“UFACIK BİR MİKROBA MAĞLUP OLAN İNSANI KUR’AN KERİM NASIL TERBİYE EDİYOR”

RİSALE-İ NUR MÜZAKERESİ:

17.LEM’A 5.NOTA’DAN 

Yanlış anlaşılmasın, Avrupa iki kısımdır:

Birincisi, Hıristiyanlık dininin hakiki, bozulmamış esaslarından aldığı feyizle insanlığa ve toplum hayatına faydalı sanatları kazandıran, adalete ve hakkaniyete hizmet eden ilimlerin izinden giden kısımdır. Ben bu birinci Avrupa’ya hitap etmiyorum.

Tabiatçı felsefenin karanlığıyla, medeniyetin kusurlarını güzellik zannederek insanı haram zevklere ve sapkınlığa sevk eden bozulmuş, ikinci Avrupa’ya sesleniyorum.

O hastalıklı felsefenin çıraklarıyla Kur’an-ı Hakîm’in talebelerinin hamiyetlerini ve fedakârlıklarını şöyle de kıyaslayabilirsin:

Felsefenin talebesi, kendi nefsi için kardeşinden kaçar, onun aleyhinde bulunur.

Kur’an’ın talebesi ise

  • göklerdeki ve yerdeki bütün salih kulları kendine kardeş görüp

  • onlara samimi bir şekilde dua eder412

  • ve onların saadetleriyle mesut olur.

  • Onlara karşı ruhunda şiddetli bir alâka hisseder

  • ve duasında اَللّٰهُمَّ اغْفِرْ لِلْمُؤْمِنِينَ وَالْمُؤْمِنَاتِ der. (Allahım, erkeğiyle kadınıyla bütün müminleri bağışla!)

  • Arş ve güneş gibi en büyük varlıkları itaatkâr birer memur

  • ve kendi gibi birer kul, birer mahlûk kabul eder.

 

Hem iki talebenin ruhlarının yüceliği ve enginliği arasındaki farkı şuradan anla:

Kur’an, talebelerinin ruhuna

  • öyle bir genişlik ve yücelik verir ki, doksan dokuz taneli tesbih gibi, doksan dokuz ilahî ismin cilvelerini gösteren doksan dokuz âlemin zerrelerini, birer tesbih tanesi olarak talebelerinin ellerine teslim eder. “Evradınızı bununla okuyunuz.” der.

İşte Kur’an talebelerinden Şâh-ı Geylânî, Seyyid Ahmed Rufâî, Ebu’l Hasan Şâzelî (kaddesallahu esrarahüm) gibi zâtların virdlerini dinle, bak! Âdeta zerreler silsilesini, yeryüzündeki damlalar sayısınca varlıkların nefeslerini ellerinde tutmuş, virdlerini onlarla okuyor, Cenâb-ı Hakk’ı zikir ve tesbih ediyorlar.

  • İşte Kur’an-ı Mucizü’l-Beyan’ın mucizevî terbiyesine bak:

En küçük bir kederle ve gamla başı dönüp sersemleşen, ufacık bir mikroba mağlûp olan şu küçük insan,

Kur’an terbiyesiyle ne kadar yükselir.

  • Latifeleri o kadar genişler ki,

koca dünyadaki varlıkları, virdine tesbih olmakta yetersiz görür. Zikrine ve virdine gaye olarak cenneti az bulduğu halde nefsini Cenâb-ı Hakk’ın en basit mahlûkundan üstün tutmaz.

  • Yüksek bir izzet ile sonsuz tevazuyu birleştirir.

Dinsiz felsefenin talebelerinin ona nispeten ne kadar aşağı olduğunu kıyaslayabilirsin.İşte Avrupa’nın hastalıklı felsefesinin tek gözlü dehâsıyla yanlış gördüğü hakikatler hakkında,

iki cihana bakan, gayba açık, parlak iki gözüyle iki âlemi gören, insanlık için iki saadete iki eliyle işaret eden, hidayete götürücü Kur’an der ki:

“Ey insan! Nefsin ve elindeki malın senin mülkün değil, sana emanettir. O emanetin sahibi, her şeye gücü yeten, her şeyi bilen Rahîm ve Kerîm bir Zât’tır.

O, verdiği mülkü, ziyan olmasın diye senin adına muhafaza etmek için senden satın almak istiyor. İleride sana mühim bir karşılık verecek.

Sen vazifeli bir memur ve askersin. O’nun adına çalış, O’nun hesabına hareket et.

Muhtaç olduğun şeyleri sana rızık olarak gönderen ve gücünün yetmediği şeylerden seni koruyan O’dur.

Senin hayatının gayesi ve neticesi, o Mâlik’in isimlerine ve icraatının aynasında görünen sıfatlarına mazhar olmaktır.

Bir musibete uğradığın zaman, إِنَّا لِلّٰهِ وَإِنَّا إِلَيْهِ رَاجِعُونَ de. Yani, “Ben Mâlikimin hizmetindeyim. Ey musibet! Eğer O’nun izni ve rızasıyla geldiysen merhaba, safa geldin! Çünkü elbette bir gün O’na döneceğiz, O’nun huzuruna gideceğiz ve O’na arzu duyuyoruz. Madem zamanı gelince bizi hayattaki vazifelerden azat edecektir. Haydi, ey musibet! O terhis ve azat senin elinle olsun, razıyım.
Eğer sana, benim emaneti muhafaza edişimi ve vazifemi yapıp yapmadığımı sınamayı emretmişse, fakat sana teslim olmama izni ve rızası yoksa, güvenilir güvenilir olmayana Mâlik’imin emanetini gücüm yettikçe teslim etmem!”

İşte, binlerce misalden biri olarak, felsefenin dehâsı ile Kur’an’ın gösterdiği hidayet yolunun verdiği derslerin derecelerine bak. Evet, iki tarafın hakiki mahiyetleri daha önce beyan edilen tarzdadır.

Fakat hidayet ve dalâlette de insanların dereceleri çeşit çeşittir.

Gafletin mertebeleri farklıdır.

  • Herkes her mertebede bu hakikati tamamen hissedemez. Çünkü gaflet, hisleri iptal ediyor.
  • Ve bu zamanda hisleri öyle bir derecede iptal etmiştir ki, medeniler bu müthiş elemin acısını hissetmiyor.
  • Fakat ilmî hassasiyetin artmasıyla ve her gün otuz bin cenazeyi gösteren ölümün ikazlarıyla o gaflet perdesi yırtılıyor