“AMAN VAHDET, AMAN BİRLİK, AMAN KENETLENME!”

Ama öyle inanıyorum ki, o büyük şeyleri size yaptıran Allah (celle celâluhu), esasen temiz kalblere teveccühünün sonunda yaptırdı onu. Kalbler temizdi, birer ayna idi; O’nu aksettirecek birer ayna idi.

Onun için, -biraz evvel bahsettim size yaptırdıklarını- yüz yetmiş ülkede ilim-irfan müesseseleri kurdunuz. “Fakr u zaruret”e karşı savaş ilan ettiniz. “Cehalet”e karşı savaş ilan ettiniz.

Bir yönüyle, “ihtilaf/iftirak”a karşı savaş ilan ettiniz.Aman vahdet, aman birlik, aman kenetlenme!” dediniz.

O, ilim-irfan yuvalarında bunları solukladınız. Tavırlarınız ve davranışlarınız, bir yönüyle, bunları meşk etti. Âlem, bu meşki aldı, kendileri de arkasını doldurdular. -Evet, bilmem “meşk”i bilir misiniz? Hattatlar bir satır yazar, diğerleri altına o satırı tekrar ede ede onlar da artık aynıyla o yazıyı yazmaya muvaffak olurlar.- Bir şey meşk ettiniz, âlem de sizin meşk ettiğiniz o şeyi aldı, meşk etmeye başladı.

Siz, Allah’tan aldığınız, Peygamber’den aldığınız, her asrın başındaki müceddidden aldığınız, Çağın Sözcüsü’nden aldığınız çok önemli, hayatî, diriltici, ba’s-ü ba’de’l-mevt soluklarını dünyaya duyurdunuz. Allah da (celle celâluhu) onu kalblere duyurdu ve böylece bir kenetlenme oldu.

Bu açıdan da olup-biten şeyler karşısında atf-ı cürümlere girmeden, kenetlenmeyi daha da güçlendirmeliyiz.

Omuzlarımız, elbiselerimizi yırtacak şekilde birbirini zorlamalı; dizlerimiz, pantolonları yırtacak şekilde birbirini zorlamalı; topuklarımız, birbirimizin çoraplarını yırtacak şekilde birbirini zorlamalı!..[1]

Hazreti Üstad der ki: “Fıtratı aşkla yoğrulmuş gibi sermest-i câm-ı aşk olan Mevlâna Câmi, kesretten vahdete yüzleri çevirmek için, bak ne güzel söylemiş:

Yalnız Bir’i iste; başkaları istenmeye değmiyor.

Bir’i çağır; başkaları imdada gelmiyor.

Bir’i talep et; başkaları lâyık değiller.

Bir’i gör; başkalar her vakit görünmüyorlar, zevâl perdesinde saklanıyorlar.

Bir’i bil; mârifetine yardım etmeyen başka bilmekler faydasızdır.

 Bir’i söyle; Ona âit olmayan sözler, mâlâyânî sayılabilir.”

Allah’ın ümmet-i Muhammed’e en büyük lütuflarından bir tanesi, onların kalblerini te’lif etmesi, onları bir araya getirmesidir.

Gönülleri birbirine ısındırmak çok zordur. Kalbleri telif edecek, insanları birbirine sevimli kılacak ve dostluk köprülerinin kurulmasını sağlayacak olan sadece Allah’tır.

Nitekim İlahî Kelam’da “Şayet sen dünyada bulunan her şeyi sarf etseydin, yine de onların kalblerini birleştiremezdin; fakat, Allah onları birleştirdi. Çünkü O Aziz’dir, Hakîm’dir (üstün kudret, tam hüküm ve hikmet sahibidir).” (Enfâl, 8/63) buyurulmuştur.

Evet, kalbleri birbirine ısındırmak, insanları bir araya getirmek ve onlardan bir vahdet örgülemek için dünya dolusu altın, gümüş sarfedilse yine de yeterli olmaz.

Te’lif belki ittihattan ve vifaktan evvel gelir. Bu, en basitinden, en seviyesizce bir araya gelmeye denir. Bunun üstünde esas vifak ve ittifak vardır.

Vifak ve ittifak, sizin aranızda problemleri çoğaltmama adına da önemlidir.

Çünkü insanın belli ölçüde bir enerji kapasitesi vardır. Onu dağıtacak olursanız, asıl vazifenizi gereğince eda edemezsiniz.

Hazreti Pîr’in ifadesiyle, iki elimiz var; dört elimiz olsaydı dahi bu hizmete yetmezdi. Öyle dağılırsak, konsantre olamazsak, en basit işlerde bile başarı sergileyemeyiz, başarılı olamayız.

Kendimiz, kendimiz olma çizgisinde kendimizi ifade edemediğimizden dolayı, başkalarına da bir şey anlatamayız.[2]

Birlik, yalnızlık, teklik diyeceğimiz vahdet; hak yolcusunun, her şeyi Allah’a bağlayarak bütün eşya ve hâdiseleri O’ndan bilmesi, O’na vermesi; her nesne, her hâl ve her harekette O’nun ilim, kudret, irade ve sair sıfât-ı sübhaniyesinin parıltılarını müşâhede etmesi, topyekün ef’âl âleminin arkasında esmâ-i hüsnâ tecellîlerini görüp sezmesi; sözün özü, hep O’nu bilip, O’nu duyup, O’na yönelip, O’nun maiyyet-i mâneviyesine ermesi ve sonra da yalnız O’nu istemesi, O’nun rızasına kilitlenmesi ve her zaman O’nun emir ve isteklerine bağlı kalması demektir ki; bunlar, gerçek bir mü’minin, Hak karşısında düşünce, inanç, tavır ve davranışlarının da icmalî ifadesidir. [3]

Zira, anlaşma ve uzlaşma, her şeyden evvel bir akıl ve mantık işidir. 

Akla ve mantığa dayalı bir vahdet ve gönül birliğidir ki, dayanabilir ve uzun ömürlü olur.

Ne var ki, günümüzde daha çok hissî bir vahdet ve kardeşlik söz konusu. Bu ise zayıf, yetersiz ve kısa ömürlüdür.

Belli bir grup karşısındaki toplanmalar ya da düşmanlık duygularıyla bir araya gelmeler, saldırmış veya saldırılmış olma ruh hâleti içindeki derlenmeler, hissî birleşmelerin gelip geçici dalgalanmalarından ibarettir.

Bugünkü keyfî ve kemmî (nicelik ve nitelik) buudlarımız içinde böyle bir vahdet, çepeçevre düşmanlarla sarılı bir ülke ve millet için kat’iyen yetersizdir ve hele mukaddes prensiplerimiz açısından asla caiz görülemeyeceği gibi millî istikbalimiz adına da hiçbir şey ifade etmeyecektir.[4]

İslâm tek millet olduğu gibi küfür de tek millettir. Ancak küfrün tek millet oluşu sadece İslâm’a olan düşmanlıkları cihetiyledir. Yoksa vahdet mânâsına onlar arasında da birlikten söz edilemez. Kur’ân bu hakikate işaretle “Sen onları bir topluluk olarak görürsün, hâlbuki kalbleri bölük pörçüktür.”[1] buyurmaktadır.

Kâfirlerin hepsi ayrı bir şeyin kâfiridir. Totemleri de birbirinden çok farklıdır. Ama hepsinin de İslâm’a karşı amansız bir hıncı vardır. İşte bu hınç ve intikam tutkusudur ki, onları Müslümanlara karşı birleştirmekte ve belli bir hedef etrafında bir araya gelmelerini temin etmektedir.

Bunlara karşı mukabelenin tek çaresi ise, potansiyel olarak zaten mevcut olan birlik, beraberlik ve vahdet dinamiklerinin kullanılmasıdır.[5]

Meselâ, bu coğrafyanın insanı, bir dönem, kendini gaflete salıp uyanık davranmadığından ötürü, yabancı duygu ve düşünceler tarafından ele geçirilmiş ve kuşatma altına alınmışsa, böyle bir gaflet günahının tevbesi, bir perşembe akşamında, merasim şeklinde dile getirilen istiğfar cümleleriyle gerçekleştirilemez.

Bir bakın Allah aşkına, bugün milletimiz ve İslâm dünyasının üzerinde kaç çeşit vesayet var! Ekonomik vesayet, kültürel vesayet, üstü örtülü siyasî vesayet ve daha nice vesayet. Eğer bu çeşit çeşit vesayetler, bizim, şahsî çıkar ve menfaat peşinde koşmamız, egoistçe tavır ve davranışlar içine girmemiz, enaniyet ve benlik duygusuyla iftiraklara sebebiyet vermemiz… gibi azim günahların bir neticesi ise, o zaman yapmamız gereken vahdet-i ruhiyeyi temin için benlik ve enaniyetimizi ayaklar altına almak, şahsî menfaatlerimizi düşünmeyi bir kenara bırakıp milletimizi ve onun ikbal ve geleceğini düşünmek olmalıdır.

Evet, inanan insanlar olarak bu şekilde çeşit çeşit vesayet altında bulunmak öyle bir cinayet ve öyle bir günahtır ki, işlenen bu günahın vebalinden kurtulmak için “onurum, gururum” demeden, enaniyetimizi ayaklar altına almamız; alıp vifak ve ittifak adına ölesiye bir gayret sergilememiz gerekir.

İşte bu duygu ve düşünceyle, muzdarip ve içten bir edayla, dilimizle de, “Allah’ım, ne olur, bahtına düştük. Bizi affeyle ve bizi kendimize getir. İhmal ettiğimiz sahalardaki boşlukları doldurmak için bize güç, kuvvet, irade ver; fırsat ve imkân lütfeyle!..” diye yalvarıp yakarmalıyız.[6]

Netice itibarıyla diyebiliriz ki, bu düşünce tarzı, düşünceyi bu şekilde ifade etme ve herkese karşı saygılı olma, ileride inananları gerçek birliğe ve vahdete götürecektir.

Yoksa herkes, “Gel, bizim evde birleşelim!” düşüncesine saplanıp kalır ve birleşme noktası olarak kendi iklimini tasavvur ederse, kat’iyen bir vahdet sağlanamaz ve sulh çizgisi oluşturulamaz.

Aksine, şiddetli “Gel!” arzusuna mukabil daima reaksiyon oluşur ve bu bağnazca isteğe karşı verilecek cevap da hep “Hayır!” olur

 Bununla beraber bir kere daha ifade edelim ki, her bir mü’min herhangi bir ayrılığa ve iftiraka sebep olmayacak şekilde kendi yolunu en güzel görme hakkına da sahip olmalıdır ki, mesleğinden istifade edebilsin.

Yoksa yürüdüğü yolda vicdanıyla beraber olamaz.[7]

 

DİPNOTLAR

[1] Bamteli: Kenetlenmeliyiz!_03 Şubat 2019.

[2] Bamteli_ Karar kararabildiğin kadar!.._27 Temmuz 2015.

[3] VAHDET-KESRET (Sızıntı, Eylül, Ekim, 2002)

[4] Birleşme Noktaları-SULH ÇİZGİSİ

[5] AMANSIZ HÜCUMLAR KARŞISINDA TAVRIMIZ

[6] Kürsü_ İnsan, kendi kendine zulmeder_11 Eylül 2015

[7] Kırık Testi_Sulh çizgisi veya meşrepçilik_07 Temmuz 2015