan korkup O’nun sıyanetine sığınması [120]… gibi hususlar da şikâyet olmasa gerek. Şikâyet olması şöyle dursun, böyle bir tavır çok defa şahsın niyet ve düşüncesine göre tazarru, niyaz, tevekkül ve teslimiyet bile sayılabilir.
—
SOHBET [14]
Ferdî plandaki zaaf ve boşluklara karşı, cemaat referansıyla Hak sıyanetine [120]sığınma söz konusudur ki, böyle bir şeyi gerçekleştiren herhangi bir fert, artık bir kafa ile değil, pek çok akılla düşünür; mensubu olduğu o heyetin gönlüyle Allah’a yönelir, sesini-soluğunu onların âh u efgânıyla besleyerek, ferdî nağmelerini bir yüce koronun gür sadâsı hâline getirebilir ve Bediüzzaman’ın ifadesiyle, o insan, “iştirak-i âmâl-i uhreviye”ye ait tasavvurlarıyla, ibadet ü taatında bir aşkınlığa ulaşabilir.
—
NEFİS [15]
İstiğfar ve dua ona karşı birer önemli sütre; seyr u sülûkta esas kabul edilen disiplinler ilâhî sıyanete fiilî birer çağrı [120] ve Hz. Ruh-u Seyyidi’l-Enâm’ın (aleyhissalâtü vesselâm) vesâyeti de onun için en emin bir sığınaktır. Beşerî ihtiyaçları gereklilik miktarına bağlamak, meşru dairedeki zevk, lezzet ve keyiflerle onun sesini kesmek, gayrimeşru arzu, istek ve iştihalarının ürperten akıbetleriyle sürekli ona tenbihte bulunmak da onu zapturapt altına almanın bir başka yolu olsa gerek…
—
NAZAR VE TEVECCÜH [16]
Allah her şeyi var eder, var ettiklerinin bazılarını hususî donanımla şereflendirir; sonra da onların istidatlarına göre teveccühte bulunup –tahsis Kendine ait– belli özellikleri itibarıyla onları ekstra mevhibelerle serfiraz kılar. Evet O, umumî himaye, sıyanet [120], rahmet, şefkat ve inayet… gibi celâlî ve vâhidî nazarıyla her şeyi görüp gözetmenin yanında, bazı kimselere özel iltifatı, kendine yaraşır şekildeki muhabbeti, fevkalâdeden merhamet ve şefkati… gibi cemalî ve ehadî teveccühlerde de bulunur. O, bütün varlık ve hâdiselere kuşatan bir nazarla baktığı aynı anda –ki O her zaman böyle bakmaktadır– değişik cins, tür, fert ve fertçiklere de, konum, kabiliyet ve istidatlarına göre nazar eder; hâl, kâl ve ıztırar diliyle isteyip diledikleri her şeye cevap verir ve –hikmetine bağlı istisnalar mahfuz– hiçbir varlığı da mahrum bırakmaz…
***
106.BABIN DUASI (YAKARAN GÖNÜLLER-EL-KULÛBU’D-DÂRİA TERCÜMESİNDEN…)
Allahım!
Şu sabaha Senden gelen bir nimet ve afiyet ile ve günahlarım örtülmüş olarak çıktık. Dünyada ve âhirette üzerimizdeki nimetini, afiyetini ve sıyanetini tamamlamanı diliyoruz.
Ya Rabbî!
Berat fermanını almış biri gibi kendimizi bütün bütün emniyet duygusuna salmamıza hiçbir zaman müsaade etme. Gönlümüze ve dilimize zikrini unutturma. Sıyanet örtünü üzerimizden kaldırma.
Ya Rabbî! Dünyanın câzibedâr güzelliklerinin ağına düşmekten ve sıkıntıları altında ezilmekten bizleri sıyanet buyur.
Allahım!
Bu aciz bendelerini hiçbir elin ulaşamayacağı sıyanet fanusun içine al ve fakr u zarûretimizi sonsuz havl ve kuvvetinle zenginleştir..
Ya Rabbî! Senin sıyanetine dehalet ediyoruz; helakimize sebebiyet verebilecek tehlikeli zeminlerden, kalb ve ruh hayatımız adına afet sayılabilecek tavır ve davranışlardan bizi uzak tut. Dehrin musibetlerine karşı muînimiz ol.
—
[1] KALBİN ZÜMRÜT TEPELERİ-1 _ RECÂ
[2] KALBİN ZÜMRÜT TEPELERİ-3 _ VASIL
[3] KALBİN ZÜMRÜT TEPELERİ-3 _ HULLET
[4] KALBİN ZÜMRÜT TEPELERİ-3 _ VARİDAT MEVHİBE
[5] KALBİN ZÜMRÜT TEPELERİ-4 _ TÂLİB, MÜRÎD, SÂLİK, VÂSIL
[6] KALBİN ZÜMRÜT TEPELERİ-3 _ USULLUDDİN ACISINDAN İRADE
[7] KALBİN ZÜMRÜT TEPELERİ-4 _ BİR UZUN SEYAHATİ NOKTALARKEN
[8] KALBİN ZÜMRÜT TEPELERİ-2 _ İLİM
[9] KALBİN ZÜMRÜT TEPELERİ-2 _ HAVF VE HAŞYET
[10] KALBİN ZÜMRÜT TEPELERİ-1 _ TAKVA
[11] KALBİN ZÜMRÜT TEPELERİ-1 _ VERA
[12] KALBİN ZÜMRÜT TEPELERİ-1 _ HİMMET
[13] KALBİN ZÜMRÜT TEPELERİ-1 _ SABIR
[14] KALBİN ZÜMRÜT TEPELERİ-2 _ SOHBET
[15] KALBİN ZÜMRÜT TEPELERİ-3 _ NEFİS
[16] KALBİN ZÜMRÜT TEPELERİ-3 _ NAZAR VE TEVECCÜH