AKIL – HİS DENGESİNİ YAKALAMA 

İSTİFADE EDİLEN KAYNAKLAR

1-AKLIN İKİ YÜZÜ VE MAKULİYET (YENİ ÜMİT TEMMUZ 1999 BAŞYAZI)

2-AKIL HİS DENGESİ (KIRIK TESTİ SERİSİNDEN)

MELEKELERİ EVRENSEL BİR DİNAMİĞE DÖNÜŞTÜRME

His ve heyecan Allah’ın ihsan ettiği, şükür isteyen çok önemli nimetlerdir.  Fakat o nimetlerin üstünde daha önemli bir nimet vardır ki, o da, o nimetlerin akılla test edilmesidir.

Yani tefekkür, tezekkür, teemmülle sağlamasının yapılması, derinleştirilmesi, zamanîleştirilmesi yani her yerde uygulanır hâle getirilip evrensel bir dinamik hâline dönüştürülmesidir.

Bu açıdan en küçük mevzudan en büyük meseleye kadar his, heyecan ve akıl dengesini sağlamak çok önemlidir. Müslüman, denge insanıdır. Kur’ân dengeyi sırat-ı müstakîm olarak ortaya koyar. Denge ise, ifrat ve tefritlerden uzak yaşama demektir.

Heyecan ve akıl dengesi dinimiz açısından çok önemli bir husus olduğundan, sırat-ı müstakîmi bulma veya hadd-i itidale ulaşma mevzuunda gösterilen her cehd ü gayret ibadet sayılır.

 

İÇTİMAİ SORUMLULUĞUN OLDUĞU HER ALANDA AKIL-HİS DENGESİ

Ferdî hukukun üstünde daha geniş hakları tazammun eden, içtimaî sorumluluğun söz konusu olduğu meselelerde ise akıl-his dengesi daha bir ihtimam ve hassasiyet ister. Böyle bir noktada aklîlik his ve heyecanla teyit edilirken; his ve heyecan da mutlaka akılla test edilip dengelenmelidir.

Aksiyon ve hareketlerini akıl imbiklerinden geçirme mevzuunda da kat’iyen herhangi bir kusurda bulunmamalı, mantık ve muhakeme mahrumu bir tavır ve davranış içine asla girmemelidirler.

Dolayısıyla hak ve hukukun azamet ve büyüklüğünü düşünüp yaptığınız o işte hata etmemeye gayret göstermelisiniz.

 

RUHUN KARAKOL GÜCÜ OLAN AKIL 

Akıl; hakla bâtılı, doğruyla yanlışı, iyiyle kötüyü birbirinden ayırma adına insana bahşedilen ilâhî bir armağandır.

Akıl; İnsanın bir mânâda, düşünmesi, idrak etmesi, anlaması ve onu fenalıklardan alıkoyup iyiliklere yönlendirmesi açısından ruhun karakol gücüdür.

Akıl;, vahiyle beslenip semavî disiplinlere bağlı kaldığı müddetçe insan için ışıktan bir rehber konumundadır.

Akıl aynı zamanda mükellefiyetin çok önemli bir esasıdır. İnsan onunla Allah’a muhatap olma seviyesine yükselir, onunla belli sorumluluklar yüklenmeye ehil hâle gelir.

Başta Bediüzzaman olmak üzere İslâm düşünürlerine göre akıl,

  • Potansiyel derinlikleri itibarıyla, kâinat kitabını okuyan bir göz;

  • Duyduğu ses ve nağmeleri değerlendirip değişik mânâlara bağlayan pek çok ihtizaza açık bir iç kulak;

  • Eşya ve hâdiseleri aşkın bir tefahhusla(=Bir şeyin, bir mes’elenin iç yüzünü dikkatle araştırma.) temâşâ eden muhit bir idrak;

  • Varlık ve varlık ötesi âlemleri keşfe açık bâtınî bir göz

  • İnsan onunla, gözün gördüklerini, kulağın duyduklarını değerlendirip bir hükme bağlar

  • Onun rehberliğinde varlığın perde arkasına seyahatler tertip eder;

  • Hatta yükselir onunla Allah’a muhatap.

  • Onunla cebrî-ihtiyarî belli sorumluluklar yüklenmeye ehil hâle.

  • Onunla topyekün kâinat ve hâdiseleri tarar, kritik eder, bir esasa bağlar ve Allah’a yürür.

  • İyiliklerde, güzelliklerde mantık ve muhakemelerimizi vahyin ve ilhamın zenginlikleri ile buluşturur ve ötelerden gelen mesajlara referans.

  • Fenalıklarda, çirkinliklerde de, ilâhî hududa mantıkî yorumlar getirerek nefsin serazat arzularını frenler ve onun taarruzlarına karşı sürekli stratejiler üretir.

  • Bize her zaman, şeytanın değişik planlarını aşabileceğimiz taktikler.

  • Hevesât ve cismanî arzularımıza karşı da, muhasebe ve murâkabe izabehanelerinde eritilip şekillendirilmiş düşüncelerden kementler, bukağılar vurur.

  • O, semavîliğini koruduğu sürece hemen her zaman, nefsanîliğin üzerine yürür ve onu, kendi hususiyetlerinden kaynaklanan bayağılıklardan alıkor; alıkor ve âdeta insanî değerlerin korunması mevzuunda bir polis, bir zabıta memuru vazifesi görür.

AKLİ DERİNLİK

Nasıl latîfe-i rabbaniyenin sır, hafî, ahfâ diye farklı buud ve derinlikleri vardır; aklın da bir yönüyle tedebbür, tezekkür, tefekkür dediğimiz aklî buud ve derinlikleri söz konusudur ve o, bu mertebe ve derinliklerle gerçek fonksiyonunu edâ eder. İşte bütün bu fonksiyonlar Allah’ın izniyle akla veriliyor, akla bağlanıyorsa, bu, hareket ve faaliyetlerde, tercih ve kararlarda onun hayatî derecede bir öneme sahip bulunduğunu, asla hafife alınacak bir unsur olmadığını göstermektedir.

Meselâ,

  • Bir şeyin önü ve arkasını birden düşünme, bir arka bir de ön planına veya bir dününe bir de bugününe bakarak onları bir kıymet-i harbiyeye ulaştırma ameliyesine tedebbür denirken;

  • Sistemli ve disiplinli bir fikir cehdi neticesinde dünkü malzemeyi bugünkü müktesebatla bir araya getirerek bir terkibe varma veya sentezlerle yeni bir kısım hakikatlere ulaşma ameliyesine de tefekkür

HİS VE HEYECANI AKIL İLE TADİL ETMEK VE DENGELEMEKTEKİ SIR

His de insan için çok önemli ve hayatî bir unsurdur. His, aynı zamanda vicdanın dört temel rüknünden biridir. Duyup hissetme mânâlarına gelen ihsas dediğimiz hâdise, insanda bulunan bu melekeyle gerçekleşir.

Yani insanın dışta olan şeyleri “içselleştirmesi”, vicdanîleştirmesi ve onları içinde duyması vicdanın rüknü olan his unsuruna bağlıdır.

Heyecan mefhumu da aslında his rüknünün ayrı bir yanını oluşturur ve onun, insanın iç yapısında eda ettiği ayrı bir misyonu, ayrı bir fonksiyonu vardır.

Evet, insanın, insanî sorumluluk şuuruna ermesi, hakikî insan olma ufkuna yürümesi bir mânâda onun, dünyada olup biten hâdiseler karşısında tepkisiz ve hareketsiz kalmaması, ızdırap duyup heyecan yaşamasıyla irtibatlıdır.

His ve heyecanı, bir taraftan aklın alanına giren sahalarda akılla tadil etmek, dengelemek, aklın endâzesinden geçirip ölçülü hâle getirmek; diğer taraftan da onu din-i mübîn-i İslâm’ın mihengine vurarak test etmek çok önemlidir.

Bu sebeple biz bir mesele karşısında hemencecik kendimize göre bir karar verme yerine o mesele üzerinde kafa yorar, teemmülde bulunur, etrafımızdaki kimselerle istişaresini yapar, böylece yeni tahlil ve terkiplere girer ve işte bütün bunlardan sonra bir tercihte bulunursak bu istikametteki her türlü sa’y ü gayretimiz, fikrî cehdimiz inşallah bize ibadet ü taat sevabı kazandıracaktır.