ÇAĞLAYAN’DAN SİNELERE EMANET AMEL “İHLAS” (BÖLÜM-1)
MÜZAKERE ÇALIŞMASININ İZAHATI:
1-Öncelikle Çağlayan dergisinde yayınlanan başyazı ve orta sayfalarda geçen “ihlas” hakikati ile irtibatlı bırakılan uçların tespiti…
1.1- Farklı Mertebeleriyle Nefis (6) – Çağlayan Ekim 2018
1.2- Farklı Mertebeleriyle Nefis (5) – Çağlayan Eylül 2018
1.3- Farklı Mertebeleriyle Nefis (4) – Çağlayan Ağustos 2018
1.4- Farklı Mertebeleriyle Nefis (3) – Çağlayan Temmuz 2018
1.5- Farklı Mertebeleriyle Nefis (1) – Çağlayan Mayıs 2018
1.6- Âbid, Zâhid, Âşık (2) – Çağlayan Şubat 2018
1.7- Kalb Veya Latîfe-İ Rabbâniye – Çağlayan Ekim 2017
1.8- Hakk’a Adanmışlar Yolu – Çağlayan Eylül 2017
1.9- Hak Yoluna Adanmış Ruhlar – Çağlayan Haziran 2017
1.10- Dar Bir Açıdan Ahlâk-2 – Çağlayan Mayıs 2017
2- Sonrasında acizane anlama gayreti hedeflenerek pırlanta eserlerine sadık kalınarak yapılan değerlendirilmelerin müzakeresi yapılmıştır.
Birinci bölüm de“ihlas” , “FARKLI MERTEBELERİYLE NEFİS (6)” isimli Kalbin Zümrüt Tepeleri yazısında geçen
2.1 Muhlisîn üstü Muhlasîn
2.2. İhlas-ı etemm
2.3. Amel-i sâlih
2.4. Hakk’a teveccüh-i tâmm,
2.5. Üns billâh
2.6. Sıyanet ufku
2.7. İlahî inayet ve riayeti
gibi bırakılan uçlar üzerinden pırlanta okumaları yapılmıştır.
Duamız odur ki;
“Allahım! Bizi Sana yaklaştıracak salih amellerle tanıştır. Senden uzaklaştıracak tavır ve davranışlara karşı bizi hep kapalı tut ve bizi amellerimizde samimiyet ve ihlasa ulaştır.(Amin)...”
***
BÖLÜM-1
ANA METİN
FARKLI MERTEBELERİYLE NEFİS (6) – ÇAĞLAYAN EKİM 2018
“Bunlar muhlisîn üstü muhlasîn1 payesiyle serfirazdırlar ki büyük ölçüde şeytan ve nefis şerarelerine kapalı sayılırlar.
Bunun teminatı, şeytanın geniş alanlı asimetrik saldırılarına karşı
“(Mealen) Herkes şeytan iğvâ ve idlâline karşı açıktır ama ihlas-ı etemme2 sahip olanlar müstesna!” (Hicr, 15/40; Sad, 38/83) beyanıdır.
Bu zirvenin koç yiğitleri, amel-i sâlih3 ve Hakk’a teveccüh-i tâmları4 sayesinde şeytan ve avenesinin insana nüfuz girizgâhlarının bütününü kapayıp “üns billâh5”a ermişlerdir.
Burası öyle yüksek bir makam ve sıyanet ufku6dur ki, oraya asla şeyâtîn şerare ve sinyalleri ulaşamaz ve onlar, konumlarını korudukları sürece de hep ilahî inayet ve riayet7 altında bulunurlar.”
***
MÜZAKERE:
1)- MUHLİSÎN ÜSTÜ MUHLASÎN
Muhlis (ihlası kazanmış), ihlâsı temsil eden kişi demektir. Fakat insan bu konuda ihlâs şuuruna öyle bir kilitlenmelidir ki, ihlâsa ermeyi bile az görerek “muhlasîn” (ihlasa erdirilmiş) den olma peşinde koşmalıdır.
Muhlas, Allah tarafından safvete ulaştırılma ve böylece mahz-ı ihlâs kesilme, ihlâslaşma, tamamen durulma, berraklaşma demektir.
…
Fakat asliyet planında olmasa bile zılliyet planında bu hedefe ulaşmak için peygamberlerin dışındaki mü’minler de gözlerini bu yüce ufka dikmeli, sürekli murad-ı ilâhîyi takip etmeli, bütün ibadetlerini sadece emredildiği için yapmalı, ubûdiyetlerini/kulluklarını dünyevî hiçbir gayeye bağlamamalı, hatta rıdvan dışında uhrevî beklentilerden sıyrılmalı, neticeyi de Cenâb-ı Hakk’a bırakmalıdırlar.
…
Herkesin O’nunla alâka ve irtibatına göre, kulluk tavrı da, Hakk’ın muamelesi de farklı farklıdır.. ve aşağıdakiler, bir üsttekilerin Hak’la münasebetini ve Hakk’ın da onlarla muamelesini bilemezler.
Ezcümle, avam halk, erbâb-ı basîret dediğimiz havâssın Hak’la irtibat ve alâkasını, Hakk’ın da onlarla muamelesini bilemedikleri gibi, havâss da, ehass-ı havâssın Hakk’a teveccüh ve tahsis-i nazar larını, Hakk’ın da onlarla değişik mevârid ve mevâhib muamelesini bilemez; ehass-ı havâss da, Hakk’ın mükerrem ibâdı “muhlasîn”1 ve “Mustafeyne’l-Ahyâr”2 dediğimiz mukarrabîn ve Akrabü’l-mukarrabîn’in esmâ ve sıfât ötesi Hazreti Zât’la olan irtibat derinliklerini ve O’nun da bu seçkinlere özel teveccüh ve ekstra muamelesini bilemezler…
Bu konuyu teyid makamında Hazreti Akrabü’l-mukarrabîn’e nisbet edilen “Allah’ın en sevimli kulları, kendini gizlemesini bilen gerçek müttakîlerdir.” şeklinde mübarek bir söz vardır ki, bu da bilhassa şu hususları işaretlemektedir:
Evvelâ, riyâ, süm’a, teveccüh-ü nâs beklentisi… gibi Allah’ın sevmediği şeylerden kaçınma hasbîliği ile, iç zenginliğini, mârifet enginliğini dışarı vurmama; sâniyen, amellerini ihlâs yörüngesinde götürüp, her işinde sadece ve sadece Hak rızasını gözetme; sâlisen, kalb temizliğine, ruh safvetine, olması gerekenin çok çok ötesinde ihtimam göstererek, bâtınını zâhirinin önünde götürme; râbian, ahlâk-ı ilâhî ile ittisâf ederek gönül dünyasını her zaman O’na açık tutma; hâmisen, nefis tezkiyesi, kalb tasfiyesi mevzuunda doyma bilmeyen bir aşk u iştiyakla sürekli gayret içinde bulunma..
—
2)- İHLAS-I ETEMM
Kimileri ilm ü amelle yürür kendi sonuna doğru; mârifetle oturur-kalkar. Yer yer muhabbetle soluklandığı olur; ama hudû ve huşû bilemediğinden, amelini de ihlâs-ı etemmle bezeyemediğinden akı-karayı birbirine karıştırır ve çok defa kazanma kuşağında haybetler yaşayarak göçer gider bu dünyadan.
Kimileri tam tekmildir ilim, mârifet ve muhabbet adına.
İhlâsla yürür yürüdüğü yolda; ne var ki, bunların da bazılarının, havf u haşyet, hudû ve huşû donanımları yeterli olmadığından bir kısım mazhariyetlerle başları dönebilir; bir şekilde durdukları yerin hakkını verip konumlarını korusalar da söz ve tavırlarından dökülen laubalilik, şathiyyât ve kulluk keyfiyetine münâfî değişik iddialar gibi ubûdiyetin esası olan mahviyet, tevazu ve hacâletle telifi imkânsız beyanlarda bulunarak gayri ciddî ruhlara malzeme ürettikleri de bir gerçektir.
Bu itibarla bütün mü’minler, hususiyle de Hakk’a adanmış ruhlar her durumda ve her kademede mehâfet ve mehâbet mülâhazalarını kontrol etmeli, huşû ve hudû adına şuuraltı müktesebâtlarını gözden geçirmelidirler ki, laubaliliğe düşmesinler ve kazanç yolunu hüsranlarla karartmasınlar..
3)- AMEL-İ SÂLİH
İhlâs, bir kalb amelidir.
Ve Allah da, kalbî temayüllerine göre insana değer verir.. evet; “O, sizin suret, şekil ve dış görünüşlerinize değil; kalblerinize ve kalbî temayüllerinize bakar.”
İhlâs, Allah tarafından temiz kalblere bahşedilmiş, azları çok eden, sığ şeyleri derinleştiren ve sınırlı ibadet ü taati sınırsızlaştıran öyle sihirli bir kredidir ki, insan onunla dünya ve ukbâ pazarlarında en pahalı nesnelere tâlip olabilir ve onun sayesinde âlemin sürüm sürüm olduğu yerlerde, hep elden ele dolaşır.
İhlâsın bu sırlı gücünden dolayıdır ki, Allah Resûlü: “Dinî hayatında ihlâslı ol, az amel yeter.” buyurur..
ve: “Her zaman amellerinizde ihlâsı gözetin; zira Allah, sadece amelin hâlis olanını kabul eder.” diyerek amellerin ihlâs yörüngeli olmasına tembihte bulunur.
Amel bir cesetse ihlâs onda can, amel bir kanatsa ihlâs da diğer kanattır.
—
4)- HAKK’A TEVECCÜH-İ TÂMM
İhlâs; ferdin, ibadet ü taatinde, Cenâb-ı Hakk’ın emir, istek ve ihsanlarının dışında her şeye karşı kapanması, abd ve Mâbud münasebetlerinde sır tutucu olması, yaptığı şeyleri Hakk’ın teftişine arz mülâhazasıyla yapması, tabir-i diğerle; vazife ve sorumluluklarını, O emrettiği için yerine getirmesi, yerine getirirken de O’nun hoşnutluğunu hedeflemesi ve O’nun uhrevî teveccühlerine yönelmesinden ibarettir ki, saflardan saf sâdıkların en önemli vasıflarından biri sayılır.
…
Ârifi başkalarından ayıran şu hususlar da fevkalâde calib-i dikkattir: Ârif, yaptığı işlerde kat’iyen beklentiye girmez..
maddî pâyeler bir yana, mânevî mansıplar uğrunda bile rekabet düşünmez, gıpta yaşamaz ve yaşatmaz.. o, elindekine göz dikenlerle cedelleşmez.. kendini en küçük kimse lerden dahi üstün görmez.. kaçırdığı fırsatlardan ötürü “âh u vâh” edip şikâyette bulunmaz.. elde ettiği maddî muvaffakiyetlerden dolayı da gafilâne sevinç ve küstahlıklara girmez; hatta Hz. Süleyman mülkü dahi kendisine bahşedilse, Hak maiyyetini arar ve başka şeylere teveccühü israf sayar.. bütün varlığa karşı onların nefislerinden ötürü kat’î tavır alır ve “üns billâh”ın bir saniye ve bir salisesini cihanpaha bilir..
—
5)- ÜNS BİLLÂH
Üns miracının yol azığı, bineği ve burağı, her türlü meâsî ve mesâvîye karşı kararlı ve ciddi bir metafizik gerilim içinde bulunma.. ibadet ü taat düşüncesini içtenleştirerek vicdanî tembihlerin güdümünde ve tabiî ihtiyaçların üstünde derin bir iştiyakla onları yerine getirme.. dünya ve mâfîhâyı bütün bütün kalbinden silip atma gayreti ortaya koyma..
Cüneyd-i Bağdadî, ünsü, semerât ve varidatıyla “recâ”nın “havf”a galebesi; Zünnûn-i Mısrî de sevenin (muhib) sevilenle (mahbûb) maiyyet sermestliği şeklinde tarif etmiştir.
Bir başkasına göre ise, üns, O’nu bilme, O’nu görme, O’nu duyma, O’nu isteme, O’nu vird-i zeban etme ve O’ndan gelen celâlî ve cemâlî esintileri gül gibi koklama; taakkul, tasavvur ve tahayyül kapılarını kilit ve sürgüleriyle bütün bütün sorgulamaya kapama; kahr u lütuf tecellileri karşısında sürekli رَضِينَا deyip rıza soluklama dır.
Bu hâliyle üns, şevk u iştiyak ötesi öyle bir mazhariyettir ki, ârif özünü bu mânevî atmosfer içinde hissedince kendini bütün bütün halvetin inşirah-bahş “üns billâh” çağlayanına salar ve iradî olarak bir daha da geriye dönmek istemez; dönmek istemez.
6)- SİYANET UFKU
O’nun imkân âlemlerine teveccühü ise, daha ziyade rahmet, hikmet, inayet, şefkat edalı ve adalet şivelidir. Her şeyi merhametle görüp gözetme, hikmetle yerli yerine koyma, şefkatle kayırıp sıyanet etme ve adaletle her hak sahibinin hakkını koruyup bütün varlığı kuşatacak şekilde bir denge vaz’etme… gibi küllî ve celâlî teveccühlerinin yanında yine Kendi meşîet tezgâhından çıkmış farklı donanımlı, farklı zevât ve özel mahiyetlere, hususiyle her bir ferdi başlı başına birer nev’ konumunda bulunan insanlara ve onlar içinde de enbiyâ, asfiyâ ve evliyâ… gibi belli mazhariyet sahiplerine has bir teveccühü, farklı bir iltifatı, daha engin bir rahmeti ve fevkalâdeden bir inayeti vardır ki, buna da “ehadiyet tecellîsi” denegelmiştir.
Hazreti Feyyâz-ı Mutlak, kuluna böyle bir teveccühte bulununca, onun mecazî mahiyeti sayılan vücud-u cismanîsi âdeta silinir gider ve onun yerini bir vücud-u câvidânî alır ki, bu sayede tâlib veya sâlik bir hamlede ve bir nefhada hemen muhlasîn ufkuna yükselebilir.
Bu şekilde ekstra bir mazhariyet, ilimle, hatta “ilmü’l-yakîn”le elde edilmesi muhtemel makam ve pâyelerden çok farklıdır.
Böyle bir nazara ehlullah, “tecellî-i ilim” demişlerdir ki, “ilm-i ledün” dalga boylu böyle bir teveccüh sayesinde birdenbire her şeyin mahiyeti değişir; insan âdeta melek oluverir, cisim ruh keyfiyetini alır, ateş “berd ü selâm”a dönüşür, tuzlu deryalar kevser ırmakları hâline gelir, zehir de panzehire inkılâp eder.
…
Erbâb-ı hakikatçe sabra bir diğer yaklaşım ise; iyi-kötü her şeyin Cenâb-ı Hak’tan bilinip, aklın zâhirî nazarında iyi olanlara şükürle, nâhoş görünen şeylere karşı da rıza ile mukabelede bulunma şeklindedir.
Ancak insanın, altından kalkamayacağı musibetler, zor eda edeceği mükellefiyetler ve çoklarının yuvarlanıp içine düştüğü günahlara girme endişesiyle hâlini Allah’a arz etmesi, o çok ağır sorumlulukları için O’ndan yardım istemesi ve günahlardan korkup O’nun sıyanetine sığınması... gibi hususlar da şikâyet olmasa gerek.
Şikâyet olması şöyle dursun, böyle bir tavır çok defa şahsın niyet ve düşüncesine göre tazarru, niyaz, tevekkül ve teslimiyet bile sayılabilir.
7)- İLAHÎ İNAYETİ VE RİAYETİ
Gerçekten de, sadakat ve ihlâs bir ucu insan gönlünde, diğer ucu Hakk’ın inayet katında öyle bir derinliktir ki, o derinliklere yelken açmış ve o kanatla kanatlanmış bir babayiğidin takılıp yollarda kaldığı görülmemiştir.
Zira onlar, Allah tarafından teminat altındadır.. ve Allah, çok iş ve çok semereden daha ziyade, her işte rızasının gözetilmesine önem verir.
Evet O’nun nazarında “Bir dirhem ihlâslı iş, batmanlarla hâlis olmayana müreccahtır.”
…
Cenâb-ı Hafîz u Muîn’in himaye, inayet ve kelâeti altında zirveleşmiş öyle kahramanlardır ki, oturur kalkar Rabb-i Kerîm’lerini anar..
her hâdise, her düşünce ve her mülâhazayı O’nu anmanın birer bahanesi, hatta mukaddimesi sayar ve âdeta, kendileri olarak kendilerinden kaçar, kendilerini duymaz ve kendilerine karşı yabancı yaşarlar..
iyiliklerini insanlardan saklamanın da ötesinde kendi kendilerinden saklama mülâhazaları içinde dolaşır ve vicdanlarında sürekli araya girmelerin ızdırabını duyarlar..
yer yer kendilerine takıldıkları olsa da, bunu bir kâbuslu rüya telakki eder ve bir an evvel ondan kurtulma yollarını araştırırlar..
yeni merhalelere motive olmanın dışında her zaman, vecd u istiğrakın gel-gitleri arasında ömürlerini sürdürür ve hep inayet-i hâssa seralarında, riayet-i tâmme yamaçlarında ilâhî eltâf soluklarlar.
Bunlar, sürekli sırlar ötesi bir gizlilik içinde mahfîdirler ama, Allah’ın matmah-ı nazarı ve varlığın da en hayatî unsurlarıdırlar. Hak eşyaya onlarla bakar, kâinat onların sır kevserleriyle beslenir.
DEVAM EDECEK
MÜZAKERE ODASINDA YAYINLANAN İHLAS İLE ALAKALI ÇALIŞMALAR:
1-HANGİ İHTİYACA BİNAEN İKİNCİ İHLAS RİSALESİ (21.LEMA) YAZILMIŞ OLABİLİR?
2-“İHLÂS OKUMALARI”; DAMLAYI DERYA YAPAN ÂMEL VE KULLUKTAKİ DERİNLİK
3-NİFAK VE ENÂNİYET ÇAĞINDA “İHLÂS VE İSTİKÂMET VESİLE” LERİNİ REHBER EDİNEN YOLCU.