RAMAZAN-I ŞERİF TE “KURAN’I KERİM”E
TEVECCÜH EDENLER
BAMTELİ MÜZAKERESİ
Bamteli -Özel: ZULÜM, SALGIN ve RAMAZAN
Ramazan-ı şerîf, bilindiği gibi, Kur’an-ı Kerim’in nâzil olduğu ay olması itibarıyla mübarektir. Denebilir ki, Efendimiz ile alakalı bir sözde ifade edildiği ve “O’nun vilâdeti, dünyaya teşrifleri, insanlığın yeniden dünyaya gelişi demektir.” dendiği gibi bir kutsiyet söz konusudur.
Bu açıdan da Kur’an-ı Kerim ile -esas- insanların insan olması söz konusu ise, insanlığın Cenâb-ı Hakk’a yönelmesi Kur’an sayesinde oluyor ise, onun nazil olduğu ay Ramazan-ı Şerif, belki en kutlu bir zaman dilimi demektir.
Belki onun her gecesi, ayrı bir Kadir gibidir; fakat Sâhib-i Şeriat tarafından bir gecesine tahsis edilmiş Kadir Gecesi.
…
Ramazan ve Kur’an-ı Kerim sayesinde olabilecek şeyler
-
Ramazan, aynı zamanda bir dinleme faslı; Belki ötelerden gelen değişik dalga boyundaki şeyleri dinleme…
-
Aynı zamanda Kur’an adesesiyle bakıp, Kur’an merceğiyle bakıp, Kur’an’ın iniş merceğiyle bakıp hâdiseleri çok farklı görme,
-
kendini ona göre konumlandırma,
-
Allah’ın izni-inayetiyle, ona göre değerlendirme…
-
Konumuna göre kendisi için bazı şeyler takdir etme, biçme, kesme
-
Bir yerden başka bir yere kendini koyma, alıp-koyma…
RAMAZAN KUR’AN AYIDIR…
Ramazan, Kur’an ayıdır; bu mübarek zaman diliminde Allah’ın kelamına dikkatle yönelirseniz, mutlaka onun teveccühüyle mukabele görürsünüz.
-
Şimdi işin esası, o; hep kendini muhatap olarak ele alma orada…
-
Ama her şeyiyle kendini muhatap olarak alma…
-
“Efendimiz’e ne demiş ise Cenâb-ı Hak, bana diyor bunu; fakat zılliyet planında, izafi planda bana diyor Allah (celle celâluhu) bunu!”
-
Kur’an-ı Kerim’in, o mucizevâri, muciz-beyân beyanı kendi derinlikleri ile duyma
-
Bir kere çok okuma, sürekli okuma, lâ-akall… Bu, öldürülmüş bir ruh, bir manadır; bize dair öldürülmüş bir ruh, bir manadır.Bu, telkin edilmeli esasen.
-
Aynı zamanda bizi büyüleyen şeyler nelerdir, onları da vurgulamalı, arada vurgulamalı.
-
Bir de yürekten ona teveccüh edenler… Onun (Kur’an’ın) insana teveccühü vardır. Teveccüh, teveccüh doğurur. Teveccüh ederseniz, teveccühe vesile olur o teveccüh.
-
Dolayısıyla, zannediyorum, bu türlü meseleler üzerinde derinlemesine durularak, esasen, Kur’an-ı Kerim’in, öyle sıradan birinin beyanı olmadığı çok iyi işlenmeli.
YENİDEN KUR’AN ÇAĞI
Yeni bir “Kur’an Çağı” yaşanabilir ama İlahi Beyan’ı hallaç edip onda derinleşecek ruh insanlarına ihtiyaç var!..
Şimdi bunu sürekli seslendirmek suretiyle, esasen, yeniden bir “Kur’an Çağı” olabilir, Allah’ın izni-inayeti ile,
- Hazreti Pîr-i Mugân, Şem’-i Tâbân gibi, bir yönüyle, o Kur’an-ı Kerim’i o ölçüde hallaç ederek…
- -Üstad Necip Fazıl, “eşya ve hadiseleri hallaç etme” tabirini kullanırdı; “tekvinî emirleri hallaç etme” derdi.
ONU DUYURMA DA KUR’AN-I KERİMİ DUYANLARIN VAZİFESİDİR.
Duyurma da Kur’an-ı Kerim’i duyanların vazifesidir. İnsan duymuş ise şayet, duyuracaktır onu. “Nasıl oluyor da insanlar -böyle- gâfilâne davranıyor; buna bakmıyorlar?” diyecektir; Sahabe-i Kiram gibi, Tâbiîn-i Izâm gibi düşünecektir: “
O Kur’an’ı Kerim ama gözyaşları nerede?
Kalbin heyecanı nerede?
Kalbin titremesi nerede?!.”
***
KUR’AN-I KERİM HAZİNELERİNİ KİME AÇAR 1
Kur’ân’a itimat etmeniz; Kur’ân’ın Allah’ın kelâmı olduğuna inanmanız ve ona güvenmeniz; yani, sizin davranışlarınıza, hareketlerinize bağlı olarak ortaya koyduğunuz eserlerin sizin teşebbüslerinizle sâdır olmasından daha kat’î bir yakinle, “O Allah’ın kelâmıdır ve onun içinde her şey vardır. O ezelden gelmiştir, ebede gitmektedir” mülâhazasıyla Kur’ân’a teveccüh etmeniz çok önemlidir.
Böyle bir iman ve itimat sayesinde,
-
onu başkalarından çok farklı görür, çok farklı duyarsınız.
-
siz şu karşıdaki şemâile şöyle bakarsanız, bakışınızı onun üzerine yoğunlaştırırsanız, gözünüzü teksif ettiğinizde şu dış yüzünün arkasında, hemen yarım metre arkada bir tablo daha görebilirsiniz. Onun üçüncü buudunu görürsünüz.
-
Daha bir im’an-ı nazar eder, bir arka görmeye sıçrarsanız bir buud daha yakalayabilirsiniz.
-
Biraz daha kendinizi zorlarsanız, gözlerinizi teksif ederseniz, bir buud daha görebilirsiniz.
-
Ve gördüğünüz buud, bir önceki buuda nisbeten biraz daha genişler, büyür, daha bir açılır hatta bu buudda okuduğunuz yazıları o perdede daha rahat okuyabilirsiniz.
-
İşte, Kur’ân-ı Kerim’e de, onda bir şeyler bulacağınız itimadı ve böyle ciddî bir inanmışlık içinde baktığınız zaman, başkalarının filozofça ve mütefekkirane bakmalarının çok ötesinde şeyler müşahede edebilirsiniz.(Ümmî de olsanız -ki biz hepimiz bir açıdan ümmî kategorisine dahiliz- çok daha derin şeyler görebilirsiniz.)
-
Çok engin şeylere şahit olabilirsiniz. Kur’ân, bir bahr-i bîpâyândır, uçsuz bucaksız bir denizdir. (Fakat o kendisine itimat etmeyenlere, güvenmeyenlere karşı cimri ve kıskanç davranır. Kendi kıt akılları ve eksik idraklerinden dolayı Kur’ân’ı anlamayan, onun lâfızlarına takılan, i’rabında hatalar arayan, ona –hâşâ- Efendimizin (sallallahu aleyhi ve sellem) sözü nazarıyla bakan ve Mütekellim-i Ezelî’den gaflet eden insanlara karşı Kur’ân-ı Kerim cimrice davranır; hazinelerini kıskanır onlardan.)
-
Semîh bir gönülle Kur’ân’a teveccüh edenler, Kur’ân’ın semâhat sağanağına mazhar olurlar. İçinde bir hazine var, diye bakınca, onun mücevherlerini bulurlar. Hassas bir insan, bir tanecik emare görse, ne yapar eder damara yol vurup gider ve altına ulaşır.( Bir şeyler bulacağına inanmayan birisi, altın damarı içerisinde yürüse dahi altına rastlayamaz.)
-
Burada da karşılıklı bir takip etme vardır. Yani, siz Kur’ân’da bir şeyler bulacağınıza inanır, onun âyetlerini hazineyi gösteren işaret taşları gibi bir bir takip ederseniz, o da sizi yakın takibe alır, hazine dairesinin kapısını açık bırakır.
Neticede, onun aydınlatıcı tayfları arkasında, filozofların duymadığı şeyleri duyarsınız. Onun için, bazen bir ümmî, tekkedeki bir postnişin, İbn Sina gibi bir dâhinin duyduğunun çok üstünde duymuştur Kur’ân’ı.Farabî sizin köyün çobanı kadar duymamıştır onu. İbn Rüşd, bir fevkalâdeliği olmayan mü’min kadar iman hakikatlerine muttali olamamıştır. Üstad Hazretleri de onlar için “Adî bir mü’min mertebesini ancak kazanmışlardır” diyor.
…
KUR’AN-I KERİMİ ANLAMAK İÇİN, İNSAN KENDİNİ DİNLEMELİ 2
İnsan, her zaman kendisini dinlemeli, günde birkaç defa kendi içine yönelerek, nefis muhasebesinde bulunarak ve ruhunun sesine-soluğuna kulak vererek, nefsinin elinde bütün bütün zebûn olmadan kurtulmalıdır ki, Kur’ân’ı anlayabilsin. Zira kendini anlamayan insan, Kur’ân’ı da anlayamaz; evet, içte derinleşme, Kur’ân’ı anlamaya bir ihzâriye (hazırlık) nevindendir.
Kur’ân, insanı ele alırken öyle bir yol takip eder ki, muhataplarının hissiyatına girer. Onu adım adım imana çekerek ruhî duygularını uyarır ve âdeta her bakımdan ölüden sürekli diriler çıkarır ve onlarda meknî bulunan ahiret hesabına faydalı olabilecek melekeleri harekete geçirir.
Onların hâlet-i ruhiyelerine dikkatleri çeker ve onları en zayıf noktalarından yakalar ve dünyaya karşı olan meyillerinin kökünü keser. Yani fıtratlarına ne konulmuşsa hepsini teker teker değerlendirir ve böylece onu hak ve hakikati kabule hazırlar.
KUR’AN-I KERİM HER ZAMAN YENİ BİR HEYECAN UYARIR3
Kur’an, hak ve hakikati farklı şekillerde ve değişik kalıplarda sunarak insanlarda her zaman yeni bir heyecan uyarmaktadır.
Cenâb-ı Allah mealen, “Biz bu Kur’ân’da, insanlar için her türlü misal ve öğüdü, farklı üsluplarla tekrar tekrar ifade ettik. Fakat pek çoğu bunları anlamadı.” (Kehf, 18/54) buyurarak bir tasrife dikkat çekmektedir.
Tasrif, bir şeyi evirip çevirerek değişik şekillere koymak demektir. Arapça dil bilgisi açısından bir kelimenin veya fiilin farklı zamanlara göre söylenişine ve bazı kaideler çerçevesinde kelimenin şeklinin değiştirilmesine de tasrif denmektedir.
Kur’an-ı Kerim’in bir üslubu olarak ise; “tasrif”, ulvi hakikatlerin ve ilahî emirlerin türlü türlü vesilelerle farklı zaviyelerden ele alınarak güzelce açıklanması; merhum Elmalılı’nın ifadesiyle, aynı anlayışın, aynı haberin, aynı müşahedenin bir bediî sanat ile şekilden şekle, sûretten sûrete, nazımdan nazma, çeşitli ve pek çok âyetlerle anlatılması ve bazen de çok çeşitli âyetlerin bir âyete dökülüp kısa ve özlü bir sözle ifade edilmesi.. manasına gelmektedir.
Evet, Kur’an-ı Kerim,
-
bazen değişik tenbih ve ihtarlarla gönüllere havf ve haşyet duygusu salar;
-
bazen de iltifat ve müjdelerle kalblere reca hissi doldurur;
-
kimi zaman insanı uzayın enginliklerinde gezdirir,
-
kimi zaman da onun nazarını kendi gönlüne ve vicdanına çevirir;
-
akla ve mantığa seslendiği aynı anda kalbe ve hissiyata da hitap eder. Mesela, Hazreti Musa (aleyhisselam)’ın hayatına dair bazı hadiseleri defalarca hatırlatır;
-
fakat, her hadiseyi hemen her zaman farklı bir üslupla aktarır;
-
surelerin umumi havasına ve o hadisenin ele alındığı yerdeki diğer ayetlerin muhtevasına göre değişik bir dil kullanır.
-
Ayetin siyak ve sibakını (öncesini ve sonrasını) nazar-ı itibara alarak meseleleri başka başka kelimelerle dile getirir.
-
aynı mana ve muhtevaları farklı şekillerde ifade ederek, hem akla hem de kalbe sözünü dinletir;
-
hem mü’mini hem de kafiri dize getirir; hem çok okumuş bir alime hem de mektep yüzü görmemiş bir kimseye derslerini verir.
-
Yağmurun, değişik mevsimlerde farklı yerlere çeşit çeşit şekillerde yağması; bazen ince ince çiselemesi, bazen de kar ve dolu halinde düşmesi, kimi zaman toprağı sulayıp bereket kaynağı olması, kimi zaman da sele dönüşüp her şeyi yıkıp geçmesi gibi, Kur’an’ın hakikatleri de muhatabın durumuna, yer aldığı surenin genel atmosferine ve öncesine-sonrasına göre farklı şekillerde seslendirilmektedir;
-
bazen bir meltem gibi ruhları okşamakta,
-
bazen de yıldırım ve gök gürültüsü olup kalblere ürperti salmaktadır.
Evet, Beyan-ı ilahînin bu üslubuna sık sık vurguda bulunan Merhum Allâme Hamdi Yazır’ın yaklaşımıyla, Kur’an’da her mânâ,
-
kâh bir ses olup kulaklarda çınlar,
-
kâh bir nakış olup gözlerde parıldar.
-
Bu ses, bu nakış, kâh geçmişleri çekip getirir,
-
kâh geleceklere alıp götürür;
-
kâh bir nimetin cazibesi ile insanın iştihasını kabartıp iradeleri kamçılar
-
ve kâh bir nikmet endişesiyle onun içine korkular saçarak kötülüklerden uzaklaştırır;
-
bir ses nağmeden nağmeye, duraktan durağa çeşitli keyfiyetler içinde dizilir, kulaklara dökülür; çeşitli şekiller kazanıp göz önüne konulur.
-
Daha sonra bütün bunlar aynı mânâ ile bir şuur, bir idrak, bir nur olup kalblere iner;
-
derken o şuur ve idrak o kalbden yine aynı mânâ ile hareket eder, nefis ve beden tezgahından geçerek birbirine benzer şekillerde ve çeşitli keyfiyetlerde birer fiil olarak ortaya çıkar.
-
İlm-i ilahîde mazmun ve mefhum itibarıyla aynı olan hakikatler, yine ilm-i ilahîde tercihi yapılan kalıplar içinde arz-ı endâm eder.
Böylece Kur’an, tasrifin hasıl ettiği tazelik ve yenilik sayesinde muhataplarını her defasında daha farklı iklimlere alır, götürür.
DİPNOTLAR
1.Kur’ân’ın Sihirli Ufku
2.Kur’ân, İnsan Fıtratını Hedef Alır
3.Kur’an Bahçesinin Rengârenk Çiçekleri