ÇAĞLAYAN’DAN SİNELERE EMANET AMEL “İHLAS” (BÖLÜM-4)

İSTİFADE EDİLEN ANA METİN:  ÇAĞLAYAN EKİM 2017  “KALB VEYA LATÎFE-İ RABBÂNİYE”

*****

“Latîfe-i Rabbâniyenin temizliği ve pâk kalması, ahlak-ı rezîleye karşı kararlı durmaya, ubûdiyet ve ubûdet hassasiyetine, her zaman O’nun tarafından görülüyor olma mülahazasıyla hareket etmeye, hayatı temkîn yörüngeli sürdürmeye, kendini küçük görmeye, kulluğunda ihlaslı olmaya, oturup-kalkıp hep rıza soluklamaya ve dahası bunları tabiatının bir derinliği haline getirmeye bağlıdır.

Evet, bütün bunlar ve emsâli hususlar, gönül dünyasını ilahî tecelli ve teveccühlere açık tutma adına olmazsa olmaz esaslardandır. Zira o latîfe-i rabbâniye, Hakk’ın tecellisi adına bir meclâ-i hâss-ı ilâhî, bir beyt-i nazargâh-ı celâl ve vasıta-i inşirah-ı cemâldir.

İşte bu yüce maksatlar için fevkalâde donanımlarla insan irade ve düşüncesine emanet edilen bu latîfe, şayet şeytânî ve nefsânî kirlerle kirlenir ve hikmet-i vücudundan cüdâ düşerse, dünya ve ukbâ hızlânı kaçınılmaz olur. İradesinin hakkını verip bu meclâ ve beyti pâk ve teveccühlere açık tutanları ise, o beytin gerçek sahibi mak’ad-ı sıdk” âlî makamı lütfuyla lütuflandırır ve bunlar ettikleriyle “Kudret Sahibi, mülk ü melekûtu yücelerden yüce Allah maiyyetine ermiş olurlar.” (Kamer, 54/55)”

*****

1)- Ahlak-ı rezîleye karşı kararlı durmaya,

2)- Ubûdiyet ve ubûdet hassasiyetine,

3)- Her zaman O’nun tarafından görülüyor olma mülahazasıyla hareket etmeye,

4)- Hayatı temkîn yörüngeli sürdürmeye,

5)- Kendini küçük görmeye,

6)- Kulluğunda ihlaslı olmaya,

7)- Oturup-kalkıp hep rıza soluklamaya

8)- Ve dahası bunları tabiatının bir derinliği haline getirmeye

fevkalâde donanımlarla

insan irade ve düşüncesine emanet edilen bu latîfe = “mak’ad-ı sıdk” âlî makamı

lütfuyla lütuflandırır.

[ YİRMİNCİ LEM’A ]

Biz sana kitabı gerçeğin ta kendisi olarak indirdik. O halde sen de ihlâsla yalnız Allah’a ibadet et! İyi bilin ki, hâlis kulluk, yani can-ı gönülden itaat, yalnız Allah’a yapılır.” (Zümer sûresi, 39/2-3)

“İnsanlar helâk oldu; âlimler müstesna. Âlimler de helâk oldu; ilmiyle amel edenler müstesna. Amel edenler de helâk oldu; ihlâs sahipleri müstesna. İhlâs sahiplerine gelince, onlar da pek büyük bir tehlike ile karşı karşıyadırlar.” Bkz. el-Gazâlî, İhyâu Ulûmi’d-Dîn 3/414, 4/179, 362; el-Gazâlî, Meâricü’l-Kuds s. 88; el-Aclûnî, Keşfü’l-Hafâ 2/415.

Ayeti ve  hadis-i şerifi,

ihlâsın İslamiyet’te ne kadar mühim bir esas olduğunu gösteriyor.

 

[ YİRMİNBİRİNCİ LEM’A ]

Ey ahiret kardeşlerim ve Kur’an hizmetinde arkadaşlarım! Bilirsiniz ve biliniz: Bu dünyada, bilhassa ahirete ait hizmetlerde en mühim esas, en büyük kuvvet, en makbul şefaatçi39 ve manevî dua, en sağlam dayanak noktası, hakikate götüren en kısa yol, maksatlara ulaştıran en kerametli vasıta, en yüksek haslet ve en saf kulluk ihlâstır.

Şimdi bunu anlıyor, hissediyor ve Allah’a binlerce şükrediyorum ki: Uzun seneler iradem dışında, manevî ve gayet kuvvetli engeller, iman hizmetimi maddî-manevî kemâlâta ve yükselişe, azaptan ve cehennemden kurtulmaya, hatta ebedî saadete vesile yapmaktan yahut herhangi bir maksada âlet etmekten beni alıkoyuyordu. Bu derûnî hisler ve ilhamlar beni hayretler içinde bırakıyordu. Hoşlandığı manevî makamları ve ahiret saadetini salih amellerle kazanmak, bu yolda gitmek herkesin meşru hakkı olduğu ve bunun kimseye hiçbir zararı bulunmadığı halde, ben ruhen ve kalben men ediliyordum.

Yaradılıştan gelen ilmî vazifemin sevkiyle, bana Allah’ın rızasından başka, yalnız ve yalnız imana hizmet hususu gösterildi.

Çünkü şimdi, bu zamanda hiçbir şeye âlet ve tâbi olmayan, her gayenin üstünde bulunan iman hakikatlerini, bilmeyenlere ve bilme ihtiyacında olanlara fıtrî bir kullukla, tesirli bir şekilde bildirmek; bu keşmekeş dünyasında imanı kurtaracak ve inatçıları kesin bir şekilde ikna edecek, yani hiçbir şeye âlet olmayacak tarzda bir Kur’an dersi vermek lâzımdır ki, mutlak küfrü ve inatçı dalâleti kırsın, herkese kesin bir kanaat verebilsin.

Bu kanaat de bu zamanda, bu şartlar altında, dinin şahsî, uhrevî, dünyevî, maddî ve manevî hiçbir şeye âlet edilmediğini bilmekle oluşabilir.

 —

[ HİZMET REHBERİ ]

Hizmette sadece Allah’ın rızasını düşünmek

Yine, şöyle de: “Benim Rabbim, her işte ve her bakımdan doğruyu, dengeli ve adaletli olmayı emreder.” Her ibadetinizde bütün varlığınızla O’na yönelin ve Din’de O’nun rızasından başka hiçbir şey gözetmeyerek tam bir ihlâsla O’na yalvarın. (A’râf Sûresi/7: 29)

Biz, sana Kitabı gerçeğin ta kendisi olarak ve inişi esnasında da kendisine hiçbir bâtıl yol bulamayacak şekilde indiriyoruz. O halde, Din’i bütün yanlarıyla içten kabul ederek ve sadece O’nun rızasını hedef alarak Allah’a ibadet et. (Zümer Sûresi/39: 2)

Allah’ın rızası kâfidir. Eğer o yâr ise, her şey yârdır. Eğer o yâr değilse, bütün dünya alkışlasa hiçbir değeri yoktur

Allah’ın rızası kâfidir. Eğer o yâr ise, her şey yârdır. Eğer o yâr değilse, bütün dünya alkışlasa beş para değmez. İnsanların takdiri, beğenmesi, eğer böyle işte, böyle uhrevî amelde illet ise, o ameli iptal eder.

Eğer tercihe sebepse, o ameldeki ihlâsı kırar. Eğer teşvik edici ise saffetini giderir. Eğer sırf makbuliyetine alâmet olarak, istemeyerek, Cenab-ı Hakk ihsan etse, o amelin ve ilmin insanlarda güzel tesir bırakması adına kabul etmek güzeldir ki  (“Bana gelecek nesiller arasında hayırla anılmamı nasip buyur.” Şuarâ Sûresi/26: 84) buna işarettir.

 İşte bu sırrı anlamayanlar, meselâ yüz fazileti ve faydası bulunan Evrâd-ı Kudsiye-i Şâh-ı Nakşibendî’yi veya bin fazileti bulunan Cevşenü’l-Kebîr’i, o faydaların bazılarını bizzat gaye yaparak ve niyet ederek okuyorlar. O faydaları göremiyorlar, göremeyecekler ve görmeye de hakları yoktur. Çünkü o faydalar, o virdlerin illeti (varlık sebebi ve gayesi) olamaz ve o faydalar, o virdlerden kasten ve bizzat istenilmeyecek.

Çünkü onlar, o hâlis virdin karşılığında fazladan bir mükâfat olarak ve talepsiz gelir. Onları niyet etse, ihlâsı bir derece bozulur. Belki kulluktan çıkar ve kıymetten düşer.

Yalnız bu kadar var ki, böyle çok hususiyetleri ve faziletleri bulunan evrâdı okumak için zayıf insanlar bir teşvikçi ve tercih ettiriciye muhtaçtırlar.

Evrâdı, o faydaları düşünüp, şevke gelip, fakat sırf Allah rızası için, Âhiret için okusalar zarar vermez. Hem de makbuldür. Bu hikmet anlaşılmadığından, çoklar, kutuplardan ve salih seleflerimizden rivayet edilen faydaları görmediklerinden şüpheye düşer, hattâ inkâr da eder.

 —

[ HİZMET REHBERİ ]

Cenab-ı Hakk’ın rızası ihlâs ile kazanılır. Tâbilerin çokluğu ve fazla muvaffakiyet ile değil. Çünkü onlar Allah’ın vazifesi (hükmü)ne ait olduğu için istenilmez, belki bazen verilir

Ey sevaba hırslı ve uhrevî amellere kanaatsız insan!

Bazı peygamberler gelmişler ki, kendilerine sınırlı birkaç kişiden başka tâbi olan çıkmadığı halde, yine o peygamberlik kudsî vazifesinin hadsiz ücretini almışlar. Demek hüner, tâbilerin olması değildir. Belki hüner, Allah’ın rızasını kazanmaktır.

Sen neci oluyorsun ki, böyle hırs ile “Herkes beni dinlesin.” diye vazifeni unutup, Allah’ın vazifesine karışıyorsun? Kabul ettirmek, senin etrafına halkı toplamak, Cenab-ı Hakk’ın vazifesidir.

Vazifeni yap, Allah’ın vazifesine karışma. Hem hak ve hakikati dinleyen ve söyleyene sevap kazandıranlar, yalnız insanlar değildir.

Cenab-ı Hakk’ın şuurlu mahlûkları, rûhanîleri ve melekleri kâinatı doldurmuş, her tarafı şenlendirmişler. Madem çok sevap istersin, ihlâsı esas tut ve yalnız rıza-yı İlâhî’yi düşün. Tâ ki, senin ağzından çıkan mübarek kelimelerin havadaki fertleri, ihlâs ile ve sadık niyet ile hayatlansın, canlansın, hadsiz şuurlu varlıkların kulaklarına gidip, onları nurlandırsın, sana da sevap kazandırsın.

Çünkü meselâ, sen “Elhamdülillâh” dedin; bu kelâm, milyonlarla büyük küçük “Elhamdülillâh” kelimeleri, havada Allah’ın izni ile yazılır. Nakkâş-ı Hakîm abes ve israf yapmadığı için, o pek çok mübarek kelimeleri dinleyecek kadar hadsiz kulakları yaratmış.

Eğer ihlâs ile, sadık niyet ile o havadaki kelimeler hayatlansalar, lezzetli birer meyve gibi rûhanîlerin kulaklarına girer. Eğer rıza-yı İlâhî ve ihlâs o havadaki kelimelere hayat vermezse, dinlenilmez; sevap da yalnız ağızdaki kelimeyle sınırlı kalır. Seslerinin ziyade güzel olmadığından, dinleyenlerin azlığından sıkılan hâfızların kulakları çınlasın!