YUSUF YÜZLÜLERLE BERABER OLMANIN SIRLI ANAHTARI (BÖLÜM-6)

ZAMAN DERTLENME ZAMANI

 

Soru: Günümüz dünyasında hemen her gün yürek dağlayıcı hâdiselerle karşı karşıya gelmemize rağmen, yeterince müteessir olamayışımızın sebepleri nelerdir? Hak katında duyarlı bir mü’min olabilme adına nasıl hareket edilmelidir?

Bir insanın en yakınından uzağa doğru alâkadar olduğu farklı daireler vardır. Kişinin kendisi bu dairelerin merkez noktasını tutar. Başka bir ifadeyle, insan evvelen ve bizzat, cibillî ve tabiî olarak ilk başta kendisiyle meşgul olur.

Bununla birlikte hakiki bir mü’mini, çevresinde olup biten hâdiselerin alâkadar etmemesi düşünülemez.

**Esasında mü’min olma bir yana, insanlıktan nasibi olan herkes,

bir başkasının yaşadığı acı ve sıkıntılardan, mesela insanların birbiriyle yaka paça olup birbirini katletmelerinden, masumların zulüm ve şiddete maruz kalmalarından ızdırap duyacaktır.

Çünkü netice itibarıyla bütün insanlar aynı ağacın birer dalı, meyvesi, yaprağı veya çiçeği gibidirler. Kur’ân-ı Kerim, bize hitap ederken, “Benî Âdem (Âdem’in evlatları)” diyor.

… 

**Dolayısıyla vicdanını yitirmemiş her insan,

aynı babanın evladı olarak, kardeşinin içine düştüğü acı ve ızdıraplarla alâkadar olur, hatta şefkat hissinin derinliğine göre içi yanar, yüreği kanar.

 …

**Engin bir merhamet ve şefkat hissine sahip olan hakiki mü’min ise,

aynı kıbleye yöneldiği, aynı değerlere sahip olduğu, aynı ülkeyi paylaştığı dindaş, soydaş ve vatandaşından başlamak üzere bütün insanların yaşadığı sıkıntı, zulüm ve haksızlıklardan dolayı ateş nereye düşerse düşsün kendi içine düşmüş gibi derinden derine ızdırap çeker.

“IZDIRAP, GECE YARISINDA VURAN GONG GİBİ”

Üstelik birbiriyle yaka paça olan Müslümanların, kurt gövdenin içinde bulunduğundan dolayı İslâmî değerleri, İslâmî kriterleri koruma mevzuunda bağışıklık sistemi daha bir zayıflamış durumdadır.

Birbiriyle didişip duran insanların dengeli bir düşünce, sağlam bir muhakeme ortaya koyması ise imkânsız denecek ölçüde zordur.

Zira birbiriyle boğuşan fert ve kitleler, mantıkilikten uzaklaşır ve hissiliğe girerler.

Hatta Kur’ân’ın da işaret ettiği üzere, bazıları bir kısım behâim (hayvanat) gibi içgüdülerine göre hareket etmeye başlarlar.

Bir an olsun, “Bütün bu vuruşmalar, boğuşmalar İslâm dünyasına ne kazandırır?” düşünmezler.

“Neden İslâm dünyası birbiriyle boğuşurken başkaları hakem konumuna geçerek gelip tepemize biniyorlar?” diye bir nefis muhasebesi içine girmezler.

Şimdi bütün bu hâdiseleri düşünen, analiz edebilen ve olayların perde arkasını görebilen birisi buna rağmen üzülmüyorsa insanlık adına bazı duygularını kaybetmiş demektir.

“AĞLAMAZSAN, BARİ GÜLMEKTEN UTAN!”

**Esasen vicdanî hassasiyetini muhafaza edebilenler,

insanlar âleminin ötesinde hayvanlar âlemi, nebâtât âlemi ve hatta cemâdât âleminde gördükleri şeylerden bile müteessir olurlar.

Hem âlemlerdeki her bir şeyin Âlemlerin Sultanı’na bir alâmet ihtiva etmesi ve hem insanın, mahlûkatın efendisi kılınması itibarıyla vicdan sahibi insanların her bir varlıkla ilgili olması ve hepsinin elemiyle elem duyması insanlığın gereğidir.

Şimdi bir insan, hayvanlar için bile bu tür manzaralardan rahatsızlık duyuyorsa, beri tarafta öldürülen insanlar karşısında onun rahatsız olmaması, kıvranıp durmaması mümkün değildir.

Bu açıdan gerek ülkemizde gerekse diğer İslâm ülkelerinde mevcut olan yangınlar karşısında müteessir olmamak, insanın insanlığını yitirdiğine delâlet eder.

**İnsanlığını yitirmemiş insanlar ise,

 günümüzde dünyada olup biten bu olumsuzluklar karşısında mutlaka müteessir olurlar.

Mehmet Âkif, Müslümanların maruz kaldığı durumu anlatırken

“Irzımızdır çiğnenen, evlâdımızdır doğranan!

Hey sıkılmaz! Ağlamazsan, bari gülmekten utan!” der.

Nitekim Peygamber Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem) bir hadis-i şeriflerinde şöyle buyurmuştur:

Men lem yehtemme biemril müslimine feleyse minhum” “Müslümanların 5 dert ve ızdırabını içinde duymayan, onlardan değildir.”[ et-Taberânî, el-Mu’cemü’l-evsat 1/151, 7/270; el-Hâkim, el-Müstedrek 4/356]

**Yani bir insanın Müslümanlıktan azıcık nasibi varsa,

Müslümanların maruz kaldıkları ızdırapları en azından bir dert hâlinde içinde duyması gerekir.

Zaten bunu içinde bir dert olarak duymayan birisi, söz konusu problemleri giderici alternatif bir kısım çözümler geliştirmeyi de düşünmez.

Fakat bu konuda öncelikle herkes kendisine bakmalı ve başkaları hakkında suizanda bulunmaktan kaçınmalıdır.

Bilemeyiz belki de çevremizdekilerin duyarsız gibi görünmeleri, çok sabırlı ve mukavemetli olmalarından kaynaklanabilir.

Aslında onlar da bizim duyduğumuz aynı acıyı içlerinde duyuyor olabilirler.

Onların içine de Müslümanların maruz kaldığı problemler karşısında sürekli kan damlıyordur.

Fakat onların mukavemet sistemleri çok güçlü olduğundan, bela-yı dertten âh etmemekte, âh edip ağyarı âhlarından agâh eylememektedirler.

“IZDIRAPLA BÜTÜNLEŞEN RUHLAR” BAŞYAZISINDAN

Gönlünü yüksek ideallere kaptırmış muzdarip ruhlar, bütün bir hayat boyu buhurdanlık gibi tüter dururlar.

Güneşler doğar-batar; haftalar, aylar birbirini takip eder; mevsimler peşi peşine geçer gider de onlar idealize ettikleri düşünceleri istikametinde bir başka bahar ararlar…

Hep hazan görür, hazan mevsimi yaşarlar, hazan türküleri dinlerler; ama ne hallerinden şikâyet eder ne de kimseden dert yanarlar.

And içip yoluna koyuldukları yüce davaları uğrunda, her cefaya katlanır, fakat asla usanmazlar.

Her tehlikenin bir gün mutlaka ortadan kalkacağı, yolların açılıp imkânsızlıkları imkânların takip edeceği inancıyla, hep azimli ve kararlıdırlar.

Bu itibarladır ki onlar, en ümit kırıcı hâdiseler, en karanlık şartlar içinde dahi,

bedbinliğe, karamsarlığa düşmez;

geçilmez gibi görünen engelleri şimşek hızıyla aşar ve soluk soluğa hedeflerine koşarlar.

Çevrelerinde olup biten şeylere karşı daima tetikte ve alabildiğine hassastırlar.

Umursamazlık, onların en nefret ettiği şeydir.

Toplumun her kesimine ait dert ve sıkıntıları, sinelerine saplanmış bir hançer gibi hisseder ve iki büklüm olurlar.

Yüreklerinin ızdırapla çarptığı, beyin sancısıyla şakaklarının zonk zonk zonkladığı nice geceler vardır ki, yığınlar içinde bulunmalarına rağmen, onlar yine yapayalnızdırlar.

İnsan herhangi bir ideale, inandığı ölçüde gönül verir ve alâkadar olur. Alâkadarlığı nisbetinde de yer yer sevinç, zaman zaman da ızdırap duyar.

Bu ölçüye göre, bağlı bulunduğu dava uğrunda

bütün bir gün ve haftasını, ay ve senesini hatta senelerini verenler olabileceği gibi, onu varlığının gayesi bilip dünya ve ukbasını feda edenler de vardır.

Evet, Hak yolunda, millet yolunda çekilen sıkıntılar kadar insanı günahlardan arındıran, ulvîleştiren ikinci bir şey daha yok gibidir.

“Günahlar içinde öyle günahlar vardır ki; namaz, oruç gibi ibadetler değil de, geçim yolundaki sıkıntı ve maişet derdi onlara kefaret olur.”

 Ya içinde yaşadığımız toplumu kurtarma gayreti ve bu uğurda çekilen sıkıntılar..!

Bugün bizim, şuna-buna değil; “Milletimin maddî-mânevî mutluluğu için Cehennem’in alevleri içinde yanmaya razıyım.” diyenlere…

Şahsî menfaat ve bencillikleri bir tarafa iterek Hak ve millet yolunda fâni olanlara…

Toplumun ızdıraplarıyla kıvrım kıvrım kıvranıp, hep inilti kovalayanlara…

Elinde ilim meşalesi, her yerde bir çırağ tutuşturup cehalet ve görgüsüzlüklerle mücadele edenlere..

üstün bir inanç ve azimle, dökülüp yolda kalanların imdadına koşanlara..

maruz kaldıkları zorluklar karşısında isyan etmeden, ümitsizliğe düşmeden bir küheylan gibi yoluna devam edenlere..

yaşama arzusunu unutarak yaşatma zevkiyle şahlanan babayiğitlere ihtiyacımız var..!