TEVHİDNÂME İLE KALBİN ZÜMRÜT TEPELERİNE YOLCULUK (68.BÂB) 

GÜNCELLENME TARİHİ: 06 MAYIS 2020 // 13 RAMAZAN 1441 ÇARŞAMBA

 (TEVHİDNÂME-68):

Allah’ım!

Bizlere öyle tam ve devamlı bir şahsiyet, onur ve izzet-i nefis (86) nasip et ki, Sen’den gayrısının bize sunacağı izzet ve onurdan bizleri müstağnî kılsın!

***

68.BÂBIN DUASI  (YAKARAN GÖNÜLLERDEN…)

Ey izzet ve cemâl sahibi!

Ey mutlak fazl ve şeref sahibi Mecîd

Ey izzetiyle beraber sonsuz olan!

Ey dilediğini azîz kılan ve şereflendiren Muizz..

Ey kullarının sadece Kendisine iman ve itaatle zilletten kurtulup izzete erdikleri izzet menbaı!

Allah onları sever, onlar da Allah’ı severler. Onlar müminlere karşı alçak gönüllü, kâfirlere karşı onurlu ve zorludurlar. Allah yolunda mücahede ederler.” hakikatinin envâr, esrâr ve âsârını benim için de izhar buyur.

 Allahım! İmanın tadına erdikten sonra yeniden küfre saplanmaktan, Senin inayetinle hidayeti bulduktan sonra dalâlet çukurlarına yuvarlanmaktan, İslâm’a intisapla şeref kazandıktan sonra onun dışında başka yollara düşüp alçalmaktan, izzetten sonra zillete dûçâr kalmaktan ve hakk u hakikati kabul ettikten sonra Senin muradına muhalif tavır ve davranışlara girmekten Sana sığınıyoruz.

Allahım! bize de şeref urbasını giydir, bizi de sürekli akıp duran lütuflarınla sevindir..

Allahım! Bana da sena urbası ve izzet ridası giydir. Celâl ve mecd/şeref tâcıyla taçlandır.

 

***

TEVHİDNÂME MÜZAKERESİ

KALBİN ZÜMRÜT TEPELERİ PENCERESİNDEN 

 [86] TAM VE DEVAMLI BİR ŞAHSİYET, ONUR VE İZZET-İ NEFİS : 

İnsanın fakr ve ihtiyacı O’nun zilletine sebep değildir. Aksine, fakrının şuurunda olduğu ölçüde izzetine(86)vesiledir. Zira “Ganî-yi Mutlak” olan Allah’a karşı fakr u ihtiyaç şuuru, gınânın ta kendisidir.

Evet insan, vicdanındaki nokta-i istinad ve nokta-i istimdadı duyup, hissedip O’na yöneldiği nisbette “başka şeylere muhtaç olmadığı” şuur ve idrakine ulaşır ki, böyle birisi tam bir fakir olduğu hâlde, hiç kimseye ve hiçbir şeye karşı ihtiyaç hissetmez.

 [FAKR U GINÂ_Sızıntı- Kalbin Zümrüt Tepeleri _Kasım, 1992 ]

Kıyam binefsihî

Kendi kendine ayakta durmak, istiklâl sahibi olmak, varlığında, varlığının devamında kimseye muhtaç bulunmamak(86) demek olan kıyam binefsihî, Allah’ın bizatihi kâim bulunduğunu, varlığı ve varlığının devamı adına kimseye muhtaç olmadığını, O’ndan başka her şeyin ve herkesin (mâsivâ) vücud ve bekâsını O’nunla devam ettirdiğini ifade eden zâtî bir sıfat ve bu mülâhazaların zıddının O’nun hakkında düşünülmesinin muhal olması açısından da tenzihî sıfatlardandır. Bu sıfat-ı sübhaniye de Kur’ân-ı Kerim’de aynıyla mevcut değildir ama, kayyûmiyet-i ilâhiye ile alâkalı bütün âyetler aynı zamanda kıyam binefsihî hakikatini de hatırlatırlar.

Mütekellimîn, Cenâb-ı Hakk’ın, cevher-araz, zaman-mekân, madde-mânâ açısından hiçbir şeye muhtaç olmadığını tasrih etmiş ve icraat-ı sübhaniyesinde görülüp müşâhede edilen esbap ve ilele de izzet ve azametinin hicap ve perdeleri nazarıyla bakmışlardır. Bediüzzaman’ın ifadesiyle “İzzet ve azamet ister ki, esbap perdedar-ı dest-i kudret ola aklın nazarında(86), ta ki kudretin bir kısım umur-u hasiseyle mübaşereti görülmesin.

 [SIFAT-I SÜBHANİYE_Sızıntı- Kalbin Zümrüt Tepeleri _Ekim-Kasım-Aralık-Ocak, 2005 2006 ]

Ezcümle: Aziz olarak yaşamayı (izzet) (86), ibadet ü tâate; zillet ve perişaniyeti, nefis ve hevâ güdümünde ömür sürmeye; heybet ve mehâbeti, seherî olma ve geceleri ihyâ etmeye; hikmeti, az yeyip az içme ve az uyumaya; müstağnî ve onurlu yaşamayı (86) da kanaate bağlamıştır. Bu esaslara binaen, Hakk’a kul olanın, kula kul olması; nefsini kontrol altına alanın, zillet yaşaması; gecelerde hep Hakk’a müteveccih bulunanın, halk nezdinde hor ve hakir görülmesi; yeme, içme ve uyuma gibi hususlarda disiplinli yaşayan birinin, irfan ve hikmetten mahrum kalması; kanaatkâr olanın da Hak’tan başkasına yönelmesi.. yönelip tese’ül ve tekeffüflerle halka yüz suyu dökmesi çok görülmemiştir. Böyleleri, hemen her zaman acz u fakr, şevk u şükür kanatlarıyla şahlanmış ve hep Hakk’a müteveccih yaşamışlardır.

 [KANAAT_Sızıntı- Kalbin Zümrüt Tepeleri _Eylül, 2000 ]

 ***

TEVHİDNÂME -PIRLANTA MÜZAKERESİ

SIZINTI-ÇAĞLAYAN BAŞYAZILARI PENCERESİNDEN  

 [86] TAM VE DEVAMLI BİR ŞAHSİYET, ONUR VE İZZET-İ NEFİS : 

Günümüzün hayat felsefesi, topyekün nesilleri fıtrat kanunlarıyla karşı karşıya getirdi ve onlarla çarpıştırdı.

Takdir toplamak için düşündü; alkışlanmak için iş yaptı; gösteriş için evini, bürosunu tefriş etti; görenek ve tiryakilikler uğrunda boyunu aşkın masraflara girdi ve imkânları elversin, vermesin kendini fantezilere kaptırarak gidip gırtlağına kadar lükse gömüldü. Eldeki imkânlar, sınırlılığını korurken; ihtiyaçlar, altından kalkılmaz buudlara ulaştı. Ve tabiî bu uğurda haysiyet ve şeref hırpalandı; izzet ve onur rencide oldu. Daha sonra ise, meşru, gayri meşru ayırt etmeden her yolla kazanç teminine tevessül edildi… Kazanılan şeyler karşılığında, her biri cihandeğer ve dağlar cesametinde pek çok şey kaybedilmesine rağmen, çeşitli paradokslarla aşına aşına, özünü yitirmiş günümüzün nesilleri, bunu bir türlü göremedi veya her nedense, görmek istemedi..!

[PARADOKSLARIN CENDERESİNDE_Sızıntı – Başyazı – Ocak 1985]

Öyle zannediyorum ki, her gençte, sağlam bir inanç düşüncesi, yüksek bir diğergamlık hissi, sönmez bir millet ve vatan sevgisi uyarılabildiği.. sabah-akşam mukaddes mefkûremiz etrafında ahd ü peymanlarla bir araya gelinebildiği.. serâzât gönüllerin hayattan kâm alma arzularına karşı tahşidatlar yapılıp, izzet ve şeref gibi değerler üzerinde durulduğu ve mukaddes düşüncelerimiz açısından ülke ve millete hizmet sayılmayan her iş ve meşgalenin bir abes ve bu türlü abeslerle meşgul olmanın da, zaman nimetine karşı affedilmez bir nankörlük olduğu kanaati onların kafa ve gönüllerine yerleştirildiği ölçüde gençler, kalbî, ruhî dağınıklığa düşmeyecek ve özlerini koruyacaklardır.

[GENÇLİK RUHU_Sızıntı – Başyazı – Haziran 1986]

Fazilet; insanın, kendi sınırlılığını, kâinatın sonsuzluğu içindeki ehemmiyetsizliğini, küçüklüğünü idrak etmesi ve şahsına olduğundan fazla değer vermemesidir. Yoksa, onun, cismânî musibetlerle sürekli olarak hırpalanması; izzet-i nefis ve gururunun devamlı yaralanıp durması ve bir türlü tatmin edilmeyen câhilâne hırslarla huzursuzluklara dûçâr olması gibi, alçaltıcı sefaletlerle bütün bütün saadetlerini kaybetmesi, kaviyyen muhtemeldir.

[FAZİLET VE MUTLULUK_Sızıntı – Başyazı – Haziran 1982]

… 

Aslında bu durum, kıvamındaki ruhların her zamanki hâli: Bunlar sürekli bir buhurdanlık gibi tüter ve çevrelerine kokular saçarlar. Bir “öd” ağacı gibi yanar, iniltileriyle herkese yanmadaki zevki duyururlar. Yerinde aslanlar gibi kükrer, karakterlerinin gereğini sergilerler; yerinde bülbüller gibi şakır, ruhlara neş’e ve inşirah salarlar. Onların alınlarına, aziz ve mütevazi olma damgası iç içe vurulmuştur; ne ezilmenin zilletini bilirler ne de ezme ceberutu gösterirler. Hele bunların Rabbileri karşısında tevazu kanatlarını yerlere kadar indirip bir mahviyet sergilemeleri vardır ki, doğrusu görmeye değer. Hâsılıbunlar, aslan tavrıyla güvercin töresini iç içe yaşamaya muvaffak olmuş öyle yiğitlerdir ki, onları iç derinlikleriyle tanıma bahtiyarlığına erenler bir daha da onlardan ayrılmak istemezler.

[TARİHİ TEKERRÜRLER DEVRİ DAİMİ ARALIĞINA BİR UZUN TEMENNİ_Çağlayan – Başyazı – Mart  2020]