TEVHİDNÂME İLE KALBİN ZÜMRÜT TEPELERİNE YOLCULUK-26

[ 88- 90.Bâb ]

***

88 – Allah’ım!

İrtikâp ettiğimiz hata ve günahlardan pişmanlık duyma, onları hemen terk etme, onlardan dolayı gönülden mağfiret dileme ve onlara bir daha dönmeme şart ve vâdi ile bizlere öyle bir “tevbe-i nasûh” [100] nasip buyur ki, gaflet ehlinin yapageldikleri “tevbe”lere benzemesin!

 ***

 

[100] TEVBE-İ NASÛH

TEVBE, İNÂBE VE EVBE [1]

Bir de “tevbe” sözcüğüne “nasûh” kelimesi ilave edilerek “tevbe-i nasûh [100]  şeklinde kullanılır ki, o da, bir tevcihe göre, “en hâlis, en sâfi, en içten” anlamına, diğer bir tevcihe göre de, “yırtığı, söküğü dikip kapayan, bozulanı ıslah eden ve hiçbir gedik bırakmayacak şekilde onaran tevbe” mânâsına gelir. Yukarıdaki hususların bütününü birden nazara alınca “tevbe-i nasûh” [100]; “hüsn-ü niyet, hulûs-u kalb ve hayır mülâhazasıyla, ferdin kendi adına ve tabiî seviyesine göre, hâlis, ciddî, yürekten tevbede bulunması, dolayısıyla da başkalarına, tıpkı nasihat ediyor gibi hüsn-ü misal teşkil etmesi” mânâlarına gelir ki, Kur’ân-ı Kerim’de, gerçek tevbeden söz edilirken:  “Ey iman edenler, Allah’a tevbe-i nasûhla [100] teveccüh edin.” buyrularak böyle bir tevbeye işaret edilmektedir.

“Resûlullah: ‘Günahtan tam dönen, o günahı hiç işlememiş gibidir; Allah bir kulu sevdiği zaman artık ona günahı zarar vermez.’ dedi ve şu mealdeki âyeti okudu: ‘Şüphesiz Allah, çokça tevbe edenleri ve tevbe edip tertemiz olanları sever.”

FARKLI MERTEBELERİYLE NEFİS (3) [2]

Aynı husus asliyet ölçüsünde olmasa da zılliyet planında evliya, asfiya, ebrâr ve mukarrabîn için de söz konusudur. Ne var ki, onu o yüce ufka yükseltmenin kendine göre bir kısım yol ve yöntemleri vardır. Her şeyden evvel insanın emrolunduğu şeyleri derin bir ihlas şuuruyla yerine getirmesinin yanında, günah ve masiyetlere karşı da kararlı durması, çok küçük dahi olsa sürçmelerinde hemen istiğfar, tevbe, inâbe ve derecesine göre evbe kurnalarına koşması, her zaman ciddi bir arınma gayreti içinde bulunarak ahsen-i takvim”e mazhariyetinin hakkını verme çırpınışlarıyla [100] gözünün hep dergâh-ı ilahi kapısında olması, tefekkür, tedebbür, tezekkür, dua ve riyazetle teveccüh ettiği gaye-i hayalin tahakkuku için inleyip durması nefsi pozitif hale getirmenin olmazsa olmaz esaslarındandır. Böyle bir rehabiliteye tabi tutulmazsa, nefsin, mahiyet-i insaniyede kapı ve penceresi şerre açık tabiat-ı beşeriye, gazap ve öfke cenderesine, şehvet ve bohemlik ağına, şöhret ve takdir edilme tuzağına takılması kaçınılmaz olur.

— 

RÜŞD [3]

Esası ve temeli iman olan rüşd, sâlih amelle tabiata mâl edilip içtenleştirilen bir istikamet-i tâmme tavrı; cismaniyetten ve hayvaniyetten sıyrılarak kalbî ve ruhî hayat ufkuna yönelmenin de unvanı olagelmiştir. Bu mânânın kahramanı reşîd, bir taraftan en küçük hayalî ve tasavvurî inhiraf ve bulantı karşısında hemen istiğfara ve -tabiî derecesine göre- tevbe, inâbe ve evbe arınma kurnalarına koşarak levsiyât-ı hayaliye ve tasavvuriyeden aklanıp paklanmaya çalışır..[100] ve kim bilir günde kaç defa bu titizlik ve hassasiyetle وَأَنِيبُوا إِلَى رَبِّكُمْ ferman-ı sübhânîsine “Lebbeyk!” çekerek Allah ile abd-Mâbud münasebetini yenilemenin heyecanını yaşar.. kıvam kaybı endişesiyle sarsılır ve inler.. ve bu ölçüdeki derin endişelerinin yanında, hiç hal ve mazhariyete takılarak durağanlığa girmeden, -tahdîs-i nimet mülahazası mahfuz- gözü hep “hakka’l-yakîn” zirvelerinde “Daha, daha!..” diyerek oturur-kalkar..

 

88.BABIN DUASI (YAKARAN GÖNÜLLER-EL-KULÛBU’D-DÂRİA TERCÜMESİNDEN…)

Ey kullarına tevbe yollarını açan, onların tevbelerini ve sadakalarını kabul eden Tevvâb ü Rahîm!

Ey Resûlünü savaşa katılmayanlara izin verdiğinden ötürü affettiği gibi, Muhacirlerle Ensârı da tevbeye muvaffak buyuran ve sonra onların bu tevbelerini kabul eden!

Ey tevbeye sevk eden ve tevbeleri kabul buyuran Tevvâb!

İçimizi azametine karşı haşyet, Sana kavuşmaya karşı da iştiyak hisleriyle doldur. Tevbelerimizi tevbe-i nasûh olarak kabul buyur. O tevbe ile küçük-büyük, açık-gizli bütün günahlarımızı yarlığa.

Ey Tevvâb, ey Rahîm!

“O müttakiler ki çirkin bir iş yaptıklarında veya kendi nefislerine zulmettiklerinde, peşinden hemen Allah’ı anar ve günahlarının affedilmesini dilerler. Zaten günahları Allah’tan başka kim affeder ki.” âyet-i celîlesinde bahsettiğin kullarından olabilmemiz için bize tevbe-i nasûhun, en hâlis, en sâfî, en içten tevbenin yollarını aç ve tevbelerimizi kabul buyur.

Bahtına düştük, ey biricik Matlûbumuz, Maksûdumuz, Mahbûbumuz; ne olur, tevbemizi kabul, kalbimizi de ihya buyur! Andolsun ki, günahlarımızı affedebilecek, yaralarımızı sarıp tedavi edebilecek Senden başka hiçbir kimse bilmiyoruz.

llahım! Kudretin hakkı için tevbemizi kabul buyur. Sen Hâlîm’sin, affetmeyi seversin; bizi de affet. Aczimizi, zayıflığımızı, çaresizliğimizi görür ve bilirsin; hâlimize merhamet et!

Allahım! Kullarına afv u mağfiret kapılarını açan Sensin. Onu tevbe diye isimlendiren ve “Ey mümin kullarım! Samimi bir tevbe ile Rabbiniz’e teveccüh edin!” diye emir veren ve davette bulunan da yine Sensin. Sen kapıları bu kadar açtıktan sonra, o kapıdan geçip dergâhına iltica etmeyen gafillerin daha hiçbir mazereti olamaz.

İlahî!

Bize daha sonra günah bağlarını asla çözmeyeceğiz, verdiğimiz sözü katiyyen bozmayacağımız şekilde tevbe-i nasûh yollarını aç. Saîd ve bahtiyar olarak kalabilmemiz için ne olur, o salâha ermiş halimizi muhafaza buyur.

Ey Allahım! “Ey Hâdî, ey Bedî’ ve ey Bâkî! (3 defa)” Bedir ehli hakkı için, vesilesiyle bize en hâlis, en sâfi, en içten tevbe olan tevbe-i nasûhun yollarını açacağın ve tevbemizi kabul buyuracağın bir salât ile Efendimiz’e salât eyle.

***

89 – Allah’ım!

Yüce katındaki nurlarından bir nur ile bizleri öyle bir serfiraz kıl ve bizleri nurlandır [101] ki, başkalarından gelebilecek aydınlatmalardan bizleri müstağnî kılsın!

 ***

[101] YÜCE KATINDAKİ NURLARINDAN BİR NUR

KALB [4]

İnanmış, inancını yaşamış ve otağını ihsan düzlüklerine kurmuş olanlara gelince, bunlar sebepler planında emniyet doruğunda, ilâhî himaye açısından da güven kuşağında sayılırlar. Varlığı basîretle süzer, Allah’ın nuruyla [101] eşyanın perde arkasına muttali olur, hep temkinde bulunur; kalbi güvercin kalbi gibi tir tir yaşar ve her yerde O’nun hoşnutluğunu arar; her işlerini Allah rızasına göre ayarlar ve Allah sevgisiyle yatar kalkarlar. Allah da onları hem sever, hem de inanan gönüllere sevdirir. Derken işte bunlar “makbûl-ü ins ü cân” olur ve her yerde hüsnükabul görürler.

TEFEKKÜR [5]

Tefekkür, kalbde öyle bir nurdur [101]  ki, hayır ile şer, fayda ile zarar, güzel ile çirkin onunla görülür ve sezilir.. kâinat onun sayesinde okunan bir kitap hâline gelir ve Kur’ân’ın âyetleri onunla kendilerine has ayrı bir derinliğe ulaşır.

Tefekkür, hâdiselerden ibret alma ve çeşit çeşit netice çıkarmanın çerağı, tecrübelerin altın anahtarı, hakikat ağaçlarının fideliği, kalb nurunun [101]  da gözbebeğidir. 

HAL, MAKAM [6]

Hassas ruh ve mârifete uyanmış şuurlar, suyun üzerindeki kabarcıklarda güneşin akislerini gördükleri gibi, gönül yamaçlarında da hâl dalgalanmalarını öyle görür, hisseder ve ayrı ayrı idrakle ona mukabelede bulunurlar. Kalb balansını iyi ayarlayamamış, dolayısıyla da irtibatsız kalmış kopuk ruhlar, bunları birer vehim ve hayal sanabilirler; varlığa Hakk’ın nuruyla bakanlar [101] için ise bunlar ayânlardan ayân gerçeklerdir.

En büyük Hâl Eri, bir önceki mazhariyetlerini, bir sonraki durumu itibarıyla dûn gördüğünden –o dûn hâlin nuruyla [101] Allah gönüllerimizi donatsın!

YAKÎN [7]

Yakînin en azı bile, kalbi nurlarla [101]   dolduracak, tereddüt sis ve dumanlarını silip süpürecek ve insanın iç dünyasında, sevinç, itminan ve revh u reyhan esintileri meydana getirecek kadar güçlüdür. Hz. Zünnûn’un da dediği gibi; yakîn, kalbi ebediyet arzusu ve sonsuzluk emeliyle coşturur.

BASÎRET VE FERASET [8]

Hak nurunun tecellîsine [101]  açık firasetli gözler, gölgelere aldanmayan öyle ay yüzlülerdir ki, basîretlerinin nuruyla [101] en karanlık zeminde dahi her şeyi apaçık görür, iltibasları aşar, benzerliklere aslâ takılıp kalmaz.. cüz’iyyâtın esiri olmaz.. kamışın içinde şekeri, suyun ruhunda oksijen ve hidrojeni birden müşâhede ve idrak eder ve gönlü hep “fark” ikliminde dolaşır.

“Mü’minin firasetinden korkun ve titreyin. Çünkü o, Allah’ın nuruyla nazar eder.” [101] sırrıyla her tarafı görebilecek bir tarassut noktasına oturmuş bu yüksek kametler, eşyanın hakikatiyle temasa geçer, varlığın perde arkası itibarıyla gerçek çehresine muttali olur, her şeyin hakikî yüzünü kavrayıp ortaya koyarak hâdiselerin yüzlerine nur saçar.. ve ömrünü karadelikler etrafında geçirenlere rağmen hep firdevsî yamaçlarda zevkten zevke koşar dururlar.

FİRASET [9]

Tasavvurda zenginlik, düşüncede tutarlılık, varlığın perde arkasına ıttılâ ve basîretli davranma da diyebileceğimiz firaset; insanın, kalbini kin, nefret, iğbirar, nifak ve ucub gibi.. mânevî hastalıklardan temizleyip, iman, mârifet, muhabbet ve aşk u şevkle bezemesi sayesinde Allah’ın, onun içine attığı öyle bir nurdur [101] ki, ona mazhar olan fert, feritleşir, duyuş ve sezişleriyle derinleşir; hatta başkalarının gönüllerindeki sırlara âşina olup, simaların arkasındaki gerçekleri görebilir.. ve tabiî, eşyanın perde arkasına uyanabildiği ölçüde, “Hazreti Allâmü’l-Guyûb’un mücellâ bir mir’âtı hâline de gelebilir..! Bu mânâdaki firasete işaret sadedinde, gayb ve şehadetin fasih lisanı Ruh-u Seyyidi’l-Enâm:

“Mü’minin firaseti karşısında titreyin; zira o bakarken Allah’ın nuruyla [101] bakar.” buyurur.

 

***

89.BABIN DUASI (YAKARAN GÖNÜLLER-EL-KULÛBU’D-DÂRİA TERCÜMESİNDEN…)

Ey kalbleri güzelliklerle bezeyen! Ey kalbleri nuruyla zinetlendiren!

Ey sonsuz nuruyla bütün mevcûdâtı ve kullarının kalblerini nurlandıran Münevvir!

Ey hem aydınlıkların hem de karanlıkların, nur ile zulmetin Rabbi

Ey nuruyla kâinatın çehresini nurlandırdığı gibi Kendisine teveccüh eden samimi gönülleri de nurlandıran Münîr!

Ey iman ve hidayet gibi her türlü hayır ve güzelliğin biricik ışık kaynağı, bütün nurların yegâne menbaı ve birbirinden güzel isimlerinden biri de Nur olan!

Ey bütün nurları ve nûrânîleri nurlandıran!

Ey nurlara ve nurlu varlıklara değişik sûretler bahşeden!

Ey bütün nurları yaratan!

Ey yarattığı nurlara belli ölçüler takdir eden!

Ey bütün kâinatı tedbîr ve idare ettiği gibi nurları da dilediği gibi sevk ve idare eden!

Ey ezelî varlığı her nurdan evvel ve semavât u arzın nuru olan!

Ey başka bütün nurlar fenâ bulduktan sonra Kendi nuru ebedlere kadar sürecek olan!

Ey bütün nurların üstünde ve onların hepsinin yegâne kaynağı olan!

Rabbimiz, nurumuzu (ikmal ve) itmam buyur!

Allahım!

 Nurun tastamam oldu, hidayet buyurdun, hamd olsun Sana. Hilmin öyle engin ki, bağışladın, hamd olsun Sana.

Allahım!

Namımı yücelt, günah yükünü sırtımdan kaldır, hâlimi ıslah edip düzelt, kalbimizi tertemiz hâle getir, namusumuzu muhafaza buyur, kalbimizi nurlandır, günahımızı affeyle ve bizi Cennet’te en yüksek derecelerle serfiraz kıl.  

Ey Yüce Allahım!

Allahım! Senden bugünün hayrını, fethini, yardımını, nurunu, bereket ve hidayetini istiyor, bugünde ve bundan sonraki günlerde olan ve olacakların şerrinden Sana sığınıyoruz.

Allahım!

Sema Senin kudretinle bina edilmiş, yerküre Senin izzetinle yayılıp dürülmüştür; Şems ü Kamer de, arz u semavatı aydınlattıkları ışıklarını Senin nurundan almışlardır.

Rabbim!

Zâtından gelecek ziya tufanlarına, nur hüzmelerine, rahmet ve re’fet esintilerine itimad ediyor; bol ikramlarından, birbirinden güzel nimetlerinden istifade edebileceğimiz istikametindeki beklentilerimizi gerçekleştirmeni ve bizi de bir kurb/yakınlık eri olma payesiyle şereflendirmenizi diliyoruz.

Marifetinin nurlarıyla kalbimizi ihya buyur..

***

90 – Allah’ım!

Maruz kaldığımız musibetlere katlanma, dişimizi sıkıp dayanma ve onlara tahammül etme adına, Peygamberin Yakub aleyhisselam’a müyesser kıldığın “sabr-ı cemil”  [102]  ile bizleri öyle bir serfiraz eyle ki, hâlimizi mâsivâya şikâyet etmekten bizleri müstağnî kılacak keyfiyette olsun! 

***

 

[102] “SABR-I CEMİL”

SABIR [10]

Sabrı; başa gelen şeyler karşısında edebini bozmamak [102].. bazıları, iyi-kötü hâdiseleri tefrik etmemek.. bazıları, kendine rağmen yaşamak.. bazıları, kahr u lütfu aynı ruh hâletiyle karşılamak.. bazıları, Kitap ve Sünnet’le gelen mesajları Cennet davetiyesi gibi kabul etmek.. bazıları, Sevgili uğrunda cân-cânân her şeyi feda edebilmek şeklinde ifade etmişlerdir ki; hepsinin kendine göre birer mahmilinin bulunduğu söylenebilir.

Ayrıca sabredilecek herhangi bir mesele karşısında dişini sıkıp dayanana “sâbir”; sabretmeyi tabiatıyla bütünleştirmiş olana “mustabir”; sabır mevzuunda tam bir vicdan rahatlığına ermiş bulunana “mutasabbir”; bu hususta hiç zorlanma hissetmeyene “sabûr”; herkesin sabrettiği şeylerden daha ağırlarını göğüsleyebilecek babayiğite de “sabbâr” [102] denir. 

Ancak insanın, altından kalkamayacağı musibetler, zor eda edeceği mükellefiyetler ve çoklarının yuvarlanıp içine düştüğü günahlara girme endişesiyle hâlini Allah’a arz etmesi, o çok ağır sorumlulukları için O’ndan yardım istemesi ve günahlardan korkup O’nun sıyanetine sığınması… gibi hususlar da şikâyet olmasa gerek. Şikâyet olması şöyle dursun, böyle bir tavır çok defa şahsın niyet ve düşüncesine göre tazarru, niyaz, tevekkül ve teslimiyet bile sayılabilir.

Hz. Eyyub’un: “Rabbim, gerçekten bana zarar dokundu; Sen merhamet edenlerin en merhametlisisin.” şeklindeki sızlanışı.. ve Hz. Yakub’un:  “Ben bu dağınıklık ve tasamı sadece Allah’a açıyorum.” mahiyetindeki iniltisi, isti’taf buudlu böyle bir tazarru ve niyazdır.

Zaten Cenâb-ı Hak da Hz. Eyyub için:  “Doğrusu Biz onu sabırlı bulduk, o ne güzel kuldur! Zira o hep evvâb ve yüzü Allah kapısındadır.” diyerek onun tevekkül ve teslimiyet derinlikli sözlerini sabır [102] içinde ayn-ı şükür kabul etmiyor mu?

Sabır; hem zirve insanların hâli hem de zirveleşme yolunda olanların güç kaynağıdır. [102] Zirvelere ulaşmış kimseler, o makamın gereği olarak, sabrın her çeşidini hem de en iyi şekilde temsil ederek mazhariyetlerinin bedelini ödemeye çalışırlar; haklarında zirvelere ulaşma takdiri yapılmış kimselere gelince, onlar da çeke çeke, katlana katlana, başkalarının bin türlü ibadetle ulaştıkları şâhikalara sabır dinamizmiyle ulaşırlar.

Yok, bundan sonra daha ciddi hadiseler ile karşı karşıya kalmayalım diye veya kaldığımız zaman onları aşalım diye, metafizik gerilimimizi artırma adına bizi böyle bir şeye maruz bırakmış ise, onu da gönül rızasıyla kabullenip, Artık bana/bize düşen, güzelce sabretmektir. Sizin bu anlattıklarınız karşısında yardımına müracaat edilecek sadece Allah var.” (Yûsuf, 12/18) demeli ve Hazreti Yakûb’un (aleyhisselam) diliyle “sabr-ı cemîl”e sığınmalıyız. [102]

Hiç şüphesiz bahar gelecek, ne var ki onun bir vakt-i merhûnu vardır; hâlis mümine düşen, sabr-ı cemil ve temkîn içinde [102] tazarru ve niyazdır.

Öyle ise gelin, bir kere daha, فَصَبْرٌ جَمِيلٌ deyin, “Sabr-ı cemil” [102] “Hazreti Yakup, ‘Ben, bütün dertlerimi, keder ve hüznümü Allah’a arz ediyor, O’na şikâyette bulunuyorum.’ dedi.” (Yûsuf, 12/96) “Ben, dağınıklığımı, tasamı, Sana arz ediyorum!” Hazreti Şâh-ı Geylânî diyor ya: “Sen’in benim halimi bilmen, beni değişik şeyler söylemekten müstağnî kılıyor. Söylemeye ne gerek?!. Hâlime bak, neye muhtacım, Sen biliyorsun!..” Koca Hazreti Yakub (aleyhisselam) إِنَّمَا أَشْكُو بَثِّي وَحُزْنِي إِلَى اللهِ diyor. Evlatlarına karşı bunu dediği gibi, zannediyorum, daha büyük şeyler için onun yüreği her zaman “Cızz, cızz!” etmiş; her zaman Cenab-ı Hakk’a “Dağınıklığımı, tasamı Sana şikâyet ediyorum!” demiş.

***

90.BABIN DUASI (YAKARAN GÖNÜLLER-EL-KULÛBU’D-DÂRİA TERCÜMESİNDEN…)

 Ey açık-gizli her şeyi bilen Alîm Rabbimiz!

Bizi nezd-i uluhiyetinden göndereceğin ilham hüzmeleriyle doyur!

Ve ey kullarını cezalandırmakta acele etmeyen hilm sahibi Halîm Rabbimiz!

Bu tahammülü az kullarını, sinelerini sabr-ı cemille doldurmak suretiyle te’yîd buyur!

Ve ey yaptığı bütün işlerinde sayılamayacak kadar hikmetler bulunan Hakîm Rabbimiz!

 Yakîne susamış şu kullarının kapalı gözlerini de icraatındaki yüce ve derin hikmetlere aç! 

Ey inananlardan olması için Hazreti Mûsa’nın annesinin kalbine sabır kuvveti veren!

Ey kullarını, içlerinden mücahede edenleri ve sabır gösterenleri ayırt etmek, onların iyi ve kötü hallerini ortaya çıkarmak için imtihan eden!

Ey sabırlı kullarını çok seven!

Sabır istikametindeki azmimizi sürekli kıl ve irademize fer ver.

Senin kapından başka kapılarda dilencilik yapmayan, Sana yürekten inanan, Senin için olmadıkça insanların arasına katılmayan, hükmüne gönülden boyun eğip yürekten râm olan, birer imtihan vasıtası sayılan musibetlere karşı sabır kalesine sığınan bahtiyar kullarından eyle.

“Dediler ki: Rabbimiz, üstümüze (gürül gürül) sabır yağdır, Ayaklarımıza sebat ver ve kâfir topluluğa karşı bizi muzaffer eyle!”

“Müttakiler: “Ey bizim kerim Rabbimiz, biz iman ettik, günahlarımızı bağışla ve bizi cehennem azabından koru!” diye yalvarırlar. Onlar sabırlı, imanlarında sadık ve samimî, Allah’ın huzurunda itaatle divan duran, mallarını hayırda harcayan, seher vakitlerinde Allah’tan af dileyen müminlerdir. Allah’tan başka ilah bulunmadığına şahid bizzat Allah’tır.”

Biz de O’na yönelerek deriz ki: Ey bizim büyük Rabbimiz! Sabır kuvvetiyle doldur kalbimizi, yağmur gibi sabır yağdır üzerimize ve sana teslimiyette sebat eden kulların olarak canımızı teslim al!”

Ey belalar karşısında kullarına yardım olarak sabır ve vermiş olduğu nimetlerin ziyadesi için ihsanlarına mukabil de şükür nimetini yaratan Rabbim! Bizi imtihanlar karşısında sabır zırhına sığınmaya, nimetlerin mukabilinde de şükürle gerilmeye muvaffak kılmanı diliyoruz.

Allah’ın salât ve selâmı Senin üzerine olsun ey sabreden sâbir!

Allahım! Senin rızana erebilmek için önemli noktalarda sabırla dişini sıkıp duranların seyyidi olan Efendimiz Hazreti Muhammed’e salât eyle!

***

[1] KALBİN ZÜMRÜT TEPELERİ-1 _ Tevbe, İnâbe ve Evbe

[2] ÇAĞLAYAN-ORTA SAYFA K.Z.T _ FARKLI MERTEBELERİYLE NEFİS (3)

[3] ÇAĞLAYAN-ORTA SAYFA K.Z.T _  RÜŞD

[4] KALBİN ZÜMRÜT TEPELERİ-3 _ KALB

[5] KALBİN ZÜMRÜT TEPELERİ-1 _ TEFEKKÜR

[6] KALBİN ZÜMRÜT TEPELERİ-1 _ HAL, MAKAM

[7] KALBİN ZÜMRÜT TEPELERİ-1 _ YAKÎN

[8] KALBİN ZÜMRÜT TEPELERİ-1 _ BASÎRET VE FERASET

[9] KALBİN ZÜMRÜT TEPELERİ-2 _ Firaset

[10] KALBİN ZÜMRÜT TEPELERİ-1 _ SABIR