Derin bir “tefekkür”le, bir “tezekkür”le, içinde bulunduğumuz o kabuğu kırarak, yeni bir hayata yürüme mecburiyetindeyiz.

Bu da bir araya geldiğimiz zaman, birbirimizi rehabilite etmemize vâbeste. 

Evet, günümüzde yüzlerce olumlu iş ve olumlu teşebbüs arasında bir hayli de olumsuz vak’a ve çarpıklık var. Âdeta karşılıklı iki oluşum ve iki süreç (vetire) yaşanıyor.

Çoğu hasta, zayıf, fikir ve ruh fakiri, yıkmadan hoşlanan bu insanların, bir kere daha insan olarak dirilip kendilerini bulmaları için, zamanın çıldırtıcılığına rağmen daha bir süre aktif bekleme icap edecek.

Bu ham ruhlar her zaman olmuşlardır, tabiî ki bugün de olacaklardır; hatta düşünceleri itibarıyla müstehâseler hâline gelseler bile, yarın da varlıklarını sürdüreceklerdir.

Her zaman azınlıkta olan, fakat tahribin engin avantajlarını değerlendirdiğinden dolayı güçlü görünen bu anarşiste karşı “pes” etmemek lâzım.

Pes etmek bir yana, o mutlaka yakın takibe alınmalı ve toplum bünyesinde onun öldürdüğü, söndürdüğü kesimlere sürekli hayat üflenmeli, aydınlatılmalı ve rehabilitasyon uygulanmalıdır.

Evet, inanç ve ümit üflenerek, ilim ve mârifet pompalanarak, düşünce ve muhakeme kazandırılarak mutlaka bir ruhî rehabilitasyondan geçirilmelidir.!

Kudsîler de en az anarşist kadar, hatta onun da önünde ve tabiî, insanlığı, sevgisi, aşkı, müsamahası ve temsil zenginliğiyle hayatın her biriminde bulunmalıdır ki, toplum anarşi virüsüne karşı yalnız bırakılmamış olsun.

Zaten, her zaman Allah diyen, sevgi diyen, şefkat diyen ve iradesini Sonsuz’un iradesiyle bütünleştiren hak erlerinin başka türlü olmaları da düşünülemez.

İnsan, sürekli kendisini kontrol altına almazsa ve dini disiplinlerle kendisini rehabilite etmek suretiyle ahsen-i takvime mazhariyetinin gereklerini yerine getirmeye çalışmazsa, hafizanallah, kendini salmış sayılır. Dolayısıyla da o türlü sebeplerden biriyle zehirlenmesi kaçınılmaz olur.

Demek ki, her günah kalb ve ruhta yaralar açıyor. Eğer günahın yaptığı tahribat bir yara cinsindense, onun tedavisi mümkündür.

Tevbe ve çok ciddi bir nedametle Cenabı Hak’tan tamir talebiyle onlar tedavi edilebilir. Çünkü, bazı latîfeler, ince ve hassas duygular vardır ki, bunlar ruh ve kalbin direği ve esası durumundadır.

Cenâbı Hakk’ın engin rahmetindendir ki, bunlar, pek çok yaralar alsalar, pörsüyüp solsalar da ölmezler.

Evet, insan, bir aralık tökezlese, günahlara girse ve bazı latîfelerini soldursa bile belli bir terbiye ve rehabilite ile kendi özüne yönelirse, kalbî hayatın asıl kaynağı olan latîfeler yeniden canlanır.

Dolayısıyla belli günahlar neticesinde yaralanan, sararan, kurumaya yüz tutan bu latîfeler, gönülden gelen bir pişmanlık ve ciddi bir tevbeyle tekrar yeşerir, boy atar ve meyve verir.

Ziya Paşa’nın, “Bil illeti kıl sonra mudavata tasaddi / Her merhemi her yaraya derman mı sanırsın!” dediği gibi, evvela hastalığın keşfi ve teşhisi lazımdır ki uygun tedavi yoluna girilebilsin.

Milletin bir huzur toplumuna dönüşebilmesi için fertleri rehabilite etmeyi düşünüyorsanız, buna daha ilk mektepteki çocuklardan başlamalı; hatta 0-5 yaş arası sabilerin şuuraltı müktesebatına da ehemmiyet vermeli ve herkese idrak ufkuna göre fazilet hisleri kazandırmaya çalışmalısınız.

İnsanlar, İslâmî, insanî ve evrensel ahlâkî disiplinler çerçevesinde sürekli rehabilite edilmeli ve bir “insan” olarak yetişmelerine yardımcı olunmalıdır.

Eğer insanlar mânen beslenmez de başıboş bırakılırlarsa, boşluğa düşer, kopup giderler. Bir kere de koparlarsa hep “ben, ben” der gezer dururlar.

Kendilerini mahvedecek bir kopukluk içinde yaşarlar, hakikî dost ve yakınlarını kaybederler de benliklerinin dar mahpesinde hayatlarını tüketir dururlar.

İslâm’ın koruyucu zırhı hükmünde olan ve dinin ayakta durabilmesi için insanlar arasında daima canlı tutulması gereken “müeyyidât” dediğimiz esaslar vardır. Bu esasların en önemlilerinden biri, “emr-i bi’l-ma’ruf nehy-i ani’l-münker”; diğeri ise, “rekâik”tir.

İmanı kuvvetlendiren, güzel ahlâka teşvik eden, kalbde Allah sevgisini ve rikkati arttıran, gönlü yumuşatan ve gözün yaşarmasına vesile olan öldükten sonra dirilme, insanın Cenâb-ı Hak’la münasebeti ve zühd mülahazası ile ilgili konulara “rekâik” denir.

Psikiyatristler ve psikologlar ne derler bilemiyorum ama şahsen tedavi edilemeyecek hiçbir rahatsızlık olmadığı kanaatini taşıyorum. Tedavi adına ortaya konulan plan ve projeler uygulanabilse hemen herkesin psikolojik rahatsızlıklardan kurtulabileceğine inanıyorum.

Hakk’ı anlatmak ve î’lâ-yı kelimetullah mülahazası içinde yaşamak gibi bir mefkûre ve gâye-i hayal, insanın kendi benliğinden uzaklaşması, bencilliğinden sıyrılması ve kendine takılmaktan kurtulması için çok önemli bir vesiledir.

Sâlih amellerle meşgul olmayanları şeytan çirkinliklerle oyalar. Dolayısıyla, herkes bir vazife almalı ve mâlâyânî işlerden uzak kalmalıdır.

bu tür problemlerin üstesinden gelme adına, sürekli çevrenizdeki insanlara imanda derinleşme yollarını göstermeli, ihlâs ve uhuvveti nazara vermeli, onları sürekli sohbet-i Canan’la rehabilite etmeli ve böylece onların nefis ve enaniyet cihetiyle fena bularak kalbî ve ruhî hayatları itibarıyla yeniden bekâ billâh’a mazhar olmaları istikametinde cehd ve gayret göstermelisiniz.

Sohbetlerinizin birinci gündem maddesi, Allah’la münasebetlerimizi, durmamız gereken yerde tam durup durmadığımızı, düşünce dünyamız itibarıyla Kur’ânî çizgide olup olmadığımızı bir kere daha gözden geçirme olmalıdır.

İnsan, Cenâb-ı Allah’a her zaman muhtaçtır. Onun nimetlerine muhtaç olmasından daha çok, inâyet (yardım, ihsan) ve riayetine (koruyup gözetmesine) muhtaçtır.

Hava, su ve yiyecek gibi şeylere muhtaç olan insanoğlunun bu maddî nimetlerden daha fazla kalb ve ruh istikametinde beslenmeye ihtiyacı vardır.

Samimî bir kul, Rabb’inden sürekli kalb ve ruh istikameti istemelidir.

Bir kulun “Nasıl olsa çizgiyi bir kere tutturdum” düşüncesi ve tavrı içine girmesi, sanki bir yerden sonra Allah Teâlâ’ya ihtiyacı yokmuş mânâsına gelir. Bu tavır, hiçbir zaman içine düşülmemesi gereken bir yanlışlıktır ve neticesi de ilhaddır (inanç bozukluğudur).

Oysa her şey, her zaman ona muhtaçtır. İnsan, senelerce ibadet ü tâat yapsa da bunlar onun ruhunda istikamet sağlayıcı bir hale bürünmeyebilir.

Her şeye rağmen ona düşen yine söz, tavır ve davranışlarıyla Cenâb-ı Hakk’a sığınmak, ondan ihlâs ve istikamet istemektir.