NİÇİN ÜMİTLİYİZ?

BAŞYAZI/ BAMTELİ MÜZAKERESİ

BÖLÜM-1:

Aralık 1980 ÜMİT BAŞYAZISINDAN (ÇAĞ VE NESİL-1)

Büyük ve ciddî istihaleler arefesinde bulunuyoruz. Toplum sancı sancı üstüne kıvranıp duruyor ve yeni bir şeyler doğurma eşiğinde… Yıllar yılı bin bir paradoksla kendine has çizgiden uzaklaşmış yığınlar, gelecek hakkında oldukça endişeli ve ümitsiz. Yürekler dermansız.. zihinler fakir.. ilhamlar sevimsiz…

Ümit her şeyden evvel bir inanç işidir. İnanan insan ümitlidir ve ümidi de inancı nispetindedir.

Aslında, ümit, azim ve kararlılık, iman dolu bir kalbe girince, beşerî normaller aşılmış olur.

Hele insan, inanacağı şeyi iyi seçebilmiş ve ona gönül vermişse, artık onun ruh dünyasında, ümitsizlik, karamsarlık ve bedbinlikten asla söz edilemez.

Ümit, insanın kendi ruhunu keşfetmesi ve ondaki iktidarı sezmesinden ibarettir. Bu sezişle insan, kâinatlar ötesi Kudreti Sonsuz’la münasebete geçer ve onunla her şeye yetebilecek bir güç ve kuvvete ulaşır.

Her gönül eri ümitten bir meş’ale ile yola çıkmış, bununla tufanları göğüslemiş; fırtınalarla pençeleşmiş ve dalgalarla boğuşmuştur.

Bu vadide her ümit kahramanı, aynı zamanda Hak katının azizi, halkın da bayrağı olmuştur.

Ümitle uzun yollar aşılır; ümitle kandan irinden deryalar geçilir ve ancak ümitle dirliğe ve düzene erilir.

Sonsuza bağlanmış ve ümitle dolu bu gönüller, bahar demez, yaz demez; hazan demez, kış demez, kucak kucak meyvelerle gelir ve o görkemli kametten bekleneni mutlaka yerine getirirler.

Bizler topyekün bir millet olarak, dayanıp darılmayan, azmedip yılmayan ve hele ümitsizliğe asla kapılmayan yol göstericilere; ekmek kadar, su kadar, hava kadar ihtiyaç içindeyiz. 

BİN BİR ÜMİT TOMURCUĞUNUN TEBESSÜM ETTİĞİ VE BİN BİR TOHUMUN, TOPRAĞIN ALTINDA KARA DÜŞECEK CEMREYİ BEKLEDİĞİ ŞU GÜNLERDE,

ÜMİTTEN MAHRUM GÖNÜLLERE ÜMİT DİLEKLERİMİZLE[1]

BÖLÜM-2:

BAMTELİNDE “ÜMİT KAYNAĞI” ADANMIŞLAR

Her şeye rağmen biz duruşumuzu, tavrımızı değiştirmeden konumumuzun hakkını vermeli, yerimizde durmalı, herkesin başvuracağı bir güç, bir ümit kaynağı olmalı ve sönmeye yüz tutan bütün meş’aleleri yeniden tutuşturmaya çalışmalıyız.

Allah’a inancımız tam ise, ümit, azim, kararlılık şiarımız olmalı; millete hizmet de vazifemiz.

İşte böyle birinin bugününü bütün bütün yıksalar, o yönelir yarınlara ve yoluna o kulvarda devam eder; yarınlarını da yok etseler atını mahmuzlar ve öbür günlere koşar. Baş edemezler böyle biriyle ve edememeliler de.

Zira o imanı, azmi, ümidi sayesinde, bozgunlar yaşadığı ya da yıkıldığı durumlarda bile hep bir başka muvaffakiyet ve zaferin projeleriyle serinlemiştir.

Ve yine böyle biri, önünde kinlerin, nefretlerin kudurup durduğu, ufkunu üst üste karanlıkların sardığı anlarda bile asla ümitsizliğe düşmemiş ve paniğe kapılmamıştır.

Zira o, ne sadece dün, ne bugün ne de yarındır. O bütün bu zamanların hepsine sözünü geçirme konumunda birsahibülvakt” ve bir “ibnüzzaman”dır.

O, duyguları, düşünceleri, iffeti, ismeti, vefası, sadakati ve eğilip bükülme bilmeyen sağlam karakteriyle âdeta granitten bir âbide gibidir; çevresinde her şey üst üste devrilse –alimallah– tırnak kadar bir parçası dahi kopup düşmez.

Öyle ümit ediyoruz ki; işte bu sağlam karakter sayesinde, bugün olmasa da yarın mutlaka, hicranla yanan sinelerin hicranı dinecek, asırlardan beri iki büklüm yaşayanlar bellerini doğrultarak var olduklarını haykıracak, zulmetlere yenik ruhlar dirilip çevrelerini saran karanlıkları kovacak ve herkes olağanüstü bir gayret ve performansla kendi ruh ve mânâ köklerinin kılavuzluğunda bütün engelleri aşarak, özüyle bütünleşip talihinin zirvesine ulaşacaktır.[2]

Yakışıksız, şık olmayan şeylere maruz kalabilirsiniz. Bunlar, bazen dokunur, can yakıcı olabilir. Fakat bütün bunları, yolun bir cilvesi, esasen, yolun bir hususiyeti olarak görmek lazım.

Çünkü siz, arkadan gelenlere patikaları şehrâh yapma sorumluluğu altında bulunuyorsunuz. Çektiğiniz şeyleri onların çekmemesi için, elinizden gelen her şeyi yapacaksınız.

Sizden evvelkiler, her şeye katlandılar, o patikaları sizin için şehrâh yapma adına. Ve sonra meseleye bir “ümit” mührü de vurdular:

 Ümitvâr olunuz; şu istikbal inkılabâtı içinde, en yüksek ve gür sadâ, İslam’ın sadâsı olacaktır!” dediler.

O zatlar, hilâf-ı vâki ve mübalağa sayılacak beyanda bulunmazlar. Konuştukları her şey, onların kalblerine, kafalarına atılan varidâttır; her zaman ötelerden, ötelerin ötesinden gelen sinyallere açıktır onların kafaları.

Dolayısıyla, eğer öyle demişler ise, ümitvâr olunuz; şu istikbal inkılabâtı içinde en yüksek ve gür sadâ, İslam’ın sadâsı olacaktır!..

Bir müslümana herhangi bir musibet, bir sıkıntı, bir keder, bir üzüntü, bir eziyet, bir gam dokunursa, hatta kendisine bir diken bile batarsa, mutlaka Allah bunları onun geçmiş günahlarına kefaret yapar.”

Selef-i sâlihîn sonraki nesiller için patikaları cadde yapma adına çok çekmiş, üzerine bir de ümit mührü vurup emaneti omuzlarınıza yüklemişler; emin bir emanetçi olduğunuzu ortaya koymak için siz de çilenize razı olmalısınız!..[3]

Evet, işte düşmanların böyle esirip köpürdüğü, dostların vefasızlık gösterip bizi bütün bütün terk ettiği durumlarda dahi kat’iyen teslim olmamalı, eğilmemeli; iman ve ümitlerimize dayanarak dimdik ayakta durmalı ve bir küheylan gibi hız kesmeden çatlayıncaya kadar koşmasını bilmeliyiz.[4]

Hiçbir şey boşa gitmez. O, biliyor; her şeyi biliyor. Dolayısıyla, eğer ümit bağlayacaksanız, işte o derin alakanız sayesinde ümit bağlayacaksınız. [5]

Bu sıkışık zamanda, fazl-ı İlâhîsi ile ye’se düşmemeli, ümitsizliğe düşmemeli, inkisar yaşamamalı!.. Esbâb bütünüyle sukût edince, çoğu mü’minlerin dahi ümid dünyaları tamamen kararıyor… Hakiki mü’min ise, ümit dünyası kararmaz.

Ye’s, mâni-i her kemaldir.” diyor, Hazreti Pîr-i Mugân.

Akif de, “Ye’s öyle bataktır ki düşersen boğulursun. / Ümide sarıl sımsıkı, seyret ne olursun! // Azmiyle, ümidiyle yaşar hep yaşayanlar; / Me’yus olan, ruhunu, vicdanını bağlar. /// Ey dipdiri meyyit, iki el, bir baş içindir, / El de senin, baş da senindir, // Kurtarmaya azmin ne için böyle süreksiz, / Sen mi, yoksa ümidin mi yüreksiz!” diyor.

Bence ye’s, yılan ağzına girmek gibi bir şeydir; oraya düşmemeye bakmak lazım.[6]

İmrenilen böyle bir yapı ortaya koyduğunuz zaman, zannediyorum hakikaten bütün insanlık için bir ümit kaynağı olacaktır. Çok şey alacaklardır sizden. İnsanlık adına, insanî değerleri temsil ettiğinizden dolayı, mesela “insana saygı”, mesela “hukuk”, mesela “adalet” gibi pek çok fazileti sizden almak suretiyle insanlar kendi dünyalarında da üfül üfül huzurun estiği bir dünya oluşturacaklardır.

Kendi dünyalarında da… Bu açıdan da siz, sadece kendi dünyanız hesabına o âbideyi ikame etmiyorsunuz. İkame ettiğiniz âbide sizin dünyanıza münhasır olmuyor; aynı zamanda bütün dünya adına bir şey ifade ediyor.

Öyle bir âbide dikiyorsunuz ki, dünyanın neresinden bakılırsa bakılsın, görülüyor; neresinden hangi zaviyeden bakılırsa bakılsın, imreniliyor ona; “Yahu ne âbide imiş bu böyle?!.” Şimdi bugün insanlığın mahrum olduğu esasen böyle bir yapıdır. Bu yapının teessüsü lazımdır. Tabiî “teessüs” kelimesini özellikle kullanıyorum. Bu, “tekellüf”ten geldiğinden dolayı, göbek çatlatasıya bu mevzuda gayret sarf etmeye bağlı; şakak zonklatasıya bu mevzuda gayrete bağlı.[7]

***

BÖLÜM-3:

ÜMİT DUAMIZ

“Ey yüceler yücesi Rabbimiz! Biz huzur-ı kibriyâna zâdsız-zahîresiz yöneldik; Sen bir keremkânisin; dua ve tazarrularımıza icâbet buyur; bizi ümit ve beklentilerimizde inkisara uğratma!” [8]

Ümit ve inancımız, yüce varlığını duyurmakla ihyâ ettiğin gönülleri Sensizlik zilletine bırakma -hiçbir zaman bırakmamıştın- bırakıp da firkat ve cehennem ateşine yakma! Rabbimiz! Biz kullarını, gazap ve azap eleminden koru!.. Hayırlı ve hayırsızın birbirinden ayrılacağı, hesap endişesiyle elin-ayağın birbirine dolaşacağı, iyiliklerle serfirâz ruhların kurbet neşvesiyle kendinden geçeceği, hayatını kirletmiş bahtsızların uzaklık hicranıyla tir tir titreyeceği.. ve hiç kimsenin zerre miktarı haksızlığa maruz kalmayacağı o çetinlerden çetin günde bizi Cehennem azabından koru!.. [8]

Ey yegâne sığınağımız ve ümit kaynağımız!..” 

Ey Rabb! Bana/Bize, zarar isabet etti; Sen, Erhamürrâhimîn’sin!” “Artık bana/bize düşen, ümitvar olarak güzelce sabretmektir. Allah’tan başka yardım edebilecek hiç kimse olamaz!” “Tasamızı, dağınıklığımızı, Allah’ım, Sana arz ediyoruz!” “Derdi şerh etmeye ne gerek; hâlimizi Sen biliyorsun!

Kendisini zikreden kullarını unutmayan, dua dua yakaranlara hüsran ve haybet yaşatmayan ve kapısına bel bağlayanları ümitlerinde inkisara düşürmeyen Yüce Allah’a hamd ü senalar olsun.

Ey insanlar ümitlerini kestiklerinde yağmur indiren ve rahmetini her tarafa yayan!

Ey, kulu Kendisinden bir talepte bulunduğu zaman hemen cevap veren, ümitlerine nezdindeki güzelliklerle mukabelede bulunan

Ey ümit besleyenleri haybet ve hüsrana uğratmayan!

Rahmetinin gelip bizi de sarıp sarmalayacağı hususunda ümitsizliğe düşürme.

Ne olur Allahım!

Bizi arzu ettiğimiz hususlarda haybet ve inkisara uğratma, ümitsizliğe düşürme. Bize yeis ve ümitsizlik elbisesi giydirme.

Dualarımıza icabet buyur ve bizi ümitlerimizde, dileklerimizde haybet ve hüsrana uğratma.

Sen ümit ettiklerimizin kat kat ötesinde bizi fazlınla serfiraz kılmışken, bizim Senden ümit kesmemiz hiç doğru olur mu?

Ümitlerimiz Senin keremine tutundu; taleplerimiz de yine Senin hududu olmayan cömertliğine sığındı. Bu arzularımızı gerçekleştireceğini ümit ediyoruz.

DİPNOTLAR

[1] ÇAĞ-VE-NESİL_ ÜMİT (ARALIK 1980_SIZINTI)

[2] Kırık Testi: Korku Marazı ve Hakta Sebât_ 22/10/2017

[3] Bamteli: PEYGAMBER VÂRİSLERİ VE McCARTHY MİRASÇILARI_07/10/2018

[4] Kırık Testi: Korku Marazı ve Hakta Sebât_ 22/10/2017

[5] Bamteli: BİNLER SELAM SANA EY NEBÎ!.. 14/10/2018.

[6] Bamteli: RAHMET, ÜMİT VE NİYAZ_15/07/2018.

[7] Bamteli: İNSANLIK KALESİNİN TAMİRİ_ 29/07/2018.

[8] ÇAĞLAYAN BAŞYAZI ARALIK: Kendileriyle Yüzleşmede Hâle İle Hallenenler-2