“SENDEN BAŞKA KAPI YOK Kİ ONA GİDİLSİN.”

RİSALE-İ NUR MÜZAKERESİ

17 LEM’A ONİKİNCİ NOTA

Ey bu notaları dinleyen dostlarım!

Biliniz ki ben, hilaf-ı âdet olarak gizlemesi lâzım gelen Rabb’ime karşı kalbimin tazarru ve niyaz ve münâcatını bazen yazdığımın sebebi; ölüm, dilimi susturduğu zamanlarda, dilime bedel kitabımın söylemesinin kabulünü rahmet-i İlahiyeden rica etmektir.

Evet kısa bir ömürde, hadsiz günahlarıma keffaret olacak, muvakkat lisanımın tövbe ve nedametleri kâfi gelmiyor. Sabit ve bir derece daim olan kitabın lisanı daha ziyade o işe yarar.

İşte on üç sene evvel, dağdağalı bir fırtına-i ruhiye neticesinde, Eski Said’in gülmeleri, Yeni Said’in ağlamalarına inkılab edeceği hengâmda; gençliğin gaflet uykusundan ihtiyarlık sabahıyla uyandığım bir anda, şu münâcat ve niyaz Arabî yazılmıştır. Bir kısmının Türkçe meali şudur ki:

Ey Rabb-i Rahîm’im ve ey Hâlık-ı Kerîm’im!

El-Aman! El-Aman! Yâ Rahman! Yâ Hannan! Yâ Mennan! Yâ Deyyan! Beni çirkin günahlarımın arkadaşlıklarından kurtar, yerimi genişlettir.

İlahî! Senin rahmetin melceimdir ve Rahmeten li’l-âlemîn olan Habib’in senin rahmetine yetişmek için vesilemdir. Senden şekva değil belki nefsimi ve halimi sana şekva ediyorum.

Ey Hâlık-ı Kerîm’im ve ey Rabb-i Rahîm’im!

Senin Said ismindeki mahlukun ve masnuun ve abdin hem âsi hem âciz hem gafil hem cahil hem alîl hem zelil hem müsi’ hem müsinn hem şakî hem seyyidinden kaçmış bir köle olduğu halde, kırk sene sonra nedamet edip senin dergâhına avdet etmek istiyor.

Senin rahmetine iltica ediyor. Hadsiz günah ve hatîatlarını itiraf ediyor. Evham ve türlü türlü illetlerle müptela olmuş. Sana tazarru ve niyaz eder.

Eğer kemal-i rahmetinle onu kabul etsen, mağfiret edip rahmet etsen zaten o senin şanındır. Çünkü Erhamü’r-Râhimîn’sin.

Eğer kabul etmezsen senin kapından başka hangi kapıya gideyim? Hangi kapı var? Senden başka Rab yok ki dergâhına gidilsin. Senden başka hak Mabud yoktur ki ona iltica edilsin!

SÖZLER OTUZ İKİNCİ SÖZ ÜÇÜNCÜ MEVKIF

Münâcât

Yâ Rab! Nasıl büyük bir sarayın kapısını çalan bir adam, açılmadığı vakit, o sarayın kapısını, diğer makbul bir zâtın sarayca menus sadâsıyla çalar, tâ ona açılsın.

Öyle de, biçare ben dahi, Senin dergâh-ı rahmetini, mahbub abdin olan Üveysü’l-Karânî’nin nidâsıyla ve münâcâtıyla şöyle çalıyorum.

O dergâhını ona açtığın gibi, rahmetinle bana da aç.

TARİHÇE-İ HAYAT

O, Allah’a karşı fakrını hissetmenin ve Allah’a dayanmadıkça hiçliğini bilmenin yollarıdır. O vakit, nefsim dahi,

‘Evet, evet acz ve tevekkül ile fakr ve iltica ile nur kapısı açılır, zulmetler dağılır.

Yani; İman ve İslâmiyet nûrundan dolayı Allah’a hamd olsun.’ dedi.

Meşhur Hikem-i Atâiyyenin şu fıkrası: ‘Cenâb-ı Hakk’ı bulan, neyi kaybeder? Ve O’nu kaybeden, neyi kazanır?’ Yani: ‘O’nu bulan her şey’i bulur, O’nu bulmayan hiçbir şey bulmaz, bulsa da başına belâ bulur.’

Ne derece âli bir hakîkat olduğunu gördüm ve ‘O gariplere müjdeler olsun.’ hadisinin sırrını anladım ve şükrettim. İşte kardeşlerim, karanlıklı bu gurbetler çendan nûr-u îmanla nurlandılar.’

BAŞYAZILARDA “ONUN KAPISI”

Bizler O’nun kapısında boynu tasmalı kapıkullarıyız –O bizleri bu duygudan ayırmasın;– gayemiz de kendisini bize tanıtmasının vefa borcunu eda etmektir.

Sığındığımız kapı O’nun her zaman, herkese açık olan kapısıdır. Kapının önündekilere el uzatıp onları içeri alacak ve gönülden-sırdan geçen bir uzun yolculuktan sonra her şeyi farklı görüp, farklı duyacağımız vuslat koyuna ulaştıracak da yine O’dur.

Ne kadar arzu ederdim, böyle bir inceliğe açık olarak Rabbimin karşısında hemen her zaman vücudumun, tıpkı salınan ağaçlar gibi tir tir titremesini ve iki elimin birden  O’nun kapısının tokmağında bulunmasını!

Zannediyorum, geriye sadece aşk u şevkle dizginleri gerip Allah’a dayanmak, O’nun kapısının tokmağına dokunup içimizi dökerek gözyaşlarıyla “Biz geldik.” diyebilmek kalıyor.

Hele O’na yüzünü çevirirken gönlünün derinliklerine yönelebilenler, dualarla, ricalarla sık sık gidip  O’nun kapısını vuranlar; imanla, aşkla dolmuş, ruhlarının duyuş, düşünüş ve tasavvurlarını, ifşâ edilmedik hislerini, terennüm edemedikleri seslerini bu “lisan-ı Muhammedî”de bulur; bu sayede günde birkaç defa dolar ve boşalırlardı…

Bu kutlular, ta baştan, en yüksek hakikat karşısında iki büklüm olup yere yüz sürdüklerinden hep O’nu bilir ve O’nun eşiğine baş koyarlar.

O’nun kapısında eğilenlerin başları ayaklarına selâm durur ve onların ayakları hep başlarının ulaştığı noktalarda dolaşır; dolaşır da secdede bir araya gelen ayak-baş halkası, onları miraçla noktalanan arşiye ve ferşiyelerde gezdirir.

O’ndan başkasına dert yanıp içini dökmek bir aldanmışlıktır. O’nun kapısından ayrılanlar ebedî hüsrana uğrar ve yolda kalırlar; O’nun ışığıyla aydınlanmayan gönüller serap kovalar ve beyhude yorulurlar. Bir baştan bir başa kâinatlar O’nun ışığıyla aydınlığa kavuşur ve bir kitap hâline gelir. Zaman, O’nun yolundaki sihirli soluklarla itibarîlikten çıkıp, bir mânâ ve kıymet kazanır…

Aslında O’nun kapısına yönelmeden hakikî varlığa erilemeyeceği de açıktır. Evet, Allah’a dayanmadan, sa’ye sarılmadan ve iradenin hakkı verilmeden dirilmek imkânsızdır.

Sineler O’na yönelmeli, diller O’nu anmalı, gözyaşları ceyhun olup akmalı ki, hazan bahara dönüşsün ve beklenen umumî diriliş de gerçekleşsin…

BAMTELİNDEN “O’NUN KAPISI”

Dua eden, kendi küçüklüğünün ve yöneldiği kapının büyüklüğünün şuurunda olarak, fevkalâde bir tevazu içinde ve istediklerine cevap verileceği inancıyla el açıp yakarışa geçince, bütün çevresiyle beraber semavîleşir ve kendini ruhanîlerin “hayhuy”u içinde bulur.

Böyle bir yönelişle mü’min, ümit ve arzu ettiği şeyleri elde etme yoluna girdiği gibi, korkup endişe duyduğu şeylere karşı da en sağlam bir kapıya dayanmış ve en metin bir kaleye sığınmış bulunur.

Hak kapısının tokmağını çal dur ama kullardan asla lütuf bekleme; yoksa hiç farkına varmadan sen de peylenmiş olabilirsin!..

Hiç durmadan iste!.. Öyle bir kapıdan istiyorsun ki, O (celle celâluhu), Kendisinden isteyenleri geriye boş döndürmüyor.

O’nun kapısı, her yerde, herkese açık.. O (celle celâluhu), mekandan münezzeh.. ne cisim, ne araz, ne cevher, ne mütehayyiz.. 

Evet, eğer siz hayatınızı bu mülahazalara bağlı götürüyor, sabah-akşam hep O’nun kapısının tokmağına dokunuyor ve isteklerinizi birer dilekçe gibi hep o kapıya arz ediyorsanız, arz-ı hâlinizi duyan, bilen, gören Allah (celle celâluhû) mutlaka icabet edecek ve sizi asla karşılıksız bırakmayacaktır.

Hak dostlarının yürekleri yakan o derin ve dokunaklı virdlerinde çok defa ifade edildiği gibi, şimdiye kadar O’nun kapısına gidenlerden hiç kimse eli boş dönmemiştir.

Hata ve günahlar içinde düşe kalka yürüdükleri hâlde niceleri o kapının tokmağına dokunmuş, O’nun afv u mağfiretine sığınmış ve neticede O’nun rahmet, lütuf, ihsan ve inayetiyle sarılıp sarmalanmışlardır.

Bediüzzaman Hazretleri “Senden başka kapı yok ki ona gidilsin.” diyor

Allah’ın rahmetine sığınma, “sadece Senin kapın var” deme çok önemlidir. 

Bazen bir söz, bir tavır, bir davranış Hak katında çok hora geçer. Bilemeyiz, Erzurumluların ifadesiyle bahane tanrısı’nın, kimi ne ile affedeceğini bilemeyiz.

Bize düşen şey kemal-i sadakatle O’na bağlı yaşamaktır.

O’nsuz yapamayacağımızı hem vicdanımızda duymak, hem de bunu her fırsatta ifade etmektir.

Öyleyse, bize O’nun önünde diz çökmek, samimiyetle içimizi dökmek, ellerimizle beraber gönüllerimizi de O’na açmak, tazarru ve niyazda bulunmak ve o kapıdan boş dönmeyeceğimize kat’iyen inanmak düşer.

İşte, bu mülahazalar iradelerimizi öyle şahlandırır, bizi öyle heyecanlandırır ve öyle bir yakîn mertebesine ulaştırır ki, Rasûl-ü Ekrem Efendimiz’in (sallallahu aleyhi ve sellem) işaret buyurdukları “imânen vehtisâben” ufkunu yakalarız.

Duamızın kabul olacağına ve ellerimizi boş olarak indirmeyeceğimize bütün ruh u canımızla inanır, ötelerden yükselen “iste, istediğin verilecektir” va’dini vicdan kulağıyla biz de duyarız.

Duamızda ve o iç yakıcı mülahazalarda derinleştikçe daha bir hisli hale gelir, Rabbimize daha bir gönülden sesleniriz:

İMTİHAN GÜNLERİNDE ONUN KAPISINDA DUAMIZ ODUR Kİ;

Her zaman dönüp dolaşıp geldiğimiz yegâne kapının önünde bir kez daha diz çöküp yalvarıyoruz:

Yolda bulunmanın hakkını veremiyor olsak da yolunun bu muhtaç yolcularını yollarda bırakma, kapından eli boş geri çevirme, haybet ve hüsrana maruz bırakma! Amin!..  

Ya İlâhî!

Ulu dergâhına sığınan bu kimsesiz kulunu kapından kovacak olursan ben gidip hangi kapıya iltica edebilirim ki!

İlâhî!

Yakınlığından mahrum edersen beni, o zaman ben kimin yakınlığını umabilirim ki!

İlâhî!

Şayet Sen bana azap etmeyi murad buyurursan, ben biliyorum ki, cezalandırılmaya fazlasıyla müstehakım! Fakat affınla sarıp sarmalarsan, o da Sen’in lütfun ve keremindir.

“İlâhî!

Asî kulun yine kapına geldi; (dağlar azametindeki) günahlarını ikrar edip, ellerini Sana açıyor ve sadece Sana açar.

Şâyet Sen mağfiret edersen, hiç şüphesiz o Sen’in şânındandır; kovarsan dergahından, beni Sen’den başka kim affedebilir?!.”

“Kapına gelmiş ve Senin şefkatine nâil olmayı uman bu zayıf bîçârenin günahlarını affet. Her ne kadar defteri isyanla dolu olsa da, ey Müheymin, Sen’den başkasına secde etmedi, etmeyecek.”

Merhameti sonsuz ve gücü her şeye yeten Allahım,

Sen bize yetersin; Sen her ihtiyacımıza kâfî ve vâfîsin. Kapına yönelenlerin teveccühlerinden haberdar bulunduğun gibi bizim dualarımızı da mutlaka duyarsın.

Ey Rabbimiz!

Kendisiyle Senin kapına gelindiğinde mutlaka icabet buyurduğun ve yine onunla anıldığın her zaman kullarına yardımcı olduğun Nâm-ı Celîlin hürmetine istiyoruz: 

Başka yerlere değil, sadece Senin ulu dergahına yönelelim ve başka kapılarda değil yalnızca Senin kapında dilencilikte bulunalım.

Ey Rabbimiz!

Ancak Senin inayetinle bozguncuların şerlerini defedebiliriz. Kötü kimselerin fenalıklarından sığınabileceğimiz, kafirlerin ve münafıkların hile ve hud’alarından korunmak için dayanabileceğimiz Senin kapından başka kapı da yoktur.

Rabbimiz!

Kapında acz u fakr içerisinde reca duygusuyla dilendiğimiz şeyleri bize lutfedeceğine inanıyoruz. Sen, Rauf ve Rahîm’sin; ne olur, umduklarımızı boşa çıkarma!.

Rahmet ve inayet tecellilerinle ihtiyaçlarımızı gidererek Sen’den başka her şeyden ümidimizi kes (kes ki, aradıklarımızı sadece Senin kapında arayalım).. 

Rabbimiz, şimdiye kadar Senin kapının tokmağına dokunanlardan hiçbirisini boş olarak geriye çevirmedin.

Senin kapında ihtiyaç izhar edenlerden boş dönen hiç olmadığı gibi hiçbir pişman da o kapıdan kovulmamıştır; O kapı senin kapın, onun başkalarından farkı da her gelene affındır.

Şimdi biz de bu kapının dilencileriyiz, bizi sevindireceğinden de eminiz.

Rabbimiz, yakarışlarımıza icabet et; ümitlerimizi boşa çıkarma, bizi hüsrana uğratma, elleri boş tali’sizler olarak geri çevirme!..

Ey Yüceler Yücesi Allahımız!

Ne şekilde olursa olsun içine yuvarlandığımız bir takım yakışıksız amellerden dolayı Sen’in kapından başka sığınacak yerleri olmayan biz muhtaç kullarını muâhaze etme..

“Allah’ım!

Dayanamayacağım, güç yetiremeyeceğim musibet ve belalar karşısında Senin kapının tokmağına dokunuyor ve ‘Lâ havle ve lâ kuvvete illâ billâh’ diyorum.

Allah’ım!

Hata ve günahların ağır baskılarından kurtulma hatta tasavvur ve tahayyüllerimin kirlenmesi karşısında tertemiz bir hayat yaşayabilme adına yine Senin kapının tokmağına dokunuyor ve bir kere daha ‘Lâ havle ve lâ kuvvete illâ billâh’ talebinde bulunuyorum.

Allah’ım!

İnsanların dirilmeleri adına ortaya koyduğum bütün söz ve fiillerimde beni benimle baş başa bırakma! İrşad tecellilerini benim üzerimden hiçbir zaman eksik etme! Beni her daim doğru yola hidayet buyur! Bütün tavır ve davranışlarımda beni samimiyet ve ihlasla serfiraz kıl! Sazımın sözümün insanlara tesir etmesi için inayetini, görüp gözetmeni üzerimden eksik etme!

Allah’ım!

İrşad ve tebliğ yolunda mücadele ederken biliyorum ki ehl-i dalâlet beni rahat bırakmayacak; çok küçük şeyleri dahi bahane ederek üzerime gelecek. Onlardan gelecek her türlü belâ ve musibet karşısında eğilmeden, bükülmeden, kırılmadan, taviz vermeden dimdik ayakta durabilmek ve sadece Senin karşında eğilebilmek için yine Senin inayetine, koruyup kollamana sığınıyor, bir kere daha kapının tokmağına dokunuyor ve ‘Lâ havle ve lâ kuvvete illâ billâh’ diyorum.

Allah’ım!

Kalbimi duru tutamıyor ve hakkıyla hukukullaha riayet edemiyorum. Kalbimin, yarattığın günkü gibi dupduru olabilmesi adına tekrar Senin kapının tokmağına dokunuyor ve bir kez daha ‘Lâ havle ve lâ kuvvete illâ billâh’ diyorum.” 

Rabbimiz!

Kalblerimizi Sana karşı haşyet ve reca duygusuyla doldur ve Senin kapından başka kapılara karşı içimizde bir temayül ve ümit duygusu bırakma.