SADE(CE) “KUL OLMA”YA TALİBİM(Z) 

BAŞYAZI / RİSALE-İ NUR MÜZAKERESİ

KAYNAKLAR

1-23.SÖZ BİRİNCİ NÜKTE-HUTBE-İ ŞAMİYE  ALTINCI KELİME

2- UZUN BİR TEMENNİ-2 (ÇAĞLAYAN DERGİSİ NİSAN 2020)

GİRİŞ

HUTBE-İ ŞAMİYE  ALTINCI KELİME

Yani: İman bunu iktiza ediyor ki; tahakküm ve istibdad ile başkasını tezlil etmemek ve zillete düşürmemek ve zalimlere tezellül etmemek.

Allah’a hakikî abd olan, başkalara abd olamaz. Birbirinizi -Allah’tan başka- kendinize Rab yapmayınız!… Yani Allah’ı tanımayan; her şeye, herkese nisbetine göre bir rububiyet tevehhüm eder, başına musallat eder. Evet hürriyet-i şer’iye; Cenab-ı Hakk’ın Rahman, Rahîm tecellisiyle bir ihsanıdır ve imanın bir hassasıdır.

… 

UZUN BİR TEMENNİ-2

“Bugüne kadar o kıbleye yönelenlerden kaybeden, başka kapılardan vefa arayanlardan da kazanan hiç olmamıştır.

Aksine o kapıya yönelenler hep diri kalıp ebediyete mazhar olmuş ve O’nun eşiğine baş koyduklarından dolayı da başkalarına kul olma zilletinden kurtulmuşlardır. O’nu bulup, O’na yönelip O’nun huzurunda iç dökmek bir tesbih ve tazim; susmak ise bir murâkabe ve tefekkürdür. O’nun maiyyetine erenler, çölde yaşasalar da hep âb-ı hayat etrafında dönüp durmuş; her işini O’na bağlayanlar –dikenler onlardan uzaktır ama– diken ektiklerinde bile gül dermişlerdir. Yolları –olmaz ya– gidip Cehennem’e dayandığında dahi bunlar berd ü selâm yaşamışlardır. İşte onların vird-i zebanı:

Hakk’a kul olanlar kula kul olmaz,

Kulluğa erenler yollarda kalmaz..

Ruhlarında vuslat, ruhlarında haz,

Âlem aldansa da onlar aldanmaz.

23. SÖZLER- BİRİNCİ NÜKTEDEN 

“İşte ey insan! Eğer yalnız Ona abd olsan, bütün mahlûkat üstünde bir mevki kazanırsın. Eğer ubûdiyetten istinkâf etsen, âciz mahlûkata zelîl bir abd olursun. Eğer enaniyyetine ve iktidarına güvenip tevekkül ve duayı bırakıp, tekebbür ve dâvaya sapsan; o vakit iyilik ve icad cihetinde arı ve karıncadan daha aşağı, örümcek ve sinekten daha zaîf düşersin. Şer ve tahrib cihetinde; dağdan daha ağır, tâundan daha mûzır olursun.”

FASILDAN FASILA- KULLUK

Bana en zor gelen şey kulluktur. İnanın, Allah’a kulluğunun yanında, motor yapmak, bilgisayar icad etmek, hattâ gökyüzüne uydu göndermek çok daha basittir. Bu tesbit size tuhaf gelebilir. Ama vicdanî tecrübelerime dayanarak kat’i olarak ifade ediyorum ki, kulluk çok ama çok zordur. Kalbinizi tamamıyla Allah’a verdiğiniz anda bile, bir sürü zikzak ve bir bulanık düşüncenin kalbinizi kemirdiğini görürsünüz. “Aman Allah’ım! Sana, sadece Sana sığınırım. Bizi kendine kul, Rasûlüne ümmet olanlardan eyle.”

… 

KULLUKTAKİ DERİNLİK 

“Bu ifadelerle idareye ait o makamların hafife alındığı, küçük görüldüğü anlaşılmamalıdır.Fakat talip olunan yüksek değerlerin büyüklüğü karşısında bu türlü şeylere meyletmek, talip olunan o hakikatlere bir saygısızlık olur.

Yürünen bu yolda eğer “Allah rızası” denmişse, ondan daha büyüğünün olmadığı; “O’nun cemâli” hedeflenmişse, ondan daha müstesnasının bulunmadığı; Firdevs’e talip olunmuşsa, ondan daha önemli bir yerin söz konusu bile olamayacağı bilinmelidir.

İnsan bir kere bu yüce gayeleri hedeflemişse, artık onlardan dönüp başka şeylere teveccühte bulunmak, onlara karşı saygısızlık olur. Evet bir hakikat eri, Resûl-i Kibriyâ’nın (aleyhi ekmeletüttehâyâ) bir kapı kulu ve âzât kabul etmez boynu tasmalı bir bendesi olmaya talip olmuşsa, Hazreti Mevlâna’nın ifadeleriyle:

Kul oldum, kul oldum, kul oldum!

Ben Sana hizmette iki büklüm oldum.

Kullar âzât olunca şâd olur;

Ben Sana kul olduğumdan dolayı şâd oldum.”

diyerek âdeta avazı çıktığı kadar İslâm’a teslimiyetini ifade mânâsında Hazreti Muhammed Mustafa’ya (sallallâhu aleyhi ve sellem) bende olduğunu haykırmışsa, bunu başka hiçbir şeyle değiştirmez, değiştirmemelidir.

KUL OLDUM!

Ayrıca, biz, İslâm’ın kalbî ve ruhî yanı açısından, hürriyeti “insanın Allah’tan gayri hiçbir şey ve hiçbir kimsenin boyunduruğu altına girmemesi, hiçbir şey karşısında baş eğmemesi” olarak anlarız.

Hayatını cismanî hazlarının arkasında sürüm sürüm sürünerek geçiren, nimetler karşısında şükredeceğine iyice küstahlaşan ve kazandıkça biraz daha hırsa kapılıp şımarıklaşan ama diğer taraftan da elindeki imkânları yitireceği korkusuyla tir tir titreyen bir zavallıyı –dünyaya hükümdar bile olsa– hür kabul edemeyiz. Çünkü, bize göre gerçek hürriyet ancak, insanın dünyevî endişelerden, mal-menâl gibi gâilelerden kalben sıyrılıp, Hakk’a yönelmesi sayesinde gerçekleşebilir. Bundan dolayıdır ki, Allah Rasûlü (aleyhi ekmelü’t-tehâyâ) gönlünü dünya metâına kaptıran ve sürekli onu düşünen kimseleri, “dinarın, dirhemin, kadife ve kumaşın kulları” olarak tavsif etmiş ve kınamıştır. Bir Hak dostu da, talebesine nasihat ederken, “Oğul, kölelik bağını çöz ve azat ol; daha ne kadar altın ve gümüşün esiri olarak kalacaksın?” demiştir.

Evet, değişik arzu, istek ve beklentilere bağlanmış olan bir kalbin sahibi kat’iyen hür sayılamaz. Ömrünü bir kısım dünyevî çıkarlar ve cismanî hazlar karşılığında başkalarına ipotek eden ve sürekli onlara bedel ödemek zorunda olan birisi hür kabul edilemez.

Aksine, dünyanın nefis ve hevesâta bakan yanlarına karşı kapanan, kalbini dünyadan, dünyayı da kalbinden uzaklaştıran bir insan, zindanda dahi olsa gerçek hürriyeti bulmuş demektir.

Yaratıcı’ya yönelen, gerçek kıblesine dönen, sadece Hakk’a kul olmak suretiyle arzulara kulluk, kuvvete kulluk, şehvete kulluk, şöhrete kulluk gibi çeşit çeşit kulluklardan kurtulan böyle bir insan gerçek hürdür. O boynuna hiçbir kementin geçirilmesine razı olmaz; ihtiraslar onun ufkunu kirletemez; heva, heves ve şehvet ona boyun eğdiremez. O, Hazreti Mevlânâ edasıyla, “Kul oldum, kul oldum, kul oldum… Her köle, hürriyete erince mesut ve bahtiyar olur. Ben Sana kulluğumla saadet ve sevinci buldum” der; kulluğuyla beraber bir çeşit sultanlığa erer.