BAMTELİ MÜZAKERESİ
KİMİN YOLUNDA YÜRÜDÜĞÜNÜN FARKINDA OLMA VE ENTEGRASYON
MÜZAKERE ANA METNİ:
“Kimin yolunda yürüdüğümüzün farkında olalım!”…
“Şimdi ne yapmak lazım, asıl mesele o!”
“ Gavs, kutub’da olsa kendi dönemini doğru okumak…”
“Aynı argümanlar kullanılamaz. Zaman en büyük müfessirdir.”
“Kendi dönemini yaşaması adına yapılması gereken ne varsa onu yapmak…”
İSTİFADE EDİLEN KAYNAKLAR:
1- Doğu-Batı Buluşması ve Asimilasyon değil Entegrasyon_( 10 Aralık 2017)
2- Sadâkat İksiri ve Durağanlık Zehri_ (25 Şubat 2018.)
3- FETHULLAH GÜLEN AHRAM’A KONUŞTU _ (22 Haziran 2018.)
4- Mukaddes Göç ve Kutsal Çile_ (28 Şubat 2016)
***
1- İLM-İ MUHÎT-İ İLAHÎ İLE SEVK OLUNAN MEFKÜRE MUHACİRLERİNE DÜŞEN VAZİFE
1.1 “Takdîs” mülahazasına bağlı Cenâb-ı Hakk’ın bir sevk-i Sübhânîsi vardır.
1.2. İlm-i Muhît-i İlahî ile sevk olundu arkadaşlarımız Oralara. İlahî ilim, muhît bir ilim.. İlahî Meşîet, muhît bir Meşîet.. İlahî İrâde, muhît bir İrade.. ve her şeyi Allah en iyi bilir. وَاللهُ أَعْلَمُ، وَأَنْتُمْ لاَ تَعْلَمُونَ “Allah, bilir; siz, bilemezsiniz!” Bizim bilemediğimiz şeylere, Allah (celle celâluhu) sevk etti.
1.3. Esas olan Bizim çıkarlarımız, meseleyi bizim kendi açımızdan değerlendirmemiz değildir
1.4. Şimdi hikmetlerini ve neticelerini bütünüyle bilemeyiz. ( “Her işte hikmeti vardır / Abes fiil işlemez Allah! // O’na bir kimse cebr ile/ Bir iş işletemez asla // Ne kim Kendi murad ede / Vücuda ol gelir billâh.”)
1.5. Bütüncül bir nazar ile bakarak; Belki işin arka planının farkına varmadan, işin sonucunu tam hesaba katmadan, -belki- “Buraya gidersek daha iyi olur; şuraya gitmesek daha iyi olur!” mülahazalarına da girmeden…
1.6.Öyleyse, bize düşen vazife, bulunduğumuz yerde, konumumuzu iyi ve rantabl değerlendirmektir.
1.7. Dünyanın değişik yerlerine hicret etmek suretiyle, hem hicret sevabı kazanma, hem de “hâl” ve “temsil” yoluyla değerlerimizi tanıtıp sevdirme…
1.8. Kim bilir belki Cenâb-ı Hakk’ın bir muradı da ; Birikimli insanların cebrî hicret neticesinde Batı ülkelerine yerleşmeleri olabilir.. (İnanmış, aynı zamanda Kitab’ı, Sünnet’i bilen, dini ilimleri de bilen kimseler…
1.9. Allah’ın izni ve inayetiyle, İslam dünyasının “Neo-Rönesans”ı olacaktır, Yeni Bir Rönesans olacaktır.
1.10. Allah’ın izni ve inayetiyle ,Onlar da o fünûn-u müsbeteyi biliyorlar; O zaviyeden derinlemesine bakınca, aslında bunlar ile bizim anlaşmazlığımız yok. Onlar ile çok rahatlıkla anlaşabiliriz. Ortaya koydukları o türlü şeyler ile bizim insanımızın birikimleri yeniden bir terkip yapıldığı zaman, yani “tekke/zaviye”, “medrese” ve “mektep”, bir araya geldiği zaman, çok problemler çözülecektir.
1.11. Gençlere hem dini hem de müspet ve insani ilimlerle mücehhez güzel bir eğitim vermek, eğitim müfredatlarında evrensel insani değerleri işlemek, cemiyetlerimizde insan hakları ve hürriyetlerinin tam manasıyla yaşanmasını sağlamak Müslümanlar olarak bize düşen vazifelerdir.
1.12. Hem Müslümanlara hem de güçlü devletlere ve uluslararası kuruluşlara vazifeler düşüyor.Müslümanların en başta terör mevzuunda faturayı hep Batı ülkelerinin dış politikalarına çıkarmayı bırakıp bir nefis muhasebesi yapması lazım. Bizim aramızdan teröristlerin ağına düşen gençler neden bu kadar çok çıkıyor, sorgulamamız lazım
1.13.Güçlü devletlere düşen, terör problemini sadece askeri ve istihbari tedbirlerle çözülecek bir emniyet problemi olarak görmeyip, onun siyasi, ekonomik ve sosyolojik yanlarıyla alakalı da adımlar atmaları
1.14. Birleşmiş Milletler ve Avrupa Birliği gibi uluslararası kuruluşlara düşen de temel insan hakları ve hürriyetlerini dünyanın her yerinde koruyacak tedbirleri almaları, kendi halkına zulmeden ülke idarelerinin korkunç insan hakları ihlallerini durdurmaya matuf yaptırımlar uygulamaları
1.15. Kendi ülkelerinde yaşayan Müslümanların daha hızlı bir şekilde entegre olmalarını sağlayacak adımlar atmaları ve kendi vatandaşlarının hayatına verdikleri değer kadar başka ülkelerde yaşayan insanların hayatına da değer vererek dış siyasetlerini belirlemeleri
1.16. dar alanlı adanmışlık ruhu ile hoşgörü ve diyalogun temsilcileri olarak açılmıştınız, Şimdi entegrasyonla dünyaya yayılma imkanı doğdu. Şimdi, Allah (celle celâluhu) oralarda o imkânı verdi. Gideceksiniz, size ait güzellikleri sergileyeceksiniz; böyle, sessizce, halinizle ve tavrınızla sergileyeceksiniz.
2- HİCRET EDİLEN YERDE TEREDDÜTÜ AŞMANIN YOLU “AYNI DUYGUYU PAYLAŞMA” TAVRI
2.1. Orada kendi Müslümanca derinliklerimizi sergilemek suretiyle aynı zamanda başkalarıyla da anlaşmazlık adına bir tavrımızın olmadığını gösterme
2.2. Bizim için bir kârdır ;“Bunlarla her zaman dünya paylaşılabilir! Bunlarla uzun yol alınabilir!” dedirtme,
2.3. Bazı yerler de, çoğu itibarıyla insanlar, güven vaad edici bir kucaklama, bağırlarını açma tavrı sergilediler, imrendirdiler. Ve giden arkadaşlarımız, orada, temel düşüncelerini, mefkûrelerini çok açık ortaya koyabiliyorlar; bir rahatsızlık yok.
2.4. Ama bazı yerlerde ise “Karıştırılmış bir dünyadan, bir yönüyle dimağların buğulandığı bir dünyadan ayrılıp gittiğinizden ve sürekli de bir “zift yayını”na maruz kaldığınızdan dolayı, “Kafalarda hiçbir şüphe yoktur!” da diyemeyiz. Bir tereddüt vardır. Belki bu kucak açmanın arkasında “im’ân-ı nazar” var üzerinizde. Siz de kendi değerlerinize sımsıkı bağlı olmanın yanı başında, insan olarak, insanlığa ait, Hümanistçe düşünceleri onlarla paylaştığınız takdirde, “Bunlarla anlaşılır!” falan derler. “Aynı dili konuşanlar değil, aynı duyguyu paylaşanlar anlaşır!” der Mevlana.
2.5.“AYNI DUYGUYU PAYLAŞMA” TAVRI; Kucaklaşır, sarmaş-dolaş olur, muânakada ve musâfahada bulunur aynı duyguyu paylaşanlar!..
2.6. “TEMSİL” VE “HAL” ÇOK ÖNEMLİDİR. İnsanın, Firdevsî belagati ve beyanıyla bir şeyler ifade etmesi önemlidir. İşte o derinlikte kendi duygu ve düşüncelerinizi ifade etseniz, yine de millet “Acaba bununla, bu mevzuda demagojiye, bizi kandırmaya matuf bir şeyler mi sergiliyorlar!” diyebilir ve sizin tavırlarınıza, davranışlarınıza bakarlar.
—
3-MEFKÜRE MUHACİRLERİ VE YENİ HÜSNÜ MİSAL BİR ENTEGRASYON MODELİ
3.1. Entegrasyon, kendi değerlerinizi koruma şartıyla olmalı.
3.2. İslam’ı Batıda hakkıyla temsil etme gayreti içindeyken aynı zamanda modernitenin İslam’a ters düşmeyen cihetlerini kendilerine entegre ederek bir hüsn-u misal sergileme
3.3. Müslümanlarla ilgili batıda oluşan menfi kanaatlerin kırılmasında rol oynama
3.4. Siz meseleyi sevgi yörüngesinde götürecek, hal ve temsil diliyle insanların hür iradelerine sesleneceksiniz!..
3.5 Meseleyi “sevgi çizgisi”nde -bir yönüyle- “sevgi yörüngesi”nde götürmek lazım; sevgi, sevgi, sevgi…
“İnsan, Allah tarafından, sevilmek için yaratılmış bir varlıktır!” İnsan, “ahsen-i takvîm”e mazhardır; insanlığından dolayı sevilmek için yaratılmış bir varlıktır.
3.6. Ne kadarını onlara sevdirme ve saygılarına mazhar kılma lütfunu Cenâb-ı Hak ihsan edecek?!.
Onu, O’nun (celle celâluhu) meşîet-i Sübhanîyesine, İrâde-i Rabbâniyesine bırakmak lazım.
3.7. Din de zorlama yoktur anlayışını yaşamalıyız. ; DİN ilahî bir sistemler mecmuasıdır ki, insanları, kendi ihtiyarları (seçme hürriyet ve iradeleri) ile hayra sevk eder.
3.8. Siz yaşayın bırakın kendi seçerse seçsin onu; zorlama ile değil. “Alsın, analizlerde bulunsun, sentezlerde bulunsun, “Yahu doğru görünüyor bu mesele!” desin;
3.9. Kendi dinlerinin misyonerliğini yapıyorlar intibaasına kesinlikle sebebiyet vermemek lazım; emin olsunlar bizden. (Kendilerinin bir dönemde yaptıkları o baskı sistemini düşünebilir; bir yönüyle, insanları zorlama, kendi düşünce dünyalarına, kültür dünyalarına çekme, kazanma, kendi bünyelerinde eritme mülahazasına girebilirler, böyle bir mülahaza taşıyabilirler.)
3.10. Bu açıdan, başkalarının endişe duymayacağı şekilde bir yakınlık tavrı sergilemeli. Böyle, kavga ediyor, onları kendimize benzetiyor, misyonerlik yapıyor gibi bir tavır sergilemeden, tavrımız ile, halimiz ile, temsilimiz ile “Bunlarla anlaşılabilir; bunlarla uzun yollar alınabilir, tepeler aşılabilir, kandan-irinden deryalar geçilebilir!” dedirtmek lazım.
3.11. Onlar, sizi dinledikleri zaman, kendi değerlerine bağlı olabilirler fakat bakarlar ki, çok fasl-ı müşterek var, insanlık açısından.
3.12. Ve siz, güven vaad edebiliyorsanız orada, açık davranıyorsanız, sağlam bir “entegrasyon” sergiliyorsanız şayet, insanlık mukabelesinde bulunurlar.
3.13. Âlem de size o entegrasyon zaviyesinden bakacaktır: “Evet, bunlarla beraber yol yürünebilir, bir hedefe varılabilir. Bunlar, aynı zamanda bâkir dimağlar; bunlardan istifade edilebilir. Bildikleri çok şeyler vardır, istifade edebiliriz!”
—
4- HEDEF: İSTİKAMET MERKEZLİ, UZUN SOLUKLU “ENTEGRASYON”
4.1. Tıpkı bir rahmet-i İlahî gibi bu mesaj ulaştığı her yerde farklı bir tesir icrâ eder, –
-Bazı yerlerde “çiğ” tesiri yapar; ondan yapraklar istifade ederler.
-Bazı yerlerde bir “çiseleme” tesiri yapar.
-Bazı yerlerde “sağanak bir yağmur” halinde yağar.
-Bazı yerlerde de bize biraz acı ve ağır gelir, “kar” gibi birkaç ay kalıcı olur ama orada toprak tarafından emilir o, kuvve-i inbâtiye onu kendisi için bir dinamizm olarak kullanır, bağrına atılacak tohumların daha seri boy atıp gelişmesine vesile yapar onu.
4.2. Evet, o ekilen tohumlar, biçilen fideler, Allah’ın izni ve inayetiyle, o hazan mevsimi geçince yeşerip boy atacak. “Güzlük” onlar; şimdi kış.
4.3. Allah’ın izni ve inayetiyle mülahazaları, bu çerçevede yenilersek, , o yolda -durağanlığı terk ederek- devam etme azmini harekete geçirmiş oluruz. (Hızımızı işte “otuz ikiye” mi, yoksa “altmış dört”e mi ulaştırırız, neye ulaştırırsak ulaştırırız; füzeler hızına mı, uçaklar hızına mı ulaştırır, Allah’ın izni ve inayetiyle, yürürüz.)
4.4. Durağanlığın sisi-dumanını ve tehlikelerini, “iman” ve “aksiyon” ile, aksiyonda da “ihlas” ile, ihlasta da “Hakk’ın rızasını hedefleme” ile, rızada da “aşk u iştiyâk-ı likâullah” mülahazasıyla aşarak sürekli yürüme, sürekli yürüme, sürekli yürüme…
4.5. Sürekli yürüme olmazsa, insan, sürekli sürünmeye mahkûm olur! Sürekli yürümek lazım ki, sürekli sürünme mahkûmiyetine düçâr kalmayalım.
4.6. Şimdi, gittiğiniz bazı yerlerde kafa karışıklığından dolayı bir kısım engellerle karşılaşıyorsunuz. Bugün olmazsa yarın, kafası karışanlar bile diyecekler ki:
“Yahu Allah aşkına, bu insanlar geldiler; otuz sene biz bunların nabzını bir hekim gibi tuttuk, kalblerini bir hekim gibi dinledik, hiçbir aritmiye rastlamadık; hep ‘istikamet’ diye atıyordu kalbleri, ‘sadâkat’ diye atıyordu kalbleri.
4.7. Hal” ve “temsil” ile onu orada yürekten, samimi sergilediniz mi? O senaryoya tam inanarak, “Bu senaryo, Rabbimizin rızasına da muvafıktır!” diyerek o rolü oynuyorsanız şayet, bir sene, iki sene, üç sene bakarlar;
“Allah Allah! Ritim aynen, nabız aynı atıyor, hiç değişme yok. Demek ki bunlar, birer istikamet insanı!” derler. Dolayısıyla gönülleri fethedersiniz.
4.8. Gönülleri fetheder, aynı zamanda Ruh-u Seyyidi’l-Enâm’ı da şâd edersiniz. Aynı zamanda Allah’ı da hoşnut edersiniz.
—
5- ENTEGRASYONU YAŞARKEN ASİMİLASYONA DA DÜŞMEME
5.1. Mefkûre muhâcirleri için entegrasyon çok ehemmiyetli olduğu gibi asimilasyona düşmemek de hayatî bir meseledir.
5.2. Bütün bunlar yapılırken entegrasyonun gerçekleştirilmesi ama asimilasyona düşülmemesi de çok önemlidir.
5.3. Gittikleri her yerde, “temsil” ve “hal” ile kendi değerlerini sergilerken, arkadaşlarımızın onlarla da bir problemlerinin olmadığını ortaya koymaları lazım.
5.4. Gönül köprüleri kurmak için, dinin temel değerlerine ve hatta fürûâtına aykırı olmayan meselelerde, diğer insanların aktivitelerine iştirak edilebilir. Dinî esaslarımız, disiplinlerimiz açısından, Usûl’de ve Fürû’da dinimizde yasak olmayan meselelerde, başkalarının aktivitelerine iştirak etmede bir mahzur yoktur.
(Biri çıksın desin ki: “Bu mesele, Kitab’a, Sünnet’e aykırıdır!” Ben diyorum ki: “Dinin temel meselelerine ve fürûâtına aykırı olmamak kaydıyla, birbirlerinin aktivitelerine iştirak etsinler!” Bu, yumuşatır mı, yumuşatmaz mı insanları?!. Ne olur, bir kere de onların kutsal saydıkları bir mekânda, gidip arkada otursanız, onlara baksanız?!. Onlar nasıl gelip sizin burada namaz kılmanıza bakıyorlar; nasıl dua ediyorsunuz, ona bakıyorlar ve gidip oralarda Kur’an-ı Kerim okuyan arkadaşları dinliyorlar, “Bunun meali nedir?!” diye soruyorlar.)
5.5. Fakat arkadan gelen nesillerin, oralarda daha parlak gördükleri şeyler ile “asimile” olmaları ihtimali vardır. Bunların da hususî dairede gözetilmesi lazımdır.
5.6. Herhangi bir kültüre karşı hususi bir tavır alma şeklinde değil!.. Bunlar, bizim nesillerimiz, bizim gençlerimiz; aynı zamanda, kadın-erkek, bunları beslenme mahrumu bırakmamak lazım,
5.7. Sohbet-i Cânân ile sürekli takviye etmek lazım, kendi değerlerimizin âlemin değerleri ile mütenâkız olmadığını anlatmak lazım.
5.8. Aslında bizim bu değerlerimizin bir yönüyle onlara da açık kapılar bıraktığını anlatmamız lazım. Bir zıddiyetin olmadığını anlatmamız lâzım.
5.9. Ve kendi değerlerimizi sevdirmemiz lazım.
5.10 Bir taraftan diğerleriyle sarmaş-dolaş olurken; aynı zamanda kendi değerlerine karşı da burnunun kemikleri sızlayan nesiller yetiştirmek lazım. Onun için birbirine zıt gibi görünen “entegrasyon” ile “asimilasyon” mevzuu, önemli iki husustur.