TEVHİDNÂME İLE KALBİN ZÜMRÜT TEPELERİNE YOLCULUK (56.BÂB)
GÜNCELLENME TARİHİ: 27 NİSAN 2020 // 04 RAMAZAN 1441 PAZARTESİ
(TEVHİDNÂME-56):
Allah’ım!
Olup biten her şey, ancak Sen’in izin ve iraden dahilinde gerçekleşir. Ne olur bizleri ezelî ve ebedî havl ve kuvvetinle (70) öyle serfiraz kıl ki, başkalarının havl ve kuvvetinden bizleri müstağnî kılacak ölçüde olsun!
***
56.BÂBIN DUASI (YAKARAN GÖNÜLLERDEN…)
Ey aczini itiraf ederek Kendisinin sonsuz havl ve kuvvetine dayanan kullarını bütün güzel işlerinde destekleyen!
Allah’tan başka ilah yoktur. Büyük Allah’tır; başka ilah yoktur, sadece Allah vardır. Allah’tan başka ilah yoktur; O’nun ortağı bulunmaz. Allah’tan başka ilah yoktur. Hamd ve mülk O’na mahsustur. Allah’tan başka ilah yoktur; gerçek havl ve kuvvet ancak Allah’a aittir. Allah’ın lütfu iledir.”
Sen yegâne güç ve kuvvet Sahibisin ve bizim gibi bir aciz için Senin havl ve kuvvetinden başka hiçbir dayanak yoktur. Dünyanın câzibedâr güzelliklerinin ağına düşmekten ve sıkıntıları altında ezilmekten bizi sadece Sen sıyanet edebilirsin.
Ey Cennetlerin Sahibi, dünya ve âhirette her şeyimiz olan Rabbimiz! Enîsimiz ol.. vahşetimizi gider.. sürçmelerimizi, tökezlemelerimizi görmezden gel.. hatalarımızı setret.. tevbemizi kabul buyur.. dualarımızı geri çevirme.. bu aciz bendelerini hiçbir elin ulaşamayacağı sıyanet fanusun içine al ve fakr u zarûretimizi sonsuz havl ve kuvvetinle zenginleştir.. ümidimizin sönüp gitmesine müsaade etme.. bizi uzaklığın yakıp kavuran rüzgârlarına terk etme.
Bizi, Senin bitip tükenmez havl ve kuvvetinden mahrum edip de, hiç hükmündeki kuvvet(sizliğ)imizle baş başa bırakma. Huzurunla müşerref olacağımız haşir gününde rüsva etme. Dostlarının önünde ayıp ve kusurlarımızı setret.
***
TEVHİDNÂME MÜZAKERESİ
KALBİN ZÜMRÜT TEPELERİ PENCERESİNDEN
[70] EZELÎ VE EBEDÎ HAVL VE KUVVET :
Âbid’in, kendi sıyâneti ve konumunu koruması adına, “fenâ fillâh” mülahazasıyla kendi havl ve kuvvetinden teberrî ederek “La havle vela kuvvete illa billâh”(70) hısn-i hasînine sığınması, her hal ve davranışında sırat-ı müstakîmde sabit-kadem olması; hâlen bunları bu ölçüde bir hassasiyetle yerine getirme cehd ü gayretinin yanında her zaman başının Hak kapısının eşiğinde bulunması, her an daha farklı bir derinlikte O’nu tazim ve tekrimle dillendirmesi, kalb ritimlerinin sürekli hiss-i mehâfet ve mehâbete bağlı bir ahenk içinde atması ve yerinde gözyaşlarıyla seccadesini ıslatması, yol emniyeti açısından onun için olmazsa olmaz esaslardandır.
[ÂBİD, ZÂHİD, ÂŞIK (1) _Sızıntı- Kalbin Zümrüt Tepeleri _Şubat ,2017 ]
…
Tevekkül, bir başlangıç, teslim onun neticesi, tefviz de semeresidir. Bu itibarla da, tefviz hem daha geniş hem de müntehîlerin hâline daha uygundur. Zira onda, insanın, kendi havl ve kuvvetinden teberrî etmesinin –ki bu teslim mertebesidir– ötesinde, “La havle vela kuvvete illa billâh” (70) ufkuna ulaşıp, o Kenz-i Mahfî’yi her an içinde duyması ve kendi güç, kuvvet ve servetine bedel, “La havle vela kuvvete illa billâh”(70) olan Cennet’in hususî hazinelerine sahip olması ve onlarla gınâya ermesi söz konusudur. Diğer bir mânâda bu, hak yolcusunun, vicdanındaki nokta-i istinad ve nokta-i istimdadın ihtarıyla, aczini, fakrını duyup hissettikten sonra “Tut beni elimden; tut ki, edemem Sensiz!” diyerek o biricik güç, irade ve meşîet kaynağına yönelmesidir.
…
Hayatını kalb ve ruhun yamaçlarında sürdürenler ise bundan, kendi havl ve kuvvetlerinden teberri ile Allah’ın havl ve kuvvetine teslim olup(70), gassâlin elindeki meyyit hâline gelmeyi anlarlar ki: “Gerçek mü’minler iseniz Allah’a itimad-ı tâm içinde bulunun!”( Mâide sûresi, 5/23) fermanı bunu ihtar eder.
[TEVEKKÜL, TESLİM, TEFVİZ VE SİKA _Sızıntı- Kalbin Zümrüt Tepeleri _Ekim ,1993 ]
…
Bir kudsî sözde de ifade edildiği gibi, fakr, iman ve iz’anın bir buudu hâline gelince, bütün iradeler, bütün meşîetler ve bütün havl ü kuvvetler silinir gider de, sadece ve sadece Allah’ın (celle celâluhu) havl ve kuvveti (70) kalır... Böyle birisinin dünyalar dolusu serveti de olsa, fâni ve zâil olması itibarıyla her şeyi vehm ü hayal farz ederek, sadece O’nu görür, O’nu bilir, O’nu düşünür.. ve acz ü fakr şuuruyla sadece ve sadece O’na güvenir, O’na dayanır ve O’ndan başka her şeye karşı bütün bütün kalben bîgâne hâle gelir.
[FAKR U GINÂ _Sızıntı- Kalbin Zümrüt Tepeleri _Kasım ,1992 ]
***
TEVHİDNÂME -PIRLANTA MÜZAKERESİ
SIZINTI-ÇAĞLAYAN BAŞYAZILARI PENCERESİNDEN
[70] EZELÎ VE EBEDÎ HAVL VE KUVVET :
Bütün bunlara rağmen onlar, birer fâni olduklarının ve güçlerinin de sınırlı olduğunun farkındaydılar. Onun için de teşebbüs ettikleri hemen her işlerinde kendi havl ve kuvvetlerinden -irfanları ölçüsünde- teberrî eder ve Kudreti Sonsuz’un irade ve meşîetine sığınarak damlalarını deryaya, zerrelerini de güneşlere çeviriverirlerdi. Aslında yok’u var’a çevirmenin, hiç’i değerler üstü değerlere yükseltmenin yolu da bundan geçmektedir. Zaten Kudreti Sonsuz’un teveccüh ve tecellisi de O’na doğru yürüyenlerin kendilerinden geçmelerine bağlanmıştır. Ne hoş söyler bir hak dostu varlığa ermenin yokluktan geçtiğini:
“Sen tecelli eylemezsin perdede ben var iken,
Şart-ı izhar-ı vücudundur adîm olmak bana.”
[BİR KÜSUF DAHA SONA ERERKEN _Çağlayan – Başyazı – Haziran 2017]
…
Ey Rab! Tam yolda değiliz; “dâllîn”den sayılmayacağımızı ümit ederim. Zihnî, fikrî, ruhî boşluklar içinde bulunduğumuz muhakkak. Anlayış ve düşünce fakirleri olduğumuzda ise hiç şüphe yok. Kendi iç dünyamızla ayakta durduğumuz söylenemez. Fakr ve cehaletlerimizin yanında hele bir de tefrika zaafımız var ki hiç sorma.. Senin ölçü ve kıstasların muvacehesinde günahlarımız, tarihin en günahkârlarını arattıracak seviyede. Maruz kaldığımız musibetler, helâk olmuş kavimlerin başlarına gelenlere denk. Bütün bunlardan bir şey anlamayanlar serâzad ve çakırkeyf; anlayanların hüznü, kederi ise yürekleri çatlatacak ölçüde. Gelip gelip kendi ürettiğimiz problemlere takılıyor; yapalım derken yıkıyor ve kendi enkazımız altında kalıyoruz. Kötülük düşüncesine bağlı meyillerimiz tabiatımız hâline gelmiş ve olabildiğine azgın; iradelerimiz çelimsiz, yüreklerimiz de bomboş. Dertmend olanların his dünyaları perişan, sineleri çatlayacak gibi, duyguları feveranda, ama hepsi de çaresizlik içinde ve suskunluk murâkabesi yaşıyor: Hiddetlerini yutkunarak geçiştiriyor, öfkelerini “lâ havle”lerle atmaya çalışıyor ve ufku görünmez, upuzun karanlık bir vetirenin düşe kalka yolcuları olarak düşerken “of” ediyor, kalkınca da sabır taşlarını bile çatlatacak yeni bir beklentiye giriyorlar.
[MÜNACAT YERİNE _Sızıntı – Başyazı – Haziran 2001]