TEVHİDNÂME İLE KALBİN ZÜMRÜT TEPELERİNE YOLCULUK (11.BÂB) 

GÜNCELLENME TARİHİ: 11 MART 2020 // 16 RECEB 1441 ÇARŞAMBA

 (TEVHİDNÂME-11):

“Allah’ım!  Bizleri en kısa zamanda hastalıklardan öyle bir şifa, sıhhat ve âfiyet [13]  ile serfiraz kıl ki, başkalarının tedavi, mualece ve çarelerinden bizleri müstağnî kılacak ölçüde olsun!

11.BÂBIN DUASI  (YAKARAN GÖNÜLLERDEN…)

Yâ Men hüve yeşfi’l-merdâ.. Ey hasta kullarına şifa bahşeden!  (Cevşen-i K. 40/5)

Yâ Şâfıye meni’steşfâh..Ey Kendisinden şifa isteyenlere şifa veren! (Cevşen-i K. 59/5)

Ey görünür ve görünmez hastalıklara şifalar bahşeden Şâfî!

Ey görünen ve görünmeyen hastalıklara şifa ihsan eden Tabîb!

Ey dertlere en güzel devayı, hastalıklara en güzel şifayı sunan Tabîb!

Ey maddî-manevî dertlerine şifa arıyanların yegâne tabîbi!

Şâfî Sensin; şifaya muhtaç hasta biziz.

Öyleyse Rabbimiz, bizi bağışlayacak ve günahlarımızı affedecek Senden başkası katiyen olamaz. Senin engin rahmetine dehâlet ediyor ve affını diliyoruz. Ne olur, bu muhtaç kullarını affet.

Kalblerimizin derinliklerindeki sırlarımızı her türlü bulanıklıktan kurtar. Basiret ve basarlarımızı tenvîr buyur. Hastalarımıza şifa bahşet. Bize rahmet yüklü yağmurlarını bolca lutfet ve feth-i mübîn nuru ile kalblerimizin paslı kilitlerini çözüver.

Senin maiyyetine ermeden karardâde olabilmemiz mümkün değildir. Tasalarımızı ve içimizdeki harareti Senin rahmet ve şefkatinden başka izale edebilecek bir ilaç da bilmiyoruz. Hastalıklarımıza yalnız Senin rahmet tecellilerinde şifa bulabilir; gamımızı, kederimizi bir tek Senin kurbiyetinle giderebiliriz. Yaralarımızı da sadece Senin afv u safhın tedavi edebilir. Kalbimizin üzerine bir tortu gibi çöken kesîf örtüleri Senin bağışlamanla kaldırabilir, sadrımıza çöreklenen vesveseleri de yine Senin inayetinle uzaklaştırabiliriz.

Allah’ım! Huzurunda boyun büküyor ve Sen’den afv ü afiyet istiyoruz. Bizi maddî-manevî her türlü esaretten zincirlerimizi çözmen, başarı, muvaffakiyet ve düşmanlık besleyen hainlere karşı zaferler nasip etmen, onların şerrinden, tuzaklarından, komplolarından, fesat düşüncelerinden, fitne ve nifaklarından korumanla mesrur et! Hastalıklarımıza şifa ver, dertlerimize devalar lütfet, içine düştüğümüz sıkıntılardan kurtar ve yürüdüğümüz yolda bizi başarılı kıl.

***

TEVHİDNÂME MÜZAKERESİ

KALBİN ZÜMRÜT TEPELERİ PENCERESİNDEN 

 [13] ŞİFA, SIHHAT VE ÂFİYET

 “Bakın, cesette bir çiğnem et vardır ki, o sıhhatli [13]  olunca bütün ceset de sağlam olur; o fesada yüz tutunca da bütün ceset bozulur gider. Dikkat! İşte o kalbdir.” buyurarak kalbin insan bedenindeki yer ve önemine dikkatleri çekmiştir.

Kalb, düşünce sıhhati[13] , tasavvur sıhhati[13]  ve ruh sıhhati, hatta beden sıhhati için âdeta bir kale gibidir. İnsanın maddî, mânevî duyguları bu kaleye sığınır ve korunmuş olurlar. Bu açıdan insan için bu kadar önemli olan kalbin de karantinaya ve gözetilmeye ihtiyacı vardır.

Zira o, yaralanınca tedavisi çok güç ve ölünce de hayata döndürülmesi çok zor bir lâtîfedir.

[KALB – Kalbin Zümrüt Tepeleri 31 Mart 1991]

Fakr ile alâkalı bir hoş söz de Hz. Mevlânâ’dan: “Fakr, her şeyin özü; onun gayrisi ise sûret ve şekildir. Fakr bir şifa [13] , başkası ise marazdır. Bütün âlem bir hevâ, bir çalım ve gurur; fakr ise varlığın sırrı ve özüdür.”

[FAKR U GINA – Kalbin Zümrüt Tepeleri 31 Ekim 1992]

***

TEVHİDNÂME -BAŞYAZI MÜZAKERESİ

SIZINTI-ÇAĞLAYAN BAŞYAZILARI PENCERESİNDEN  

 [13] ŞİFA, SIHHAT VE ÂFİYET

 Evet artık bugün, belli ölçüde de olsa, kendimize gelmenin, kendimizi bulmanın ümit ve inşirahıyla daha çelik çavak ve daha kararlı görünüyoruz.. dilerim, bundan sonra da ortaya koyacağımız her cehd ve gayret, dökeceğimiz her gözyaşı damlası bugüne kadar onulmaz gibi görünen yaralarımızın şifası [13]  ve bazılarımıza karanlık görünen geleceğimizin de ziyası olsun!

[MİLLETİMİZİN ANA DÂVÂSI _Sızıntı 31 Mart 1996  Başyazısından]

… 

Daha şimdiden bazı batı ülkeleri hastanelerinde dua, telkin, hipnotizma, ruh yoluyla tedavi gibi psikoterapik sistemler, –tenkit edilecek bazı yanlarının bulunmasına rağmen– tatbik edilmeye başlandı bile. Bunları, bir kısım kimselerin zannettikleri gibi, üfürükçülük saymak kat’iyen doğru değildir. Aksine bunlar batıda, modern hekimliğin usullerinden kabul edilmektedir.

Duanın, marazî durumlar üzerindeki tesirine ait bu şekildeki telâkkiler, çeşitli hastalıklardan mesela; kemik veya periton vereminden soğuk apseye, cerahatli yaralardan kansere kadar daha bir sürü rahatsızlıkta hem de birdenbire şifa bulmuş yüzlerce hasta üzerindeki müşâhedeye dayanmaktadır. Bunları aşamayanların dine hücum etmeleri ne kadar garip! Keşke daha temkinli olabilselerdi.! Ama ne gezer…!

[DİNİN YENİLMEZLİĞİ _Sızıntı 01 Ocak 1993  Başyazısından]

… 

Eğer bugün İslâm’ın vaad ettiklerini bütünüyle göremiyorsak, bunu onun yetersizliğinde değil, onun dost ve müntesiplerinin vefasızlığında, aymazlığında; ona hasmâne tavır alan cephenin de kin, nefret, iğbirar ve ön yargılarında aramalıyız. Zira Cenâb-ı Hak: “Biz bu Kur’ân’ı bir şifa ve rahmet kaynağı olarak ceste ceste indiriyoruz.”(İsrâ sûresi, 17/82.) buyurarak, onun bütün dertlere derman, bütün sıkıntılara çare olduğunu hatırlatıp ona yönelmemizi istemekte ve “Doğrusu bu Kur’ân, insanları yolların en sağlam ve en eminine ulaştıran bir rehberdir.”(İsrâ sûresi, 17/9) fermanıyla da bize her kapıyı açabilecek, her problemi çözebilecek sırlı bir anahtar vermektedir; vermektedir ama, çoklarımız, hâlâ anlaşılmaz bir temerrüt ve cehalete takılarak, hazineler kıymetindeki bu anahtarı bir türlü değerlendirememekteyiz.

Gariptir, herhangi bir alet ve cihaz bozulduğunda, o alet ve cihazın firmasına ya da o konudaki uzmanlara başvurduğumuz hâlde, nedense, aynı usulü kalbî ve ruhî hayatımızla alâkalı problemler karşısında uygulamaya bir türlü yanaşmamakta ve Yaratıcı’nın tavsiye ve direktiflerini almayı düşünmemekteyiz.

Oysaki “Yapan bilir, üreten onarır.” fehvâsınca, çok kıymetli ve kıymetli olduğu kadar da kompleks bir yapıya sahip olan insanoğlunun, zahirî ve bâtınî yanlarıyla alâkalı hemen bütün problemlerinde, kendini “Alîm” ve “Habîr” olarak tanıtan Zât’a müracaat etmek icap ederdi; böyle hareket aklın ve mantığın yolu olduğu gibi genel davranışlarımızda da tenakuza düşmemenin gereğiydi.

[İSLAMIN GÖLGESİNDE HAYAT _Sızıntı 01 Kasım 2000 Başyazısından]