YUSUF YÜZLÜLERLE BERABER OLMANIN SIRLI ANAHTARI-2
KEHF SURESİ REHBERLİĞİNDE CUMA VAKTİNDE TAZARRU VE NİYAZ…
HEDEFİMİZ : PERŞEMBE AKŞAM NAMAZI İLE CUMA VAKTİNE KADAR “DECCAL VE SÜFYANİN FİTNESİNDEN EMİN OLMAK” İCİN KEHF SURESİNİ OKUYARAK TAZARRU NE NİYAZDA BULUNMA (Bir rivayete göre sonundan 10 ayet)
“Ey Rabbimiz! Bize katından bir rahmet ver ve içinde bulunduğumuz şu durumda bize kurtuluş ve doğruluğa ulaşmayı kolaylaştır.” (Kehf, 18/10) mı diyeceksiniz?!.
***
ASHÂB-I KEHF, HIZIR VE ZÜLKARNEYN_ Bamteli 26 AĞUSTOS 2012
“Hadis-i şeriflerde Cuma günü Kehf Sûresi’nin başından (bir rivayette sonundan) on ayet okumanın Deccal fitnesine karşı kalkan olacağı ifade edilmektedir. İnsan, bu sûrede anlatılan –Ashab-ı Kehf’in harika şekilde korunması gibi- ilahî icraâtı düşünerek ayet-i kerimeleri tilavet edip O’nun inayet ve riayetine çağrıda bulunursa, inşaallah âhir zaman fitnelerinden muhafaza olur.”
…
Şu kadar ki, Kur’ân’ın anlattığı vak’alar, bizim senaryolarımız gibi hayalî değildir; onlar, hakikatin ta kendisidir. Bu vak’aları, peygamberler ve salih insanların şahsında sahnelendiren Hazreti Allah (celle celâluhu), Kelâm-ı Kadim’i ile de ibret alınması maksadıyla, ayn-ı hakikat olarak Peygamberine bildirmiştir. Şimdi bize de, onlardan alınacak hisseyi almak düşmektedir.
…
Bir mü’min, Kur’an-ı Kerim’in hemen her sûresinin, her maktaının, hatta her ayetinin bir manada kendisine baktığını nazar-ı itibara almalıdır.
…
Mesela, Ashab-ı Kehf anlatılırken “telattuf” ve -Hazreti Üstad’ın ifadesiyle- “sırran tenevveret” düsturları nazara verilmektedir. Latîf, Esma-i Hüsnâ’dandır; yani Cenâb-ı Hakk’ın yüce isimlerinden biridir ve Kur’ân’da da zikredilmektedir. Allah, Latîf’tir. O, lütûflarını insanların içine, onlara hiç hissettirmeden akıtıverir. İnsanlar hissetmezler; ama, onları İlâhî esintiler sessiz sessiz sarıverir.
***
HADİS-İ ŞERİFLERDE KEHF SURESİ
(1)- Resulullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) buyurdu ki:
“Her kim Kehf Suresini Cuma günü okursa, iki Cuma arası nur ile aydınlatılır.”
Hakim, Müstedrek, 2/399; Suyuti, Cami’ussağir, 8929; Zebidi İthaf, 3/292
—
(2)- Resulullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) buyurdu ki:
“Cuma Gecesi Kehf Suresini okuyan kimseye, kendisi ile Beytül-Atik (Kabe) arasındaki mesafe kadar nur ile aydınlatılır.“
(Cuma Gecesi: Perşembe gününü Cuma’ya bağlayan gecedir.)
Nesai, Amelü’l-Yevm, 528; Darimi, Fedailül-Kuran,18, no.3410
—
(3)- Resulullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) buyurdu ki:
“Cuma günü Kehf suresini okuyan, sekiz gün içerisindeki her fitneden korunmuştur. O arada deccal çıksa, ona dokunamaz.“
Zebidi İthaf, 3/292
—
(4)- Resulullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) buyurdu ki:
“Size azameti yerle gök arasını dolduran, bu sureyi yazana da o kadar ecir kazandıran, kendisini Cuma günü okuyanın bir daha ki Cuma’ya ve üç gün fazlasına kadar bağışlanacağı ve uyurken sonundaki 10 ayeti okuyanı, istediği saatte Allah’ü Teala’nın uyandıracağı bir sure haber vereyim mi?”
Sahabe-i Kiram (Allah Hepsinden Razı Olsun): -”Buyur ey Allah’ın Resulü!” deyince,
Resulullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) buyurdu ki:
“-(Bu sure) Ashab-ı Kehf’in suresidir.“
Suyuti, Cami’ussağir, 3/104, no2862; Zebidi İthaf, 3/292
—
(5)- Resulullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) buyurdu ki:
“Her kim Cuma gecesi veya günü Kehf suresini okursa, o kişiye okuduğu yerden Mekke-i Mükerreme’ye kadar ulaşan bir nur ihsan edilir. Bir daha ki Cuma’ya kadar yapacağı günahlar bağışlanır. Sabah’a kadar 70.000 melek kendisine dua eder. Bütün hastalıklardan, özellikle verem, karın tümörü, alaca ve cüzzam hastalıklarından kendisine afiyet verilir ve Deccalin fitnesinden kurtarılır.“
Müslim, Salarü’l-:Müsafirin, 257; tirmizi, Fezailül-Kuran, 6
—
(6)- Abdullah ibni Abbas (Radıyallahü Anha)’dan rivayetle, Resulullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuşlardır:
“Kehf Suresine Tevrat’ta “Hâile’ ismi verilmiş. Çünkü o okuyucusuyla Cehennem ateşi arasında perde olur.“
Suyuti, Cami’ussağir, 4/115, no:4725; Beyhaki, Şü’abül-İman
—
(7)- Resulullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) buyurdu ki:
“Her kim Kehf suresinin başından üç ayet okursa Deccal fitnesinden korunur.“
Müslim, Müsafirin, 27; Ebu Davud, Melahım, 14; Tirmizi, Fedailül-Kuran, 6
—
(8)- Resulullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) buyurdu ki:
“Kim Kehf suresinin başından on ayet ezberle(yip okumaya devam ede)rse, deccalin şerrinden emin olur (korunur). Her kim Kehf suresinin son on ayetini okursa ve sonrada deccal çıksa, ona asla zararı dokunmaz.“
Müslim, Müsafirin, 27; Ebu davud, Melahım, 14, Ahmed bin Hanbel, Müsned, 5/196; 6/449, 450; Tirmizi, Fedailül-Kuran,6
—
(9)- Resulullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) buyurdu ki:
“Her kim uyuyacağı zaman Kehf suresinin sonunu (veya son 10 ayeti) okursa o kişi için kıyamet gününde başından ayağına kadar nur olur.“
Heysemi, Mesme’uzzevaid, 10/129
—
(10)-Belirli bir saatte uyanmak isteyen kimse, Kehf suresinin ilk ve son 10 ayet-i kerimelerini yatmadan önce okursa, Allah’u Teala üç melek indirir, onlar onu namaza kaldırırlar,
Namazı kılıp; “Allah’ım! senin katında en değerli ve en sevgili vakitler hangileriyse, beni o vakitlerde uyandır. Beni, Senin katında en güzel olan işlerde çalıştır. Beni Sana yaklaştıracak ve fazlası ile Sana yakın kılacak işlerde kullan. Beni, Senin gazabına neden olabilecek şeylerden de sonsuza dek uzaklaştır. Allah’ım! Senden diliyorum ki, Bana veresin. Çünkü ancak Sen verirsin. Senden mağfiret diliyorum ki, bağışlanayım. Çünkü ancak Sen bağışlarsın. Sana dua ediyorum ki, duama icabet edersin. Çünkü duaları ancak Sen kabul edersin. Allah’ım Beni azabına karşı güvendirme, Senden başkasına terk etme, beni rezil etme, bana zikrini unutturma ve beni gafillerden eyleme” (şeklinde) dua ettiğinde onlar (melekler) “Amin” derler. Gece namazına uyanamazsa, bu sefer o melekler ibadet eder ve sevabı da o kimseye yazılır.”
Ebu Talip El-Mekki, Kutu’l-Kulub, 194; Zebidi, İthaf, 5/162
***
EŞKİYANIN TASALLUTU VE YOL HARİTAMIZ_ (01 Nisan 2018)
Kehf 10.Ayet: İz evel fityetu ilel kehfi fe kalu rabbena atina mil ledunke rahmetev ve heyyi’ lena min emrina raşeda.
Kehf 10.Ayet: O (yiğit) gençler mağaraya sığınmışlar ve: “Rabbimiz! Bize tarafından rahmet ver ve bize, (şu) durumumuzdan bir kurtuluş yolu hazırla!” demişlerdi.
Kehf 10.Ayet: “O yiğit gençler mağaraya sığınmış ve şöyle dua etmişlerdi: “Rabbimiz, katından bize hususî bir rahmet ver, bize yardım et, önümüzü aç ve şu işimizde doğru ve rızana uygun olan ne ise onu bize nasip eyle!” (ALİ ÜNAL MEALİ)
Başımızı yere koyduğumuz zaman, olup biten şeyler karşısında, artık “Allah’ım içinde bulunduğumuz musibet, keder ve tasadan bir çıkış yolu, bir kurtuluş lütfeyle!..” mi diyeceksiniz?!.
“Ey Rabbimiz! Bize katından bir rahmet ver ve içinde bulunduğumuz şu durumda bize kurtuluş ve doğruluğa ulaşmayı kolaylaştır.” (Kehf, 18/10) mı diyeceksiniz?!.
“Ey Kitabı indiren, bulutları yürüten, dilediğinde hesabı çabucak gören, halis mü’minler aleyhine toplanan grupları dağıtan, düşman saflarını darmadağın eden Allahım! Bu düşmanları da perişan edip hezimete uğrat; onlara karşı bize yardım eyle.” mi diyeceksiniz?!.
Diyeceksiniz bunları. Hem umum heyet için, hem de şu anda mağduriyet, mazlumiyet, mehcûriyet, mahkûmiyet, müstantakıyet -Bu tabiri hiç kullanmıyorlar, evet, “istintak edilme, sorguya çekilme” demektir- yaşayan ve dolayısıyla bir yönüyle hep melûl, mahzun, mükedder olan kardeşlerimizi nazar-ı itibara alarak diyeceksiniz.
Bu, onların dertlerini paylaşmanın, onlarla beraber olmanın ve öbür tarafta da onlarla beraber Cennet’e girmenin sırlı anahtarıdır.
***
KUR’AN’DAN İDRAKE YANSIYANLAR- KEHF SURESİ
“Biz sana onların başından geçenleri gerçek olarak anlatıyoruz. Hakikaten onlar, Rabbilerine inanmış gençlerdi. Biz de onların hidayetini artırdık. Onların kalblerini metin kıldık. O yiğitler (o yerin hükümdarı karşısında) ayağa kalkarak dediler ki: ‘Bizim Rabbimiz, göklerin ve yerin Rabbidir. Biz, O’ndan başkasına tanrı demeyiz. Yoksa saçma sapan konuşmuş oluruz.’”
(Kehf sûresi, 18/13-14)
Ashab-ı Kehf kıyamete kadar bütün dirilişleri temsil eden bir cemaattir. Çünkü, bütün diriliş hareketlerinin mutlaka bir tazyik ve bir de mağara dönemleri olmuştur ve olacaktır.
…
Onlar Rabbilerine gönülden inanmış bir fütüvvet topluluğudur. Yürekleri ile yiğit, düşünceleriyle yiğit, davranışlarıyla yiğit, vicdanlarıyla yiğit ve bâtıla karşı başkaldırmak üzere metafizik gerilimleri tam bir yiğitler topluluğu.. işte bunlar çok az olmalarına rağmen, dinlerine sahip çıkma adına böyle hidayetten kaynaklı bir hareketi başlatıp niyetlerini engin tutunca Allah da onların hidayetlerine hidayet katar; cehd ve gayretlerine terettüp eden kesbî hidayetlerine, rahmetinin enginliği ile daha derin bir hidayet ilave ederek, onları tam anlamıyla bir fütüvvet topluluğu hâline getirir.. getirir ve وَرَبَطْنَا عَلٰى قُلُوبِهِمْfehvâsınca onların kalblerini nezdinden teyitlerle metin kılar ve artık bu insanların davalarında sabitkadem olabilmeleri, niyetlerinin derinliği ölçüsündedir ve hatta bazen apaçık Allah’tan destek almaları bile söz konusudur ki bu da, kalbî itminana önemli bir vesile teşkil eder.
…
Ribat; Allah ile irtibat demektir. Gözlerini açıp kapayıp her an O’nu duyma, O’nu görme, O’nu hissetme, O’nun gücü ve kudretini sezme ve daima O’nu arama, O’nu kollama... İşte bu mânâya işaret eden bir hadis-i şerifte Allah Resûlü (sallallâhu aleyhi ve sellem); zor şartlar altında abdest alma, uzak mescitleri tercihle namaza giderken çok adım atma ve namazı kıldıktan sonra diğer namaz vaktini beklemeyi zikreder ve ardından da üç defa: فَذٰلِكُمُ الرِّبَاطُ der.
…
İşte bu donanımlı insanlar, إِذْ قَامُوا “Hakkı tutup kaldırmak için kıyam ettiler, ayağa kalktılar ve kalbsizliğe, mantıksızlığa başkaldırdılar.” Başkaldırmanın dünya literatürüne varoluş felsefecileri sayılan Sartre, Camus ve Marcuse ile girdiği bilinir. Ama bu, toplumun bütün örf ve âdetlerine, dinî ve ailevî telakki ve anlayışlarına saçma diyerek bir başkaldırmadır. Ancak Ashab-ı Kehf’in başkaldırması hiç de öyle değildir. Onlar رَبُّنَا رَبُّ السَّمٰوَاتِ وَالْأَرْضِ “Bizim Rabbimiz, göklerin ve yerin rabbidir.” deyip alternatif ikame ve inşayı göstererek başkaldırıyorlar. Yani varoluşçuların yaptığı gibi bir yıkma, bir kökten kazıma ameliyesi değil, Rable irtibatlandırılmış bir inşa ve imar ameliyesidir.
Bir kutlu süreci başlatıyorlar. Bu itibarla da:
1.Onların toplumdan ayrılmalarını ve bir mağaraya sığınmalarını bir kaçış olarak değerlendirmemiz mümkün değildir. Evet, onların ayrılışı kat’iyen korkakların ayrılışı gibi değildir; belki Hz. Ömer’in hicret ederken peşinden gelme ihtimali olanlara, hem de güpegündüz, Kâbe’ye giderek “Ben Medine’ye hicret ediyorum. Karısını dul, çoluk-çocuğunu yetim bırakmak isteyen peşimden gelsin.”5 demesi ve ayrılması gibi bir ayrılıştır. Evet, onlarınki de bir firardır, ama Kur’ân’ın ifadesiyle Allah’a firardır ve Allah’a sığınmadır.
2.Böyle bir başkaldırma ve ardından kaybolma, onların temsil ettiği düşüncenin o topluma zamanın yorumlarıyla farklılaşarak yeniden aksetmesine vesile olmuştur. Bu yiğitçe ve yürekten kükreyiş, kim bilir o toplumun içinde nicelerinin kafalarını allak-bullak etmiş ve nicelerinin gönüllerini yumuşatmıştı. Tıpkı toprağa atılan bir tohum gibi bu düşünceler ve bu yiğitlerin tavırları da ağızdan ağıza, dilden dile, gönülden gönüle nakledilerek, o topluma mâl oldu ve zamanı geldiğinde de açan filizler, semere veren başaklar gibi bütün bir toplumu çepeçevre kuşattı.
3.Ashab-ı Kehf’in saraya mensup insanlar olduğu rivayet edilir. O dönemde, bir insanın saraydaki refah, saadet ve huzurunu terk ederek, başta kral ve bütün bir toplumun reddeceği bir yola girmesi olacak şey değildir. Ashab-ı Kehf’in böyle davranması elbette etrafın dikkatini çekmiş, onların bir din, bir düşünce uğruna asla katlanılamaz veya yapılamaz gibi algılanan fedakârlıklara katlanmaları, içinde neş’et ettikleri toplumda şok tesiri yapmıştır. Yapmış ve milletin dikkat nazarlarını onların tebliğ ve temsil ettiği mesaja çevirmiştir.
- Zira, bir insanın “Şu yorgun hâlimde değil de, biraz dinlendikten sonra gece kalkıp huzurluca ve istirahat etmiş olarak yatsı namazını kılarım.” düşüncesiyle yatması, onun uykusunu bile ibadete çevirir. İşte Ashab-ı Kehf’in düşüncelerini, “Şimdilik biraz saklanalım; daha sonra küfrün şok tesiri kırılır, biz de döner, yeniden tebliğde bulunuruz.” şeklinde değerlendirmek lâzım.
5.Mağara, aslında bir dolma, şarj olma yeri ve kendini, özünü keşfetme mekânıdır. Neden mi? Zira küfürle yaka paça olma ve hele kuvvet dengesinin olmadığı bir zamanda onu tutup sarsma, ırgalama ve nihayet mağlup etme, ancak peygamberane bir güç ve azimle olur.
Aslında aynı şey, “tarihî devr-i daimler” içerisinde tarihi yeniden inşa edecek, insanlığı yeniden mihverine oturtacak cemaatler ve toplumlar için de geçerlidir. Evet, o fütüvvet ruhunu temsil eden insanların hemen hepsinin hayatlarında bir mağara dönemi görmek mümkündür.
Evet, insanın bazı ledünnî hitaplara mazhar olabilmesi, ilhamlarla şahlanabilmesi ve semavî vâridâta açık hâle gelebilmesi için bir mağara dönemine ihtiyacı vardır.
Ashab-ı Kehf, daha önce de geçtiği gibi, mağara ashabı demektir ve dinlerini tebliğ adına o yola baş koymuş babayiğitlerdir. Kur’ân, bunların durumlarını o kendine has üslûbuyla anlatarak, kıyamete kadar gelecek dava erlerine değişik mesajlar sunmaktadır. Evet, tebliğ ve irşad insanları önce tıpkı Ashab-ı Kehf gibi dolmalı ve ciddî bir metafizik gerilime geçmelidirler.
Şimdi de, âyetin ilham ettiği nüktelerin günümüzle alâkalı yönlerine bir kuşbakışı bakmaya çalışalım:
1.Her devirde Ashab-ı Kehf konumunda olan alperenler olacak ve bunlara başkaları da takılacak; duygu, düşünce ve inançta aynı çizgide olmasalar bile aynı mülâhazalar etrafında bu yolculuğu sürdürmede kararlı olacaklar.
2.Her devirde böyle mağara hayatı yaşayan ya da yaşamaya mahkûm edilen insanlar, nöbettarları da ihmal etmemelidirler; zira belli bir fasıldan sonra, onlara, onların hizmet ettikleri müesseselere, hatta evlerine taarruzlar, hücumlar söz konusu olabilir. Onun için tedbirlerini almalı, hatta kapı önlerinde eğitilmiş köpekler bulundurmalıdırlar.
3.Bu köpekler (Ashab-ı Kehf köpeği misali bekçilik görevi) sıradan olmamalı. Dıştan gelebilecek her türlü tehlikeye göğüs gerecek, karşı koyacak ve duruşuyla kötü niyetlilerin içine korku salacak ölçüde caydırıcı olmalıdırlar.
4.Mevzumuzla bütünleştirerek, benim buradan anladığım şey, çeşitli devirlerdeki Ashab-ı Kehf’i ve onların yaptığı vazifeyi yapanları; daha açık ifade ile, tebliğ ve irşad erlerini, Allah (celle celâluhu), henüz vahşetini atamamış ve insanî kemalât yoluna girememiş insanlara korutarak dini ve o dini temsil edenleri facirlerle dahi teyit edecektir.
5.Öteden beri tebliğ ve irşad erlerinin içinde yaşadıkları toplumlar ve o toplumların sistemlerinin onlar için koruyucu birer vazife gördükleri hiç de az değildir. Tabiî bu biraz da temsilcinin basiretine bağlı. Evet bir yanda Müslümanların can alıcı düşmanları aynı imkânlardan istifade ile, duygu, düşünce ve inançları adına toplum bünyesine fesat tohumları ekerken, Müslümanlar da aynı imkânlardan –eşit derecede olmasa bile– faydalanarak davalarına hizmet etmelidirler.
…
Burada “Unuttuğun vakit Rabbini an.” emri, yukarıda geçen hasbelbeşer “inşâallah” denecek yerde unutup diyememeden, değişik vesilelerle hep O’nu anmamız icap ederken, gaflete gelip âyâtını düşünmeme, adını yâd etmeme durumla rına kadar hemen her hâlde mülâhazalarıyla yeniden O’na yönelmeyi ihtar etmekte, nisyan ve gaflet keffaretinin “zikrullah” olduğunu hatırlatmaktadır.
İşte böyle bir zikr ü fikr ve Ashab-ı Kehf gibi dolup yüksek bir metafizik gerilim elde etme sayesinde, daha kestirme bir yoldan mâşerî vicdana ulaşma lütfu zuhur edecek ve muvaffakiyetler salih dairesi içine girilecektir ki, âyetin sonu da buna işaret etmektedir.
…
“Sabah-akşam Rablerine, O’nun rızasını dileyerek dua edenlerle birlikte candan sabret. Sakın dünya hayatının süsünü isteyerek gözlerin onlardan başkasına kaymasın. Kalbini Bizi anmaktan gafil kıldığımız kötü arzularına uymuş ve işi gücü aşırılık olan kimseye boyun eğme.”
(Kehf sûresi, 18/28)
…
Süleymaniye Vaazı-3 (18 Mart 1990)
48.DK sonra: Ashab-ı Kehf’in, bâtıla ve yalana karşı tavır belirlemesi:
—