TEVHİDNÂME İLE KALBİN ZÜMRÜT TEPELERİNE YOLCULUK (52.BÂB)
GÜNCELLENME TARİHİ: 25 NİSAN 2020 // 02 RAMAZAN 1441 CUMARTESİ
(TEVHİDNÂME-52):
Allah’ım!
Sen’den gayrısının, bütün mâsivânın ihtimam, in’am ve lütuflarından bizleri müstağnî kılacak bir inâyet-i kâmile (66) ile bizleri serfiraz kılmanı diliyor ve dileniyoruz
***
52.BÂBIN DUASI (YAKARAN GÖNÜLLERDEN…)
Ey bütün lütuf ve inayet elinde olup, onu dilediğine bahşeden çok büyük lütf u ihsan Sahibi!
Ey beni muhafaza eden ve ilahî inayet, riayet ve kilâetiyle görüp gözeten!
Ey inayetiyle, yardım talebinde bulunanların imdadına koşan!
Ey korkuya kapıldığımda inayetiyle imdadıma yetişenim!
Ey inayetiyle mahlûkatının yardımına koşan Muavvin!
Ey nusret isteyenleri inayetine mazhar eyleyen Nâsır!
Ey Kendi rahmet ve inayetinden başka iltica edilebilecek bir melce’ bulunmayan!
Ey yardım ve inayet yalnız Kendisinden talep edilen, başka gerçek bir yardım mercii bulunmayan!
Cenâb-ı Hak, inâyet-i hâssasıyla, bizleri o özel lütfuyla lütuflandırsın.
Ey inayetiyle yardım isteyenlerin yardımına koşan! Perçemlerden tutulan mahşer gününde, inayetinle bizim yardımımıza da yetiş! Lehimizde olan hususlarda bize inayet et, aleyhimize olacak şeylerde değil.
Allahım! İmanın tadına erdikten sonra yeniden küfre saplanmaktan, Senin inayetinle hidayeti bulduktan sonra dalâlet çukurlarına yuvarlanmaktan, İslâm’a intisapla şeref kazandıktan sonra onun dışında başka yollara düşüp alçalmaktan, izzetten sonra zillete dûçâr kalmaktan ve hakk u hakikati kabul ettikten sonra Senin muradına muhalif tavır ve davranışlara girmekten Sana sığınıyoruz.
Allahım! rahmetine iltica ediyoruz, lütfundan sürpriz inayetler bekliyoruz. Dualarımıza icabet buyur ve bu aciz, muhtaç kullarını haybet ve hüsrana uğratma!
***
TEVHİDNÂME MÜZAKERESİ
KALBİN ZÜMRÜT TEPELERİ PENCERESİNDEN
[66] İNÂYET-İ KÂMİLE :
Evet, günahlardan kaçınıp Allah’tan inayet beklemek(66); yarışırcasına hayrât ve hasenât yolunda koşup, sonra da Allah rahmetinin enginliği mülâhazasıyla o kapıya yönelmek, sâdık bir recâdır ve sâdıkların ümit ufkudur. Aksine, amelsiz hasenât beklemek veya ömrünü günah vadilerinde geçirdiği hâlde, Allah’ı kendi hesaplarıyla bir şeylere –estağfirullah– icbar ediyor gibi “bühbühe-i cennet”ten dem vurmak, yalancı bir recâ ve Hazreti Rahmânü’r-Rahîm’e karşı da bir saygısızlıktır.
[RECA _Sızıntı- Kalbin Zümrüt Tepeleri _Nisan, 1993 ]
…
İnsanoğlu yaratıldığı günden beri, ister âfâk ister enfüs her şeyi O’nun hususî tevcih ve inayeti(66) sayesinde doğru okuyabilmiş ve doğru yorumlayabilmiştir. Ahfâ ise, Cenâb-ı Hakk’ın ibâd-ı mükerremine fevkalâdeden inayeti (66) olarak, kenz-i mahfîye açık kalbin en önemli buudu ve bir latîfe-i rahmâniyedir.
Bazı hak dostlarına göre ruh, Cenâb-ı Hak’la bir alâka ve muhabbet unsuru, kalb, bir mârifet mahzeni, sır O’nun inayetiyle bir müşâhede sistemi, hafî ise esrar-ı ulûhiyet atlası, ahfâ da “kenz-i mahfî”nin esrarlı bir anahtarı kabul edilmiştir. Ne var ki, ilâhî inayet olmayınca bunların hakikatine muttali olmak da mümkün değildir. Bir zatın ifade ettiği gibi, “Her mü’min potansiyel olarak sırrı, hafîsi ve ahfâsıyla sıfât, Zât, esrar-ı ulûhiyet ve kenz-i mahfîye açıktır ama, Hak tecellî etmeyince beşerî iradenin bu güçleri harekete geçirmesi de imkânsızdır.”
[SIR UFKU VE ÖTESİ _Sızıntı- Kalbin Zümrüt Tepeleri _Ağustos, 2004 ]
…
Eğer huşû Hakk’a kul olmanın gereği ise –ki öyledir– o, hakikate yürüme konusunda yolcunun kolu-kanadı, serası-zırhı, emniyet kemeri ve “urvetü’l-vüskâ”sıdır. Böyle bir kol ve kanatla Hakk’a yürüyen, başını seraya sokup o zırhı ilâhî hıfz u inayetin vesilesi olarak iyi kullanan (66), o kemeri hep yanında bulunduran ve o sağlam kulp ve halkaya sımsıkı sarılan –biiznillâh– her zaman yürür, ama kat’iyen kaymalar yaşamaz; temkinli davranır ve Hak yolunda Hakk’a saygısızlıkta bulunmaz.. gidip vuslat ve üns billâh ufkuna ulaştığında da hep, tabiatının önemli bir derinliği hâline getirdiği bu şuuraltı müktesebâtın tesir alanı içinde kalır. Zira, o bilmiştir bilmesi lâzım gelen şeyi, bildiği gibi hakikat ilminin mârifet kahramanları.
[HUŞÛ VE HÜRMET _Çağlayan- Kalbin Zümrüt Tepeleri _Ocak, 2020 ]
…
Cenâb-ı Hakk’ın, ârifân kalbinden bütün mâsivâullahı (Allah’tan gayri her şeyi) silip-süpürüp setretme sadedinde –bî kem u keyf– o müteâl varlığını onların o temizlerden temiz gönüllerine duyurma murad-ı sübhânîsine bağlı tecellî eden ve bütün beşerî ihsaslar, ihtisaslar ufkunu kuşatan Zâtî bir nur ve ziya tufanıdır sübühât-ı vech.
…
Biraz daha açacak olursak, ârif-i billâh, cemal ufkunda kemalin, kemal şâhikasında da cemalin tecellîleriyle hayret üstü hayret ve dehşet üstü dehşetle mest olduğu bazı ahvâlde, bir inayet-i hâssa (66) ile –ki buna “hucub-u inayet” demişlerdir– ferâiz-i diniyesini yerine getireceği süre zarfında ubûdiyet mülâhazasıyla kendine gelir; seviyesini aksettiren bir derinlikte vazifesini eda eder; sonra da yeniden hususî ihtisaslarına bağlı o ıstılâm hâliyle envâr-ı Zât’ın tecellî ufkuna yönelir ve orada bir kere daha erir gider.
…
Aynı zamanda böyle bir teveccüh, mümkine mümkince bir soluk aldırma ve cem içinde onun ruhuna fark’ı da duyurma mânâsına gelmektedir. Böylece ârif, bir yandan sübühât-ı vechin kâhir şuaâtı karşısında sekr, mahv, fenâ ve ıstılâmla nefsi dahil her şeye karşı tamamen kapanıp, Mezkûr-u Mutlak alâkasıyla zikri, Mâbud-u Mutlak münasebetiyle ibadeti, Vücud-u Mutlak ziyasıyla zıllî vücudu hissedemeyerek hâlî bir vuslat yaşarken, diğer yandan da hucub-u inayet ile yer yer kendini ubûdet çağlayanlarına salar, إِيَّاكَ نَعْبُدُ وَإِيَّاكَ نَسْتَعينُ ’le[4] soluklanır ve hep kul olduğunun şuuruyla oturur kalkar.
[SÜBUHÂT-I VECH _Sızıntı- Kalbin Zümrüt Tepeleri _Kasım, 2003 ]
***
TEVHİDNÂME -PIRLANTA MÜZAKERESİ
SIZINTI-ÇAĞLAYAN BAŞYAZILARI PENCERESİNDEN
[66] İNÂYET-İ KÂMİLE :
Ne var ki, böyle yüksek duygularla şahlanan bu gençlerin pek çoğu, bir makam kapıp bir memuriyete geçtikten sonra, içlerindeki bu kıvılcımlar yavaş yavaş sönmeye yüz tutar; ruhlarında bir külleşme, gönüllerinde de bir çölleşme baş gösterir. Daha sonra ise, tamamen cismanî ve bedenî hayatın tesirinde kalan böyle bir genç, o güne kadar gönülden bağlı bulunup toz kondurmadığı yüksek ideallerinden uzaklaşa uzaklaşa tamamen sefil duyguların, pes menfaatlerin zebunu hâline gelir. Bir kere de o acayip ve öldürücü turnikeye girdi mi, gayri semavî bir inayet olmazsa, geriye dönmesi bütün bütün imkânsızlaşır ve bir zamanlar ateş püskürüp durduğu şeylerin azâd kabul etmez kölesi olur çıkar. O kadar esirleşir ki; vazife ve mesuliyetleriyle alâkalı bir kısım hususlarda, vicdanının ihtarlarından dahi rahatsız olmaya başlar.
[GENÇLİK RUHU _ Sızıntı – Başyazı – Haziran 1986 ]
…
Şanlı geçmişindeki inananlar gibi inanacak, düşünenler gibi düşünecek; onlar gibi soluklarını duyurma arzusuyla şahlanacak ve onlar gibi karanlıkların bağrına nurlar saçacak.. bunları yaparken de, derin bir vefa hissiyle bir lahza bile Hak düşüncesinden ayrılmayacak.. Hakk’ı tutup kaldırmak için her gün birkaç defa ölüp ölüp dirilecek.. icabında yurt-yuva, evlad ü iyâl her şeyi terk etmeye hazır olacak.. mal-can kaygısına, refah-saadet arzusuna kapılmadan bugün mazhar olduğu her şeyi, yakın-uzak milletinin istikbali yolunda tek zerresini dahi zayi etmeden tohumları toprağın bağrına saçtığı gibi, Hakk’ın inayet yamaçlarına saçacak, sonra kuluçkanın yumurta ve civcivler üzerine abandığı gibi bir ızdırap ve bekleyiş faslına girerek inleyip kıvranacak, ürperip yakarışa geçecek ve her gün ölüp ölüp dirilecek. Hak yolunda olmayı, Hak yolunda ölmeyi hayatının gayesi bilecek ve böyle bir gayeyi fevt etmiş olmayı da şahsı adına telafisi imkânsız en büyük bir kayıp sayacak…
[YENİ İNSAN _ Sızıntı – Başyazı – Mart 1991 ]