TEVHİDNÂME İLE KALBİN ZÜMRÜT TEPELERİNE YOLCULUK (2.BÂB)
GÜNCELLENME TARİHİ: 03 MART 2020
(TEVHİDNÂME-2):
“Allah’ım! Sen’den öyle bir fazl u kerem ve öyle bir teveccüh[2] taleb ediyoruz ki, sen’den gayrısının bütün fazl u keremleri ve bütün teveccühlerinden bizleri müstağnî kılsın!”
—
2.BÂBIN DUASI (YAKARAN GÖNÜLLERDEN…)
Yâ Ze’l-fadli ve’l-keram.. Ey sonsuz fazl ve kerem sahibi… (Cevşen-i.Kebir-79)
Yâ Men hüve fadlühû mukîm.. Ey fazl ü keremi dâim olan, Rabbim..(Cevşen-i.Kebir-98)
Ey Zâtında her türlü kemâlâtı câmi’ ve kullarına fazl u ihsanları çok olan Fâzıl!
Ey kullarına fazlından sayısız nimetler yağdıran!
Rızıklarını kulları arasında taksim eden ve fazl u kereminden hiçbir kulunu mahrum bırakmayan Allah Sübhan’dır.
Nihayetsiz fazl hazinelerinden büyük feyiz ve mevhibelerle bizi de feyizyâb eyle.
Bizi de fazlınla dünyada şerlilerin şerrinden, âhirette de Cehennem azabından koru.
Ey fazlı, keremi, hilmi ve affı bizim hayallerimize bile sığmayacak kadar engin olan Yüce Sultanımız!
Ne olur, bizi, tattırmakla yüzümüzü güldürdüğün nimetlerinin tamamına erdir.
Bu zavallı gedâna bir kere keremkâne davrandıktan sonra artık keremini kesme.
Allah’ım, ebrâr diye bilinen iyi ve hayırlı kullarınla beraber bizi de Cennet’ine dâhil eyle, seçkinlerden seçkin Peygamber’inin şefaatiyle, fazl ü keremin hürmetine!.. Ey Hannân, ey Mennân, ey Zül-celali ve’l-ikram.”
***
TEVHİDNÂME MÜZAKERESİ
KALBİN ZÜMRÜT TEPELERİ PENCERESİNDEN
[2] FAZL U KEREM VE TEVECCÜH
“Zinhâr Halka dilencilik etmekten sakın!
Ve istediğini sadece keremi[2] çok engin Rabbinden iste!
Bir gün mutlaka geldiği gibi gidecek olan dünyanın ziynet ve debdebesini bırak!” sözleri bu mülâhazayı çok güzel ifâde eder. …”
[VERA Kalbin Zümrüt Tepeleri 30 Eylül 1993]
…
“Allah her şeyi var eder, var ettiklerinin bazılarını hususî donanımla şereflendirir; sonra da onların istidatlarına göre teveccühte[3] bulunup -tahsis Kendine ait- belli özellikleri itibarıyla onları ekstra mevhibelerle serfiraz kılar.
Evet O, umumî himâye, sıyânet, rahmet, şefkat ve inâyet… gibi celâlî ve vâhidî nazarıyla her şeyi görüp gözetmenin yanında,bazı kimselere özel iltifatı, kendine yaraşır şekildeki muhabbeti, fevkalâdeden merhamet ve şefkati gibi… cemâlî ve ehadî teveccüh[2]lerde de bulunur.
O, bütün varlık ve hâdiselere kuşatan bir nazarla baktığı aynı anda -ki O her zaman böyle bakmaktadır- değişik cins, tür, fert ve fertçiklere de, konum, kabiliyet ve istidatlarına göre nazar eder; Hâl, kâl ve ıztırar diliyle isteyip diledikleri her şeye cevap verir ve –hikmetine bağlı istisnalar mahfuz- hiçbir varlığı da mahrum bırakmaz…”
[NAZAR VE TEVECCÜH Kalbin Zümrüt Tepeleri 30 Eylül 2003]
***
TEVHİDNÂME -BAŞYAZI MÜZAKERESİ
SIZINTI-ÇAĞLAYAN BAŞYAZILAR PENCERESİNDEN
“Her şeyi ilahî rahmetin vüs’atine, O’nun fazlının enginliğine[2] ve O’nun tarafından sürpriz teveccüh[2]lere vererek, “Her şey Sen’den, Sen Ganîsin / Rabbim Sana döndüm yüzüm!” vird-i zebanıyla koşarlar her hamle, her kıpırdanışlarıyla, on’lara-yüz’lere namütenahi karşılık mukabelesinde bulunan Sultanlar Sultanı’nın hazîratü’l-kudsüne.
“Zaten, Cenâb-ı Hakk’ın teveccüh[2]lerinin temâdîsi de buna bağlıdır.
Siz yorgunluğa düşüp melâlet yaşamadıkça Allah teveccüh[2]lerini kesmez.” fehvasınca, insan hiçbir zaman gözünü O’nun kapısından, kapısının aralığından ayırmamalıdır;
ayırmamalıdır ki seviyesine göre nazar ve teveccüh[2] esintilerinden mahrum kalmasın; ikbâli, ikbâl mukabelesi görsün; nazar ve niyazı da, teveccüh[2] atiyyelerine dâî olsun…”
[HAK YOLUNA ADANMIŞ RUHLAR – Çağlayan Dergisi Haziran 2017 Başyazısından]
…
“Diş sıkıp katlanma hususunda, olumsuz her hâl, her keyfiyet ve her duruma karşı, “Ey iman eden emniyet ve güven insanları!.. Siz bütün bu menfi durumları sabır ve namaz istiânesi ile savmaya bakın, zira Allah sabredenlerle beraberdir!” (Bakara sûresi, 2/153) menhelü’l azbü’l-mevrûdu, onların her zaman başvurup gönül ve ruh kâseleri saldıkları her derde deva pırıl pırıl bir kaynaktı.
O öyle ledünnî bir menbâ idi ki, insan onu her yudumladıkça doğar kalbine bir teveccüh-ü Rahmân[2]; içtikçe ona verir hayat-ı câvidân ve yudumlanan damlalar, olur adeta birer ummân.”
Bütün bunlara rağmen onlar, birer fâni olduklarının ve güçlerinin de sınırlı olduğunun farkındaydılar. Onun için de teşebbüs ettikleri hemen her işlerinde kendi havl ve kuvvetlerinden -irfanları ölçüsünde- teberrî eder ve Kudreti Sonsuz’un irade ve meşîetine sığınarak damlalarını deryaya, zerrelerini de güneşlere çeviriverirlerdi. Aslında yok’u var’a çevirmenin, hiç’i değerler üstü değerlere yükseltmenin yolu da bundan geçmektedir. Zaten Kudreti Sonsuz’un teveccüh[2] ve tecellisi de O’na doğru yürüyenlerin kendilerinden geçmelerine bağlanmıştır
[BİR KÜSÛF DAHA SONA ERERKEN – Çağlayan Dergisi Nisan 2017 Başyazısından]