“DOĞRU OKUMA’YA DOĞRU YOLCULUK ”
(2.BÖLÜM)
MÜZAKERE TARİHİ: 04 ŞUBAT 2020
“Size, düşünüp ders alacak kimsenin düşünüp ders alacağı (ve gereğini yapacağı) kadar bir ömür vermedik mi? Hem size, uyarıcı olarak peygamber de gelmişti.” (Fâtır, 35/37)
“Düşünebilecek insanların düşüneceği kadar onları muammer kılmadık mı?!” diyor burada.
“Biz ona mehiller verdik.”
İmhâl ettik, imhâl ettik, imhâl ettik: “Bak, biraz daha halini düzelt. Biraz daha -esasen- Kur’an aynasında, Hazreti Rasûl-i Zîşân’ın beyanları aynasında kendine bak.
Günde birkaç defa o aynanın karşısına dikil, kendine bak!..
Kravatını düzelt, ona göre.. yakalarını düzelt, ona göre.. külahını düzelt, ona göre.. saçlarını fırçala, ona göre.. sakalına-bıyığına bak, ona göre…
Günde birkaç defa Kur’an aynası, Sünnet-i Sahîha aynası ve selef-i sâlihînin ictihâd-ı sâfiyâneleri aynasında kendine bir kere daha bak.
Bir hey’et-i âliyenin karşısına çıkmak için, ehl-i dünya ayna karşısında kendilerine nasıl makyajlar ile, falanlar ile, filanlar ile bakım yapıyorlarsa, ha bizimki de o.
Mü’min, kendisine öyle bakmalı; Kur’an aynasında bakmalı:
“Allah karşısına çıkacak durumda mıyım?
Şu anda Rasûl-i Zîşân temessül buyursa, ben, karşısına çıkacak durumda mıyım?
Bû-Bekr u Ömer u Osman u Ali temessül buyursalar, karşılarına çıkacak durumda mıyım?!.”
Allah (celle celâluhu), mehil üstüne mehil veriyor:
Bir de sizi, sizin tezekkür, tedebbür ve tefekkürünüz ile başbaşa bırakmamış; bir yönüyle, ulaşılması gerekli olan şeylere, o argümanları kullanmak suretiyle ulaşamayabilirsiniz.
Sizin içinizde heyecan uyaracak, vicdanınızı uyaracak, kalbinizi uyaracak tertemiz bir ses ve soluk ile Allah (celle celâluhu) aynı zamanda sizi ikaz buyuruyor.
Bazı tefsirlerde diyorlar ki:
“Bir insanın saçının-başının ağarması, o uyarıdır.” Artık yaşlanınca, sakalı bitince, yüzünde buruşukluklar meydana gelince, onlar da hatırlatıcı birer unsur oluyor
Ona bu maddî-manevî sahip olduğu, hâiz bulunduğu şeyleri kullanma fırsatı verdik!
İmhâl imhâl üstüne, imhâl imhâl üstüne… Önüne neler serdik neler serdik!
Ne sergiler ile onun dikkatini çektik; “Aman, doğru oku!” dedik.
Fakat okumayanlar var ya,
işte onları da ثُمَّ çok uzun süre sonra “Esfel-i sâfilîn”
Bu açıdan insan, “A’lâ-i illiyyîn” ile “Esfel-i sâfilîn” arasında gel-gite müsait bir mahiyette yaratılmış, çok garip hilkatte bir varlıktır.
Hevâsını ilah edinen kimse…” (Câsiye, 45/23)
Hevâsını, kendi arzularını, kendi isteklerini ilah edindi.. kendisine tapar hale geldi.. kendisine ölmez gibi baktı.. dünyada ebedî kalacak gibi baktı..
Çağın Sözcüsü’nün beyanı ile “bilerek dünya hayatını âhiret hayatına tercih etti..” kendini görmeyi -hâşâ ve kellâ- Zât-ı Uluhiyeti müşahedeye tercih etti…
Bir, böylesine esfel-i sâfilîne sukût etme var; bir de a’lâ-ı illiyyîn-i kemâlâta yükselme durumu var.
Mü’min, oturup kalktığı her yerde, kendi kıymetini, kendi kadrini bilmek suretiyle, Allah’ın onu nasıl konumlandırdığını ve nereye koyduğunu bilmek suretiyle, nasıl bir adese ve nasıl bir mercek olduğunu göstermek suretiyle ve kendini doğru okumak suretiyle ancak tekvinî emirleri de doğru okuyabilir.
Hatta
–Kur’an’ı da o zaman doğru anlayabilir;
-dahası öteleri de doğru görebilir
-ve ona göre de hazırlanabilir. O mahiyette yaratılmış bir varlıktır insan.
RUH-İ SELİM / İHSAS / İHTİSAS VE DOĞRU OKUMA / ANLAMA
Rûh-i selîm: Bu cismâniyetten çıkma, hayvaniyeti bırakma, kalb hayatına yükseldikten sonra “nefha-i İlahî” olan ruh ufkuna yükselme… Onu ifade ediyor; onun da selîm olması lazım.
Ruh, çağın levsiyâtı ile kirlenmiş ise şayet, vâridât ne kadar zengince olursa olsun, o kirlerden sıyrılamaz. “Takva önlüğü” ile korunmalıdır; esasen üstünü kirletmemek için, sürekli o önlüğü dimağının önünde taşımalıdır.
Takva önlüğü ile… Akıp gelen dünyevî kirler, beşerî kirler, nefsânî kirler, hevâî kirler dökülecek ise, ona dökülmeli, zihnimizi kirletmemeli, kalbimizi kirletmemeli!..
Ve bütün bunları doğru duyma, doğru hissetme, “hiss-i selim” ister.
O hissin varacağı husus da “ihsas”lardır;
artık akıl ile, mantık ile değerlendirilmesi çok zor olan,
bir yönüyle kalbin dilinin çözüldüğü,
insanın farkına varamayacağı şekilde bir ney sesiyle daima O’na ait nağmeler dinlediği bir âlem, “ihsas âlemi” ve onun insan tabiatına mal olup tabiatın bir derinliği haline gelmesi…
İsterseniz ona, sizi hep O’na yönlendiren “dürtüler merkezi” diyebilirsiniz;
“dürtü” kelimesi, hafif düştü; “sevkler, emirler, itmeler merkezi” diyebilirsiniz.
“İhtisas” hissin ötesinde…
Dil kuralları açısından, yani Sarf/İştikak açısından baktığınız zaman,
– bir şeyi hissetme, duyma,
– mahiyet-i nefsü’l-emriyesiyle onu doğru okuma,
– doğru anlama demektir.
– O meselenin tabiata mal olması,
– tabiatın bir derinliği haline gelmesi,
– o meselenin daha derincesi de ihtisastır.
İnsanda o “ihtisas ruhu” hâsıl olunca,
-
insan, yemeye, içmeye ve başka beşerî arzulara ihtiyaç duyduğu gibi, yapması gerekli olan şeylere ihtiyaç duyar;
-
onların arkasındaki ilahî emirleri mülahazaya almadan, sevk-i tabiî ile hep onlara doğru itilir, o ihtisas ufku itibarıyla…
-
Anlaşılmayan yanı var mı?!. O ufuk ile baktığı zaman meselelere, yemeye, içmeye ve sâir -geniş dairede- beşerî arzulara ihtiyaç duyduğu, onların üzerine yürüdüğü gibi, Allah’ın “Namaz kılın, oruç tutun; karşımda el-pençe divan durun, kemerbeste-i ubudiyet ile kulluğunuzu edâ edin, karşımda asâ gibi iki büklüm olun, ‘Yetmedi!’ deyin, secdeye kapanın!” manasına bu mevzudaki emirlerini -evvelen ve bizzat- nazar-ı itibara almadan, “O, Allah; ben de O’nun âzâd kabul etmez kuluyum!” deyip kullukta bulunur.
-
İçten gelen istekler ile, arzular ile…
-
“Dürtü” sözü de onu bir manada ifade ediyor; fakat “itme”ler ile, “sevk etme”ler ile o vazifeyi yapma,
-
işi o ölçüde tabiatın bir boyutu haline getirme mevzuu ihtisas oluyor, hissin ötesinde.