MÜZAKERELİ BAMTELİ OKUMALARI

“SADÂKAT İKSİRİ” VE “DURAĞANLIK ZEHRİ”

BÖLÜM-6

 SADAKAT İKSİRİ” YOL ANALİZİ-4

  • EY ADANMIŞ! Bela sarmalından sıyrılmanın ilk şartı durağanlıktan kurtulmak, onun da en önemli vesilesi akl-ı selim sahibi mefkûre insanlarıyla istişare [36]  yapmaktır.
    • Aklı başında olan,
    • o işin tecrübesini edinmiş
    • ve bir yönüyle işleye işleye onu geliştirmiş bulunan insanlarla oturup,
    • “Genel durum şudur, tablo şudur; acaba bundan sıyrılmanın yolu ne ola?!.” diyerek konuşursunuz.
    • Başkalarının düşüncesine saygı mülahazasıyla oturursunuz, “Dediğim dedik!” değil.
    • Peygamber mülahazasına tâbi olmak lazım

  • EY ADANMIŞ! Ne olursa olsun, dört bir yandan sarılsak, musibetler/belalar sarmalı içinde kalsak da yapmamız gerekli olan şey
  • EY ADANMIŞ! Uhud’u hatırla
    • Allah Rasûlü (sallallâhu aleyhi ve sellem) Uhud’a çıkarken36, “İçeride kalalım biz, tabiye harbi yapalım, müdafaa harbi yapalım!” dedi mi, demedi mi?!. Ama Bedir’de bulunmayan bir hayli sahabî, “Yâ Rasûlallah, çıkalım; biz de Bedir’deki ağabeylerimiz gibi orada -Allah’ın izni ve inayetiyle- onların pâyesine ulaşmak için sergilenmesi gerekli olan kahramanlığı sergileyelim!” dediler. O istişare[36]” ye Efendimiz iştirak buyurdu;
    • O (sallallâhu aleyhi ve sellem) ki, vahiy ile müeyyed”, “fetânet-i a’zâm” sahibi; neyin, ne zaman, nasıl yapılacağını milimi-milimine bilen insan-ı kâmil. Hani derler ki, “Dâhiler için intihap söz konusu değildir!” Onlar bir şey diledikleri zaman, şıp-şak hemen yerine oturturlar. Dehanın ne kıymeti olur Peygamber fetâneti[37] yanında?!. O fetânete[37] rağmen, o engin görüşe rağmen, o vahiy ile müeyyed olmaya rağmen, orada meşveret[36] te kendisinden çok küçük gençlerin sözüne uyuyor, çıkıyor.
    • O büyük müfessirin sözünü de daha evvel tekrar etmişimdir; bir kere daha tekrar ediyorum; “O meşveretin hatırı[36] na, bilseydi ki, kendi ile beraber çıkanların hepsi orada şehit olacaktı, yine çıkardı!” 
    • Çünkü meşveret[36], dinî bir kuraldır; bugün olmazsa yarın o kuralı kullananlar aldanmayacaktır.
  • EY ADANMIŞ! “haklılığımı Kitap ve Sünnet ile de test ediyorsun… Fakat baktın ki;
    • dört arkadaşla iştirak ettiğimiz zaman, üç tanesi “şöyle” diyor.
    • Ama bakıyorum yüzlerine, gözlerinin irislerine bakıyorum; o meseleye inanmışlık dökülüyor her hal
    • Bana düşen şey, “Ben, düşüncelerimden vazgeçiyorum, sizin dediğiniz doğru!” demesini bilecek kadar insan olmaktır.
  • EY ADANMIŞ! “İnsanlığın İftihar Tablosu (sallallâhu aleyhi ve sellem), nasıl Meşveret[36]  etti ve nasıl bir tavır sergilediyse, öyle yapmak lazım”..
  • EY ADANMIŞ! Şimdi yine bu sarmaldan sıyrılmanın yolu; birincisi: Akl-ı selim sahibi, gerçekten bu davaya gönül vermiş insanlarla istişare [36]
    • Allah’ın (Celle Celâluhu) Lütfuyla Bu Hizmet, bir yönüyle bir asırdan beri, bir yönüyle de kırk elli seneden beri, renk değiştire değiştire, şekil değiştire değiştire, “desen” değiştire değiştire bu güne kadar geldi.
    • Belli bir dönemde beş-on tane insan ile bir yerde, bir ev”de oturup kitapları okuyordunuz.
    • Belli bir dönem geldi, ev sayıları arttı.
    • Belli bir dönem geldi, bir sıçrama oldu; daha kalabalık insanları -işin toptancılığını yapıyor gibi- “yurt”larda barındırmaya başladınız. Şartlar elverdi, “okul”lar açmaya başladınız. Şartlar elverdi, eleman yetiştirdiniz -yetişildi, yetiştirildi- “üniversite”ler açmaya başladınız.
    • O elemanlar ile dışarıya gittiğimiz zaman, “Belli çatılar oluşturur, kendi ülkemizde yaşadığımız şeyleri, Allah’ın izniyle oralarda da yaşarız!” dediniz. Şartlar elverdiği ölçüde öyle açılmalar
  • EY ADANMIŞ!  Belki durağanlık31 da olmuştur bu mevzuda; belki Cenâb-ı Hakk’ın bize bahşettiği imkânlar tam değerlendirilememiş de olabilir. Ama
    • yine “damla”yı “derya yapmıştır Allah,
    • zerre”yi de “güneş yapmıştır; onu,
    • O’na (Celle Celâluhu) vermek lazım.
    • Şu anda içinde bulunduğumuz bu bela/musibet atmosferinden sıyrılmanın yolu birinci derecede Meşveret[36] tir;
    • Şu anda içinde bulunduğumuz bu zâlimlerin tasallutu sarmalından sıyrılmanın yolu, birinci derecede Meşveret[36] tir; “
    • Buradan nasıl çıkarız? Nasıl sıyrılırız bu işin içinden?” diyerek Akl-i Selim Sahibi Mefkûre İnsanlarıyla Sürekli İstişare Etmek [36]
  • EY ADANMIŞ! O zaman, meselelere böyle bakarak, geçmişte eğer ihmallerimiz olmuşsa, “bir”i “bin” etme imkânı varken ihmal etmişsek, meseleyi katlama imkânı varken onu ihmal etmişsek, bundan sonra aynı hatayı yapmamak için gayret6
  • EY ADANMIŞ! “Madem böyle bir ikazda bulunulduk, durağanlığı terk ederek31, vitesi değiştirerek, “dört”ü “sekiz” yaparak, “sekiz”i “on altı” yaparak, “on altı”yı “otuz iki” yaparak, daha hızlı, uçak hızı öncesi bir hız ile,
  • EY ADANMIŞ! Cenâb-ı Hakk’ın murad buyurduğu şeye doğru azm-i râh [38] Azm-i râh, eskilerin ifadesiyle; yola revân olmalıyız[38]” tabiri de kullanılır.
  • EY ADANMIŞ!   “el verir ki siz hareket”ten dûr olmayın[38]!..”Muvakkat tahribata maruz kalan yerlerde de Cenâb-ı Hak bir hayli “güzlük” var etti; karın kışın bağrında mayalanan bahar o güzlüklerle ayrı bir renge bürünecek;
  • EY ADANMIŞ! Şimdi, gittiğiniz bazı yerlerde kafa karışıklığından dolayı bir kısım engellerle karşılaşıyorsunuz. Ama inanın, bu güne kadar oralarda yetişen, sizin duygu ve düşünce dünyanıza bağlı yetişmiş olan bir hayli insan
    • Fitne ve fesadın temsilcisini/temsilcilerini, zulmün temsilcilerini “hakiki Müslüman” zannettiler; “fâsık”ı, “zâlim”i, “münafık”ı, Müslüman zannettiler.
    • Bir yönüyle, “Belki Âlem-i İslam’ı derleyecek/toparlayacak, bir çatı altında bir araya getirecek biri…” vehmine kapıldılar.
    • Ve dolayısıyla oralarda, o müesseselerin kapılarına kilit vurdular, sedd-i ebvâb ettiler.
    • Ama oralarda yetişen insanlar  Bugün olmazsa yarın, kafası karışanlar bile diyecekler ki: “Yahu Allah aşkına, bu insanlar geldiler; otuz sene biz bunların nabzını bir hekim gibi tuttuk, kalblerini bir hekim gibi dinledik, hiçbir aritmiye rastlamadık;
    • hep ‘istikamet20 diye atıyordu kalbleri, ‘sadâkat19’ diye atıyordu kalbleri.
    • Bulundukları yerlerde öyle bir entegrasyon sergilemişlerdi ki, kendimizden zannediyorduk onları.
    • Hatta dilimizi bile öğrenmişlerdi, bizim dilimizi kullanıyorlardı. Ve -bizim şarkta kullanılır- kimsenin tavuğuna ‘Kış!’ dediklerine şahit olmamıştık!”
    • Diyecekler bunu; Vefa [39], söyletecek onu onlara bir gün.
  • EY ADANMIŞ! “ O zaman işte sizin ektiğiniz o tohumlar, belki yine devam edecek; yaptıkları tahribat, muvakkat bir tahribat halini alacak. Sonra yeniden oralarda o ba’s u ba’de’l-mevt kendisini gösterdiğinde,
    • berikilerin içindeki ukdeler de onlarda beyin kanamasına sebebiyet verecek: “Biz bunca şeytanî gayrette bulunduk, bunlar şeytanı çatlatıyorlar; yazık değil mi, o da Allah’ın mahlûku! Ne diye çatlatıyorsunuz?!.” diyecekler. ÇATLATACAĞIZ AMA
    • “Allah’a sığınırım lanetlenmiş ve kovulmuş şeytanın şerrinden!..”
    • “Rabbim, (bilhassa vazifemi yerine getirirken inkârcılarla olan münasebetlerimde ins ve cin) şeytanlarının kışkırtmalarından (ve birtakım duygularımı harekete geçirmelerinden) Sana sığınırım. Rabbim, yakınımda bulunup (beni tesir altına almalarından da) Sana sığınırım.” (Mü’minûn, 23/97-98)
    • “Allah’ım, ayıplarımızı setret ve bizi korktuklarımızdan emin eyle. Allah’ım, önümüzden ve arkamızdan, sağımızdan, solumuzdan ve üstümüzden (gelecek tehlikelerden) bizi koru; ayaklarımızın altından derdest edilmekten de Senin azametine sığınırız. Ey Erhamerrâhimîn!..”
  • EY ADANMIŞ!  o ekilen tohumlar, biçilen fideler, Allah’ın izni ve inayetiyle, o hazan mevsimi geçince yeşerip boy atacak. “Güzlük” onlar; şimdi kış.
    • Siz, o tohumları birer güzlük, o fideleri birer güzlük gibi görün. Dikildikleri yerlerde kar-kış bastırdı, bir şey oldu. Bilemezlerdi; elektronik levhadaki bir resimde de anlatıldığı gibi, bilemezlerdi.
    • Ama yine bilemiyorlar; kardan-kıştan bir nevbaharın geleceğini bilemiyorlar! Esas karın-kışın -bir yönüyle- bağrında nevbaharı geliştirdiğini de bilemiyorlar.
    • Karın, su olup toprağın bağrına ineceğini ve gelecekte onlara kuvvet kaynağı olacağını bilemiyorlar!..
  • EY ADANMIŞ!  Şimdi bu mülahazaları, bu çerçevede yenilersek, Allah’ın izni ve inayetiyle, o yolda -durağanlığı terk ederek- DEVAM ETME AZMİNİ HAREKETE38geçirmiş oluruz;
    • hızımızı işte “otuz ikiye” mi, yoksa “altmış dört”e mi ulaştırırız,
    • neye ulaştırırsak ulaştırırız; füzeler hızına mı, uçaklar hızına mı ulaştırır,
    • Allah’ın izni ve inayetiyle, yürürüz38
  • EY ADANMIŞ!   Ye’is, mâni-i her kemâldir.” (Hazreti Bediüzzaman) “Ye’s öyle bataktır ki; düşersen boğulursun. / ÜMÎDE SARIL SIMSIKI, SEYRET NE OLURSUN! / Azmiyle, ümidiyle yaşar hep yaşayanlar; / Me’yûs olanın rûhunu, vicdânını bağlar.”(M. Akif Ersoy)
  • EY ADANMIŞ!    Hep hareket, hep hareket38 Gübre olmamanın yolu, iman21dan sonra Aksiyon23”dur. Durağanlığın sisi-dumanını ve tehlikelerini, iman21 ve Aksiyon23 ile,

  • EY ADANMIŞ! Aksiyon23 da da ihlas24 ile, ihlasta da Hakk’ın rızasını hedefleme25 ile, Sürekli Yürüme, Sürekli Yürüme, Sürekli Yürüme38

  • EY ADANMIŞ! rıza25da da aşk u iştiyâk-ı likâullah26 mülahazasıyla aşarak Sürekli Yürüme, Sürekli Yürüme, Sürekli Yürüme38

***

[36]: MART 2017 // BAMTELİ: “İDEAL DÜNYANIN HAK ÜÇGENİ”

İstişare36, mü’min bir toplumun en bariz alâmeti ve İslâm’a gönül vermiş bir cemaatin en önemli hususiyeti olmalıdır.

Üçüncü olarak; “İşleriniz, kendi aranızda meşveret36 sistemine, istişare36 sistemine bağlı yürüyorsa!..” Her meseleyi “kolektif şuur”a müracaat ederek çözmeye çalışıyorsanız.. problemlerinizde mutlaka “çok akıl”a müracaat ediyorsanız… Bu öyle bir sistemdir ki, vahiy ile müeyyed olan enbiyâ-ı izâm bile; Hazreti Nuh, Hazreti Hûd, Hazreti Sâlih, Hazreti İbrahim, Hazreti Musa, Hazreti İsa ve Efendiler Efendisi Hazreti Muhammed Mustafa (sallallâhu aleyhi ve sellem) vahiy ile müeyyed oldukları halde, her şeyi kendilerinden öğrenen insanlarla meseleleri meşveret37 ediyorlar.

***

İnsanlığın İftihar Tablosu (sallallâhu aleyhi ve sellem), verdiği kararlarda milimi milimine isabetli karar veriyordu. Hani “dehâ” için derler ki: “Dehâ için intihap yoktur!” Söz, bu. Dâhî bir insan, bir mevzuda karar verdiği zaman, şip-şak o, yerine oturmuş olur. “Şip-şak” da halk ifadesi, rahatsız olmadınız inşaallah. Enbiyâ-ı izâmın, insanlığı aşkın, insanı aşkın fetânet37”leri, dehâyı bilmem kaç adım geride bırakan bir dinamizmdir, bir güç kaynağıdır.

Allah Rasûlü, Uhud’a çıkacağı zaman36 rüyada görüyor; olup bitecek şeyleri görüyor. “Allah Rasûlü, Medine’de taş taşın üstünde kalmayacağını bilseydi, meşveret36 in hakkını vermek için yine Uhud’a çıkardı.”

***

[37]  AĞUSTOS 2015 // KIRIK TESTİ: “AŞK, CESARET VE STRATEJİK AKIL”

İşte bütün bu emeklerin zayi olmaması için, heyecan ve dinamizminizi mantık, muhakeme ve en önemlisi ortak akla müracaat ile teminat altına almalısınız. İki, üç veya dört tane mantık ve muhakemeleriyle dünyanın coğrafyasını değiştirecek dâhinin bulunmasındansa, meseleleri beş on kişi ile istişare37 eden insanların bulunması onun çok daha üstündedir.

Bir kere Cenâb-ı Hak, insanlara olan teveccüh17 ünü istişare36 ye bağlamışsa, bunu değiştirmeye sizin gücünüz yetmez.

Aslında vahiyle müeyyed olan Peygamber Efendimiz’in (sallallâhu aleyhi ve sellem) büyük küçük hiçbir meseleyi başkaları ile istişare67 etmesine ihtiyacı yoktu. Eğer bunun aksini düşünürseniz, O’na karşı saygısızlık yapmış ve vahiy esprisini kavramadığınızı göstermiş olursunuz.

 Buna rağmen O, en küçük meselelerini bile, hep istişare36 ederek çözmüş ve ümmetine de nasıl hareket etmeleri gerektiği konusunda rehberlik yapmıştır. Bu açıdan diyoruz ki, özellikle umumu alâkadar eden meseleleri ortak akla müracaat ederek çözüme bağlamak, dâhi olmanın37 kat kat üstündedir.

***

[36] MART 2015 // KIRIK TESTİ: “MÜKEMMEL DİNİN MENSUPLARI MÜKEMMELLİĞE TALİP OLMALI”

Ortaya konulan işlerin ekmeliyet ve etemmiyet içinde yapılmasını sağlayan ve insanı hata11 ve yanlışlardan koruyan önemli bir disiplin de ortak akla müracaat edilmesidir. Söz Sultanı, istişare37 eden kimsenin kayıp yaşamayacağını ifade buyuruyor.

İnsan, kendisine ve istihdam edildiği hizmetlere hep böyle bakmalı, meseleleri şahsına bağlı götürme yerine ortak akla değer atfetmeli, müşterek aklı kullanmalı ve asla istişare37 mekanizmasına karşı müstağni tavır takınmamalıdır.

Kendilerini hakka, hakikate, millete adamış oldukları iddiasında bulunan insanların duygu ve düşünceleri bu istikamet20 te olmalıdır.

***

[37] KASIM 2017 // BAMTELİ: “NESL-İ CEDÎD VE DİRİLİŞİN ESASLARI”

Bu arada, acaba -hakikaten- bulunduğumuz yerdeki o insanları idare edemez miydik? Zâlim olsun, fâsık olsun, -bağışlayın- kendini bohemliğe salsın, saltanat hırsı ile sarhoş yaşasın; acaba bunları idare etmek mümkün değil miydi? Demek ki bizim ferasetimiz, kiyasetimiz ve fetanetimiz37, bu zalimleri idare etmeye yetmedi.

Öyle ise, Cenâb-ı Hak kulak çekme mahiyetinde, enseye hafif bir tokat vurma şeklinde, -hadiselerin diliyle- “Aklınızı başınıza alın! Bakın nefs-i emmâre taşıyan insanlar var. Bunlar idare edilmeliydi, başınıza bunlar gelmemeliydi!” diyor, ihtimal. Böyle bakmalı meseleye. Demek ki biz orada birilerini idare edemedik.

Oysa Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem) bir yönüyle Hayber fethine kadar bazı kimseleri idare etmişti. Esas, o zaman ihanet ettiler; o gün, Medine Mukavelesi’ne imza atan insanlar, ihanet ettiler. Beni Kureyza, Beni Nadîr, Beni Kaynuka ve sonra da Hayber. Efendimiz, beş sene hınçla O’na (sallallâhu aleyhi ve sellem) bakan insanları -bir ayakları Mekke’de müşriklerin içinde ve dilleri münafıklara yeni şeyler fısıldama yolunda olan o insanları- o mukavele ile nasıl idare etti?!.

İnsanlığın İftihar Tablosu, Cenâb-ı Hakk’ın ilhamı ile, vahyi ile ve yüksek fetanet 37 ile arızasız bu iç içe problemleri idare etti. Bir tekinin bile altında kalır, ezilirdik biz onun. Bence “İşte o fetaneti37 ve o kiyaset ile, problemler halledilseydi, bu insanlar, bu hışım ile -belki- gelmezdi!” demeli!.. Öyle midir, değil midir; mülahaza dairesi açık. Siz değerlendirin. Acaba?!.. “Acaba!”ya bağlı… Acaba?!.

***

[38] TEMMUZ 2017 // BAMTELİ:  “DÜNYA ŞEFKATE MUHTAÇ

 “Hoş!” diyeceksin musibetlerin hepsine. Ondan sonra, bir gün gelecek, onlar, vâridatını senin eteklerine döktüğü zaman, “Yahu ne isabetli imiş meğer bu!” falan diyeceksin. Bunu dünyada da diyeceksin, kabre girdiğinde de diyeceksin. Münkir-Nekir gelecek, diyecek ki: “Yahu bu arınmış insanlara ne soruyorsunuz? Bunlar, dünyada sorgulandılar. Kabrin sıkıştırmasına/tazyikine lüzum yok; bunlar dünyada sıkıştırıldıkları kadar sıkıştırılmışlar.” Evet, sıkıştırmaz kabir o zaman. Ne soru soracaksın bunlara? Dünyada istintaka tâbi tutulmuşlar; diyeceklerini demişler, çekeceklerini çekmişler! Ya “Nem!” diyecekler sana, hadisin ifadesiyle, “Sen, uyumana bak!” diyecekler. Veya bir de böyle teheccüd namazlarını kılmış, Evvâbînlerini kılmış, Duhalarını kılmış isen, berzah hayatını projektörlerle aydınlatmışsın demektir; o aydınlığın -bir yönüyle- varabildiği yere kadar, azm-i râh38 edeceksin. Evet, “azim”, azmetme, o Arapça; “râh” da Farsça “yol” demek. “O yola koyulacaksın38!” diyebilirsiniz. O yola koyulacak, varman gerekli olan yere Allah’ın izni ve inayetiyle varacaksın.

***

[38]:  NİSAN  2017 // BAŞYAZI : “BİR KÜSÛF DAHA SONA ERERKEN

Veren O’ydu, alma bahtiyarlığı yaşayan da onlar; konuyu böyle konumlandırdı, kibir, gurur, ucb, enâniyet ve fahr ile Hazreti Sahib-i Zişan’a karşı saygısızlığa düşmeme hassasiyetiyle oturdu-kalktılar. Oturdu-kalktı, O’nun bendeleri olmanın sadâkat19 ve samimiyetini koruma adına her vâridât ve mevhibenin çehresinde O’nun inayet, riâyet ve kilâet elini görüp, iç içe bela, musibet ve handikaplara rağmen asla ye’se düşmedi32, kat’iyen inkisar yaşamadı ve “Adım güneşin doğup battığı her yere ulaşacaktır!” mesajını olmazsa olmaz bir emir, bir gaye-i hayal kabul ederek, şahlanan küheylanlar gibi dolu-dizgin yürüdüler38 ahsen-i takvime mazhariyetin ufkuna doğru.

 Gerçi uğrunda koşturup durdukları hususlar kızgın çöl güneşi altında mesafelerle yarışma gibi bir şeydi. Ama onlar mefkûrelerinin o serinleten gölgesinde bir ilkbahar yağmuru altında yürüyor gibiydiler38.

Gaye-i hayalleri bu çetin yolculuğun zâdı-zahîresiymişçesine onları hep canlı ve metafizik gerilim içinde tutuyor, onlar da bu sayede hep hedefe doğru üveyikler gibi kanat38 çırpıyorlardı; Allah da bu samimi hak yolu yolcularını yollarda yüzüstü bırakmıyordu.

***

[38]  HAZİRAN  2018 // / BAŞYAZI: “HAK YOLUNA ADANMIŞ RUHLAR”

Bir iman21 ve ihsan kervanıdır bu yoldakiler.. yürümektedirler gölgelerine takılmadan güneşe bakarak39.. akı ak, karayı kara görmektedirler o aydınlıkta.. düşmezler inhirafa, inkisara.. aşarlar zelle ihtimallerini ihsan projektörleriyle.. sapmazlar yolsuzların saptığı gibi.. ve yürürler38 dillerinde “İhdina’s-sırâta’l-müstakim!..” dileğiyle hep ötelere, ötelerin de ötesine.. yolların amansızlığına, yol kesenlerin insafsızlığına, her köşe başındaki farklı bir şeytan ağına rağmen.. dinlenmelerinde tefekkür ve tedebbür dantelaları, hareketlerinde zaman ve konjonktür girdileriyle gaye-i hayallerine doğru.

***

[38]  EYLÜL  2017 // / BAŞYAZI: “HAKK’A ADANMIŞLAR YOLU”

Zira onlar, herkesi gerçek insanlığa çağırma ve gönülleri Hakk’a uyarma mülahazasıyla yola çıkmışlardı ve biliyorlardı bu yolda yürümenin çetin38 olduğunu; şeytan ve avenesinin her köşe başında farklı bir komplo ile karşılarına çıkacağını ve bir kısım zayıf karakterleri ifsat edeceklerini…

Ne var ki onlar, her şeye rağmen bu peygamberler güzergahında yürümeye kararlıydılar38; zira “vira bismillah” deyip bu yola koyulduklarında, Hazreti Sahib-i Kırân’ın ifadesiyle, “Gözümüzde ne Cennet sevdası ne de Cehennem korkusu var. İnsanları gerçek insanlığa yönlendirme adına gerektiğinde, hıllet abidesi Hazreti İbrahim gibi ateşlere atılmaya da hazırız.” demişlerdi. Hedeflerinde, hal ve temsil diliyle hakkı bâtılın savletinden kurtarma; topyekün insanlığın birbiriyle kucaklaşmasını sağlama ve bütün gönüllerde vefa39 ve ittifak duygusu oluşturma onların biricik gaye-i hayalleriydi.

***

[39]  AĞUSTOS  2017 // / BAŞYAZI: “HAKK’A ADANMIŞ RUHLAR”

Evet, kendini Hakk’a adayanları, ubudiyet ve ubûdetle her an ayrı bir derinlik sergileyenleri, yüzleri hep O’na müteveccih bulunanları, oturup-kalkıp içlerini O’na dökenleri, rıza25 deyip inleyenleri, O görüp gözettiği gibi, onların görülüp gözetilmelerini de ister. Nasıl istemez ki, kerem O’nun şanı, vefa39 da değişmez âdet-i sübhâniyesidir. Onlar da O’na teveccüh17 ün gereği iki cihanın şatafat ve debdebesine göz kapamış bahtiyarlar; sürekli muhabbetle köpürüp aşk u iştiyakla inleyip duranlardır.

***

[39]  EKİM  2017 // KIRIK TESTİ: “VEFA”

Vefa39, fertlerin birbiriyle kaynaşıp bütünleşmesini temin eder. vefa39 sayesinde cüzler küll olur; ayrı ayrı parçalar bir araya gelerek vahdete ulaşır. vefa39 duygusu varıp sonsuzluğa erince, ötelerden gelen tayflar, kitlelerin yolunu aydınlatır ve toplumun önünü kesen bütün tıkanıklıkları açar. Elverir ki o toplum, vefa39 duygusu yla olgunlaşmış ve onun kenetleyici kollarına kendini teslim etmiş olsun.

Bütün yükselenlerin hasenat defterleri, vefa39 ile kapanıp vefa39 ile mühürlendi. Bütün yolda kalmışların çirkinlikler meşheri kitapları ise, vefasızlık damgasını yedi, onunla damgalandı. Evet, üzerlerine aldıkları mükellefiyetleri, iki adım öteye götürmeden vefasızlık edip bir kenara çekilenler, zillet ve hakaret damgasını yiyerek aşağıların aşağısına itildiler.

Mukaddes yük ve yolculuğa38 çeyrek gün bile tahammül gösteremeyip yan çizenler ise o gün bugün doğru yolu kaybetmiş sapıklar güruhu hâline geldiler.

***

ADANMIŞA YOL AZIĞI  BIRAKILAN UÇLAR

ÖZETLE

[1] = “Kalb Savfeti”, “Kalb saffeti”,…

[2] = “istiğfar”, “tevbe ihityacı”, …

[3] = “Gönülden bağışlanma”, ,…

[4] = “Kendinle Yüzleş”, ,…

[5] = “Affet bizi”…

[6] =  “Cehd”,  “Gayret”, “Meydan vermeme cehdi”, “kendi cehd ü gayreti”, “sürekli bir      

            cehd”, “Aynı hatayı yapmamak için gayret”, “Gönül duruluğunu muhafaza    

            etmenin gayreti”, Küçük şeyler ile cehd ve gayret”,

[7] = “Sera”, “Sur”

[8] = “derin düşünün ve yapın”, “Düşünce Selameti”, “Doğru düşünme” “Düşünce

Dünyası”

[9] = “Ders alma”, “Anlayanlara ders”

[10] = “sürekli mesafeli durmak”, “Memnû olan hususlara karşı da mesafeli durma”

[11] = “Hata”…

[12] = “Bizi muahaze etme”…

[13] = “sıdk otağı”…” Bize sıdk otağına taht kurma mazhariyeti”,” Mak’ad-ı sıdk”13 (sıdk

oturağı ve otağı) arayışı”

[14] = “Ne ettik ki”

[15] = “Kalb selameti”

[16] = “Hidayet”, “Allah’tan hidayet isteme”, “Lütfedilen hidayet”, “Hidaet-i tamme”

[17] = “Teveccüh”,” Cenâb-ı Hakk’a teveccüh etmek”, “Hakk’a teveccüh kurnalarına

koşar”,Allah’a tam  teveccüh”

[18] = “Sıdk sıfatı”,”Lisan-ı sıdk”, “Kadem-i sıdk”,…

[19] = “Sadakat”,”Sadakat çizgisi”, “Sadakat ruhu”,…

[20] = “İstikamet”, “İstikamet-i tamme”,…

[21] = “İman”, “İmanını teminat altına alması”, “ Engin Bir İman Hissi “, “İman 

            edenler”…

[22] =  “ Sâlih amel”

[23] =  “ Aksiyon”

[24] =  “ İhlas”, “Halis”, “Halis amel”

[25] =  “ Rıza”, “Hakk’ın rızasını hedefleme “,“Rıza hedefli amel”,”rıza mülahazası”,

“Rıza emeliyle yerine getirme”, ”Hakk’ın rızasını hedefleme”,…

[26] =  “ Aşk u iştiyâk-ı likâullah”

[27] =  “Lebriz“, “Taşmalı”, “Dolmalı” , Taşıp durmalı”

[28] =  “ Başkaları istifade etmeli”

[29] =  “ Yaşarmayan göz”

[30]=  “Aşk u iştiyaktan dolayı ağlayanlar”, “Âkıbetinden endişe edip ağlayanlar” “ Cehennemden endişe edip ağlayanlar”, “Allah’tan uzak düşeceğim!” diye korkup ağlayanlar,”,”Her an onu yürekten hissetmeme, kalbinin ritimlerinde hep “Allah, Allah, Allah!” sesi duymama endişesinden korkup ağlayanlar”

[31] =  “ Durağanlığa düşmemeli”

[32] =  “ Ümit”,” Ümidini kesmemeli”

[33] =  “ Sabır”,” Aktif Sabır”

[34] =  “ Nur-i tevhid içinde sırr-ı Ehadiyet”,…

[35] =  “ İrade”,

[36] =  “ İstişare”, “Meşveret”, “

[37] =  “ Fetanet”

[38] =  “ Azm-ı Rah etmek”, “Hep yolda olmak”, “

[39] =  “ Vefa”