TEVHİDNÂME İLE KALBİN ZÜMRÜT TEPELERİNE YOLCULUK  (9.BÂB) 

GÜNCELLENME TARİHİ: 08 MART 2020 // 13 RECEB 1441 PAZAR

 (TEVHİDNÂME-9):

Allah’ım! San’a ve Habîb-i Edîb’in Hazreti Muhammed’e öyle bir mülâki olma iştiyakı [11] bizlere bahşet ki, Sen’den gayrısına karşı yersiz/faydasız iştiyak duymaktan bizleri müstağni kılsın!”

9.BÂBIN DUASI  (YAKARAN GÖNÜLLERDEN…)

Yâ Men la yeğibü ‘an kulûbi’l-müştâkın..Ey kendisine iştiyak duyanların kalblerinden kaybolmayan..

Yâ Muğîşe’l-müştâkîn.. Ey kendisini çok arzu eden ve sevenlere imdat eden..

Yâ Men beleğat ilâ külli şey’in kudratüh..Ey kudreti her şeye kavuşan,

Ey kalbleri, Kendisine karşı her zaman iştiyak ile coşan ve yanıp tutuşan kullarının kalblerini tarifler üstü teveccühleriyle dolduran

Allah’ım!

Seni sevdik ama Sana iştiyakla ölüp ölüp dirilemedik; Habîbullah’a muhabbet duyduk, heyhat O’na delice gönül veremedik; fakat Senin yolunda yürüyor bulunmamıza da binlerce hamd ü sena olsun!..

Allahım!

Dünyada bize bahşettiğin bütün nimetler için Sana hamd ediyor, şükranlarımızı sunuyoruz. Tam bir marifet ve muhabbet ve Sana mülakî olma yolunda hâlis bir aşk ve iştiyak gibi nimetlerle tamama erdir.

Rabbimiz, bizi de kurb kahramanlarından eyle! Öyle aşkın bir sevgiyle içimizi donat ki, gönül pencerelerimizi Senin rızandan başka her şeye kapatalım ve öyle bir şevk ü iştiyakla ruhlarımızı doyur ki, Senin hoşnut olmadığın hiçbir şeye tenezzül etmeyelim.

Allahım!

Marifetimizi, muhabbetimizi, aşkımızı, Sana olan iştiyakımızı artır! İçimizi azametine karşı haşyet, Sana kavuşmaya karşı da iştiyak hisleriyle doldur

Her an gözü o kapıda, eli kapının tokmağında bulunan aciz bendelerini, onlarca en büyük iltifat sayılan rıza ve aşk u iştiyak düşünceleri ve içten düşleriyle, Senin sımsıcak teveccühüne vesile huzur-ı kibriyânda, kemerbeste-i ubudiyetle serfirâz kıl!

 ***

TEVHİDNÂME MÜZAKERESİ

KALBİN ZÜMRÜT TEPELERİ PENCERESİNDEN 

 [11] İŞTİYAK  

“Bu açıdan ubûdiyetin ubûdete açık önemli bir buudu olan zühd, aşk karşısında bir kaç adım geride kabul edilmiş ve meselenin tamamiyeti aşk u iştiyak-ı likâullaha [11]  bağlanmıştır. Buna göre zâhid, dünya ve mâfîhâyı kalben ve fikren terk etmenin yanında, hayatını ihlas yörüngeli sürdüren, her davranışında Hak hoşnutluğunu gözeten, ömrünü ukbâ güzergâhında tüketen, “sermaye ve azık” denince de ibadet ve ubûdiyetle kalbi atan ama Cennet ve ötesi şeylere de kalben açık bulunan bir âbid-i kâmildir.”

[ÂBİD, ZÂHİD, ÂŞIK (2) – Çağlayan Kalbin Z. T. Mart 2018]

***

“Diğer bir zaviyeden ibadet ve ötesi izafi farklılıklar, mütefâvit derinlikler ifade ederler. Taklit eksenli sıradan bir mü’minin bu mertebeler içindeki yeri, yetiştiği kültür ortamının ona kazandırdıklarıyla sığ bir teveccüh şeklinde; bir veli ve daha ötesindekilerin bakış ve ihsasları da ilâhî varidat sağanakları karşısında “Daha yok mu?!.” ihtisas ve iştiyakı[11] çerçevesindedir.

Mukarrabînden birinin latîfe-i rabbaniye sayesinde duyuş ve sezişleri ise, bir istiğrak u heymân derinliğindedir; onlar görülüyor olma şuuru ve görüyor olma arzuiştiyakıyla [11] O’ndan başka her şeyi ağyâr sayar.. âsârında Müessir’i hecelemeye koyulur.. esmâsında sıfât-ı sübhâniye vâridâtıyla sermest yaşar.. hep o Mevcud-u Meçhul’ü vird-i zebân etmek suretiyle “Hak’tan ayan bir nesne yok; gözsüzlere pinhân imiş” (Niyazî-i Mısrî) der ve sürekli ufuklarının varidatını mırıldanır dururlar. Haslar hasına mahsus bu zirveye “Ehadiyet-i cem ve fark” makamı denegelmiştir.

Diğer bir yaklaşımla ibadet, henüz irfan şahikasına yükselememiş, taklit patikasında düşe-kalka yürüyenlerce dünyevî-uhrevî ücret beklemeye bağlı bir amel; evliya, asfiya için müşahede ve mükaşefeye açık bir yol; akrabü’l-mukarrabîn ufkunda ise “hakka’l-yakîn” zirvesinde rü’yet ve rıdvan aşk u iştiyakıyla [11] “Hakikatü’l-hakaik”ı en kâmil mertebede bilme ve bende olma miracıdır.”

[ÂBİD, ZÂHİD, ÂŞIK (1) – Çağlayan Kalbin Z. T. Şubat 2018]

 ***

 “Onun içindir ki, her an ayrı bir marifet, ayrı bir muhabbet ve ayrı bir zevk-i rûhânî ile aşkı, şevk ufkunda, şevki, iştiyak kutbu [11] nda devredip duran Ufuk İnsan ve Kutup Peygamber (sas), bir vuslat kuşağı sath-ı mailinde en birinci dilek olarak:

Allah’ım Sen’den, Sen’in cemâl-i bâ kemâlini müşahedeye ve Sana vuslata şevk istiyorum” sözleriyle O’na yalvarır ve mezîd ister.

“Şevk, zahir ve bâtın duyguları mahbûba tevcih edip ondan başkasına karşı olan iştihâlara bütünüyle kapanma, iştiyak [11] ise, ona karşı arzu ve isteklerle dolup taşmadır.. ve bunların her ikisi de ruhu besleyen önemli kaynaklardandır. Her ikisi de elemli fakat inşirah verici, sıkıntılı, fakat ümit va’dedicidirler.”

“Acz u fakr yolu itibariyle şevkhizmette fütur getirmeme, ye’se düşmeme; mâruz kalınan, en kötü, en çirkin gibi görünen durgunlarda bile, Cenâb-ı Hakkın bir eser-i rahmeti var olabileceği mülahazasıyla buruk, hüzünlü fakat ümitli bir bekleyiş ve Allah’a karşı fevkalade güven içinde bulunma şeklinde yorumlanmıştır ki, günümüz hizmet erlerimizin dört buud ve dört derinliklerinden biri sayılır.”

[ŞEVK-U İŞTİYAK – Kalbin Zümrüt Tepeleri 01 Eylül 1991]

***

TEVHİDNÂME -BAŞYAZI MÜZAKERESİ

SIZINTI-ÇAĞLAYAN BAŞYAZILARI PENCERESİNDEN  

 [11] İŞTİYAK

Takılıp yollarda kalan bir sürü yolzede vardı ve bunlar hal diliyle kendilerine uzanacak bir el ve immün sistemlerini güçlendirecek bir reçete bekliyorlardı; iman, marifet, muhabbet ve aşk u iştiyak-ı likâullah muhtevalı bir reçete.

Onlar da işte bunu yapma his ve heyecanıyla, yürekleri durasıya bunun için hep koşup duruyorlardı. Boşa gitmemişti bu ölesiye gayretler, binler-yüzbinler onların soluklarıyla derlenip toparlanmış ve “vira bismillah” diyerek insanî çizgiye girivermişti.. bu sayede dört bir yanda onlara karşı sevgi ve kabul meltemleri esiyor ve birbirinden çok farklı coğrafyalarda hep içten samimi bir sevgiyle karşılanıyorlardı.

Üzerlerinde bir Hak teveccühü vardı ve şart-ı âdi planında bu da onların, edip eylediklerini, kendilerinden bilmeyip Hakk’ın irade-i sübhanîyesine, takdir-i kudsîsine, lütuf ve engin rahmetinin ekstra tecellisine vermelerindendi; onlar bütün muvaffakiyetlerinin ihlas, rıza ve aşk u iştiyak-ı likâ mülahazalarına bir utûfet-i rahmaniye olduğuna inanıyorlardı.

 [HAKK’A ADANMIŞLAR YOLU _Eylül 2017  Başyazısından]

Bu yol herkese açık olsa da yolcunun samimî ve kararlı olması şarttır. Herhangi bir mü’min bütün cemallerin, kemallerin, azametlerin, ululukların, ihtişamların, ihtişam üstü ihtişamların O’na ait olduğunu görüp hissedebildiği takdirde bütün bu vesilelerin gönülde hâsıl ettiği alâka, muhabbet ve iştiyak [11] la O’na yönelir ve O’nu zatına münasip bir sevgiyle sever ki işte bu tutku –ve tabir yerindeyse– bu sevda O’nadır ve tevhid edalı bir aşk u iştiyak [11]  kaynağıdır.

Zaten, tevhide kilitli ve İslâmî esaslara bağlı bir sinede sevgi inhirafı da düşünülemez.. ve hele asla muhabbet kaymaları olmaz ve olamaz. Bir muvahhid O’nu O olduğu için sever ve sevgisini de dünyevî-uhrevî hiçbir mülâhazaya bağlamaz. O, her zaman gönlünde köpürüp duran sevgi fevvarelerini, aşk u iştiyak [11] çağlayanlarını Kur’ân’la, Hazreti Ruh-u Seyyidi’l-Enâm (aleyhi ekmelüttehâyâ)’nın vaz’ettiği düsturlarla filtre ve test eder ve bunları insanî heyecanlarla yürüdüğü yollarda birer bariyer gibi kullanır, aşk ateşiyle cayır cayır yandığı zamanlarda bile hep istikamet soluklar; O’nu her şeyin gerçek mâliki, sahibi, görüp gözeteni, esmasıyla mâlum, sıfatlarıyla muhat bir Zât olarak kendine has münezzehiyeti, mukaddesiyeti, mübecceliyeti içinde derin bir aşkla sever; severken de kat’iyen şatahat ve laubaliliğe girmez.

 [ALLAH SEVGİSİ _Haziran-Temmuz 2003  Başyazısından]

Aslında, bizim dünyamızda doğup büyümek, kökleri geçmişin derinliklerinde bulunan onun ruh ve mânâsını duymak bir imtiyaz ve bir bahtiyarlıktır. Böyle bir imtiyaz ve bahtiyarlığı tam sezebilmek, biraz bu dünyanın ruh ve mânâsı sayılan o zengin mirasımızın takdir edilmesine, biraz da ona, Mecnun’un Leylâ’ya baktığı gibi bakılmasına bağlıdır. Gönüllerdeki aşk u iştiyakı [11]; güzellik, melâhat, endam ve tenasüp karşısında parlayıveren bir kor veya tutuşan bir çerağ diye yorumlarlar; bu yaklaşım doğru olsa da eksiktir; zira en büyük aşklar her zaman ruh inceliği, duyarlılık ve ihsas derinliğiyle mebsûten mütenasip inkişaf edegelmiştir. Kaba ve duyarsız ruhlar bazı şeylere karşı temayül izhar etseler de kat’iyen sevmesini bilemezler. İhsasları körelmiş kimseler her zaman aşk u iştiyak [11] deyip dursalar da asla vefalı olamazlar. Herhangi bir şeyi sevmek onu doğru tanıyıp duymaya bağlıdır. İç hususiyetleriyle tam bilinmeyen güzellikler insanlar üzerinde muvakkat bir alâka uyarsa da ebedî irtibat vesilesi olamaz.. bu kabîl alâkalar gelip geçici heyecanlara sebebiyet verseler de birer aşk kıvılcımı hâline gelemezler.

 [ÖZÜNDEKİ SİHRİYLE BİZİM DÜNYA-1 Temmuz 2001 Başyazısından]

Her gün yüzlerce badire ile karşı karşıyadırlar; ama gönüllere rikkat verecek bir incelikle hep başkalarını düşünür ve başkaları için yaşarlar; hem de kendilerini ve yakınlarını düşünmeyecek kadar bir diğergâmlık ruhuyla. Ağlamaları çok, gülmeleri az, tebessümleri de mânâlıdır. Varlığın perde arkasından sızıp gelen sırlara, dört bir yandan gönüllerini saran ilhamlara, ilhamlarını sinelerine boşaltabilecekleri âşina muhatapların bulunmasına, hizmetlerinin ümitle tüllenen akıbetine, Allah’ın hoşnutluğuna ermiş olma bahtiyarlığına ve böyle bir hüsnüzan kuşağında öleceklerine ve O’na mülaki [11] olacaklarına tebessüm ederler.

[OLANLAR VE OLMASI LÂZIM GELENLER– Mayıs  1994 Başyazısından]