MÜZAKERELİ BAŞYAZI OKUMALARI
KAYNAK METİN: ÇAĞLAYAN DERGİSİ ŞUBAT 2018 – KENDİYLE YÜZLEŞMEDE PEYGAMBER UFKU (1)
KENDİYLE YÜZLEŞMEDE PEYGAMBER UFKU (2)
~~~
.. bütün mülk ve melekût alemlerinin kutb-u âzamı unvanıyla anılan.. ismet, iffet, emanet, sadakat, fetânet ve tebliğ [18] hususiyetleri itibarıyla gelmiş geçmiş umum seçkinlerin önünde bulunan..
~~~
[18]: OCAK 2018 // BAŞYAZI: “İSTİKAMET ÂBİDELERİ”
Bundan dolayı, Peygamber Efendimiz’e (sallallâhu aleyhi ve sellem) gösterilen teveccühü sadece O’nun raufiyet ve rahimiyetine bağlamak eksik bir değerlendirme olur. Bu iki sıfat-ı âlîye, insanların İslam’a yönelmelerinde önemli bir faktör olmakla beraber, O’nun, peygamberlere mahsus sıfatlar olan sıdk, emanet, tebliğ, ismet ve fetanet18 sıfatlarına sahip olmasının da bu kadar kısa bir zaman içerisinde, bu kadar çok insanın ruhuna girme, gönülleri fethetme ve problem olabilecek şahısları zapt u rapt altına almada çok önemli bir tesiri vardır.
bir hak dostunun ifadesiyle:
Âyinedir bu âlem her şey Hak ile kaim,
Mir’ât-ı Muhammed’den Allah görünür daim [19].
payesiyle serfiraz olan.. önyargısız herkes tarafından, yürüdüğü yolun semâvî hususiyetleriyle Ehadiyet ve Samediyet hakikatlerinin biricik keşşâfı sayılan.. ve “Hakikatü’l-hakaik [20].”ın en fasih lisanı olarak takdirler üstü takdir gören..
***
[19]: OCAK 2018 // BAŞYAZI: “İSTİKAMET ÂBİDELERİ”
Hazreti Ruh-u Seyyidi’l-Enâm’ın (aleyhi elfü elfi salâtin ve selâm) insanlar arasında bu derece bir emniyet ve güven18 tesis buyurması ve aynı zamanda o emniyetin devam ve temadisini temin etmesinde, elbette ki bu eşsiz şefkat ve re’fetinin tesiri büyüktü. Fakat bu mesele, sadece bu iki sıfatla izah edilemez. Zira O, ahlak-ı âlîye ve hamîdenin bütününe hem de en yüce ve en yüksek seviyede sahip bulunuyordu. Evet, O, huluk-u ilahi ile mütehallikti; bütün ahlak-ı hasenenin cami bir mirat-ı mücellasıydı. Onun için halk dilinde olan ve şiirimize de giren bir sözde, “Mirat-ı Muhammed’den Allah görünür daim19” demişlerdir. Yani Hazreti Ruh-u Seyyidi’l-Enâm’a (aleyhi ekmelü’t-tehâyâ) bakıldığında, O; “Allah var” dedirtecek kadar ciddi bir simaya, çok temiz bir karaktere ve çok inandırıcı bir ruha sahipti.
***
[19]: BAMTELİ-ARALIK 2017 // “KALBİN İKİ MERKEZİ VE ŞEYTÂNÎ OKLAR”
Tecelli, doğrudan doğruya İşte o mest u mahmurluk içinde, onu Zât-ı Ulûhiyetin -hâşâ- orada konaklaması gibi ifade ediyorlar. O, bir “tecellî”dir; insanın kalbi, bir “meclâ”dır. İnsan, kalbini öyle parlak bir ayna haline getirirse, Hazreti Rûh-u Seyyidi’l-Enâm (sallallâhu aleyhi ve sellem) gibi, o zaman hep Hak tecellilerine ayna olur. Evet, “Mir’ât-ı Muhammed’den, Allah görünür dâim! 19” demiş Aziz Mahmud Hüdâî. Dolayısıyla ona bakan, hakikaten O’nu müşahede eder; varlık, O’nu okur. Bakın, bir, insanın kendinde kendini okuması var; bir de -hakikaten- ona baktıkları zaman, O’nu okuma meselesi var ki, bu, onun çok üstündedir.
Bakıldığı zaman, Allah’ı hatırlama Hani Ricâl’de yine okuyoruz; bir zatı gördükleri zaman, içinden gele gele “Allah!” diyor herkes. Öyle mest u mahmur yaşıyor. Böyle Cehennem’e bakıyor gibi, tir tir titriyor; Allah’a hesap veriyor gibi tir tir titreme içinde. Bunu bizim gibi avam, düşe-kalka yürüyen insanlar, çok anlayamayabilirler; fakat olduğumuz yerde kalmak, “Bu da yeter!” demek de dûn-himmetliktir. Çünkü burada durma -esasen- kaymaya karşı açık durma, şeytanın mel’abesi (oyuncağı) haline gelmeye açık durma demektir.
***
[20]: OCAK 2018 // BAŞYAZI: “İSTİKAMET ÂBİDELERİ”
Diğer bir yaklaşımla ibadet, henüz irfan şahikasına yükselememiş, taklit patikasında düşe-kalka yürüyenlerce dünyevî-uhrevî ücret beklemeye bağlı bir amel; evliya, asfiya için müşahede ve mükaşefeye açık bir yol; akrabü’l-mukarrabîn ufkunda ise “hakka’l-yakîn” zirvesinde rü’yet ve rıdvan aşk u iştiyakıyla “Hakikatü’l-hakaik20”ı en kâmil mertebede bilme ve bende olma miracıdır.
Birincilere âbid, ikincilere bir ölçüde zâhid, üçüncülere de âşık denegelmiştir. Ayrı bir yaklaşım şekliyle, birinciler nim tevekkül ve teslim erbâbı; ikinciler bunların ötesinde tefviz âbideleri; üçüncüler ise birer sika kahramanı kabul edilegelmiştir.
***
[20]: K.Z.T-4 // ORTA SAYFA: HAKİKAT-I MUHAMMEDİYE
İşte bu mülâhazalar muvâcehesindendir ki O’na, esmâ-yı ilâhiyenin nokta-yı mihrâkiyesi, sıfât-ı sübhaniyenin “kavl-i şârihi” nazarıyla bakılmış; ism-i a’zam ve her ismin tecellî-i a’zamının cilve-i etemmi denmiştir. Biz buna,
Zât-ı Hak onu kemâlâtına ayna kılıp, sonra o Zât-ı Bînazir’in mâhiyet-i maddiye, mâhiyet-i mâneviye ve mâneviye ötesi mâneviyesiyle bî kem u keyf Hakikatü’l-Hakâik’ik 20 göstermek istemiştir diyebiliriz. O’nun bu engin hususiyetlerinden ötürüdür ki O’na, “nuru’z-Zât”, “âyine-i Hak” ve bütün esmâ ve sıfât-ı sübhaniye hazinelerinin keşşâfı unvanı13 verilmiştir.
bütün bunlara rağmen hep tevazu ve mahviyet yolu [21] nda yürüyen.. umum gönüllere Hakk’ı duyurma adına en kutsal vuslata muvakkaten veda eden bir îsâr kahramanı [22].. ve melekiyeti aşkın, eşi-benzeri bulunmayan bir nâdire-i fıtrat, bir âbide-i bîmisal [23] ile “Vira bismillah [24]!” demek istiyoruz.
***
[21]: OCAK 2018 // BAŞYAZI: “İSTİKAMET ÂBİDELERİ”
Akrabü’l-mukarrabîn olan Hazreti Ruh-u Seyyidi’l-Enâm (s.a.s), o engin ruh haleti, temkin tavrı 4 ve arkasındakilere rehberlik mülâhazasıyla, sabahı ayrı bir teyakkuz faslı4 , akşamı ayrı bir teveccüh demi, içini Allah’a döker7 ve “Allahım, Seni her türlü noksanlıklardan tenzih ederim. -Günah onun rüyalarına bile misafir olmamıştır- günahlarımı bağışlamanı diler ve rahmetini umarım!..” der; takipçilerine kendilerini kontrol yolunu gösterir ve baş döndüren bir tevazu ve mahviyet tavrı 21 sergilerdi.
***
[21]: KASIM 2017 // ORTA SAYFA: “KENDİ DERİNLİĞİYLE LATÎFE-İ RABBÂNİYE
O, gaye-i hayal ufku1 na iştiyak içinde kasılıp kıvranan bir heyecan ve heymân unsuru.. ebediyet ve Ebedî Zât iştiyakıyla cayır cayır yanıp püryan olan bir fenâfillâh dili.. tevazu ve mahviyetle buudlar ötesi seyahatlere talip 21, yorgunluk bilmez bir küheylan.. her zaman sonsuzluk rüya ve hülyalarıyla oturup kalkan ve “hel min mezîd?!.” deyip gözünü ötelere, ötelerin de ötesine dikmiş bir vuslat ve şeb-i arûs sevdalısı.. marifet, muhabbet, aşk u iştiyâk-ı likâullah delisi.. beden dünyasındaki maddî-manevî hükümranlığına rağmen, sevdalandığı kapının boynu tasmalı, kulağı küpeli azat kabul etmez bir bendesidir
***
[22]: BAMTELİ-ARALIK 2017 // “KALBİN İKİ MERKEZİ VE ŞEYTÂNÎ OKLAR”
Peygamber Efendimiz’in bu tercihi -Kalbin Zümrüt Tepeleri’nde- “îsâr-u îsârillâh22” sözleriyle ifade edilen hâldir; apaçık hususî mazhariyetlere bile birer mahmil bularak, ücret ve huzûzât vaktinde bütün mevhibeleri nisyana gömüp, sadece ve sadece O’nu duyup, O’nun varlığının ziyasının gölgesi olduğunu hissetmektir ki, “Akrabü’l-Mukarrabîn”in yoludur.
Bu mânâda, Hazreti Şeref-i Nev-i İnsan ve Ferîd-i Kevn ü Zaman bir îsâr kahramanı22 dır. O’nun gökler ötesi âlemlerden, dönüp insanlar arasına inmesi, duyup tattıklarını ümmetine de tattırmak için müşriklerin eziyetlerine maruz kalacağı bir yolu seçmesi hiç kimseye nasip olmayan bir “îsâr” derecesi; ümmeti adına Cennet’ten çıkıp cehennemlere gözyaşı salması, salıp bütün insanları dilemesi de hiç kimsenin tasavvur bile edemeyeceği bambaşka bir îsâr derinliği22 dir.
***
[23]: EYLÜL 2017 // BAŞYAZI: “HAKK’A ADANMIŞLAR YOLU”
Böyle sürekli bir yolculuk ve mütemadi kanat çırpmada, herkes için sahil-i selamet ve dostlarla buluşma mülahazasıyla hissetmezler hiç yol yorgunluğu. Sineleri yâr-ı vefâdâr heyecanıyla çarparken, takılıp yollarda kalanlara, nefsanî ve cismânî arzulara yenik düşenlere el uzatmayı da ihmal etmez; miraçtan, başkalarını da o ufka ulaştırma adına geriye dönen o Âbide Rehber23 izinde, hâl ve temsil dilinin fesahat ve talakatıyla hep O’na yürüme büyüsünden bir şeyler fısıldar ve solukları kesilesiye bir küheylan gibi koşar dururlar. Koşmalıdırlar da; zira büyük ölçüde insanlığın yolunu yitirdiği, umumî şehrâhı bırakıp patikalara saptığı, mefkûresizliğin sersemliğiyle gidip sağa-sola tosladığı ve şeytanî dürtülerin tesiriyle sürekli boşa koştuğu bu kapkara günlerde onlar, “Bu can bu uğurda” deyip her yanda birer “ba’sü ba’de’l-mevt” havarisi olarak sürekli diriliş destanlarıyla gürlemelidirler/gürlediler de.
***
[24]: EYLÜL 2017 // BAŞYAZI: “HAKK’A ADANMIŞLAR YOLU”
Takılıp yollarda kalan bir sürü yolzede vardı ve bunlar hal diliyle kendilerine uzanacak bir el ve immün sistemlerini güçlendirecek bir reçete bekliyorlardı; iman, marifet, muhabbet ve aşk u iştiyak-ı likâullah muhtevalı bir reçete. Onlar da işte bunu yapma his ve heyecanıyla, yürekleri durasıya bunun için hep koşup duruyorlardı. Boşa gitmemişti bu ölesiye gayretler, binler-yüzbinler onların soluklarıyla derlenip toparlanmış ve “vira bismillah24” diyerek insanî çizgiye girivermişti..
~~~
Bunca fezâil ve iç derinliğine rağmen, O’nun tazarru, niyaz 7 ve sızlanışları [7] karşısında aklın zâhirî nazarına göre “niye, neden?” demekten kendimizi alamasak da O, Rabbiyle münasebetleri [2] nde ubûdet yörüngesinde [25] hep ihsan şuuruyla [26] oturup kalkmıştı. Biz de şimdi icmâlen dahi olsa, O’nunla alakalı birkaç söz etmek istiyoruz.
~~~
[25]: BAMTELİ- EYLÜL 2017 // “İMTİHAN VE KUR’AN’IN NABZI”
Ama bu öyle zor bir mesele ki!.. Allah’a hakikaten Tevhîd’de bulunarak kulluk yapmak.. ibadette bulunmak.. ubûdiyette bulunmak.. bir kademe üstü, bir basamak üstü, ubûdette bulunmak25 ; tamamen O’na (celle celâluhu) kulluk yaparken, kendinden bile sıyrılarak bütün kulluklardan sıyrılmak… Öyle bir kullukta bulunmak.. namaz kılarken “namazlaşmak”, namazın dışında her şeyi kafandan silip atmak.. oruç tutarken, orucun dışında her şeyi kafandan silip atmak.. zekat verirken, her şeyi kafandan silip atmak; “O (celle celâluhu) verdi; verdiğini, verilmesi gerekli olan kimselere veriyorum!” demek… Zaten, Cenab-ı Hak, şeklindeki beyanlarıyla, “Benim rızık olarak verdiğim şeyden infak ediyorlar! Benim verdiğimi veriyorlar!” demek suretiyle, kendinizden bir şey vermediğinizi, rızkın O’ndan geldiğini ifade buyuruyor.
….
Fakat bu çok zor; insanın bunu bütün benliğiyle, tepeden-tırnağa bütün hissiyatıyla, bütün şuuruyla dillendirmesi çok zor; bir yönüyle “ubûdiyet” adına babayiğitlik… Bunlara “ubûdiyet babayiğitleri” veya “ubûdet babayiğitleri 25 ” denir; babayiğitler bunlar. Allah karşısında durulması gerektiği ölçüde/ölçekte kemerbeste-i ubûdiyet içinde el-pençe divan duran insanlar. Onun için, ben bunu Senin istediğin ve dediğin gibi yapamıyorum.
***
[26]: EKİM 2017 // ORTA SAYFA: “KALB VEYA LATÎFE-İ RABBÂNİYE”
Bu itibarla, yaratılıştaki konumu ve misyonu bu olan kalb cevheri, asla fâniyât u zâilâtla kirletilmemeli; zikr u fikr ve ihsan şuuruyla26 hep pırıl pırıl tutulmalıdır.
…
Evet, dünya ve mâfîhâyı nefis ve hevâmıza bakan yanlarıyla düşünce dünyasından söküp atamayanlar asla kalb tekallüb ve aritmilerinden de kurtulamazlar. Zira bu kıymetli latîfe-i rabbâniye, Zât, sıfât ve esma-i ilâhiyeye bir mir’ât olarak insan irade ve şuuruna emanet edilmiştir. Dolayısıyla da nefis ve hevâ şerareleriyle felç edilmemeli ve kolu-kanadı kırılmamalıdır. O, canlı ve metafizik gerilim içinde bulunduğu sürece, gücü ölçüsünde hep O’nu heceleyecek ve münâcat edalı sızlanış7larıyla hep O’nun için bir şeyler söylemeye çalışacaktır.
~~~
Biz de şimdi icmâlen dahi olsa, O’nunla alakalı birkaç söz etmek istiyoruz.
Akl-ı sathî konuya safiyyullah olan Hazreti Adem’den başlamayı öngörse de, gönlümüz sebeb-i hilkat-i âlem olması itibarıyla beraat-i istihlal nev’inden O’nunla “Vira bismillah!” deme temayülünde. Çünkü her şeyden evvel O, hâricî vücut nokta-i nazarı [27] ndan sonradan gelse de hep öndeydi ve öncüydü. Zira peygamberlik manzumesi O’nun adına nazmedilip bestelenmişti ama O, âlemşümul misyonuyla bir kafiye gibi bu nazm-ı mukaddesin sonuna yerleştirilmiş ve bu önemli misyon O’nunla noktalanmıştı.
Akl-ı sathî konuya safiyyullah olan Hazreti Adem’den başlamayı öngörse de, gönlümüz sebeb-i hilkat-i âlem [27] olması itibarıyla beraat-i istihlal nev’inden O’nunla “Vira bismillah24 !” deme temayülünde.
Çünkü her şeyden evvel O, hâricî vücut nokta-i nazarından sonradan gelse de hep öndeydi ve öncüydü. Zira peygamberlik manzumesi O’nun adına nazmedilip bestelenmişti ama O, âlemşümul misyonuyla bir kafiye gibi bu nazm-ı mukaddesin sonuna yerleştirilmiş ve bu önemli misyon O’nunla noktalanmıştı.
Evet, bir manada O bir ilk, diğer manada da sondu. Her şeyden evvel O, vücûd-u necm-i nûrânîsi açısından – “Allah’ın ilk yarattığı benim nurumdu.” pâyesiyle serfirâzdı ve bu manaya işareten bir gün O şöyle buyuracaktı: “Âdem nebi beyne’l-mâi ve’t-tîn iken ben peygamberdim.”Buyuracak ve bu ilk ve son muammasına imada bulunacaktı.
~~~
[27]: HERKULNAĞME 2015 // DUA ÂBİDESİ PEYGAMBER (S.A.V)”
Ahmed ism-i şerifi, taayyün-i evvel hakikatiyle irtibatlıdır. Çünkü O, varlığın özü, usâresi, kâinatın mebdei, hilkat ağacının çekirdeğidir. Evet, “Allah’ın haricî vücut nokta-i nazarından varlık olarak en önce ortaya koyduğu, benim nurumdur.” beyan-ı nebevîsinin de işaret buyurduğu gibi, O’nun taayyünü bütün varlığın ilki ve öncüsüdür. İlm-i ilâhide ilk icmali belirlenen, ortaya çıkan hakikat O’nun nurudur. İşte ziyası vücudundan evvel dillere destan olan Efendiler Efendisi’nin dünyayı teşriflerinden önceki unvanı Ahmed’dir (aleyhissalâtü vesselâmü milelardi vessemâ) ve bu hakikat de hakikat-ı Ahmediye’dir. Bu sebeple O, Kur’ân’da da geçtiği üzere, Hazreti İsa (aleyhisselâm) tarafından, “Ahmed” ismiyle müjdelenmiştir.
~~~
Bu açıdan biz de bu sırlı kıdeme binaen birkaç cümleyle de olsa, her an Hakk’a müteveccih [28] bulunan o ruh-i emcedle bu silsile-i zebercede başlamak istiyoruz.
O, hayal ve rüyalarında dahi olsa hiçbir zaman hataya ve hatalara mihmandarlık yapmamıştır. Ama gel gör ki, bu Hakk’a aşina kutsal ruh, ölümün kardeşi sayılan uyuyup dinlenmeye yönelirken -Aslında O’nun uykusu da uyanık bir kalble, sırf bir göz yummaktan ibaretti.- şu meâldeki ayet/ayetler ve sureleri tekrar ederdi; onları okumadan katiyen o âleme yelken açmazdı:
“Ya Rabbenâ! Eğer hata ettiysek -Neye hata diyorsa?!.- bundan ötürü bizi muaheze etme. Yâ Rabbenâ! Bize o öncekilere yüklediğin ağır yükleri yükleme. Rabbimiz! Bizi güç yetiremeyeceğimiz şeylerle yükümlü tutma!.. Affet bizleri, kusurlarımızı bağışla -Bilmem ki neye kusur diyor!- ve merhamet buyur bize!.. Sensin bizim mevlâmız ve yardımcımız, kâfirlere karşı yardım eyle bizlere.” (Bakara sûresi, 2/286)
~~~
[28]: EKİM 2017 // BAŞYAZI: “HAKK’A ADANMIŞLAR YOLU”
Bu durumda bize düşen şey, gölgemizi arkamıza alarak ihlâs, rıza ve iştiyak-ı likâullah yolunda soluklarımız kesilesiye O’na müteveccih yürümek 28 olmalıdır; zira teveccühün teveccühe vesileliği değişmez bir âdet-i Sübhâniyedir.
***
[28]: AĞUSTOS 2017 // BAŞYAZI: HAKK’A ADANMIŞ RUHLAR
Evet, kendini Hakk’a adayanları, ubudiyet ve ubûdetle her an ayrı bir derinlik sergileyenleri, yüzleri hep O’na müteveccih bulunanları28, oturup-kalkıp içlerini O’na dökenleri, “rıza” deyip inleyenleri, O görüp gözettiği gibi, onların görülüp gözetilmelerini de ister. Nasıl istemez ki, kerem O’nun şanı, vefa da değişmez âdet-i sübhâniyesidir.
Onlar da O’na teveccühün gereği28 iki cihanın şatafat ve debdebesine göz kapamış bahtiyarlar; sürekli muhabbetle köpürüp aşk u iştiyakla inleyip duranlardır. Onlar hayatlarını Bilal çizgisinde, Ammâr ufkunda, Habbâb ikliminde, Yâsir/Sümeyye imrentisinde, İbn-i Mes’ud gölgesinde sürdürüyorlarsa, Allah da, dû cihandan el yumuş bu bahtiyarlara öyle bakacaktır; zira O, “Erhamü’r-râhimîn, Ekramü’l-ekramîn ve Eşfeku’l-müşfikîn”dir.
Onlar, dünya ve mâfîhâyı içlerinden söküp atmışlarsa, o merhametlilerin en merhametlisi, kerimlerin en kerimi ve müşfiklerin en müşfiki de onları asla yolda bırakmayacaktır.
~~~
Ey yüce ve müzekkâ ruh! Eğer bu iltica ve niyazın bencileyin sergerdanlara bir tembih ise, – “İşittik ve itaat ettik.” der, bu sızlanış4 larını rehber [29] liğine verir ve vücud-u necm-i nurânîn karşısında eğiliriz.
Yok, kendi adına dendiyse, o zaman da göz ve kulaklarımızı kapar, sükût murakabesine dalarız; dalarız zira Senin can alıcı hasımların, gayz ve nefretlerle köpürüp durdukları dönemde bile Sana “Emîn [30]” diyor; ismet, iffet ve masumiyetin karşısında dillerini tutuyor ve homurtularını muvakkaten dahi olsa kesiveriyorlardı.
Sesimi o vücud-u hâkânîne duyurabilsem -buna sergerdanlığım mâni- ey Sevgili!
Söyle Allah aşkına, Senin bu temkin üstü temkin edalı iniltilerin ve iç döküşlerin7 “akrabü’l-mukarrabîn [31]”e ait bir sır mı yoksa biz derbederlere imalı bir emir mi?!.
~~~
[29]: TEMMUZ 2017 // ORTA SAYFA: “RÜŞD”
Rüşd derinlikli hakiki bir reşîd; dini, düşüncesi, ahlâkı ve tavırları itibarıyla ıstılahî mânâda bir mürşid kabul edilmese de, duyguları-düşünceleri, mütemadi olan istikamet ve sadâkati sayesinde çevresi üzerinde gerçek bir mürşid tesiri gösterir; aldatmayan, yanıltmayan bir rehber vazifesi 29görür.
***
[29]: OCAK 2018 // BAŞYAZI: “İSTİKAMET ÂBİDELERİ”
Dünden bugüne gölgesini arkasına alıp sürekli güneşe müteveccih yürüyenler 28 hemen her zaman çok farklı bir derinlikte kendileriyle mütemadiyen yüzleşmiş; kalb ve ruhlarında, tasavvur ve tahayyüllerinde var gördükleri veya var farz ettikleri kayma endişeleriyle tir tir titremiş; his, heyecan ve endişeleri dillerine emanet sürekli inleyip durmuş ve en içten “Ya Rab!” deyip sızlanmışlardır.
Kamer-i Münîr ve mutlak manadaki o İnsan-ı Kâmil’den çevresinde hâlelenen yıldızlara kadar hemen hepsi, maiyyete uzanan peygamberler güzergâhının ayrılmaz yolcuları olmuş ve arkadan gelenlere yanıltmayan birer rehber tavrı sergilemişlerdir. Yolları açık olsun ve Cenâb-ı Erhamü’r-Rahimîn bizleri de o yolun yolcularından eylesin!..
***
[30]: OCAK 2018 // BAŞYAZI: “İSTİKAMET ÂBİDELERİ”
Gönüller, O’na, O’nun inceliği ile, semânın kendisinden beklediği ölçüde inceliği ile kapılarını açtı. Tabiatı/donanımı, ona müsait idi. Allah (celle celâluhu) o emaneti insanlığa ulaştırmak için, emanette emin Muhammedü’l-Emîn’i (sallallâhu aleyhi ve sellem), o vazifelerin en önemlisi ile tavzîf buyurdu; o misyonu O’na edâ ettirdi.
***
[31]: TEMMUZ 2017 // ORTA SAYFA: “ÂBİD, ZÂHİD, ÂŞIK (1)”
Diğer bir yaklaşımla ibadet, henüz irfan şahikasına yükselememiş, taklit patikasında düşe-kalka yürüyenlerce dünyevî-uhrevî ücret beklemeye bağlı bir amel; evliya, asfiya için müşahede ve mükaşefeye açık bir yol; akrabü’l-mukarrabîn ufku31 nda ise “hakka’l-yakîn” zirvesinde rü’yet ve rıdvan aşk u iştiyakıyla “Hakikatü’l-hakaik”ı en kâmil mertebede bilme ve bende olma miracıdır.
***
[31]: OCAK 2018 // BAŞYAZI: “İSTİKAMET ÂBİDELERİ”
Akrabü’l-mukarrabîn31 olan Hazreti Ruh-u Seyyidi’l-Enâm (s.a.s), o engin ruh haleti, temkin tavrı ve arkasındakilere rehberlik mülâhazasıyla, sabahı ayrı bir teyakkuz faslı, akşamı ayrı bir teveccüh demi, içini Allah’a döker ve “Allahım, Seni her türlü noksanlıklardan tenzih ederim.
Günah onun rüyalarına bile misafir olmamıştır- günahlarımı bağışlamanı diler ve rahmetini umarım!..” der; takipçilerine kendilerini kontrol yolunu gösterir ve baş döndüren bir tevazu ve mahviyet tavrı sergilerdi.
~~~
Bilmem ki O’nun böyle engin düşüncesinin, hatta kılı kırk yararcasına gösterdiği incelik ve hassasiyetin[32] arkasındaki, O’na Rabbimizin “Sen olmazsın ama ben deneceği dedim!” üslubunda şöyle bir hitap şekli miydi:
“Biz Sana bu kitabı hakikatin ta kendisi olarak indirdik ki, insanlar arasında Allah’ın bildirdiği şekilde onunla hükmedesin ve hainlerin müdafaacısı olmayasın; öyleyse gel Allah’tan af dile, zira O Gafûr’dur, Rahîm’dir.” (Nisa sûresi, 4/105-106) Belki de bu, “O’na diyorum ama arkadakiler, sözün sizlere olduğu açık!” demekti. Fakat bu ferman O’nun rakiklerden rakik, hassas ruhunda bir ney gibi inlemişti. Mübarek ruhunun duyarlılığıyla tıpkı “Beni Hûd Sûresi ihtiyarlattı.” beyan-ı nurefşânı misillü içtenleştirmiş olduğu, – “Emrolunduğun gibi dosdoğru ol!” (Hûd sûresi, 11/112) beyan-ı sübhânîsinde duyduğu aynı şeyleri duyduğunda şüphe yoktu.!.
~~~
[32]: OCAK 2018 // BAŞYAZI: “İSTİKAMET ÂBİDELERİ”
Bu engin mülahazayla, böyleleri hemen her zaman yaratılış gayesine uygun hareket etmek için çırpınır.. sık sık iç dünyalarını gözden geçirir.. kendileriyle yüzleşir.. mülâhaza kirlenmelerine karşı uyanık davranır.. kalb kararmalarına ve ruh paslanmalarına meydan vermeme hassasiyetiyle32 oturur-kalkar.. çok defa “Onları kirlettim!” endişesiyle, arınma adına Hakk’a teveccüh kurnalarına koşar28.. ve sürekli “ahsen-i takvîm”e mazhariyetin hakkını tam veremediği düşüncesiyle sızlanır dururlar.