YENİ İNSAN MODELİ (BÖLÜM-4)
YENİ/YENİLENEN İNSAN ve MEŞVERET KÜLTÜRÜ
BAŞYAZI MÜZAKERESİ
İSTİFADE EDİLEN KAYNAKLAR
1)- RUHUMUZUN HEYKELİNİ İKAME EDERKEN (RUHUMUZUN HEYKELİNİ DİKERKEN)
2)- ŞURA (RUHUMUZUN HEYKELİNİ DİKERKEN)
3)- BUHRANLI GÜNLER VE ÜMİT ATLASIMIZ
4)- DİRİLİŞ ÇAĞRISI
5)- BAMTELİ
ÖZETLE;
1)- Ruhumuzun Heykelini İkame Eden Yeni/Yenilenen İnsan ve Ortak Akıl
2)- En Akıllı Toplum /İnsan ve Meşverete Memur Olma
3)- Düşünce Enginliğine Ulaşma ve Ortak Akıl
4)- Peygamber Ahlakı; Kolektif Şuura ve İstişare Ruhuna Saygılı Olma
5)- Umumun Hukukuna Taalluk Eden Meselelerde, “Kolektif Şuur”
6)- İmtihan Günleri ve Meşveret
7)- Hataları Aza İndirmenin Yolu Meşveret
8)- Hezimeti Zafere Dönüştüren İksir Meşveret
9)-Meşveret, Yapılacak İşlere Herkesin İştirakini Sağlar
10)-İstişarede Münazara ve Müzakere Ahlâkı
11)- İstişare Kendi Fikirlerimizi Dayatma Yeri Olmamalı
12)- Kıdem ve Makam Üstünlüğü Değil Hakk’ın Hatırı
13)- Gâye-i Hayal Âbidesi İnsanların Düşüncelerine Müracaat Etme
14)- Bir İdareciye, Allah’ın En Büyük İhsanı Hayırlı Yardımcılar
15)- Beş Afetten Biri; “Meşveretten Vazgeçme”
16)- Günümüzdeki İçtihad ihtiyacı ve Meşveret
***
1)- Ruhumuzun Heykelini İkame Eden Yeni/Yenilenen İnsan Ve Ortak Akıl
“Mirasçının beşinci vasfı; onun hür düşünebilmesi ve düşünce hürriyetine saygılı olması şeklinde hulâsa edilebilir.”
“Hür olabilme, hürriyeti duyabilme insan iradesinin önemli bir derinliği ve benlik sırlarına açılmanın da sihirli kapısıdır.O derinliğe açılamayan ve o kapıdan içeriye giremeyene insan demek oldukça zordur.”
…
“Öyleyse, bugün farklı dünyalara doğru yürürken hem başkalarına karşı olan tavırlarımızda, hem kendi benlik ve hırslarımız açısından biraz daha hür düşünceli ve hür iradeli olmalıyız..”
…
“Ne var ki, her şeyin olabildiğince teferruata açıldığı ve ferd-i ferîdlerin dahi altından kalkamayacağı bir hâl aldığı günümüzde, artık dehânın yerini de şahs-ı mânevî, meşveret ve kolektif şuur almıştır ki, bu da yeryüzü mirasçılarının altıncı adımının hulâsasıdır.”
2)- En Akıllı Toplum /İnsan ve Meşverete Memur Olma
“En akıllı insan, başkalarının düşüncelerine en çok saygılı olan, onlardan en çok yararlanan ve herhangi bir konuda doğruya ulaşmak için mutlaka bir başkasının görüşüne de başvuran insandır.
Aslında, bugüne kadar bu hususu görmezlikten gelen veya gözardı eden hiçbir toplum iflah olmamıştır.
…
Zaten Peygamber Efendimiz de ümmetin kurtuluşunu ve geleceğe yürümesini, “İstişarede bulunan asla kaybetmez.” sözüyle meşverete (fikir alışverişine) bağlamıştır.
…
Ayrıca, akıl ve zekâ yönüyle insanların en mükemmeli olan ve aslında başkasına danışmaya ihtiyâcı bulunmayan Resûl-i Ekrem (aleyhi ekmelüttehâyâ) Efendimiz, hayatını vahyin aydınlığında sürdürüyor olmasına rağmen, meşveretle memur olduğunu her vesileyle ortaya koymuş ve her meseleyi istişareye sunmuştur.
Demek ki, herhangi bir müessesenin başındaki insan, Allah tarafından müeyyed olup sürekli ilhamla beslense de, yine istişâre etme mecburiyetindedir.
…
Kendi düşüncelerine kapalı ve başkalarının fikirlerine de saygılı olmayan biri, üstün bir fıtrat, seviyeli bir dimağ, hatta dâhi bile olsa, her düşüncesini meşverete arz eden sıradan ve düz bir insana göre daha çok yanılmalara maruzdur.
En akıllı insan, meşverete en çok saygılı ve başkalarının düşüncelerinden de en çok yararlanan insandır.
İş ve planlarında kendi fikirleriyle yetinen, hatta onları zorla diğer insanlara da kabul ettirmeye çalışanlar, önemli bir dinamizmi elden kaçırdıkları gibi, çevrelerinden de sürekli nefret ve istiskal görürler.
Evet, bir insanın teşebbüs ettiği herhangi bir işinde en güzel neticelere ulaşmasının ilk şartı meşveret olduğu gibi; onun kendi gücünün kat kat üstünde önemli bir kuvvet kaynağına sahip olmasının yolu da başka değil yine meşverettir.
3)- Düşünce Enginliğine Ulaşma ve Ortak Akıl
Bizim aklımıza gelen fikir ve düşünceler vahiy mahsulü olmadığından bunlar her zaman kendi geçmiş bilgi birikimimizle maluldür. Yani dimağımızda bulunan bir kısım yanlış bilgiler her zaman için bizi yanlış analiz ve sentezlere sevk edebilir. Şahsî içtihat ve istinbatlarımızda yanılabiliriz. Ortaya koyduğumuz bir kısım düşünceler her zaman, herkes için geçerli olmayabilir.
Bu açıdan ulaştığımız fikirlerin, gelecekle ilgili plân ve projelerimizin tashihe ihtiyacı olabileceğini düşünmek, onları meşverete arz etmek de düşünce enginliğine ulaşma adına çok önemli bir husustur.
4)- Peygamber Ahlakı; Kolektif Şuura ve İstişare Ruhuna Saygılı Olma
Kolektif şuura ve istişare ruhuna saygılı olmak, peygamberlerin ahlakı ve sâlihlerin de şiarıdır.
Allah Rasûlü, her meseleyi ashabıyla istişare ederek onların görüşlerini alıyor ve planladığı her işi maşerî vicdana mâl ediyordu. Buna destek olabilecek bir faktör daha vardır ki, o da, “meşveret”tir, “ortak akıl”dır.
Meşveretteki bu inceliği, İnsanlığın İftihar Tablosu (elfü elfi salâtin ve elfü elfi selâmin aleyhi) ortaya koymuştur. Kendisi vahiy ile müeyyed olduğu halde, sizin-bizim göremeyeceğimiz meseleleri gayba muttali o gözüyle (eski ifadesiyle “gayb-bîn” gözüyle) görüyor olmasına rağmen hemen her meseleyi istişare etmiştir.
5)- Umumun Hukukuna Taalluk Eden Meselelerde, “Kolektif Şuur”
Ele alacağımız meselelerde, hususiyle Hizmet’e ve umumun hukukuna taalluk eden meselelerde, “kolektif şuur”a müracaat etmeyi gerektirir.
Kendi düşüncelerimizden daha çok “makul” bulduğumuz başkalarının düşüncelerine saygılı olma..
onları bir yönüyle bize verilmiş karşılıksız bir sermaye gibi kullanma..
düşüncemizi, onların verdiği o şeylerle derinleştirme…
Esas, “kolektif şuura müracaat etmek”; büyük-küçük demeden, herkesin düşüncesini almak ve herkesin düşüncesini saygıyla karşılamak…
Diyeceğimiz-edeceğimiz şeyler mevzuunda, herkesin düşüncesini bir unsur olarak kabul etmek, hesap içinde mütalaaya almak ve “Şöyle bir mülahaza, şöyle bir düşünce de vardı!” demek, çok önemlidir.
…
Bu itibarla da, yapılacak iş ve hizmetler, evvelâ çok iyi istişare edilmeli, iyi-kötü rizikoları ve faydaları nazar-ı itibara alınarak çok iyi planlanmalıdır.
Yani herhangi bir dünyevî iş gibi o işin teknisyenleri tarafından her şey çok iyi gözden geçirilmeli, mutabakat sağlanmalı ve sonra teşebbüs edilmelidir.
Bütün zarar yollarını tıkayıp kâr yollarını açtıktan sonra işe koyul ki, neticede kaderi tenkit etme.
İşin başında esbaba riayette kusur etme ki, sonunda da “Keşke!” demeyesin.
Bu itibarla, hizmet öncüleri kat’iyen kusur etmemeye bakmalı ve mutlaka istişareye riayet etmelidirler.
Zira her geriye dönüş, bir kısım fikir ayrılıklarına sebebiyet verir. Bunu bölünmeler takip eder ve o güne kadar yapılanlar bir bir yıkılır gider.
6)- İmtihan Günleri ve Meşveret
Günümüzde hem fert, hem toplum olarak pek çok problem sarmalıyla karşı karşıya bulunuyoruz. Eğer bugün siz en muğlak problemleri bile çözebilecek istişare mekanizmasını işletmez, ortak akla başvurmazsanız ortaya çıkan zincirleme yanlışlar karşısında ezilir kalır, daha sonra da suçluluk psikolojisine girer, etrafınızda suçlular arar ve neticede çevrenizde yıkmadık gönül, küstürmedik insan bırakmazsınız.
Suç da, kabahat de sizde olduğu hâlde sürekli etrafınızdakileri suçlayarak kendinize olan güveni sarsar, onları kendinizden uzaklaştırır ve kaçırırsınız.
Hâsılı, hem dünya hem de ukbada iştirak-i a’mâl-i uhreviyenin vaat ettiklerine nail olabilmek için dupduru bir niyet ve samimiyete, kardeşlik ve dayanışma ruhuyla ortak akıl ve kolektif şuura ihtiyaç vardır.
…
Bela sarmalından sıyrılmanın ilk şartı durağanlıktan kurtulmak, onun da en önemli vesilesi akl-ı selim sahibi mefkûre insanlarıyla istişare yapmaktır.
Bu açıdan, durağanlık çok tehlikelidir; ölümcül bir hastalık gibidir.
Ne olursa olsun, dört bir yandan sarılsak, musibetler/belalar sarmalı içinde kalsak da yapmamız gerekli olan şey harekettir.
Bu cümleden olarak mutlaka “meşveret”e, akl-ı selime müracaat etmek lazımdır.
Aklı başında olan, o işin tecrübesini edinmiş ve bir yönüyle işleye işleye onu geliştirmiş bulunan insanlarla oturup, “Genel durum şudur, tablo şudur; acaba bundan sıyrılmanın yolu ne ola?!.” diyerek konuşursunuz. Başkalarının düşüncesine saygı mülahazasıyla oturursunuz, “Dediğim dedik!” değil.
7)- Hataları Aza İndirmenin Yolu Meşveret
Evet, bazı işler var ki fevkalâde bir deha, bir performans, olabildiğine yüksek bir karizma ve çok engin muhakeme istiyor. Diyelim, biz İslâm’a hizmet adına bir adım attık. Düşünmeli, acaba bu hareketin neticesi ne olur?
Alternatif olarak şu da olabilir, şu da ve eğer bunların hepsi de hayırlı ise, onlardan doğacak şeylerin de yine kendi alternatifleri içinde hayırlı olmalarına dikkat etmek icap eder.
Değilse, “Bu sebep şu neticeyi doğurur, bu da hayır gibi gözüküyor, dolayısıyla buna yürümeli.” demek, bana göre yarım akıllılıktır ve İslâm’ı kendi ahmaklığımıza kurban etmek demektir.
İşte böyle bir meselede muhtemel boşlukları dolduracak en önemli güç kaynağı kolektif şuurdur.
Evet, biz, bir akılla ulaşamadığımız nice şeylere iki, üç, dört, beş akılla çok rahat ulaşabilir ve bu boşluğu doldurabiliriz.
Evet, gerektiğinde bir mesele hakkında yüz akla müracaat edilmeli ve onlardan aldığımız düşünceler harman edilerek bir sonuca varılmaya çalışılmalıdır.
Zannediyorum bu esaslara riayet çerçevesinde hareket edildiğinde, hatalar aza indirilmiş olur ve yap-bozlarla ömür tüketilmez.
Ne var ki, başta da ifade ettiğimiz gibi, bütün bütün hataların kökünü kurutmak da mümkün değildir.
8)- Hezimeti Zafere Dönüştüren İksir Meşveret
Allah Resûlü (sallallâhu aleyhi ve sellem), Uhud’a çıkmadan önce ashabıyla istişare yapmış, meşveret disiplininin yerleşmesi adına onların görüşleri istikametinde hareket etmişti.
Ama neticede muvakkat bir hezimetle karşı karşıya kalınmış, bu geçici hezimet sonucunda ciddi kayıplar yaşanmıştır. İşte böyle bir tablo karşısında Allah Resûlü’nün içinde bir burukluk olabileceği ihtimaline karşılık Cenâb-ı Hak, Efendimiz’in (sallallâhu aleyhi ve sellem) afv u safh ile hareket etmesini, onlar adına istiğfar talebinde bulunmasını, üçüncü olarak da ne yapılması gerektiğiyle ilgili onlarla bir kere daha meşveret yapmasını istemiştir.
Nitekim müşrikler, zaferyâb bir havayla caka yapa yapa Mekke’ye doğru ilerlerken Allah Resûlü (aleyhissalâtü vesselâm), ashabını toplayarak onlara müşrikleri takip etme meselesini arz etmiş, onlar da Resûl-i Ekrem’in bu görüşüne ittiba etmişlerdir.
…
9)-Meşveret, Yapılacak İşlere Herkesin İştirakini Sağlar
Umumu ilgilendiren karar ve faaliyetlerde meselenin umuma mâl edilmesi adına meşveret çok önemlidir. İnsanlar bir mevzuun içine kendi fikirlerini kattıklarında –bu, minnacık bir fikir de olsa– kendilerini o işin içinde görür ve o yük ağır da olsa ellerini o yükün altına sokarlar.
Fakat bir mevzu ile ilgili alınan kararların içinde kendi fikir ve teklifleri yok ise, kendi akıl ve düşünceleriyle o meseleye bir katkıda bulunmadılarsa işin içine girmez ve ellerini de taşın altına sokmazlar.
O hâlde yapılması gereken, yapılacak işlerin ağır bir defineyi taşımak gibi düşünülmesini sağlamak ve pek çok omuzun işin altına girerek yükü hafifletmesi için fikir plânında insanların meseleye iştiraklerini temin etmektir.
Evet, Hazreti Sadık u Masduk (sallallâhu aleyhi ve sellem), mutlak mânâda “İstişare eden haybet yaşamaz, hüsrana düşmez.” buyurduğuna göre, demek ki en küçük daireden başlamak üzere hayatın bütün birimlerinde bu esasın uygulanması gerekmektedir.
10)-İstişarede Münazara ve Müzakere Ahlâkı
İstişarenin gerekliliğine kısaca değindikten sonra şimdi isterseniz ideal bir istişarenin nasıl olması gerektiği konusuna geçelim.
Esasında meşverette izlenmesi gereken usûl, münazara ve müzakeredir.
Münazara ve müzakere ise kesinlikle tartışma ve didişme demek değildir. Şimdiye kadar münazara âdâbıyla ilgili çok farklı eserler yazılmış ve münazaranın Kitap ve Sünnet yörüngeli olması için belli prensipler vaz’ edilmiştir.
Esasen münazara, görüşülen mevzu ile ilgili olarak karşılıklı nazir (benzer) ortaya koyma demektir. Mesela ekonomiyle ilgili bir meselenin görüşüldüğü yerde, bütün görüşler ekonomi etrafında döneceği için elbette bunlar birbirine benzeyecektir. İşte birbirine benzeyen bu nazirlerin karşılaşmasına münazara denir.
Buradaki asıl hedef, hakikatin tebellür etmesi, billurlaşıp ortaya çıkmasıdır. Zira müsademe-i efkârdan bârika-i hakikat tecelli eder.
Tartışmadan ise hakikat parıltıları değil, parçalanmalar, bölünmeler doğar. Çünkü münazarada insaflı olmak ve karşı tarafın düşüncesine saygılı kalmak asıl iken, tartışmada “dediğim dedik” mülâhazasıyla hareket etmek ve karşı tarafı mahcup düşürmek de vardır.
11)- İstişare Kendi Fikirlerimizi Dayatma Yeri Olmamalı
Yani herhangi bir meseleyle ilgili karşılıklı ortaya konulan donelerden şer yönü hayır cihetine zerre kadar ağır gelen görüş bir kenara konulmalı ve bunun yerine hayır yönü zerre kadar bile olsa ağır basan görüş esas alınmalıdır.
Yani amellerin tartılmasında nasıl ki, hayır şerre tercih edilebiliyorsa ve Cenab-ı Hak da kulları hakkında buna göre hüküm veriyorsa, bu düstur bizim istişarelerimize de hâkim olmalıdır.
O hâlde dile getirilen görüşlerden birisinin zerre kadar hayır ağırlığının söz konusu olduğu bir yerde; ne kıdemin, ne unvanın, ne makamın ne de parmakla gösterilen biri olmanın etkisi söz konusu olamaz.
Aksine hakikat orta yerde dururken bütün bunları bir kredi olarak görme ve baskı unsuru yapma meşveretin ruhunu tahrip etme demektir.
Evet, meşverette kat’iyen dayatma olmamalıdır. İslâm’a göre en makbul insan, yarım saatlik bir meşveret içinde karşı tarafı dinlerken on defa “Siz bu konuda çok haklısınız. Söylediğiniz her sözün altına imzamı atarım.
Fakat bunların yanında benim de aklıma şöyle bir düşünce gelmişti. Buna ne buyurursunuz?” diyen kimsedir.
İşte meşveretin şerefini koruyan, şeref âbidesi insan budur. Yoksa karşı tarafı dinleme saygısını gösteremeyen ve sürekli kendi düşüncelerini doğru gören kimse esasında nefsini put hâline getirmiş bir zavallıdır.
Nefsi karşısında rükû ve secdeye varan böyle bir zavallı ise din ve hizmet adına konuştuğunu zannetse de hakikatte nefsi hesabına konuşuyor demektir. Dolayısıyla onun ortaya koyduğu düşünceler hep reaksiyona sebebiyet verecek, tepkiyle karşılanacaktır.
Bu sebepledir ki insan, istişaredeki hâl, hareket ve konuşmalarında sertliğini kırmalı, fikirlerinin sivri yanlarını törpülemeli ve böylece hüsnükabulle karşılanmasını sağlamalıdır.
Meselelerin sertliğinin kırılmadığı, düşüncelerin yumuşak bir üslupla seslendirilmediği ve sertliklerin bulunduğu bir meşverette ise kırılıp dökülmeler olur.
12)- Kıdem ve Makam Üstünlüğü Değil Hakk’ın Hatırı
Bazen istişarelerde zaafı olan kimseler kıdem ve kredilerini kullanmaya çalışır, dayatmalarda bulunur. Böylece onlar bilmeyerek de olsa, kıdemleri ve makamları uğruna, din adına yaptıkları hizmetlerini açıktan açığa istismar etmiş olur. Ancak hiç kimsenin egoist ve bencilce tavırlarla istişarenin yümün ve bereketini alıp götürmeye hakkı yoktur.
Aynı zamanda istişareye katılan herkes, çok hakperest olmalıdır.
Özellikle sözü dinlenen büyük insanların bu konuda çok hassas hareket etmeleri gerekir.
Zira bu tür insanlar ne derlerse desinler, onların sözleri saygı görür.
Hâlbuki onların söylediği sözler içerisinde de hata ve yanlışlar olabilir. İşte bu noktada hakperestlik adına büyüklerin yapması gereken şudur:
Söyledikleri sözün yanlış olduğunu anladıkları an hemen hatalarından dönmesini bilmeli ve bu konuda çok rahat olmalıdırlar.
Ayrıca konuşması gereken bir insanın konuşacağı yerde, konuşmaması gereken insanların konuşması hem istifade edilecek sözün arka plâna itilmesine hem de gereksiz bir kısım dedikodulara girilmesine sebebiyet vermiş olur.
13)- Gâye-İ Hayal Âbidesi İnsanların Düşüncelerine Müracaat Etme
Hususiyle, bu işin dertlisi, diriliş kahramanı, gâye-i hayal âbidesi insanların düşüncelerine müracaat edeceksiniz.
Çünkü onlar düşünürken, kendi hesaplarına düşünmezler, kendi yaşamları adına düşünmezler. Kendini o yüce mefkûreye bu şekilde bağlamış insanlar, kendilerini düşünmezler, kat’iyyen ve kâtıbeten.
Çünkü onlar, yaşatma âbideleridir; icabında Hazreti Pîr’in ifade ettiği gibi, “Milletimin imanını selamette görürsem, Cehennem’in alevleri içinde yanmaya razıyım. Çünkü vücudum yanarken, gönlüm, gül-gülistan olur!” mülahazasına bağlanmışlardır.
Öyle ise, yürüyeceğimiz yolda başbaşa vererek, ortak aklın muhassalasını değerlendirip bu dâhiyelerden sıyrılmaya bakalım.
14)- Bir İdareciye, Allah’ın En Büyük İhsanı Hayırlı Yardımcılar
İnsanlığın İftihar Tablosu bir hadis-i şerifte, “Allah Teâlâ bir idareciye merhamet buyurursa, ona, kendisini eğrilikten alıkoyacak, doğruluğa sevkedebilecek iyi vezirler (danışmanlar) ihsan eder.” demiştir.
Evet, baştaki insan, ister devlet reisi, ister meclis başkanı, ister hükümet lideri, ister ordu komutanı, isterse de adliye ya da mülkiyenin herhangi bir biriminin başındaki idareci olsun –ne seviyede olursa olsun– şayet Allah ona merhamet buyurmuşsa, kendisini muhtemel yanlışlar karşısında uyaracak ve doğrulara yönlendirecek hiç olmazsa iki tane müsteşarla lütuflandırır, hasbî iki danışmanla te’yit eder.
Bir idareciye, Allah’ın en büyük ihsanı, yanlış yola meylettiği zaman tıpkı bir kıblenümâ gibi kendisine doğruyu gösterecek iki yâr-ı vefâdar lütuf buyurmasıdır.
Herhangi bir şahsî çıkar gözetmeyen, kendi adına gizli hesaplar peşine düşmeyen, beklentilerinin tutsağı olmayan ve durduğu yerde sadece milletin menfaatleri hesabına duran danışmanlardan mahrum bir idareci bedbahttır ve onun hüsrandan, hizlandan kurtulması kat’iyen mümkün değildir.
15)- Beş Afetten Biri; “Meşveretten Vazgeçme”
İnsan, çok akıllı ve ehl-i ilim dahi olsa hiçbir zaman istişareden vazgeçmemelidir.
Zira istişare, hem bir vifak ve ittifak vesilesi, hem akl-ı küllîyi değerlendirmedir.
Bu itibarla da o, ciddi bir vazifedir. Bir Arap atasözünde denildiği gibi, “İki ilim, bir ilimden hayırlıdır.”
Böyle olunca, üç ilim, bir ilimden haydi haydi hayırlı olmuş olur. Ayrıca istişarede bulunan insan başkalarının ilmini de kendi ilmine katmış ve onların düşüncesiyle kendi düşünce ufkunu genişletmiş olur.
16)- Günümüzdeki İçtihad ihtiyacı ve Meşveret
Günümüzde insanlar oldukça lâubâlîdir ve dinin zaruriyatı ayaklar altındadır; fikirler ve kalbler bir hayli dağınık, zihinler de mâneviyata yabancıdır. İnsanların çoğunun, hayatı İslâmî çerçevede sürdürme konusunda herhangi bir cehd ü gayreti yoktur.
Artık, –maalesef– din ve diyanet, insanların birinci meselesi değildir; “olsa da olur, olmasa da” şeklinde ele alınmaktadır. İşte, içtihad kapısı açık olsa bile, böyle bir atmosferde, hakkını vererek o dinamiği kullanacak kimselerin çıkması oldukça zordur.
Aslında, sadece idare ile alâkalı meselelerde değil, bütün problemlerin çözümünde istişare ve kolektif şuur çok önemlidir.
Dolayısıyla, bugün içtihada ihtiyaç duyulan meselelerin halledilmesi de ancak kolektif şuurla mümkün olacaktır.
Sahasının uzmanı şahıslardan meydana gelecek olan bir heyet böyle bir içtihadı –Allah’ın izni ve inayetiyle– gerçekleştirmiş ve böylelikle bir kişinin üstesinden gelemeyeceği bu ağır yük cemaatin omuzlarına yüklenmiş olacaktır.
Evet, bundan sonra, istihraçlar, istinbatlar ve içtihadlar hep o işin uzmanı insanların bir araya gelmeleri neticesinde kolektif şuurla yapılacaktır.
Bu açıdan da, ilim ve bilgi birikimi itibarıyla da bir mü’minin kendini yeterli görmesi ve “Artık ben kendime yeterim” şeklinde düşünmesi mümkün değildir.
…
Zira, ilim tâlibi de “hel min mezîd” kahramanı olmalı, kendisini asla yeterli görmemeli; okuma ve başkalarının yüksek fikirlerinden istifade etme kulvarında bir ömür boyu sürekli koşmalıdır.