ŞUALARDAN GÜNÜMÜZE (2.BÖLÜM)

“HAKİKAT-İ MUHAMMEDİYE’NİN (SAV) GETİRDİĞİ NUR”

ONBİRİNCİ ŞUA  İKİNCİ HÂŞİYE

Denizli hapsinden tahliyemizden sonra meşhur Şehir Oteli’nin yüksek katında oturmuştum. Karşımda güzel bahçelerde kesretli kavak ağaçları birer halka-yı zikir tarzında gayet latîf, tatlı bir surette hem kendileri, hem dalları, hem yaprakları, havanın dokunmasıyla cezbedârâne ve cazibekârâne hareketle raksları, kardeşlerimin mufârakatlarından ve yalnız kaldığımdan hüzünlü ve gamlı kalbime ilişti.

 Birden güz ve kış mevsimi hatıra geldi ve bana bir gaflet bastı.

Ben, o kemâl-i neşe ile cilvelenen o nâzenin kavaklara ve zîhayatlara o kadar acıdım ki gözlerim yaş ile doldu.

Kâinatın süslü perdesi altındaki ademleri, firakları ihtar ve ihsasıyla kâinat dolusu firakların, zevallerin hüzünleri başıma toplandı.

Birden hakikat-i Muhammediye’nin (aleyhissalâtü vesselâm) getirdiği nur, imdada yetişti. O hadsiz hüzünleri ve gamları, sürurlara çevirdi.

Hatta o nurun, herkes ve her ehl-i iman gibi benim hakkımda milyon feyzinden yalnız o vakitte, o vaziyete temas eden imdat ve tesellisi için Zât-ı Muhammediye’ye (aleyhissalâtü vesselâm) karşı ebediyen minnettar oldum.

Şöyle ki:

Ol nazar-ı gaflet, o mübarek nâzeninleri vazifesiz, neticesiz, bir mevsimde görünüp hareketleri neşeden değil; belki, güya ademden ve firaktan titreyerek hiçliğe düştüklerini göstermekle herkes gibi bendeki aşk-ı bekâ ve hubb-u mehâsin ve şefkat-i cinsiye ve hayatiyeye medar olan damarlarıma o derece dokundu ki;

böyle dünyayı bir mânevî cehenneme ve aklı bir tâzip âletine çevirdiği sırada, Muhammed (aleyhissalâtü vesselâm)’ın beşere hediye getirdiği nur, perdeyi kaldırdı..

idam, adem, hiçlik, vazifesizlik, abes, firak yerlerinde o kavakların her birinin yaprakları adedince hikmetleri ve manaları ve Risale-i Nur’da isbat edildiği gibi– üç kısma ayrılan neticeleri ve vazifeleri var, diye gösterdi.

Birinci kısım, Sâni-i Zülcelâl’in esmâsına bakar.

İkinci kısım hikmetleri ise, zîhayatın ve zîşuûrun nazarlarına bakar.

Onlara şirin bir mütalâagâh, birer kitab-ı mârifet olur.

Manalarını zîşuûrun zihinlerinde ve suretlerini kuvve-i hâfızalarında ve elvâh-ı misâliyede ve âlem-i gaybın defterlerinde daire-i vücûdda bırakıp sonra âlem-i şehadeti terk eder,âlem-i gayba çekilir.

Demek surî bir vücûdu bırakır, mânevî ve gaybî ve ilmî çok vücûdları kazanır.

Evet, madem Allah var ve ilmi, ihata eder;

elbette adem, idam, hiçlik, mahv, fena hakikat noktasında ehl-i imanın dünyasında yoktur ve kâfirlerin dünyaları ademle, firakla, hiçlikle, fânîlikle doludur.

İşte bu hakikati, umumun lisanında gezen bu gelen darb-ı mesel ders verip

İşte bu hakikati, umumun lisanında gezen bu gelen darb-ı mesel ders verip, der:

“Kimin için Allah var, ona her şey var ve kimin için yoksa her şey ona yoktur, hiçtir.”

Elhâsıl: Nasıl ki iman, ölüm vaktinde insanı idam-ı ebedîden kurtarıyor; öyle de herkesin hususî dünyasını dahi idamdan ve hiçlik karanlıklarından kurtarıyor.

Ve küfür ise hususan küfr-ü mutlak olsa hem o insanı, hem hususî dünyasını ölümle idam edip mânevî cehennem zulmetlerine atar.

Hayatının lezzetlerini acı zehirlere çevirir.

Hayat-ı dünyeviyeyi âhiretine tercih edenlerin kulakları çınlasın.

Gelsinler, buna ya bir çare bulsunlar veya imana girsinler. Bu dehşetli hasârâttan kurtulsunlar!..

Duanıza çok muhtaç ve size çok müştâk kardeşiniz

Said Nursî

—  

[Bamteli: NUR VE KARANLIKLAR _22 NİSAN 2018]

1.1.ÇAĞIN TERCÜMANI “BEDİÜZZAMAN HAZRETLERİ”

Bunu çok iyi anlayan, kendinden bir-iki asır sonra gelen, Evliyanın Şâhı… İnsanlığın İftihar Tablosu’nun neslinden…-“Ben Hasanîyim!” diyor fakat seyyid olarak bilinir; manzum eserinde, kasidesinde “Hasanîyim!” diyor, onlara “nakîb” denir.- Abdulkadir Geylânî hazretleri,  diyor ki: “Ben o dönemde olsaydım, ortaya atacağım düşüncelerle onu kurtarırdım! ‘Dediği sözlerin manası şuna geliyor!’ derdim.” Herhalde maktul Sühreverdî için de aynı şeyi düşünüyordu; herhalde Muhyiddin İbn Arabî için de aynı şeyi düşünüyordu.

Herhalde çağın tercümanı olan zatın, kapı kapı dolaştırıldığı, sürgünden sürgüne gönderildiği, yirmi sekiz sene boyunca çekmediği ezâ, görmediği cefâ kalmadığı bir dönemde olsaydı -zannediyorum- onun için de aynı şeyi söyleyecekti:

Siz, bu zatı anlamıyorsunuz!

O, esasen bu çağda

1.1- yeni bir insan düşüncesi/âbidesi ikame etme peşinden koşuyor;

1.2-insanı yeniden inşâ etme peşinde koşuyor

1.3- veya asıl unsurları değerlendirerek, her şeyi yerli yerine yerleştirmek suretiyle “Bak, sen busun işte!” deme peşinde koşuyor.

2-ONUN BEYANLARINDAKİ ÇIRPINIŞ

O Üstad’ın -Hazreti Bediüzzaman’ın- eserlerinde, o kadar beyandan beyana atıf var, o kadar oradan oraya haşiye ile atıf var, ondan ona o kadar şerh ile atıflar var ki, bakıyorsunuz bir yerde on yere birden göndermede bulunuyor.

2.1.Onların hepsinde, bir çırpınış seziyorsunuz.

Bu çırpınışın altında

2.2. mahiyetinden uzaklaşmış insanın parçacıklarını -esasen- kalbini, ruhunu, hissini, vicdan mekanizmasını, ahsen-i takvîme mazhariyetini bir araya getirmek suretiyle insanın kendisini doğru okuması peşinde koşma vardı.

İnsan, onu doğru okuduğu zaman o fihristte -o fihriste tam bakınca- kâinatı da doğru okuyacaktı ve diyecekti ki:

2.3. “Vallahi de Allah var! Billahi de Allah var! Tallahi de Allah var! Allah var!..”

Bunun peşinde koşuyordu.

3-TECDİD RUHU PEŞİNDEN KOŞAN “BA’S U BA’DE’L-MEVT” KAHRAMANLARI

3.1- Her büyük zat, tecdîd ruhu taşıyan ve tecdîd peşinde koşan her insan, yani “ba’s u ba’de’l-mevt” kahramanları… ve zılliyet planında olanlar…

-İnşaallah, arkadaşlarımızı da o kategoride mütalaa etmede mahzur olmasa gerek;bu, mübalağa olmasa, bir aidiyet mülahazası olmasa gerek. İnşaallah öyledir. Fakir, öyle görüyor olabilir; hani bir aidiyet mülahazasına bağlı olması açısından da endişelerimi izhar etmem lazım burada.-

Evet, her dönemde, “tecdîd” düşüncesine sahip bu farklı insanlar,

3.2- kendi içinde bulundukları zamanı doğru okuyarak,

3.3- sosyal yapıları doğru okuyarak,

3.4- konjonktürü çok iyi değerlendirerek,

3.5- yazdıkları/ortaya koydukları reçeteleri ona göre belirleyerek

-bir yönüyle- zamanın dili/dalı haline gelmiş, tam zamanı aksettirici hale gelmişlerdir.

4-RESTORASYON İSTEYEN PROBLEMLER

Günümüzün problemleri nedir?

4.1-Bir inanma problemi..

4.2-insanın mahiyetinden uzaklaşması problemi..

4.3-değişik yerlerde çok farklı mülahazalara bağlı, korkunç bir radikalizm mülahazası…

Dolayısıyla, yaşadığımız dönem itibarıyla ihtimam gösterilmesi gerekli olan husus ne ise şayet, restorasyon isteyen şey ne ise şayet,

4.4- onun üzerinde yoğunlaşma,

4.5- dağılmama,

4.6- konsantrasyonu kaybetmeme lazımdır ki, faydalı/yararlı bir şey ortaya koyabilesiniz.

İnsanlığın derdi/problemi, budur;

4.7-çağı doğru okumak,

4.8-problemleri çok iyi belirlemek

4.9- ve ona göre reçeteler sunmak, çok önemlidir.

Yoksa siz “reçete” diye sunduğunuz şeylerle işi azdırmış olursunuz.

Kansere, metastaz yapma yollarını açmış olursunuz; neşteri vurursunuz, o kanser, metastaz yapar, her tarafa yayılır, üstesinden gelinmez bir hal alır.

5-ALLAH’IN (cc) NURUNDAN NASİPLENME

Allah’ın nurundan nasiplenememiş bir kimse için herhangi bir ışık söz konusu değildir; artık o iç içe karanlıklarla kuşatılmıştır da parmaklarının ucunu dahi göremeyecek haldedir.

5.1- Allah, iman edenlerin velîsi (işlerini Kendisine havale etmeleri ve her bakımdan güvenmeleri gereken dostu, yardımcısı ve koruyucusudur); onları daima her türlü (zihnî, manevî, içtimaî, iktisadî ve siyasî) karanlıklardan nura çıkarır (ve nurlarını arttırır). Küfre girenlere gelince, onlara velîlik yapanlar tâğûttur, onları nurdan her türlü karanlığa çıkarırlar. Onlar, Ateş’in yârânı ve yoldaşlarıdırlar, orada sonsuzca kalacaklardır.” (Bakara, 2/257)

5.2-“Allah, iman edenlerin velîsi (dostu, yardımcısı ve koruyucusudur); onları karanlıklardan nura çıkarır.”

5.3-İman etmek suretiyle Allah dostluğuna erenleri, Allah (celle celâluhu), kat kat, muzaaf, mük’ab karanlıklardan kurtarır; tutar ellerinden, onları ışığa çıkarır.