Cenâb-ı Hak, namazın bütünüyle terk edildiği bir dönemi bizlere göstermesin!

Bizler, yeni bir bahar ve yeni bir dirilişin eşiğinde olduğumuz zannı ve kanaati içindeyiz.

“Ben, kulumun zannı üzereyim.” sözüyle kendini bize tanıtan Rabb’in rahmetinden ümidimiz o ki,

bu baharları ve bu dirilişleri çoğaltsın

ve bütün insanları huzuruna koşturup hayatlarının son demlerinde dahi olsa onlara namazla miraç yapma şerefini bahşetsin;

öbür âlemde hepimize cemâl-i bâkemalini müşâhede ettirsin.”

***

“Ezan, kâmet, abdest, nafile namazlar ve diğer amellerin hiçbiri asıl gaye değildir. Bütün bunlar, varlığın en kâmili, ahsen-i takvîme mazhar insanın,ibadetinin de kendine yakışır olması için ortaya konmuş vesilelerden ibarettir.”

Namazın bu ölçüde derince duyularak kılınması bir hedeftir ve namaz öncesi yapılan bu hazırlıklar, o duyuşu gerçekleştirecek stratejiler olarak da değerlendirilebilir.”

“İç ve dış yapısı itibarıyla böyle mükemmel bir varlığı Allah’a yaklaştıracak ve gerçekten insan olmasının ifadesi sayılan namaz mutlaka ciddi bir iç derinlik ile eda edilmelidir. Bunu tam eda edememe endişesi veya gerçekten eda edememenin ızdırabının yaşanması, kul adına önemli bir seviyedir.”

Bu, herkesin kabiliyetine göre yakalayabileceği bir ufuktur. Ne var ki biz, niyetlerimizle mükemmelin peşinde olduğumuz müddetçe, hedefe ulaşamasak da niyetlerimizle hedeflediğimiz şeyi her zaman yakalayabiliriz. Unutmayalım ki, “Mü’minin niyeti, amelinden hayırlıdır.”

“Hiçbir sıkıntı ve meşakkatin olmadığı bir atmosferde kılınan namaz ile bin bir ızdırap, sıkıntı ve değişik düşüncelerin sıkıştırması altında kılınan namaz arasında çok büyük farkların olacağı açıktır. İkinci türden namazlar, namazdaki derinliğin ayrı birer buudu gibidir.

Gerçi her ne kadar huzur, sağdan soldan gelen değişik şeylerle bin bir defa deliniyor ise de bu stres ve sıkıntıların arasında namazı farklı bir zâviyeden tıpkı nefes alma gibi duyma ve hissetme, namaza bizim anlayamadığımız farklı bir renk kazandırır. Bence önemli olan da işte budur.

O sebeptendir ki savaş esnasında kılınan namazlar normal zamanlarda kılınanlardan kat kat daha fazla sevaplıdır.”

“Netice itibarıyla sırtında bir yük hissederek zaman içindeki boşlukları kollayıp, “Ne pahasına olursa olsun mutlaka onu eda etmeliyim.” mülâhazasıyla kılınan namazda da öyle bir enginlik vardır ki bu noktayı, tekyelerde, zâviyelerde, hatta Kâbe’de namaz kılanların bile yakalayabileceğine ihtimal veremiyorum.”

Hesabı Sorulacak İlk İbadet

Namaz, mü’minin huzur-u ilâhide hesabını vereceği ilk ibadettir. Ne zina, ne içki ne de başka bir şey! Bundan, diğer ibadetlerin önemsiz olduğu mânâsı çıkarılmamalı, aksine namazın önemi anlaşılmalıdır. Bir insan namaz kılmıyorsa hayatının en büyük kayıp kuşağında yaşıyor demektir.”

Mü’minlere farz kılınan ilk ibadet, namazdır; dolayısıyla ümmet-i Muhammed arasında en son terk edilecek şey de o olacaktır.

Kul, ahirete adımını atar atmaz ilk olarak namazlarının hesabıyla karşılaşır. Allah Resûlü (sallallâhu aleyhi ve sellem), “Kıyamet günü kişi, amelleri arasından önce namazın hesabını verecek. Bu hesap güzel olursa kurtuluşa erdi demektir. Bu hesap bozuk olursa hüsrana düştü demektir.” buyurarak bu hakikati ifade etmiştir. Dolayısıyla kulu, bir anda Cehennem’in gayyasına ya da Cennet köşklerinden bir köşke taşıyacak olan şey, namaza verdiği önem olacaktır.

Kur’ân, namazlarını terk etmek suretiyle hüsrana uğrayan güruhu şöyle resmeder: “Onlar mutlaka cennetlerde mücrimlerin durumu hakkında kendi aralarında konuşurlar. O suçlulara, ‘Neydi bucehenneme sizi sürükleyen?’ diye sorulur. Onlar şöyle cevap verirler: Biz, namaz kılanlardan değildik. Fakirleri doyurmaz, onların ihtiyaçlarıyla ilgilenmezdik. Batıl sözlere dalanlarla beraber biz de dalardık. Bu hesap gününü yalan sayardık. Ölüm bizi yakalayıncaya kadar hep böyle idik.”( Müddessir sûresi, 74/40-47.)