NUR-U HAYATI AÇAN ANAHTAR; “TECDİD-İ ÎMAN”
RİSALE-İ NUR MÜZAKERESİ:
MEKTUBAT 26.MEKTUP 4.MESELE
“İmanınızı Lâ ilâhe illâllah ile yenileyiniz.” ın hikmetini soruyorsunuz.
(Müsned, 2:359; el-Münzirî, et-Terğîb ve’t-Terhîb, 2:415; Hâkim, el-Müstedrek, 4:256; el-Heysemî, Mecmeu’z-Zevâid, 1:52.)
Onun hikmeti, çok Sözlerde zikredilmiştir.
Bir sırr-ı hikmeti şudur ki:
İnsanın hem şahsı, hem âlemi her zaman teceddüd ettikleri için, her zaman tecdid-i îmana muhtaçtır.
Zira insanın herbir ferdinin manen çok efradı var. Ömrünün seneleri adedince, belki günleri adedince, belki saatleri adedince birer ferd-i âher sayılır.
Çünki zaman altına girdiği için o ferd-i vâhid bir model hükmüne geçer, her gün bir ferd-i âher şeklini giyer.
Hem insanda bu taaddüd ve teceddüd olduğu gibi, tavattun ettiği âlem dahi seyyardır.
O gider, başkası yerine gelir, daima tenevvü’ ediyor; her gün başka bir âlem kapısını açıyor.
Îman ise hem o şahıstaki her ferdin nur-u hayatıdır, hem girdiği âlemin ziyasıdır. Lâ ilahe illallah ise, o nuru açar bir anahtardır.
İman
– o şahıstaki her ferdin nur-u hayatı
– hem girdiği âlemin ziyası
Lâ ilahe illallah
– o nuru açar bir anahtar
Hem insanda mâdem nefs, heva ve vehim ve şeytan hükmediyorlar, çok vakit îmanını rencide etmek için gafletinden istifade ederek çok hileleri ederler, şüphe ve vesveselerle îman nurunu kaparlar.
Hem zâhir-i şeriata muhalif düşen ve hattâ bazı imamlar nazarında küfür derecesinde tesir eden kelimat ve harekât eksik olmuyor.
Onun için her vakit, her saat, her gün tecdid-i îmana bir ihtiyaç vardır.
—
SÖZLER 33.SÖZ İHTÂR
Şu Otuzüç Pencereli olan Otuzüçüncü Mektub, îmanı olmayanı inşâallah îmana getirir. îmânı zaîf olanın îmanını kuvvetleştirir. Îmânı kavî ve taklidî olanın îmânını tahkikî yapar.
Îmanı tahkikî olanın îmânını genişlendirir. Îmânı geniş olana bütün kemalât-ı hakîkiyyenin medarı ve esası olan mârifetullahta terakkiyat verir; daha nuranî, daha parlak manzaraları açar.
İşte bunun için, «Bir pencere bana kâfi geldi, yeter» diyemezsin.
Çünki: Senin aklına kanaat geldi, hissesini aldı ise; kalbin de hissesini ister. Ruhun da hissesini ister. Hattâ hayal de o nurdan hissesini isteyecek. Binaenaleyh herbir pencerenin ayrı ayrı faideleri vardır.
-
îmanı olmayanı > inşâallah îmana getirir.
-
îmânı zaîf olanın > îmanını kuvvetleştirir.
-
Îmânı kavî ve taklidî olanın > îmânını tahkikî yapar.
-
Îmanı tahkikî olanın > îmânını genişlendirir.
-
Îmânı geniş olana > bütün kemalât-ı hakîkiyyenin medarı ve esası olan mârifetullahta terakkiyat verir;
-
Îmânı geniş olana > daha nuranî, daha parlak manzaraları açar.
—
EMİRDAĞ LAHİKASI 12.MEKTUP
Bu İstida, Üç Makamata Gönderilmiştir. Oradaki Kardeşlerime Bir Me’haz Olmak İçin Gönderildi.
…
Ben Hükûmet-i Cumhuriyenin bütün erkânlarına, belki dünyaya ilân ediyorum ki:
Kur’an-ı Hakîm’in sırr-ı hakikatıyla ve i’cazının tılsımıyla, benim ve Risale-i Nur’un proğramımız ve mesleğimiz ve bilfiil semeresini gördüğümüz ve çalıştığımız ve gaye-i hareketimiz ve hedefimiz, ölümün idam-ı ebedîsinden iman-ı tahkikî ile bîçareleri kurtarmak ve bu mübarek milleti de her nevi anarşilikten muhafaza etmektir.
İşte Risale-i Nur, üç ehl-i vukuf heyetinin ve üç mahkemenin incelemesinden geçtiği halde, bu iki vazife-i kudsiyeden başka, kasdî olarak dünyaya, idareye, asayişe dokunacak ciheti olmadığına, yirmi senelik hayatım ve yüzotuz Risale-i Nur meydanda cerhedilmez bir hüccettir.
—
GENÇLİK REHBERİ ANKARA ÜNİVERSİTESİ KONFERANS
Kıymetli kardeşlerim!
Risale-i Nur’un birçok meziyet ve hususiyetlerinden birkaçını daha sizlere nakledeceğim:
Risale-i Nur’daki hârikulâde ilmî kuvvet, taklidî imanı tahkikî imana çeviriyor; insanı salâbetli ve kuvvetli bir müslüman, ilmiyle amel eden bir mü’min-i kâmil olmaya doğru götürüyor.
Menhus, pis zevklerden nefret ettirip vazgeçiriyor. En ulvî ve en temiz, ebedî ve sermedî zevk ve hazlar verecek hareketlere sevkediyor. İnsana hayatı sevdiriyor. Bedbînlikten kurtarıp, imanlı bir nîkbînlik veriyor.
Uyuşuk ve tenbelleri cevval yapıyor; ruhî bir cevelan insanın iç âleminde hükümferma oluyor. Orta halli değil, en ileri ve en yüksek bir insan olmak hevesini uyandırıyor. Gurur ve kibir gibi kötü ahlâkları kaldırıyor. İnsanı tevazu, mahviyet ve vakar gibi faziletlerle değerlendiriyor. Hasım tarafları barıştırıyor. Fenalığa, fenalıkla değil, iyilikle mukabele etmek dersini veriyor. Siz gibi temiz ve terbiyeli gençleri, fena bir muhitin fena görenekleriyle ahlâksız hale düşmek felâketinden muhafaza ediyor.
İşte bunun içindir ki; Risale-i Nur’u sadakat ve devamla okuyan hakikî bir Nur Talebesi, ahlâken düşük insanlar arasında kalsa da, ahlâkını bozmadan onlardan uzaklaşıp kendini kurtarıyor.
Hem ahlâk ve terbiyesini yükseltmek için, nefis mücadelesine girişiyor. Risale-i Nur’dan aldığı malûmat ve imanî kuvvetle muvaffak oluyor.
Hem kendini, o bozuk cem’iyete ve kimselere kaptırmıyor. Bilakis Risale-i Nur’u neşrederek imanî esasların zayıflaması neticesi olarak bozulan bir cem’iyeti ikna’ ve ıslah etmek cehdine sahib oluyor.
İçtimaî yüksek esaslarla mücehhez bir ıslahatçı gibi, gaye ve prensibinde terakkiler kaydediyor. Davasını yürütmekte ve yerleştirmekte âdeta zaferden zafere koşmaya başlıyor
—
DENİZLİ 41. MEKTUP
Aziz, Sıddık Kardeşlerim!
Sair yerlere nisbeten en sıkıntılı ve en soğuk olan bu hapsin zahmet ve meşakkatini çeken, elbette bu hapsin sebebinde derecesine göre bir kaçınmak meyli olacak.
Fakat onun zâhirî sebebi olan Risâle-i Nur’un o zahmet çekenlere kazandırdığı îmân-ı tahkikî ve îmân-ı tahkîkî ile hüsn-ü hâtime ve şirket-i mâneviye ile yüzer adam kadar a’mâl-i sâliha o acı zahmeti tatlı bir rahmete çevirdiğinden, bu iki neticenin fiatı, sarsılmaz bir sadakat ve sebatkârlıktır.
Onun için, pişman olmak ve vazgeçmek, büyük bir hasarattır. Şâkirdlerin dünya ile alâkası olmayan veya pek az bulananları için bu hapis daha hayırlıdır, bir cihette hürriyet yeridir. Ve alâkası bulunan ve idaresi yerinde olanlara, sarfedilen paraları muzâaf sadakalara ve geçirilen ömür saatleri muzâaf ibâdetlere çevirmesinden, şekvâ yerine şükür etmeleri iktiza ediyor.
Ve fakir ve zaif kısmı ise; zâten hapsin haricinde onlara faidesiz sevablar, mes’ûliyetli meşakkat verdiğinden, bu hayırlı, çok sevaplı, mes’ûliyetsiz ve arkadaşlarının mütekabil tesellileriyle hafifleşen meşakkat, onlar için medâr-ı şükrandır.
—
DENİZLİ 50. MEKTUP
Aziz, Sıddık Kardeşlerim!
Sizin tesânüdünüze benim ziyâde ehemmiyet verdiğim sebebi; yalnız bize ve Risâle-i Nur’a menfaati için değil, belki tahkikî îmânın dâiresinde olmayan ve nokta-i istinada ve sarsılmayan bir cemâatin kat’î buldukları bir hakikata dayanmağa pek çok muhtaç bulunan avâm ehl-i îman için dalâlet cereyanlarına karşı yılmaz, çekilmez, bozulmaz, aldatmaz bir merci, bir mürşid, bir hüccet olmak cihetiyle sizin kuvvetli tesânüdünüzü gören kanâat eder ki; bir hakikat var, hiçbir şeye fedâ edilmez, ehl-i dalâlete başını eğmez, mağlûb olmaz diye kuvve-i mâneviyesi ve îmânı kuvvet bulur, ehl-i dünyaya ve sefâhete iltihaktan kurtulur.
—
DENİZLİ 55. MEKTUP
Evet biz bir cemiyetiz ve öyle bir cemiyetimiz var ki; her asırda üçyüz milyon dâhil mensubları var ve her gün beş def’a o mukaddes cemiyetin prensipleriyle kemâl-i hürmetle alâkalarını ve hizmetlerini gösteriyorlar ve “innemel mu’minine ihvetun” kudsî programiyle birbirinin yardımına dualariyle ve mânevî kazançlariyle koşuyorlar.
İşte biz, bu mukaddes ve muazzam cemiyetin efradındanız; ve hususî vazifemiz de, Kur’ân’ın îmânî hakikatlarını tahkikî bir surette ehl-i îmana bildirip onları ve kendimizi îdam-ı ebedîden ve dâimî haps-i münferidden kurtarmaktır. Sâir dünyevî ve siyasî ve entrikalı cemiyet ve komitelerle münasebetimiz yoktur ve tenezzül etmeyiz.
—
KASTAMAONU LAHİKASI 48.MEKTUP
Risale-i Nur talebelerinin hasları olan sâhib ve vârisleri ve haslarının hasları olan erkân ve esasları olan kardeşlerime bugünlerde vuku’ bulan bir hâdise münasebetiyle beyan ediyorum ki: Risalet-in-Nur, hakaik-ı İslâmiyeye dair ihtiyaçlara kâfi geliyor. Başka eserlere ihtiyaç bırakmıyor.
Kat’î ve çok tecrübelerle anlaşılmış ki, îmanı kurtarmak ve kuvvetlendirmek ve tahkikî yapmanın en kısa ve en kolay yolu Risalet-in-Nur’dadır. Evet onbeş sene yerine, onbeş haftada Risalet-in-Nur o yolu kestirir, îman-ı hakikîye îsâl eder.
Bu fakir kardeşiniz yirmi seneden evvel, kesret-i mütalâa ile bazan bir günde bir cild kitabı anlayarak mütalâa ederken; yirmi seneye yakındır ki, Kur’an ve Kur’an’dan gelen Resail-in-Nur bana kâfi geliyorlardı. Bir tek kitaba muhtaç olmadım, başka kitabları yanımda bulundurmadım. Risalet-in-Nur çok mütenevvi hakaika dair olduğu halde, te’lifi zamanında, yirmi seneden beri ben muhtaç olmadım. Elbette siz, yirmi derece daha ziyade muhtaç olmamak lâzım gelir.
Hem madem ben sizlere kanaat ettim ve ediyorum, başkalara bakmıyorum, meşgul olmuyorum; siz dahi Risalet-in-Nur’a kanaat etmeniz lâzımdır, belki bu zamanda elzemdir.
Ey kardeşlerim! Mesleğimiz, tecavüz değil, tedafüdür, hem tahrib değil tamirdir, hem hâkim değiliz mahkûmuz. Bize tecavüz eden hadsizdirler. Mesleklerinde elbette çok mühim ve bizim de malımız hakikatlar var. O hakikatların intişarına bize ihtiyaçları yoktur.
—
DENİZLİ 2. MEKTUP
Tahmin ederim, şimdi küre-i arzda Risâle-i Nur Şâkirdlerinden -kalben ve ruhen ve fikren- daha az sıkıntı çeken yoktur.
Çünki; kalb ve ruh ve akılları îman-ı tahkikî nurlariyle sıkıntı çekmezler; maddî zahmetler ise, Risâle-i Nur dersiyle hem geçici, hem sevablı, hem ehemmiyetsiz, hem hizmet-i îmaniyenin başka bir mecrada inkişafına vesile olmasını bilerek şükür ve sabırla karşılıyorlar.
İman-ı tahkikî dünyada dahi medar-ı saadettir diye halleriyle isbat ediyorlar. Evet, «Mevlâ görelim neyler, neylerse güzel eyler» deyip metinane bu fânî zahmetleri bâki rahmetlere tebdile çalışıyorlar.
Cenâb-ı Erhamürrâhimîn, onların emsallerini çoğaltsın, bu vatana medar-ı şeref ve saadet yapsın ve onları da cennet-ül-firdevsde saadet-i ebediyeye mazhar eylesin, âmin!
Ehemmiyetli bir hocanın Üstad hakkında ziyade hüsn-ü zannını tadil etmek münasebetiyle Emin ve Feyzi’nin o hocaya gönderdikleri bir mektup.
—
KASTAMONU LAHİKASI 131.MEKTUP
EHEMMİYETLİ BİR HOCANIN ÜSTAD HAKKINDA ZİYADE HÜSN-Ü ZANNINI TA’DİL ETMEK MÜNASEBETİYLE YAZILMIŞ, BELKİ SİZE DE FAİDESİ OLUR DİYE GÖNDERİLDİ
Aziz, sâdık ve muhterem Hoca Haşmet Efendi
Senin, müceddid hakkındaki mektubunu hayretle okuduk ve Üstadımıza da söyledik. Üstadımız diyor ki:
“Evet, bu zaman hem iman ve din için, hem hayat-ı içtimaî ve şeriat için, hem hukuk-u âmme ve siyaset-i İslamiye için gayet ehemmiyetli birer müceddid ister.
Fakat en ehemmiyetlisi, hakaik-i imaniyeyi muhafaza noktasında tecdid vazifesi, en mukaddes ve en büyüğüdür. Şeriat ve hayat-ı içtimaiye ve siyasiye daireleri ona nispeten ikinci, üçüncü, dördüncü derecede kalıyor.
Rivâyât-ı hadisiyede, tecdid-i din hakkında ziyade ehemmiyet ise, imanî hakaikteki tecdid itibarıyladır.
Fakat efkâr-ı âmmede, hayatperest insanların nazarında zahiren geniş ve hâkimiyet noktasında cazibedar olan hayat-ı içtimaiye-i İslamiye ve siyaset-i diniye cihetleri daha ziyade ehemmiyetli göründüğü için, o adese ile, o nokta-i nazardan bakıyorlar, mana veriyorlar.
“Hem bu üç vezâifi birden bir şahısta, yahut cemaatte bu zamanda bulunması ve mükemmel olması ve birbirini cerh etmemesi pek uzak, âdeta kabil görülmüyor. Âhirzamanda, Âl-i Beyt-i Nebevînin (a.s.m.) cemaat-i nuraniyesini temsil eden Hazret-i Mehdîde ve cemaatindeki şahs-ı manevide ancak içtima edebilir.
Bu asırda, Cenab-ı Hakka hadsiz şükür olsun ki, Risale-i Nur’un hakikatine ve şakirtlerinin şahs-ı manevisine, hakaik-i imaniye muhafazasında tecdid vazifesini yaptırmış; yirmi seneden beri o vazife-i kudsiyede tesirli ve fatihâne neşriyle gayet dehşetli ve kuvvetli zındıka ve dalâlet hücumuna karşı tam mukabele edip, yüz binler ehl-i imanın imanlarını kurtardığını kırk binler adam şehadet eder.
“Amma, benim gibi aciz ve zayıf bir biçarenin, böyle binler derece haddimden fazla bir yükü yüklemek tarzında şahsımı, medâr-ı nazar etmemeli” diyor. Ve size selam ediyor. Biz de zâtınıza ve oradaki Risale-i Nur’la alâkadar olanlara selam ediyoruz.
Risale-i Nur şakirtlerinden
Emin, Feyzi, Kâmil