TEVHİDNÂME İLE KALBİN ZÜMRÜT TEPELERİNE YOLCULUK-28

[ 95- 97.Bâb ]

***

95 – Allah’ım!

Bizleri, kalb gözü açık, idraki geniş, daha başlangıçta iken neticeyi görüp-sezebilen ve yarınları bugünle beraber değerlendirebilme melekesine sahip bulunan “basiret” ehlinden [108] eyle! Allah’ım, bizleri, aklını aklıyla aşan;  ruh, kalb, his ve letâifini bir araya getirip, mütalâa edilecek şeyleri öyle mütalâa etmenin unvanı sayılan “peygamberî mantık”a sahip bulunan “fetanet” ehlinden[109]  eyle! Öyle ki bize lütufta bulunacağın bu hasletler sayesinde, Sen’den gayrı bütün mâsivânın yol göstermeleri ve rehberlik taslamalarından bizleri müstağnî kılsın!

 ***

 [108]_“BASİRET” EHLİ

BASÎRET VE FİRASET [1]

Sözlüklerin; idrak, fetanet, [109] delil ve şahit kelimeleriyle karşılamaya çalıştıkları basîret, [108] kamus ve târifât kitaplarında: “Kalb gözünün açıklığı, idrak genişliği, daha başlangıçta iken neticeyi görüp-sezme ve yarınları bugünle beraber değerlendirebilme melekesi.” olarak tarif edilmiştir.

Gönül erlerinin muhaverelerinde basîret, [108]  bir başka derinlik ve ihâtaya ulaşır. Şöyle ki; o, tefekkür ve ilhamın rehberliğinde biricik irfan kaynağı, eşyanın hakikatini kavramada ruhun ilk idrak mertebesi; aklın renk, şekil ve keyfiyetlere takılıp kaldığı noktalarda, ruhî değerleri görüp tesbit eden bir vicdanî şuur ve ilâhî tecellîlerle nurlanıp Zât-ı Ulûhiyet’in ünsiyeti ziyasıyla sürmelenmiş öyle bir idraktir ki, idraklerin yalın ayak, baş açık hayallerle yorulup bîtâp düştükleri vadilerde o, delil ve şahide ihtiyaç duymadan eşyanın perde arkası sırlarıyla halvet olur ve aklın şaşkın şaşkın dolaştığı yerlerde gider hakikatler hakikatine ulaşır.

Basar, Allah’ın nurefşân bir sıfatıdır; her müstaidin basîreti [108]  de “Aralarında taksimi yapan Biziz.”1 mîzanıyla bu ilâhî sıfattan hissesi ölçüsündedir.

Sezme, anlama mânâlarına gelen firaset, idrakin iz’anlaşması ve basîretin daha da derinleşmesi [108]  demektir. Hak nurunun tecellîsine açık firasetli gözler, gölgelere aldanmayan öyle ay yüzlülerdir ki, basîretlerinin nuruyla en karanlık zeminde dahi her şeyi apaçık görür, iltibasları aşar, benzerliklere aslâ takılıp kalmaz..

BASÎRET [2]

Basiretilim, tecrübe, firaset nuruyla görüp sezmeye, bilip değerlendirmeye esas teşkil eden hususları, ihatalı ve tam tekmil kavramaya denir ki, bu mânâda basiretli insan, ;[108]  ötelere de açık olursa, artık o, insan-ı kâmil olmaya azmetmiş bir hakikat eri, bir mâneviyat kahramanı demektir.

KALB [3]

Kalb, hem idrak eden hem de idrak edilen hususiyette bir yapıya sahiptir. İnsan; ruhuna, cismine, aklına onunla girer. Kalb ruhun gözü gibidir. Basîret, [108]  kendi dünyasına göre onun nazarı; akıl ruhu; irade de iç dinamizmidir.

Varlığı basîretle süzer, [108]  Allah’ın nuruyla eşyanın perde arkasına muttali olur, hep temkinde bulunur; kalbi güvercin kalbi gibi tir tir yaşar ve her yerde O’nun hoşnutluğunu arar; her işlerini Allah rızasına göre ayarlar ve Allah sevgisiyle yatar kalkarlar.

YAKAZA [4]

Yakaza ehli, seyr u sülûk-i ruhanînin hemen her mertebesinde basîret [108]  üzere hareket eder ve her davranışıyla:“De ki: İşte benim yolum budur! Ben basîret [108]  ve idraklerine seslenerek insanları Allah’a çağırıyorum.” (Yûsuf sûresi, 12/108.) hakikatini temsil eder.. duyup işittiği her şeyden kendine göre bir nasihat çıkarır.. gördüğü her nesne ve her hâdiseyi farklı bir ibret levhası gibi değerlendirir ve sürekli tezekkür, tefekkür ve tedebbür ufuklarında dolaşır.

Bu mânâdaki yakazaya, basîret üstü istibsar [108] demek de mümkündür ki, bu aynı zamanda sâlikin “akl-ı meâd” itibarıyla diriliş ufku sayılır –bazıları bunu kalbin bir buudu olarak da yorumlamışlardır

 —

[109]_“FETANET” EHLİ

HİKMET [5]

Düşünce ve davranışlarımızda, peygamberâne bir azim ve idrakle[109]  “De ki: İşte benim yolum; basîret [108]  üzere Allah’a davet ediyorum.. ben de, bana tâbi olanlar da…” gerçeğini ruhlarımızda duyup her şeyi Fetanet-i Âzam’ın vesayetinde [109]  basîretle planlayıp icra etmek bu hikmet telakkilerinin birer televvünü sayılabilir.

TEBETTÜL [6]

Binaenaleyh sofîye, tebtîle ulaşmanın daha ziyade tezkîr, tezekkür ve zikir yoluyla gerçekleştirilebileceği kanaatini taşımışlardır. Vâkıa, kavlî, fiilî ve hâlî zikr u fikr Hakk’a ulaştıran hemen bütün sistemlerin en birinci esasıdır; ama çok defa o ufka acz ü fakr, şevk u şükür yolunda yürüyerek, tefekkür ve tedebbürle kanatlanarak, şefkatle herkesi ve her şeyi kucaklayarak, peygamberâne bir iffet ü ismet, bir sadâkat ü fetânet [109] ve bir tebliğ aşk u şevkiyle ulaşanların sayısı da az değildir.. evet bunlar da o derinlerden derin vefa hisleri ve dupduru teveccühleri sayesinde tebettüllerini Hak tebtîliyle taçlandırmış ve belki de meleklerle at başı hâle gelmişlerdir.

KERAMET [7]

Hz. Musa karşısında Harun ve Yuşa gibi müstesna fıtratlar; Hz. İsa çevresindeki bir kısım Havârîler ve Efendimiz’in (alâ nebiyyinâ ve aleyhimüssalâtü vesselâm) ashabından “sabikûn u evvelûn” hiçbir zaman mucize isteğinde bulunmamış; onları sadece sıdkları, güvenilirlikleri, tebliğ hassasiyetleri, masumiyetleri, yanıltmayan fetanetleri, [109]  halkla muamelelerindeki istikametleri, başkaları için yaşama cehdleriyle tanımış ve tasdik etmişlerdi.

95.BABIN DUASI (YAKARAN GÖNÜLLER-EL-KULÛBU’D-DÂRİA TERCÜMESİNDEN…)

Ey Azîz! Ey mazlumların intikamını alan Zü’ntikâm! Kitab-ı Azîzinde, Nebiy-yi Kerîm’inin lisanıyla “Sebu’l-Mesânî” diye isimlendirdiğin Fâtihatü’l-Kitap sure-i celîlesi hakkı için, o sureye koyduğun sırlar ve sırlı kelimeler hakkı için, ey Fettâh, binler binler “Bismillahirrahmanirrahîm” hatırına, binler binler “lâ havle velâ kuvvete illâ billâhilaliyyilazîm” hürmetine, evliyâ ve asfiyâ kullarına açtığın yüce hakikatlere bizim basar ve basiretimizi, bizim kalbimizi de aç. Sana sonsuz hamd ve sena olsun ey Âlemlerin Yegâne Rabbi!

Ey el açıp, “âmîn!” diyenlerle arasındaki perdeleri kaldıran Rabbim!

Keremine sığınıyor, lütuflarınla yüzümüzü güldürmeni diliyor; recâ hislerimize mukabelede bulunarak kalbimizi itmi’nanla doldurmanı, dünyanın bütün musibetlerini gözümüzde bir hiç seviyesine düşürecek ve Seninle aramızdaki perdeleri kaldırıp basîret ufkumuzu açacak kadar da yakînimizi ziyadeleştirmeni diliyoruz.

Ey varlığı çeşit çeşit, renk renk, desen desen yaratan ve basiretli nazarlara arz eden Mülevvin!

Sen basiretlerimizin üzerindeki şek ve şüphe bulutlarını kaldır, kalblerimizi kaplayan perdeleri aç, vicdanlarımızdaki bâtıl izlerini sök at ve içimize bütünüyle hak ve hakikat duygusunu perçinle.

Ey Fettâh, rahmet kapılarını aç ve basiretimize nurlar saç..

Kalblerimizin derinliklerindeki sırlarımızı her türlü bulanıklıktan kurtar. Basiret ve basarlarımızı tenvîr buyur.

Basiretlerimizdeki nuru artırdıkça artır ve bizleri müşaheden ile şereflendir.

Allahım! Bizi dünyada hicap ve perdeleri kaldırıp basar ve basîretleri açan keşfe mazhar kıl.

Allahım! İlmimizi, imanımızı, yakînimizi, tevekkül, teslim ve tefvîz hislerimizi, marifetimizi, muhabbetimizi, aşkımızı, Sana olan iştiyakımızı, iffet, ismet, fetanet ve hikmetimizi artır!

Ya Rab! Bizleri hedefinde hep Senin hoşnutluğun olan, insanların ellerindeki şeylere tamah etmeyen, peygamberâne bir iffet, peygamberâne bir ismet ve peygamberâne bir fetanet peşinde olup, her zaman Senin sâdık u masdûk elçilerinin yürüdükleri caddelerden yürüme gayreti içinde bulunan, gözü-gönlü sürekli Sana müteveccih ve hiç ara vermeden hep ölüm ötesi hayat için hazırlık yapan salih kimselerden eyle!

Allah’ın salât ve selâmı Senin üzerine olsun ey fetanet sahibi râşit!

 

***

96 – Allah’ım!

Dergâh-ı izzetinden bizleri öyle bir izzet, onur ve haysiyetle serfiraz kıl [110]   ki, Sen’den gayrısına boyun bükmekten ve bel bağlayıp zillet içinde iki büklüm yaşamaktan bizleri kurtarsın!

 ***

[110]  İZZET, ONUR VE HAYSİYET

FAKR-U GINÂ [8]

İnsanın fakr ve ihtiyacı O’nun zilletine sebep değildir. Aksine, fakrının şuurunda olduğu ölçüde izzetine vesiledir. [110]   Zira “Ganî-yi Mutlak” olan Allah’a karşı fakr u ihtiyaç şuuru, gınânın ta kendisidir.

SIR [9]

Allah onları, onlar da Allah’ı sever; mü’minlere karşı (fevkalâde) mütezellildirler (tevazu kanatlarını yerlere kadar indirirler), küfür nankörlerine karşı da izzetli [110] (ve satvetli)dirler. Sürekli Allah yolunda mücahedede bulunur ve kınayanın kınamasına da aldırış etmezler.” (Mâide sûresi, 5/54.) gerçeğinin tam temsilcileri öyle babayiğitlerdir ki; Rabbileriyle baş başa kaldıklarında derinlikleri ihata edilemeyen birer ârif u âbid, dünyaya sözlerini geçirmede de birer erkân-ı harp ve dâhi, mensup oldukları milletin haysiyet [110] ve şerefi adına fevkalâde hassas, töhmet ve suizanna vesile olacak “pes” davranışlardan da olabildiğine uzaktırlar.

KANAAT [10]

Burada hukemâ-yı islâmiye diyeceğimiz Müslüman hakîmlerin düşüncelerine işaret etmede de yarar var: Onlara göre Allah, beş hususu diğer beş şeyle irtibatlandırmış ve âdeta sebep-sonuç münasebeti içinde birini diğerinin vesilesi kılmıştır. Ezcümle: Aziz olarak yaşamayı (izzet) [110], ibadet ü tâate; zillet ve perişaniyeti, nefis ve hevâ güdümünde ömür sürmeye; heybet ve mehâbeti, seherî olma ve geceleri ihyâ etmeye; hikmeti, az yeyip az içme ve az uyumaya; müstağnî ve onurlu yaşamayı da kanaate bağlamıştır.

SIR [11]

Sır vardır, ferdi ilgilendirir; sır vardır, aileyi; sır da vardır ki, bütün bir toplum ve milleti… Ferdî bir sırrın fâşedilmesiyle ferdî haysiyet; [110] ailevî bir sırrın açığa çıkmasıyla ailevî haysiyet; [110] topluma ait bir sırrın ifşa edilmesiyle de millî haysiyetle [110] oynanılmasına fırsat verilmiş olur. Zira sır, sinelerde kaldığı müddetçe sahibi için bir kuvvet olmasına karşılık, başkalarının eline geçince, onun aleyhine kullanılmaya müsait bir silah hâline gelir. Onun içindir ki, atalarımız: “Sırrın senin esirindir; fâşedersen esiri olursun.” demişlerdir.

TAASSUP [12]

Evet, bir mânâda taassup, dinî ve İslâmî değerleri korumada çok önemli bir sâik, metafizik gerilim adına hayâtî bir unsur, toplumda millî heyecanı tetikleyen esaslı bir his ve aşk u şevki coşturan bir dinamodur. Ruh ve mânâ köklerinin korunması, millet ruhunun her zaman canlı kalması ve yığınların vurdumduymazlıkla, mefkûresizlikle harap olup türap olup gitmemesi adına –ki böyle bir durum taassupta tefrit demektir– asabiyet-i diniye ve milliye her toplum için çok hayâtîdir. Fazilet ahlâkının vazgeçilmezliği, namus, şeref ve haysiyet [110] gibi her milletçe değerli sayılan hususların sıyaneti, hatta bunların muhafazası uğrunda hırz-ı can edilmesi bir mânâda ancak böyle bir asabiyet-i ruhiye ile gerçekleşebilir.

 

***

96.BABIN DUASI (YAKARAN GÖNÜLLER-EL-KULÛBU’D-DÂRİA TERCÜMESİNDEN…)

Rabbim, Sen Raûf ü Rahîm, Berr ü Kerîm’sin. Dergah-ı izzetine yönelenleri haybete uğratmaz, avluna sığınanları da kovup uzaklaştırmazsın.

Ey izzetiyle beraber sonsuz olan!

Ey eşi benzeri olmayan ebedî izzet ve hâkimiyetin sahibi!

Kul olup onunla izzet kazananlardan eyle bizi; günahlara dalıp da zillete düşenlerden değil.

Kendisine iman ve itaatle zilletten kurtulup izzete erdikleri izzet menbaı!

Üzerimizdeki iman urbası da, başımızdaki izzet tâcı da, boynumuzda hep duracak olan Sana kulluk tasması da hep Senin ihsan ve lütuflarının eseridir.

Allahım! izzetten sonra zillete dûçâr kalmaktan ve hakk u hakikati kabul ettikten sonra Senin muradına muhalif tavır ve davranışlara girmekten Sana sığınıyoruz.

 

***

97 – Allah’ım!

Bizlere “kalb-i selim” [111] lütfeyle; bu sayede her türlü hıyanet, düşmanlık ve kin duygusundan, halkı münâfıkâne aldatma sahtekârlıklarından uzak duralım!

 ***

 

[111] “KALB-İ SELİM”

KALB VEYA LATÎFE-İ RABBÂNİYE [13]

Her an ayrı bir im’ân-ı nazarla, görülüyor olma rasathanesinden, görüyor olma ufkuna müteveccih gerilim içinde bulunan, akrabü’l-mukarrabîn olan latîfe-i rabbaniye erbabı ki, bunlar zirvelerde tayaran ettikleri halde temkin ufkunun gereği, müşahede derinliğinin mehâbeti, arkalarındakilere teyakkuz dersi… gibi mülahazalarla hâlden hâle girer.. haşyet ve heybet nöbetleri geçirir.. kurbetin hâsıl ettiği saygıyla titrer.. ve “Ey kalbleri evirip çeviren Allahım, kalbimi dininde sabit kıl.” [3] der, inlerler. Kendilerine bu hassasiyetleri sorulduğunda da “Kalbler, “beyne isba’ayni min esâbi’ı’r-Rahmân”dır, onu istediği gibi evirir çevirir.” [4] şeklinde temkin edalı bir beyanla cevaplandırırlar.

Bu tür hususlar O’nun için asla söz konusu olmasa da, başkaları için her zaman bahis mevzuu olabilir. “Bel’am”ların, “Bersîsa”ların ciğersûz akıbetleri meydanda ve bu tepetakla gidiş onlara mahsus da değil; tarihin kirli sayfalarına bakıldığında, bu menkıbe kahramanları türünden bir hayli dalalet rekortmenine rastlamak mümkündür. Hâsılı, selamet-i akıbet ve selamet-i ahiret ancak ve ancak kalb-i selime [111] vaadedilmiştir. Evet, يَوْمَ لَا يَنفَعُ مَالٌ وَلَا بَنُونَ ’da açılmaz kapıları açacak bir sırlı anahtar varsa o da kalb-i selimdir. [111] 

KALB [14]

Ve, nihayet Hz. Yusuf (aleyhisselâm), olgunlaşmış, itminana ulaşmış bir insan olarak, bunca şahidin yanında, mazhar bulunduğu ilâhî lütuflara bir de kendi şehadet eder ve “Doğrusu kim Allah’tan korkar, takva dairesinde yaşar ve her çeşidiyle sabrı temsil edebilirse, Allah da, böylesine ihsana ermişlerin ecrini zâyi etmez.” der, tahdis-i nimette bulunur.

Evet, böyle herkesin hüsn-ü şehadette bulunduğu bir kalbin [111], ilâhî âdetler gereği gelgiti, inhirafı düşünülemeyeceği gibi, mahrumiyetine de ihtimal verilemez. Zira o kalb, kâinata nisbeten Arş ne ise, insana nisbeten odur ve her an Hakk’ın nazar buyurduğu bir mücellâ aynadır. Hakk’ın bakıp bakıp her an ayrı bir değer verdiği böyle bir ayna kırılıp atılabilecek herhangi bir cisim değildir. O, insanlık gerçeğinin ruhu ve Allah’ın da memdûhudur. [111]

Hz. Mevlâna:  “Allah buyuruyor ki: ‘Bizim nazarımız kalbedir; sudan, balçıktan olan surete değildir.’ Sen, benim içimde kalbim var diyorsun, amma gönül, Arş’ın yücesindedir, aşağılarda değil.” der ve işte bu hakikati ihtar eder.

AKIL [15]

Ancak aklın, bu metotlarla bir netice elde etmesinin önemli iki yolu vardır: Bunlardan birincisinde akıl tedrîcî hareket eder, biraz âheste dav ranır ve işi zamana yayarak götürür ki, buna tefekkür, tedebbür, tezekkür yolu diyebiliriz. İkincisinde ise, zamanı aşar, müddete ihtiyaç duymaz ve bir hamlede, bir nefhada matlûba, maksuda ve neticeye ulaşır ki, buna hads (sezgi-intuition) diyegelmişlerdir. Hadsin, mümarese ve tecrübeler sonucu elde edilenine kesbî, insanî istidatların seri inkişaf etmesi veya bir ilâhî mevhibe ile ulaşılanına da “kuvve-i kudsiye” mahsulü denir ki, herkes potansiyel olarak böyle bir vâridâta açık yaratılmıştır. Böyle bir vâridât ve ilham sağanağının merkez noktasını enbiyâ-i izâm tutar; onların arkalarında da müstakim akıl, selim kalb [111]  ve nezih ruhlar yerlerini alırlar.

FESAT [16]

Fesat, bazen şahıslar mabeyninde dar alanlı olarak cereyan etmiş, bazen gruplar arasında oldukça geniş bir mahiyette ortaya çıkmış, bazen de bütün bir toplumu sarsacak ve her şeyi alt üst edecek bir vüs’atte meydana gelmiştir. Yerinde akl-ı selim, kalb-i selim [111] ve hiss-i selimle engellenebilmiş, hiç olmazsa tahribatı azaltılmış ise de çok defa en korkunç tsunamiler gibi kontrolsüz yığınları birbirine düşürmüş, kargaşaya sebebiyet vermiş ve arkada bir sürü kinler, nefretler ve kabil-i iltiyam olmayan iftiraklar bırakmıştır.

***

97.BABIN DUASI (YAKARAN GÖNÜLLER-EL-KULÛBU’D-DÂRİA TERCÜMESİNDEN…)

Allahım! Senden, bizi işimizde sebatkâr ve doğru yolda azimli kılmanı diliyoruz. İçimi nimetlerine karşı şükür hisleriyle doldur ve kulluğumuzu en güzel şekilde yerine getirmeye bizi muvaffak kıl. Bize hep doğruyu söyleyen bir dil ve selim bir kalb ihsan buyur.

Allahım!

Selim ve temiz kalbler hep Senin sevdana tutulmuşlar, farklı farklı gönüller sadece Senin marifetin etrafında bir araya gelmişlerdir. Kalbler sadece Seni anmakla itmi’nan bulup oturaklaşır; his ve heyecanlar da yalnızca Sana vâsıl olunca sükûna ererler. Her yerde sayısız lisanlarla tesbih edilen Sen; her zaman kendisine yönelinip ibadet ü tâatta bulunulan Sen; varlığına bir başlangıç ve son olmayıp her zaman varolan Mevcûd-u Ezelî Sen; çeşit çeşit dillerle kendisine dua dua yalvarılan Sen; bütün kalblerin tâzimle yâd ettiği biricik Zât da yine Sensin. Rabbim! Bu zamana kadar zikrinden başka nede bir zevk ve lezzet olduğunu zannetmişsek; ünsünden hariç hangi şeyde rahat bulduğumuzu düşünmüşsek; yakınlığının dışında neleri sürûr vesilesi addetmişsek ve Sana tâattan başka ne tür şeylerle meşgul olmuşsak, onların hepsinden tevbe ediyor ve Senden bağışlanma diliyoruz.

Malın-mülkün, evlâd ü iyâlin hiçbir fayda vermeyeceği, sadece selîm bir kalble yüce huzura gelenlerin kurtulabileceği” arşın derinliklerinden, “Nerede dünya hayatını isyan derelerinde, cürüm vadilerinde geçirenler? Nerede elest bezminde Allah’a verdikleri söze ihanet edenler ve koskoca ömrü bir kayıptan ibaret olanlar?” diye nida edildiği günün eleminden ve ızdırabından el-emân, el-emân!

 Bütün sırların Senin nezdinde açık, gizliliklerin de bâriz ve ayan olduğunu, hiçbir kimsenin o günahların cezasını bizden uzaklaştıramayacağını ve yüce katında ne mal ne evlat, sadece kalb-i selîmin fayda vereceğini bile bile işlediğimiz günahlar. Onların hepsinden Senin enginlerden engin ğufran denizine sığınıyoruz..

DİPNOTLAR

[1] KALBİN ZÜMRÜT TEPELERİ-1 _ BASÎRET VE FİRASET

[2] ÖLÇÜ VE YOLDAKİ IŞIKLAR _ BASÎRET

[3] KALBİN ZÜMRÜT TEPELERİ-1 _ KALB

[4] KALBİN ZÜMRÜT TEPELERİ-1 _ YAKAZA

[5] KALBİN ZÜMRÜT TEPELERİ-2 _ HİKMET

[6] KALBİN ZÜMRÜT TEPELERİ-4 _ TEBETTÜL

[7] KALBİN ZÜMRÜT TEPELERİ-3 _ KERAMET

[8] KALBİN ZÜMRÜT TEPELERİ-1 _ FAKR-U GINÂ

[9] KALBİN ZÜMRÜT TEPELERİ-2 _ SIR

[10] KALBİN ZÜMRÜT TEPELERİ-3 _ KANAAT

[11] ÖLÇÜ VE YOLDAKİ IŞIKLAR _  SIR

[12] RUHUMUZUN HEYKELİNİ DİKERKEN-2 _  TAASSUP

[13] ÇAĞLAYAN EKİM K.Z.T 2017_KALB VEYA LATÎFE-İ RABBÂNİYE

[14] KALBİN ZÜMRÜT TEPELERİ-1 _ KALB

[15] KALBİN ZÜMRÜT TEPELERİ-1 _ SABIR

[16] RUHUMUZUN HEYKELİNİ DİKERKEN-2 _  FESAT