MÜZAKERELİ BAMTELİ OKUMALARI
“SADÂKAT İKSİRİ” VE “DURAĞANLIK ZEHRİ”
BÖLÜM-5
“SADAKAT İKSİRİ” YOL ANALİZİ-3
- EY ADANMIŞ! Kur’an-ı Kerim, çok yerde “iman21 edenler” dedikten hemen sonra “imanları istikamet20inde sağlam, yerinde, doğru ve ıslaha yönelik işler yapanlar” vasfını nazara veriyor.
İman [21] ve sâlih amel22
- Biz, kendi dilimiz ile “amel” diyoruz fakat Üstad Necip Fazıl, konferansında “İman ve Aksiyon23” demişti.
- Aksiyon23 kelimesi “amel”i tam karşılar mı; yoksa “fiil”in karşılığı mı? “Fiil” ile “amel” birbirinden farklı şeylerdir; “fiil”, bir iş yapma demektir;
- “amel” ise, meselenin şuurunda olarak bir mükellefiyeti yerine getirmektir.
- EY ADANMIŞ! “Şimdi, Allah’a iman21 ettikten sonra, insanın, imanını teminat altına alması onun hareketine/aksiyonuna bağlı”
- EY ADANMIŞ! “Ancak “amel” ile, insan canlı kalabilir.”
- EY ADANMIŞ! “Ancak “hâlis amel” ile, insan canlı kalabilir.
- EY ADANMIŞ! “Ancak “ihlasa iktiran eden amel24 ” ile, insan canlı kalabilir.
- EY ADANMIŞ! “Ancak “rıza hedefli amel[25]” ile, insan canlı kalabilir.
- EY ADANMIŞ! “Ancak “aşk u iştiyak -en son gaye, aşk u iştiyâk-ı likâullah26 hedefli amel” ile insan canlı kalabilir.
[21-22]: TEMMUZ 2017 // ORTA SAYFA: “RÜŞD”
Esası ve temeli iman21 olan rüşd, sâlih amel22le tabiata mâl edilip içtenleştirilen bir istikamet–i tâmme20 tavrı; cismaniyetten ve hayvaniyetten sıyrılarak kalbî ve ruhî hayat ufkuna yönelmenin de unvanı olagelmiştir. Bu mânânın kahramanı reşîd, bir taraftan en küçük hayalî ve tasavvurî inhiraf ve bulantı karşısında hemen istiğfar2 a ve -tabiî derecesine göre- tevbe, inâbe ve evbe arınma kurnalarına koşarak levsiyât-ı hayaliye ve tasavvuriyeden aklanıp paklanmaya çalışır..
…
kıvam kaybı endişesiyle sarsılır ve inler.. ve bu ölçüdeki derin endişelerinin yanında, hiç hal ve mazhariyete takılarak durağan31lığa girmeden, -tahdîs-i nimet mülahazası mahfuz- gözü hep “hakka’l-yakîn” zirvelerinde “Daha, daha!..” diyerek oturur-kalkar.. sürekli “seyr maallah” sâliki misillü yeni yeni temaşa güzergâhları arar ve nâmütenâhî istikamet20 inde bir yolculuğa çıkmış olma şuuruyla sülûkün nâmütenâhîlik neşvesine dalarak bütünüyle kalb ve ruhun rengini alır..
derken Rehber-i Küll, Muktedâ-i Ekber aleyhi ekmelüttehâyâ’nın yol ve yöntem disiplinlerinin iç derinliklerine tahkîk müşahedesiyle yönelir.. O’nu daha bir farklı izlemeye durur ve bir Mevlânâ aşk u heyecan ve tâbiiyeti mülahazasıyla; ahd ü peymânıyla iç döker.. gözü hep O’nun izlerinde, takılır o Kamer-i Münîr’in arkasına ve yürür sürekli Güneş’e doğru.
***
[21-22-24-25-26]: HAZİRAN 2018 // / BAŞYAZI: “HAK YOLUNA ADANMIŞ RUHLAR”
“Varsın Sen İlahî yine varsın, yine varsın,
Aklımda, gönlümde, ruhumda hep varsın!..”
mülahazalarıyla soluklanır ve iman21dan marifete, marifetten muhabbete, muhabbetten de aşk u iştiyak-ı likaullah26 a uzanan düşüncelere dalar. Varlık ve hadiselerin paragraf, cümle ve kelimeleriyle resmedilip seslendirilen nağmeleri mırıldanmaya durur ve “Hû” der O’nu söyler, O’nu vird-i zeban eder.
…
Dimağların bütün nöronlarında, kalblerin safvet ve derinliklerinde öylesi engin bir iman hissi21 olmayınca bu manevî anatomide marifet ziyası da bulunmaz; marifet nur ve ziyasının bulunmadığı bir gönül ve ruhta da muhabbet olmaz ve hele aşk u iştiyak-ı likaullah26 meltemleri hiç mi hiç duyulmaz.
***
Kendilerini O’nu anlatıp sevdirmeye adayanlara, O’nu sevdirip sevilme atmosferine girenlere, hayatlarını maiyyet teveccüh17leriyle taçlandıranlara ve sabah-akşam üslup hatasına düşmeden en gür sesleriyle O’nu dillendirenlere gelince, onlar sürekli sâlih amel22maratonunda bulunurlar; “ihlas24” der inler, “ihsan” düşünür tir tir titrer, rıza mülahazalarına25 dalar ufuk ötesi temaşadan temaşaya koşarlar. Sarp yokuş, derin dere, kandan irinden derya, hiçbirine takılmadan yürürler Hak teveccühü17 ne, Hakk’a vuslata hem de dünyevî-uhrevî hiçbir beklentiye girmeden. Böyle bir ufku ihraz edenler, dünyanın sûrî debdebe ve ihtişamına takılıp kalanları derin bir üzüntüyle seyreder, içten içe inler ve sızlanırlar; takılmazlar nâdânların takıldıklarına, hamle üstüne hamle yapar ve söker atarlar kalblerinden mâsivâ muhabbet ve alâkasını!..
***
[21-22]: ŞUBAT 2018 // / BAMTELİ: “GURBET, HİCRET, ŞEHADET VE HİZMET”
İman edip21 sâlih amel22 yapanlara, yerde-gökte sevgi vaz’ edilir.
Onlar, gittikleri her yerde hüsnükabul ile karşılanırlar. Yapan, O (celle celâluhu) idi; sevdiren, O idi; o binaları size verdiren, O idi. Bunu böyle bilen, böyle gören hiç kimse -zannediyorum- Cenâb-ı Hakk’ın eltâf-ı Sübhâniyesinin tezahürü olarak bize lütfettiği o eğitim müesseselerine sahip çıkmaz, hiç kimse de sahip çıkmasın!.. Allah’ın lütfettiği müesseselerde benim de bir hissem varmış gibi görünmeye ne hakkım var?!. Ve zannediyorum hiçbir arkadaşım, bu mülahazanın ötesinde-berisinde bir düşünceye sapmamıştır, Allah’ın izniyle. Sapsalardı, o geniş coğrafyada Cenâb-ı Hak, o imkânları vermezdi onlara.
***
[23]: EYLÜL 2017 // / BAMTELİ: “HİCRET VE MUKADDES GÖÇ”
Aslında, bu devreye kadar geçirilen safhalarda dahi, ruh planında bir hicretten bahsetmek her zaman mümkündür: İnsan, içinde bulunduğu durumdan olması gerekli olan duruma; hareketsizlik ve dağınıklıktan Aksiyon23 ve sisteme; donmuşluk ve bozulmuşluktan kendini yenilemeye, bin bir günahın boğucu atmosferinden ruh ve kalbin hayat derecesine yükselme gibi.. hususların hemen hepsinde bir hicret mânâsı vardır ve bu mânâlarda o, hep hicret edip durmaktadır.
***
[24-25-26]: EYLÜL 2017 // / BAMTELİ: “HİCRET VE MUKADDES GÖÇ”
Takılıp yollarda kalan bir sürü yolzede vardı ve bunlar hal diliyle kendilerine uzanacak bir el ve immün sistemlerini güçlendirecek bir reçete bekliyorlardı; iman21, marifet, muhabbet ve aşk u iştiyak-ı likâullah26 muhtevalı bir reçete. Onlar da işte bunu yapma his ve heyecanıyla, yürekleri durasıya bunun için hep koşup duruyorlardı. Boşa gitmemişti bu ölesiye gayret 6ler, binler-yüzbinler onların soluklarıyla derlenip toparlanmış ve “vira bismillah” diyerek insanî çizgiye girivermişti.. bu sayede dört bir yanda onlara karşı sevgi ve kabul meltemleri esiyor ve birbirinden çok farklı coğrafyalarda hep içten samimi bir sevgiyle karşılanıyorlardı. Üzerlerinde bir Hak teveccühü17 vardı ve şart-ı âdi planında bu da onların, edip eylediklerini, kendilerinden bilmeyip Hakk’ın irade-i sübhanîyesine, takdir-i kudsîsine, lütuf ve engin rahmetinin ekstra tecellisine vermelerindendi; onlar bütün muvaffakiyetlerinin ihlas24, rıza25 ve aşk u iştiyak-ı likâ mülahazalarına bir utûfet-i rahmaniye olduğuna inanıyorlardı.
***
[24-25]: ŞUBAT 2018 // ORTA SAYFA: “ÂBİD, ZÂHİD, ÂŞIK (1)”
Cenab-ı Hakk’a karşı tezellül ile tam bir kulluk tavrı içinde bulunma, emredilen şeyleri ihlâs ruhu24 ve rıza emeliyle yerine getirme25, bütün bu hususlarla beraber gözü hep ubudiyet ötesi ubûdet ufuklarında bulundurma, duyup hissettiklerini duyurmaya kalkmama, Hakk’ın teveccühü17nü bütün teveccüh ve takdirlerin üstünde görme, mazhar olduğu şeyleri içten içe şükranlarla taçlandırma; bunların yanında, bazı fıkdanlara maruz kalınca sebeplerini kendi iç dünyasındaki inhiraf ve aritmilerde arama, bulup hissettiği olumsuz şeylerden ötürü de hemen tevbe, inâbe, evbe kurnalarına koşarak bir kere daha ahd ü peyman yenilemeyi ihmal etmeme gibi hususlara vâbestedir. Evet, bütün bunlar gerçek kulluğun gerekleridir ki, biz böyle yaşayan birine âbid diyoruz.
***
- EY ADANMIŞ! Oysaki insan, “sürekli taşan bir bardak gibi -Akif ifadesiyle- sürekli bir “lebrîz[27] içinde olmalı;
- EY ADANMIŞ! sürekli bir şey dolmalı[27] oraya ve sürekli o taşmalı. [27]
- EY ADANMIŞ! Ve sürekli taşanlardan da başkaları istifade etmeli28 ,
- EY ADANMIŞ! Sürekli taşıp duran bir insan olmalı; his ve heyecanı, herkese yetecek kadar taşıp durmalı[27] sürekli. Hizmet-i imaniye ve Kur’âniyede de öyle…
- EY ADANMIŞ! “İnsanlığın İftihar Tablosu. O konuda “Allah’ım, yaşarmayan gözden Sana sığınırım[29] !” buyurmuş .
- EY ADANMIŞ! “aşk u iştiyaktan dolayı ağlayanlar[30] Bunlar kazanır; öbürleri kaybeder..
- EY ADANMIŞ! “âkıbetinden endişe edip ağlayanlar… [30]Bunlar kazanır; öbürleri kaybeder..
- EY ADANMIŞ! Cehennemden endişe edip ağlayanlar[30], Bunlar kazanır; öbürleri kaybeder..
- EY ADANMIŞ! “Allah’tan uzak düşeceğim!” diye korkup ağlayanlar[30] Bunlar kazanır; öbürleri kaybeder
- EY ADANMIŞ! her an onu yürekten hissetmeme, kalbinin ritimlerinde hep “Allah, Allah, Allah!” sesi duymama endişesinden korkup ağlayanlar[30] da vardır. Bunlar kazanır; öbürleri kaybeder
- EY ADANMIŞ! İnsanın latife-i Rabbâniyesine- nüfuz eder, Orası -esasen– Cenâb-ı Hakk’ın tecelligâh-ı Sübhâniyesidir: “Dil, beyt-i Hudâ’dır, anı pâk eyle sivâdan / Kasrına nüzul eyleye Rahman, gecelerde.” diyor Hak dostu.
[27-28]: EYLÜL 2017 // BAMTELİ: “KALB-İ SELÎM VE GECE”
Şükür, gelen nimetlere mukabelede bulunma ameliyesidir; kavlî, fiilî, hâlî, fikrî, hissî, mantıkî mukabelede bulunma tavrıdır. أَفَلَا أَكُونُ عَبْدًا شَكُورًا Evet, kalb, bu ölçüde berrak bir “âyine-i Rabbaniye” olunca, bir de o kalbin sahibi onu sürekli “lebrîz27” edip O’ndan (celle celâluhu) gelen değişik dalgaboyundaki tecelliler ile doldurup taşırınca nimetlere öyle mukabele edecektir. –“Lebriz27”, taşacak kadar dolu, taşkın demek27; Akif, bu lebrîz tabirini kullanır.- Kalbi öyle lebrîz edince, bu hale gelir; o kalbi taşıyan insan27 gezerken-tozarken, gezdiği her yerde, İbn Abbas’ın dolaştığı çarşılar gibi, “Acaba bir ıtriyatçı mı geçti!” diye herkesi merakla kapıya-pencereye sevkeder; “Acaba bir ıtriyatçı mı geçti!” diye. Evet, kalb bu ölçüde gül gibi olmuşsa; böyle bir kalb sahibinin dolaştığı her yerde de âdeta güller açar, etrafa gül kokuları saçılır28.
***
[29]: OCAK 2018 // BAMTELİ: “GÖZYAŞLARI”
Hak rahmetinin insan gözünde damla damla olmasıdır gözyaşları.
Nebisinin diliyle Hak; millet haysiyetini, memleket namusunu görüp gözeten göze denk tutar ağlayan gözü. [1] Zaten “Ağlamayan gözden Sana sığınırım29.” dememiş miydi..? Tıpkı şeytanın hilelerinden, hasis duyguların ezip geçmesinden Allah’a sığındığı gibi…
…
[30]: OCAK 2018 // BAMTELİ: “GÖZYAŞLARI”
Bu ağlayış, bir yetimin, bir ümit32sizin ağlayışı da değil… Bu ağlayış tam bilememeden, öze erememeden veya visalin neş’esinden, huzurun heybetinden doğup gelen bir ağlayış30 tır.
Sonunda rahmetin tebessümü olduğu için de tatlıdır. Ve yine bu ağlayış, bulup bildiğini buldurma ve bildirme yolunda olduğu için de hüsransızdır.
Heybet, korku, saygı ve sevgi gibi insanı duygulandıran, gönül tasını yakan ve kalbden sefil arzuları sıyırıp atan, ulvî hislerin çepeçevre ruhu sardığı ânın beyanıdır30 gözyaşları…
Gözyaşları ruh inceliğinin şahitleridir.
Allah’ım! Sen’den diliyor ve dileniyoruz: Gözlerimize yaş ver ve bizi ağlat! Merhamet etmen için, Sen’den uzak kalış hasretini duyamayışımıza ağlat! Gönlün şâk şâk oluşuna, ağyâr ateşine yanışına, öyle ağlat ki, sineler kebap olsun; ondan bir bir feryat çıksın, meleği ve feleği velveleye versin.
***
- EY ADANMIŞ! “Hakiki mü’min bin türlü bela sarmalı içinde bile olsa yine de durağanlığa düşmemeli[31]”yiz
- EY ADANMIŞ! “Hakiki mü’min bin türlü bela sarmalı içinde bile olsa kendi cehd ü gayretini6 basit bir sebep görmeli”,yiz
- EY ADANMIŞ! “damlasına deryaların bahşedileceği inanç ve ümidi[32]”yle Aksiyon23 dan aksiyona sürekli yürümeli” yiz..
- EY ADANMIŞ! “Belki gelen, tepenize balyozlar gibi inen şeyler karşısında dişinizi sıkıp sabretmeniz[33] lazım.
- EY ADANMIŞ! “ terminolojimizde çok iyi bildiğiniz gibi, “Aktif Sabır [33]”da bulunmak lazım.
- EY ADANMIŞ! Yani, şimdi kuyunun dibine atıldık, Yusuf aleyhisselam gibi; balık tarafından yutulduk, Yunus İbn Mettâ gibi. “Burada ne yapılır acaba!”
- Balığın karnını mı gıdıklarsın, “Beni dışarıya atsın!” diye?!.
- Parmaklarınızla çıkabileceğiniz basamaklar mı yaparsınız, Hazreti Yusuf gibi?!.
- EY ADANMIŞ! Siz, kendi elinizdeki bütün himmeti kullanırsanız, bu -bir yönüyle- nûr-i tevhîd içinde sırr-ı Ehadiyyetin tecelli etmesi [34] ne bir davetiyedir, bir çağrıdır.
- “Sebepler bütün bütün sukût etti; ben, bu kuyudan/sarnıçtan dışarıya çıkamam, attılar beni buraya. Fakat bir şey yapmam lazım!..
- Beni burada Promete (Prometheus) gibi kayalara bağlasalar da bir şey yapmam lazım!..
- En azından kafamı, böyle yapmam (sallamam) lazım; maruz kaldığım durumu kabul etmediğimi ortaya koymam lazım!”
[31-33]: ŞUBAT 2016 // NAĞME : “KILIÇLARIN GÖLGESİNDE”
Bela ve musibetlere maruz kalındığı zaman da yine dişi sıkıp sabretmek ve şikâyette bulunmamak esastır. Şu kadar var ki, biz sabra bir mülahaza ve bir sıfat ilave ediyor, “aktif sabır33” diyoruz. Bela ve musibete maruz kalındığı zaman da durağanlığa girmemeyi31 önemli görüyoruz.
Çünkü durağanlığa girmek31, fiziğin temel kanununa göre dökülmek ve sağa-sola saçılmak demektir. O halde, en kritik anlarda bile yapacak bir şeyler bulmalı ve mutlaka onu yapmalısınız. Saldırılar, tecavüzler, iftiralar, tezvirler, tehcirler, tehditler karşısında dişinizi sıkıp sabretmelisiniz33 fakat bu sabrınız aktif şekilde33 olmalı. Mutlaka alternatif yollar/yöntemler oluşturmalı ve inandığınız yolda yürümeye devam etmelisiniz.
Şayet zorluklar karşısında tamamen durursanız31 telafi edemeyeceğiniz zayiatla karşı karşıya kalırsınız. Öyle yanlış bir sabır telakkisinde kaybetme ihtimali vardır. Evet, sabır esasen, insana ibadet kadar sevap kazandırır. Fakat nerede, hangi hususta, nasıl sabır sevap kazandırır?!. O yerinde kullanılırsa, sevap kazandırır.
***
[32]: OCAK 2018 // BAMTELİ : “HUZUR, TABİÎ İHTİYAÇLAR VE GÂYEYE SADÂKAT”
Vakıa hiç kimse Allah’ın rahmetinden ümidi33 ni kesmemeli!..
“Ey nefis! Allah’ın rahmetinden ümidini kesme33! Günahlar, Cenâb-ı Hakk’ın rahmet deryasına nispeten, derya yüzündeki köpük gibidir!”
“Umulur ki, Rabbimin rahmeti, O onu paylaştırırken, taksimde günah miktarınca gelir.” Sanki Cenâb-ı Hakk’ın rahmeti, insanlara masiyetleri ile mütenasip olarak gelmiştir; ne kadar hatalı iseler, o kadar acınacak durumdadırlar, Allah da o kadar “Raûf”tur, “Rahîm”dir. Bir taraftan bu mülahazalar; öbür taraftan da temkîn…
.. Onun bile nezd-i Ulûhiyet’te kıymete geçeceğini, bir şey ifade edeceğini düşünerek Cenâb-ı Hakk’ın rahmetinden de kat’iyen ümidi32ni kesmemeli! Cenâb-ı Hak, o dengeyi korumaya bizleri muvaffak eylesin!..
***
[33]: NİSAN 2017 // BAŞYAZI : “BİR KÜSÛF DAHA SONA ERERKEN
Bunlar Hakk’ın emir ve yasaklarına riayetin ve güzergâh tehlikelerinin zorluğunu bilerek o yola revân olmuşlardı. Yürüdükleri yolun inişli-çıkışlı ve engebeli olduğuna vâkıf idiler, ama sabır iksiriyle33 o ağır hamûleyi hafifletip taşınır hâle getireceklerinden de emindiler. Mebdei oldukça acı ve hazmedilmez, neticesi şeker-şerbet “sabır33” denen o iksirle günah ve nefsânîlik girdaplarını aşıyor; hak bilmezlerin şirretliklerini onunla yumuşatıyor; her şeyin bir vakt-i merhûnu bulunduğuna o mercekle bakıyor; hilekâr ve düzenbazların entrikalarını onunla tesirsiz hâle getiriyor; yolların uzayıp gitmesini ve bir türlü sona ermeyişini bir “Lâ havle” çekip onunla tabiî görmeye çalışıyor; kine, nefrete, inada, hasede kilitlenmiş mutaassıpların insanı çatlatan bağnazlıklarını onunla görmezden geliyor ve “ziya” deyip “nur” deyip yollarına devam ediyorlardı.
***
[34]: ARALIK 2017 // BAMTELİ : “MEDET YA RABBENÂ
İşte böyle bütün esbâbın sukut etmesini müteakip nûr-u tevhîd içinde sırr-ı Ehadiyyetin zuhur etmesi34 sonucu, أَلاَ إِنَّ نَصْرَ اللهِ قَرِيبٌ “İyi bilin ki Allah’ın yardımı yakındır.” (Bakara, 2/214) buyuruldu. “Allah’ım! Bir nusret-i karîb, yakın zamanda bir nusret Allah’ım! En yakın zamanda engin bir fütuhât; din-i mübîn-i İslam adına ve hafife alamayacağımız tarihî değerlerimizi dünyaya duyurma adına, engin bir fütuhât Allah’ım!..” Bunalmış, sıkılmış, canı gırtlağına gelmiş insanlara o engin rahmetin ile merhamet buyurarak
“Allah’ım, Sen’den yardım diliyoruz; din-i mübîn-i İslam adına ve hafife alamayacağımız tarihî değerlerimizi dünyaya duyurma adına kapıları açmanı istirham ediyoruz. Allah’ım, engin bir fütuhât! En yakın, yakınlardan da yakın bir zaman ve en geniş, genişlerden de geniş bir çerçevede; ‘Kullarıma öyle sürpriz nimetler hazırladım ki, ne göz görmüş, ne kulak işitmiş, ne de insanın hatırına gelmiş!’ buyurduğun gibi, işte öyle sürpriz şekilde…”
***
- EY ADANMIŞ! “ DURMAMAK LAZIM!” “sürekli bir cehd[6]” ortaya koymak lazım..
- EY ADANMIŞ! sürekli bir cehd[6] ortaya koymak lazım, en kötü durumlarda bile; Hazreti Yusuf gibi kuyu dibinde, Hazreti Yunus gibi balığın karnında, Hazreti Eyyûb gibi tepeden tırnağa yara-bere olduğunuz hallerde dahi…
- EY ADANMIŞ! Kalbinizin, o yaraların sarmalı içinde bulunduğu, yaraların -Üstad’ın ifadesiyle- dilinize bile sirayet ettiği anda dahi durmama…
- EY ADANMIŞ! “Gelin arz-ı hal de bulunalım.”
- “Duygu-düşünce dünyam, Latife-i Rabbâniyem yaralandı; Seni Sana layık anamıyorum!
- ‘Sana gerektiği gibi kullukta bulunamadık, Seni azametine yakışır şekilde zikredemedik, Sana hakkıyla şükredemedik!..’ ölçüleri ile aczimi ifade ediyorum.
- Kulluğumu tam, Sana göre soluklayamayacağım! Çünkü o işin kaynağı kalb idi, tercümanı da dil idi; ikisi de yaralandı!
- EY ADANMIŞ! “Siz çok küçük şeyler ile cehd ve gayret[6] inizi gösterirseniz, bir “Aksiyon23” sergilerseniz; Cenâb-ı Hak, kudretiyle öyle bir mukabelede bulunur ki”
- EY ADANMIŞ! İrade[35], bir damladır; fakat siz o damlayı yerinde kullanırsanız, “İşte benden bu kadar yâ Rabbi! Gücüm, bu kadarına yetiyor!” derseniz
- Zaten insanın yapması gerekli olan şeylerde ortaya koyduğu “irade[35]” şart-ı âdîdir. Kat’iyyen orada tenâsüb-i illiyet prensibine göre bir münasebet yoktur.
- İrade[35] ne ki, insana Cenneti kazandırsın?!.
- İrade[35] ne ki, insanı, insanca yaşama ufkuna ulaştırsın?!.
- İrade[35] ne ki, insanı evliyâ yapsın, asfiyâ yapsın, ebrâr yapsın, mukarrabîn yapsın?!.
- “İşte benden bu kadar yâ Rabbi! Gücüm, bu kadarına yetiyor!” derseniz, Kudret-i Nâmütenâhî, İrâde-i Nâmütenâhî Sahibi, Meşîet-i Nâmütenâhiye Sahibi, İlm-i Muhît Sahibi o Zât (celle celaluhu) da Kendine göre, büyüklüğüne göre tecellide bulunur.
- Birden bire bakarsınız ki “damla” olan o iradenize koskocaman “okyanuslar” bahşedilmiş; “zerre” gibi iradenize mukabil “güneşler” sizin bağrınıza gelmiş.
***
[35]: OCAK 2018 // BAŞYAZI: “İSTİKAMET ÂBİDELERİ”
Bunlar bakışlarında bütüncüllerdir; doğru görür, doğru düşünür ve her hamlelerini hak mülahazasına bağlarlar. Nefis ve mâverâ-i tabiat arasındaki gel-gitleri hep bu temel espri etrafında cereyan eder. Onlar yerinde irade35 ve şuur merceğini kendi iç dünyalarını temaşaya yönlendirir ve fıtrat-ı asliyelerini kontrole koyulur; ardından da hemen onu ötelere ve ötelerin de ötesine tevcih ederek Yaratan’a iç döker, arz-ı halde bulunur, ahd ü peymân yenilemesine girer ve yerlere yüz sürmeye dururlar.
***
[35]: ARALIK 2017// ORTA SAYFA: “KENDİ DERİNLİĞİYLE LATÎFE-İ RABBÂNİYE-2”
Bu kategorilerdeki latîfe-i rabbâniye ve onun dilini anlayan erbâb-ı marifet, bir kısım duyuş, seziş, ihsas ve ihtisas farklılıklarına rağmen hepsi de vuslata koşan aşk u iştiyak soluklu cins insanlardır. Farklılık biraz kaderî donanım, kaynak belirleme firâseti ve iradelerin hakkını vermek35 ile alakalıdır.. ve hepsini de makul bir mahmile bina etmek mümkündür. Elverir ki insaf mülahazası göz ardı edilmesin.
***
[35]: EKİM 2017 // ORTA SAYFA: “KALB VEYA LATÎFE-İ RABBÂNİYE”
İradesinin35 hakkını verip bu meclâ ve beyti pâk ve teveccüh17 lere açık tutanları ise, o beytin gerçek sahibi “mak’ad-ı sıdk”13” âlî makamı lütfuyla lütuflandırır ve bunlar ettikleriyle “Kudret Sahibi, mülk ü melekûtu yücelerden yüce Allah maiyyetine ermiş olurlar.” (Kamer, 54/55)
DEVAM EDECEK…