“MADDÎ MUSİBETTEN DAHA BÜYÜK BİR MÂNEVÎ MUSİBET”

RİSALE-İ NUR MÜZAKERESİ

DENİZLİ, 56. MEKTUB

Aziz, Sıddık Kardeşlerim!

Bu musibetimizden kaçmak ve kurtulmak, iki cihetle kabil değildi:

Birincisi: Kader-i İlâhî kısmetimizin bir kısmını buradan bize yedirmek için her halde gelecek idik. En hayırlısı bu tarzdır.

İkincisi: Aleyhimize çevrilen dolaptan kurtulmak imkânı bulmadık. Ben hissetmiştim, fakat çare yoktu. Bîçâre merhum Şeyh Abdülhakîm, Şeyh Abdülbâkî kurtulamadılar.

Demek bu musibette biz birbirimizden şekvâ etmek; hem haksız, hem mânasız, hem zararlı, hem Risâle-i Nurdan bir nevi küsmektir.

Sakın sakın, has rükünlerin gösterdikleri faaliyeti bu musibete bir sebep görüp onlardan gücenmek ise, Risâle-i Nur’dan çekilmek ve hakaik-ı îmâniyeyi öğrenmeden pişman olmaktır.

 Bu ise, maddî musibetten daha büyük bir mânevî musibettir.

Ben kasem ile te’mîn ederim ki: Sizin herbirinizden yirmi-otuz derece ziyâde bu musibette hissedâr olduğum halde, niyet-i hâlise ile faaliyet göstermelerinden, ihtiyatsızlığı yüzünden gelen bu musibet on def’a daha fazla olsa da yine onlardan gücenmem.

Hem geçmiş şeylere itiraz etmek mânasızdır. Çünki tâmiri kabil değil.

DENİZLİ,60.MEKTUP

Aziz, Sıddık Kardeşlerim ve Musibet Arkadaşlarım!

Sizin içinizde mübârek âlimler ve âlicenap müdebbirler ve hâlis fedakâr şâkirdler bulunmasından büyük bir îtimad ile size güveniyordum ki; kuvvetli ve dessas ve kesretli düşmanlarımıza karşı vahdetinizi ve tesânüdünüzü muhafaza edeceksiniz diye istirahat ederdim, sizin ile meşgul olmazdım. Birkaç noktayı beyan etmek lüzum oldu.

Beşinci Nokta: Biz hem burada, hem Eskişehir’de tecrübe ile kat’î anladık ki: Biz, vahdet-i mes’ele cihetiyle tam bir tesânüde şiddetle muhtacız.

Sıkıntıdan gelen gücenmekler ve titizlikler ve itirazlar, bizim perişaniyetimizi ikileştirir.

Maatteessüf en ziyâde güvendiğim ve îtimad ettiğim, sizlerdiniz. Bâzı hatırıma bir telâş geldiği vakit, İstanbul’dan gelen Kâmil ve Sıddık Hocalar ve Kastamonu Vilâyetinde fevkalâde sadâkat gösteren zâtları tahattur ile o endişem zâil olurdu.

Dikkat ediniz, küfr-ü mutlakı müdâfaa eden gizli komite içinize parmak sokmasın. Benim komşudaki koğuşa parmağını soktu, beni azab içinde bıraktı.

Şimdi siz, mâbsızeyninizde münâkaşa bir  meşveret ediniz.

Kararınızı kabûl ederim. Fakat benim müdâfaatım tâ Ankara’ya gitse ve medâr-ı nazar olsa, buradaki mahkeme, kurtulması mümkin olanlar hakkında kararını vermek ihtimâlini; hem şimdi bizimle uğraşan ve Abdülbâki ve Abdülhakîm ve Hacı Süleyman’ı nefyeden ve Yeşil Şemsi’yi tahliyeden sonra burada durduran adamlar, elbette Hâfız Mehmed ve Seyyid Şefik gibi salâbet-i dîniyeleri ile ve onların ölmüş reislerine ve sûretine baş eğmemesiyle ve ilhad ve bid’alara tarafdarlıklarını göstermemesiyle beraber, serbest bırakmamak ihtimalini de; hem Risâle-i Nur’un tesettür perdesinden çıkıp gayet büyük ve umumî bir mes’elede kendi kendine merkezlerinde mübarezesi zamanında şâkirdlerini arkasında bulmak ve kaçmamakla sarsılmaz ve mağlûb olmaz bir hakikata bağlandıklarını mütereddid ve mütehayyir ehl-i îmâna göstermesi gayet lüzumlu olduğunu dahi nazarınıza ve meşveretinize alınız.

Sakın sakın birbirinizin kusuruna bakmayın; hiddet yerinde hürmet ediniz, itiraz yerinde yardım ediniz.

DENİZLİ, 45.MEKTUP

Aziz, Sıddık Kardeşlerim!

Çok tecrübelerle ve bilhassa bu sıkı ve sıkıntılı hapisde kat’î kanâatım gelmiş ki: Risâle-i Nur ile kırâeten ve kitâbeten iştigal, sıkıntıyı çok hafifleştirir, ferah verir.

Meşgul olmadığım zaman o musibet tezâuf edip lüzumsuz şeylerle beni müteessir eder.

Bâzı esbaba binâen, ben en ziyâde Hüsrev’i ve Hâfız Ali (R.H.), Tahirî’yi sıkıntıda tahmin ettiğim halde, en ziyade temkin ve teslim ve rahat-ı kalb, onlarda ve beraberlerinde bulunanlarda görüyordum. «Acaba neden?» der idim.

Şimdi anladım ki; onlar,

  • hakikî vazifelerini yapıyorlar;

  • mâlâyâni şeylerle iştigal etmediklerinden

  • ve kazâ ve kaderin vazifelerine karışmadıklarından

  • ve enâniyetten gelen hodfuruşluk ve tenkid ve telâş etmediklerinden,

  • temkinleriyle ve metanet ve itmi’nân-ı kalbleriyle Risale-i Nur Şakirdlerinin yüzlerini ak ettiler,

  • zındıkaya karşı Risâle-i Nur’un mânevî kuvvetini gösterdiler.

Cenâb-ı Hak, onlardaki nihayet tevâzu ve mahviyette tam izzet ve kahramanlık seciyesini umum kardeşlerimize teşmil ettirsen, âmin!

 —

DENİZLİ HAPİSHANESİ’NDEN MESAJ VAR

Abdullah Aymaz, Zaman Tarih: 29 Haziran 2014

Denizli Hapishanesi’nin tam yetmiş sene önceki o sıkıcı ve boğucu havasından nefes aldırmak için Üstad Hazretleri’nin talebelerine yazdığı o pusulaya benzer mektuplarından fışkıran güzellikler günümüzün sıkıcı atmosferini de ferahlatıp teselli mesajları sunuyor:

“Gayet ihtiyat, mümkün olduğu kadar eski mahpuslardan gücenmemek. İkiliğe meydan vermemek, kimseye gücenmemek, gücendirmemek, mutedil olmak ve tahammül etmek, mümkün olduğu derecede bizim arkadaşlar kardeşliklerini, dayanışmalarını tevazu ile ve mahviyet içinde enaniyetlerini kırarak takviye etmek. Bütün bunlar gayet lâzım ve zaruridir.”

“Hizmete adanmış ruhlar, en zor ve sıkıntılı durumlara bile, pek çok sevaba vesile olacağından dolayı, bu duruma manevî bir nimet nazarıyla bakarlar ve şükrederler. Çünkü; ‘İşlerin en hayırlısı, en zor ve en sıkıntılı olanıdır.’ buyuruyor Efendimiz (sas).”

“Biz öyle bir hakikate hayatımızı adamışız ki; güneşten daha parlak

Cennet gibi güzel; ebedî saadet gibi şirindir. Elbette biz bu sıkıntılı hallerde bile iftiharla şükür içinde bulunmalıyız.”

“Madem biz böyle sarsılmaz, en yüksek, en büyük ve en ehemmiyetli, fiat takdir edilmez derecede kıymetli ve bütün dünya ve can pahasına verilse yine ucuz düşen bir hakikatin uğrunda ve çalışıyoruz, elbette bütün musibetlere, sıkıntılara ve düşmanlara tam bir metanetle mukabele etmemiz gerekir.”

“Madem elimizden kadere rıza, kadere teslim ve iman, Kur’an, Nur hizmetinin verdikleri büyük ve kudsî teselliden başka bir şey gelmiyor. Elbette bize en lüzumlu iş; telâş etmemek ve ümitsizliğe kapılmamak. Birbirimizin kuvve-i maneviyesini (moral gücünü) takviye etmek, korkmamak, tevekkülle bu musibeti karşılamak… Habbeyi kubbe yapan farfarlı gazetecilerin kubbelerini habbe görüp ehemmiyet vermemektir. Bu dünya hayatının bilhassa bu zamanda, bu şartlar altında kıymeti yoktur. Başa ne gelirse gelsin hoş görmelidir!..”

Evet bu mesajlar, bugün yazılmış gibi çok yeni ve taptaze!..