“HAYVÂNİYETTEN ÇIK, CİSMÂNİYETİ BIRAK,
KALB VE RUHUN DERECE-İ HAYATINA GİR!”
RİSALE-İ NUR MÜZAKERESİ:
GİRİŞ:
BAMTELİ: ÂDEMİYETTEKİ SIR VEYA ÇEŞİT ÇEŞİT ADAMLAR” (16 ARALIK 2018)
“Onların bir altında, diğer bir kategoriye dâhil insanlar var ki, onlara da “Âdem-i Hayvanî” denir. Hazreti Pîr, o mevzudaki mülahazalarını ifade sadedinde diyor ki: “Madem hakikat böyledir; hayvaniyetten çık!.. -Âdem-i hayvanî olmaktan çık.-Kalb ve ruhun derece-i hayatına yüksel!” Böyle denmek suretiyle -esasen- “Hâle” işaretleniyor orada. Onlar nasıl yaşamışlar, nasıl oturup-kalkmışlar, ne demişler, ne etmişler ve geriye ne miras bırakmışlar ise, santim kaybetmeden onları adım adım takip etme mevzuu…”
ÇAĞLAYAN: NEFİSLE YÜZLEŞMEDE HÂLEDE İLK HALKA (1) (01 TEMMUZ 2018)
O dipdiri gönülden kendiyle yüzleşme ve Hakk’a teveccüh adına bu ne derin sızlanış, bu ne engin bir iç murakabesi!.. Sanki yukarıda birkaç kelimecikle ifade edilen vefa abidesi o değilmiş de sıradan biri üslubuyla içini döküp durmuş gibi.
Keşke bu mülahazalar, pireyi fil gösteren bu çağın bencil sergerdanlarına da bir şeyler ifade edebilseydi!.. Ama heyhat, bugünün gafilleri bunları hiç görmediler ve hiçbir zaman görme azm u ikdamında bulunmadılar, bulunmayı da düşünmediler. Zira dünyaperestlik onları kör ve sağır haline getirmişti.. hayatları cismaniyet ve hayvaniyetin dar koridorlarında geçiyordu.. habersizdiler kalbî ve ruhî yaşamdan… Böylelerinin uyanmaları ekstra bir lütuf teveccühüne kalmıştır. Hakk’ın engin rahmetinden ümit kesilmez ama beyindeki nöronların bütünü şimdilik buna “evet” diyemiyor. Bu itibarla da ben böyle bir tenbih ve tenebbühü o inayet-i hâssaya havale ederek konuyu bir noktalı virgülle kafiyelendirip bir başka abide şahsiyete geçmek istiyorum.
—
17 LEM’A 14. NOTA / MESNEVİ-İ NURİYE ZÜHRE
DÖRDÜNCÜ REMİZ: Ey dünyaperest insan! Çok geniş tasavvur ettiğin senin dünyan, dar bir kabir hükmündedir. Fakat o dar kabir gibi menzilin duvarları şişeden olduğu için, birbiri içinde in’ikâs edip, göz görünceye kadar genişliyor. Kabir gibi darken, bir şehir kadar geniş görünür. Çünkü o dünyanın sağ duvarı olan geçmiş zaman ve sol duvarı olan gelecek zaman, ikisi mâdum ve gayr-ı mevcut oldukları halde, birbiri içinde in’ikâs edip gayet kısa ve dar olan hazır zamanın kanatlarını açarlar. Hakikat hayale karışır; mâdum bir dünyayı mevcut zannedersin.
Nasıl bir hat, sürat-i hareketle bir satıh gibi geniş görünürken, hakikat-i vücudu ince bir hat olduğu gibi, senin de dünyan hakikatçe dar, fakat senin gaflet ve vehim ve hayalinle duvarları çok genişlemiş. O dar dünyada, bir musibetin tahrikiyle kımıldansan, başını, çok uzak zannettiğin duvara çarparsın. Başındaki hayali uçurur, uykunu kaçırır. O vakit görürsün ki, o geniş dünyan kabirden daha dar, köprüden daha Senin zamanın ve ömrün, berkten daha çabuk geçer; hayatın, çaydan daha süratli akar.
Madem dünya hayatı ve cismânî yaşayış ve hayvânî hayat böyledir. Hayvâniyetten çık, cismâniyeti bırak, kalb ve ruhun derece-i hayatına gir. Tevehhüm ettiğin geniş dünyadan daha geniş bir daire-i hayat, bir âlem-i nur bulursun.
İşte o âlemin anahtarı, marifetullah ve vahdâniyet sırlarını ifade eden Lâ ilâhe illâllah kelime-i kudsiyesiyle kalbi söylettirmek, ruhu işlettirmektir.
BAMTELİ: DİRİLİŞİN ESASLARI VE SEVGİ İKSİRİ (01/03/2015)
Diriliş, her meselede kalıptan sıyrılıp ruha yönelmekle başlar. Hazreti Pîr-i Mugan da, “Madem hakikat budur; hayvaniyetten çık, cismaniyeti bırak, kalb ve ruhun derece-i hayatına yüksel” diyor. Demek insan cismaniyete takıldığı; yeme, içme, uyuma ve hayvanî duygularla oturup kalkmaya bağlı şekilde dünyada adeta ölümsüzmüş gibi yaşadığı sürece kalb ve ruh ufkuna yükselemez.
Evet, hayvaniyetten çık, cismaniyeti bırak, kalb ve ruhun derece-i hayatına yüksel. O zaman insanca hayatın ne demek olduğunu duyacaksın.
O zaman Allah ile arandaki muâhedeyi de duyacaksın. “Elest bezmi”ni, yani, Cenâb-ı Hakk’ın, ruhlara; “Ben sizin Rabbiniz değil miyim?” sorusuna ruhların, “Evet, Rabbimizsin.” (A’râf, 7/172) diye cevap verdiği anı duyacaksın. “Kalû belâ” (Evet, Rabbimizsin dediler) beyanındaki sırrı vicdanında tın tın duyacaksın. Belki başkaları diyecek: “Benim böyle bir ahd-u misaktan haberim yok!” Fakat sen, “Vallahi, billahi, tallahi ben her an tın tın, mızrap yemiş bir tel gibi onu hep vicdanımda duyuyorum!” diyeceksin. Mahiyetin itibarıyla duyacaksın! Öyle bir “latîfe-i rabbâniye ufku” hedef olarak gösteriliyor.
ÇAĞLAYAN BAŞYAZI: KENDİ DERİNLİĞİYLE LATÎFE-İ RABBÂNİYE-2 (02 Aralık 2017)
Ceset bütün muhtevasıyla âlem-i halk’a ait insana bir emânet-i rabbâniye; kalb-i cismânînin ruhu mahiyetindeki latîfe-i sübhâniye ise, tıpkı ruh-u insan gibi zîşuur bir kanun-u emrîdir.
Bu itibarla da Zât-ı Akdes’in münezzehiyetine münasip espri içinde, akıl, mantık ve muhakemeden daha ziyade bu latîfe-i sübhâniyenin ihsas ve ihtisasları sayesinde “Bildim!” mülahazası soluklana gelmiştir. Bu konuda, hassas bir marifet sarrafının, “Hayvaniyetten çık, cismâniyeti bırak; kalb ve ruhun derece-i hayatiyesine yüksel!..” beyanı, lâl ü güherden bir anahtar mahiyetindedir.
—
ŞUÂLAR EDDAİ- SEKİZİNCİ KELİME:
Evet, Adem (a.s.) zamanından beri, beşeriyette, iki cereyan-ı azim birbiriyle çarpışarak gelmiş. Biri, istikamet yolunu takip ile nimet ve saadet-i dareyne mazhar olan ehl-i nübüvvet ve salahat ve iman; kâinatın hakiki güzelliğine ve intizam ve kemaline mutabık olarak istikamette hareket ettiklerinden, hem kâinat sahibinin lütuflarına, hem iki cihanın saadetine mazhar olup, beşeri melekler derecelerine, belki fevkıne terakki ettirmeye vesile olarak dünyada iman hakikatleriyle manevi bir cennet, ahirette bir saadet kazanıp ve kazandırmışlar.
İkinci cereyan, istikameti bırakıp, ifrat ve tefritle aklı bir vesile-i azap ve elemler toplayıcı bir alete çevirmesinden, insaniyeti en bedbaht bir hayvaniyetten aşağı düşürüp, dünyada zulümlerine mukabil gazab-ı İlahi ve musibet tokatlarını yemekle beraber, dalaleti cihetinden, akıl alakadarlığıyla kâinatı bir hüzüngah ve matemhane-i umumiye ve. zevalde yuvarlanan zihayatlar için bir mezbaha, selhhane ve gayet çirkin ve karışık görüp ruhu, vicdanı dünyada bir manevi cehennemde olup, ahirette daimi bir azap çekmeye kendini müstehak eder.
YİRMİ DOKUZUNCU MEKTUP / İKİNCİ RİSALE OLAN İKİNCİ KISIM/ YEDİNCİ NÜKTE
İşte, Ramazan-ı Şerif adeta bir âhiret ticareti için gayet kârlı bir meşher, bir pazardır. Ve uhrevî hasılat için gayet münbit bir zemindir. Ve neşvünemâ-i a’mâl için, bahardaki mâ-i Nisandır. Saltanat-ı rububiyet-i İlâhiyeye karşı ubûdiyet-i beşeriyenin resmigeçit yapmasına en parlak, kudsî bir bayram hükmündedir. Ve öyle olduğundan, yemek içmek gibi nefsin gafletle hayvanî hâcâtına ve mâlâyâni ve hevâperestâne müştehiyâta girmemek için, oruçla mükellef olmuş. Güya muvakkaten hayvaniyetten çıkıp melekiyet vaziyetine veyahut âhiret ticaretine girdiği için, dünyevî hâcâtını muvakkaten bırakmakla, uhrevî bir adam ve tecessüden tezahür etmiş bir ruh vaziyetine girerek, savmı ile Samediyete bir nevi âyinedarlık etmektir.
KALBİN ZÜMRÜT TEPELERİ-4 “TEBEDDÜL”
Değişme, başkalaşma, daha farklı hüviyetlere bürünerek kemâle yürüme; duygu, düşünce, ihsas ve ihtisas açısından farklılaşma mânâlarına gelen tebeddül, bazı sofîlerce, iradî olarak tefekkür, tedebbür ve tezekkürle ya da ekstra bir kısım mevâhib ve mevâridle hayvaniyetten çıkma, cismaniyet tesirini aşma, kalb ve ruh yörüngesinde seyahat cehd ü gayretiyle melekûtî bir değişim ve dönüşüm şeklinde yorumlanmıştır.
KALBİN ZÜMRÜT TEPELERİ-2 “FARK”
Diğer bir yaklaşımla cem’de, cismaniyet ve hayvaniyetten sıyrılma ve nefsanî ego itibarıyla ölme; farkta ise, kalbî ve ruhî hayat mertebesine yükselerek rahmânî ego açısından yeniden var olma söz konusudur ki,
bu mertebeyi ihraz eden sâlik, “Ben nefsanî benliğimi yitirdim ve yeni bir rahmânî benliğe erdim.” der ve her fırsatta –şart-ı âdi planında meyelânın varlığı mahfuz– “lâ fâile illallah” hakikatini haykırır; haykırır ve “hakka’l-yakîn” ölçüsünde “vücud” ve “ilim” gerçeklerini duyarak Hazreti Hayy u Kayyûm’un her şeydeki hâkimiyetinin temâşâsıyla kendinden geçer.
—
ÂYETÜ’L-KÜBRA RİSÂLESİ
“İnsanın bu dünyaya gönderilmesinin hikmeti ve gayesi Cenâb-ı Hakk’ı tanıyıp ona iman ve ibadet etmektir”
MESNEVÎ-İ NURİYE, S. 330
“İnsanın vücudunda birkaç daire vardır. Çünkü hem nebâtîdir, hem hayvânîdir, hem insânîdir, hem imânî. İnsanı hata ve galata atan, bu dört tabakadaki farkı riâyet etmemektir.”
KIRIK TESTİ: İMANIN VAAT ETTİKLERİ (03/11/2013)
İmanın vaat ettiği bu güzellikleri her bir insan, kendi imanının enginlik ve derinliğine göre duyar ve yaşar. Bazıları bunu sadece nazarî planda duyar ve hisseder. Bunlar, ilk mektepte iman hakikatleri adına hocalarından duyup öğrendiği şeylerle iktifa ederler. Hâlbuki bu, sadece işin başlangıcıdır. Bazıları ise nazarî bilgilerini ilim ve tefekkürle delillendirir, sağlam esaslara bağlar, amel ve ibadetle benliklerine mal eder ve onu marifete dönüştürürler. Başka bir ifadeyle nazarî bilgiden ilme’l-yakîne yürür ve oradan da ayne’l-yakîne yükselirler. Ayne’l-yakîn mertebesine ulaşıldığında orada ihsan sırrı zuhur eder. Yani insan bu mertebede her an Hak tarafından görülüyor ve Hakk’ı görüyor olma mülahazasıyla oturur kalkar ve hayatını hep bu seviyede sürdürür. İsterseniz buna hayvaniyetten çıkma, cismaniyeti bırakma, ten kafesinden sıyrılma ve ruhun hayat derecesine seyahat etme de diyebilirsiniz.
—
MESNEVÎ-İ NURİYE- ZEYLÛ’L-HUBÂB
İnsan gayr-ı mütenahi acz ve fakriyle beraber Cenâb-ı Hakka imanı ile kudret ve gınâ ve izzetine mazhar olmuştur. İşte bu mazhariyetten dolayı, insan, hayvaniyetten terakki edip halife-i zemîn olmuştur.
ÜMİT BURCU: AYAKLARIMIZI KAYDIRMA ALLAHIM!.. (07 Mart 2005)
Hazreti Üstad, Mesnevi-yi Nuriye’sinde bu mevzuya da bir yönüyle işaret ederek bize bir tenbihte bulunmakta ve “Hayvaniyetten çık, cismaniyeti bırak, kalb ve ruhun derece-i hayatına gir!” buyurmaktadır. Demek ki, bizim bir hayvaniyet ve cismaniyet yanımız var; ama ayrıca kalb ve ruhun derece-i hayatına yükselme gibi bir hedefimiz de var.
Kalbin Zümrüt Tepeleri’nde temaşa etmeye çalıştığımız, şimdiye kadar seleflerimizden binlercesinin altın ve yakut tepelerde resmettiği kalb hayatına ulaşma hedefi var önümüzde. İşte, o hedefe yürüyen bir insanın yer yer tökezlemesi, ayağının kayması ve düşmesi de muhtemeldir. Fakat, eğer, bir insan düşerse, onun yapması gerekli olan şey, asla şeytan gibi demogojiye girmemek; Hazreti Adem gibi sadakat, samimiyet ve vefa ruhuyla Cenâb-ı Hakk’a teveccüh edip, günahlarını O’nun huzurunda sayıp dökmek ve tevbe, inabe ya da evbe ile arınarak yeniden Cenâbı Hakk’a yönelmektir.
Tabir-i diğerle, kapaklandığı zaman düştüğü yerde kalmamak, hemen doğrulmak ve yeniden Allah’a yürümeye devam etmektir. Şeytan kibir, diyalektik ve demogoji ile hareket ederek kaybetmiş; Hazreti Adem ise, tevazu, hacâlet ve evbe ile kazanmıştır. Şeytan gibi demogojiye girmek bir felaket sebebidir; fakat, o kendisiyle iftihar ettiğimiz yüce atamız, “Safiyyullah” ilahî hitabına mazhar Adem Efendimiz gibi davranmak da tekrar doğrulup yola devam etmek için çok önemli bir vesiledir.
KALBİN ZÜMRÜT TEPELERİ-2 “İNSAN-I KAMİL”
Bunlarla kastedilen şey ise, bize her şeyden yakın O Zât’a karşı mahiyetimizdeki uzaklığı aşmak, kalben, hissen, zevken O’nun yakınlığını duymaktır.. evet, hayvaniyetten sıyrılıp cismaniyeti aşan hemen herkes, kabiliyeti ölçüsünde, “bî kem u keyf” kalben O’nun yakınlığını duyar, basîretiyle temâşâsı zevkine erer ve ruhuyla da her zaman üns yudumlayabilir. Bu mevzuda, herkesin belli şeyler duyup hissetmesi söz konusu olsa da, tam mazhariyet, sürekli aynadarlık ve kusursuz aksettirme, O’nun küllî tecellîsinin mazhar-ı tâmmı olan insan-ı kâmile mahsustur.
RUHUMUZUN HEYKELİNİ DİKERKEN-2: VE GAYBIN SON HABERCİSİ
O’nun sayesindedir ki, insanoğlu, hayvâniyet ve cismaniyetten sıyrılarak kalb ve ruhun hayat mertebesi seviyesinde bir ufka yönelmiştir.
O, varolma ufku itibarıyla vücud-u haricîye açılan kapının sırlı anahtarı, varolma gayesini gerçekleştirme adına da Hakk’a giden doğru yolun rehberi ve ebedî saadetin de şefaatkânıdır.
BAMTELİ: BEŞERÎ ZAAFLARI AMÛDÎ VELAYET RAMPASI YAPMALI!.. (29/12/2014)
Bir insanda olumsuz his, arzu ve temayül ne kadar güçlüyse, bu durum karşısında o, Rabbine sığınıp iradesinin hakkını verirse, Allah (celle celâluhu) o insana, o handikapları aşması istikametinde lütuflarını katlayarak ihsan eder. Hemen herkeste şu veya bu seviyede bir kısım kötülükleri yapma hissi vardır. Meselâ, makam tutkusu, açgözlülük, başkasının malına göz dikme, görünme hissi, bencillik duygusu, şöhret ve mal düşkünlüğü nüve hâlinde şöyle veya böyle her insanda bulunabilir.
Ama bu hislerin bazıları bazı kimselerde daha güçlü olur. Meselâ öyle insan vardır ki, onu alıp altınların içine koysanız tek bir altına dahi elini sürmez. Çünkü onun bu mevzuda bir zaafı bulunmamaktadır. Ancak aynı kişinin hubb-u cah mevzuunda bu ölçüde sağlam bir duruş sergileyip sergilemeyeceğinden emin olamazsınız. Zira bu mevzuda bir zaafı, bir boşluğu söz konusu olabilir. Hatta bazılarında Üstad’ın Hücumat-ı Sitte’de ifade ettiği virüslerin hepsi birden bulunabilir.
Şimdi bu virüslerin hükmünü icra etmek istediği bir insan, iradesinin hakkını vererek, “Ben hayvaniyet ve cismaniyet zebunu bir varlık değilim. Benim bunların yanında aynı zamanda bir kalbim ve ruhum da var. O yörüngede seyahat yapmam lâzım.” diyebiliyor; iradesinin hakkını vererek bütün o duygulara karşı kahramanca mücadelede bulunuyor ve onlara karşı koyuyorsa, ona dönen sevap çok farklı olacaktır.
İşte böyle bir insanın derecesi, o ölçüde arzu ve temayülü olmayan sıradan bir insana nispeten çok daha âlî olur ve o insanı alır rampadaki füzeye binmiş gibi, amudî (dikey) bir yükselişle velilik ufkuna ulaştırır.