TEVHİDNÂME İLE KALBİN ZÜMRÜT TEPELERİNE YOLCULUK (25.BÂB) 

GÜNCELLENME TARİHİ: 29 MART 2020 // 05 ŞABAN 1441 PAZAR

 (TEVHİDNÂME-25):

Allah’ım!

Sen’i öyle bir bilelim, marifetine (32) öyle bir erelim ki, Sen’den gayrı bütün mâsivâ ile ilgili her türlü bilgi ve irfandan bizleri müstağnî kılsın!

***

25.BÂBIN DUASI  (YAKARAN GÖNÜLLERDEN…)

Ey Kendisini, hiç kimsenin bilmediği kadar iyi bilip tanıyan marifet ehli âriflerin kalblerinden hiçbir zaman uzak olmayan!

Ey marifet ehli kullarının Kendisinden yine sadece Kendisini istedikleri biricik Matlûb!

Ey kullarının gözlerini  marifet meşcereliklerine açan ve lisanlarını hamd ile coşturan Merhametliler Merhametlisi Allahım!

Beni de nezdindeki lütuflardan en çok hissesi olan, yüce katında yüksek payelere ulaşmış, sadrı sinesi Senin muhabbet ve marifetinle meşbû bahtiyar kullardan eylemeni diliyorum!

Ne olur, bizi, huzurdan kovulup uzaklaştırılmanın azabıyla tanıştırma ve bizi  marifet erbabı has kullarının zümresine ilhak eyle!

Ey Hayy u Kayyûm! Ey semâvât u arzı eşsiz bir surette yaratan Yüce Yaratıcı! Ey celâl ve ikram sahibi! Ey Yüceler Yücesi Allahım! Senden marifetinin nuruyla her zaman kalbimize diriliş üflemeni diliyoruz.

Kalblerimiz yalnız Senin marifetinle dolsun. Ruhlarımızı müşâheden ile kanatlandır; latîfelerimizi yakınlığınla taçlandır.

Ya Seyyidî ve ya İlahî! Marifet erbabı kulların Seni bulduklarında Senden başka ne varsa hepsinden yüz çevirmişlerdir. Salih kulların Senin fazlınla necâta ermiş, taksîratı pek çok günahkârlar da “Tevbe, ya Rabbi!” deyip yine Senin kapına yönelmişlerdir.

Ey affı güzel Rabbim! Ne olur, affının serinliğini ve marifetinin halâvetini bizim ruhumuza da duyur ve bizi onlarla doyur!

***

TEVHİDNÂME MÜZAKERESİ

KALBİN ZÜMRÜT TEPELERİ PENCERESİNDEN 

 [32] MARİFET :

Lügat mânâsı itibarıyla bilmek de demek olan mârifet; düşünce ve himmetle, vicdan ve iç tefahhusla elde edilen hususî bir bilgidir ki, ilimden farklı bir muhtevaya sahiptir. İlim; okuma, öğrenme, araştırma, terkip ve tahlil yoluyla elde edilen bir müktesebat olmasına karşılık mârifet; tefekkür, sezi ve iç müşâhedeyle ulaşılan ilmin özü demektir. İlmin zıddı cehalet, mârifetinki ise inkârdır. 

Bir diğer yaklaşımla mârifet; bir şeyin hakikatini kendi dışında herhangi bir mülâhaza ve belirleyici faktörle değil; tam kendi olarak idrak etme ve kendi iç unsurlarıyla belirleme demektir.

[FARKLI BİR AÇILIMLA MARİFET – Sızıntı-Kalbin Zümrüt Tepeleri Ağustos 1997 ]

Evet, nefis, cismanî, hayvanî ve bedenî küdûrattan arınmayınca kalbe ve ruha giden yollar tıkalı kalır; bilinmemesi gerekenler gelir bilineceklerin yerini alır ve yolcu en düz güzergâhta dahi takılır yolda kalır. Zira bu güzergâhta sefer, cismâniyet kışrından sıyrılarak ruh ufku istikametinde kalb semasına doğru kanat çırpıp “Hû” ile soluklanmaya bağlıdır. Bunlar gerçekleştiği ölçüde mânâ ve marifet yolcusu(32) zılliyetlerden sıyrılarak hep O’nu hatırlatıp düşündüren bir ayna hâlini alır. Ve işte hakikî rüşdün irfan üstü irfana mazhariyeti de bu evsâf ve keyfiyetle alakalıdır. 

[RÜŞD – Çağlayan-Kalbin Zümrüt Tepeleri Temmuz 2017 ]

Ceset bütün muhtevasıyla âlem-i halk’a ait insana bir emânet-i rabbâniye; kalb-i cismânînin ruhu mahiyetindeki latîfe-i sübhâniye ise, tıpkı ruh-u insan gibi zîşuur bir kanun-u emrîdir. Bu itibarla da Zât-ı Akdes’in münezzehiyetine münasip espri içinde, akıl, mantık ve muhakemeden daha ziyade bu latîfe-i sübhâniyenin ihsas ve ihtisasları sayesinde “Bildim!” mülahazası soluklana gelmiştir. Bu konuda, hassas bir marifet sarrafının (32), “Hayvaniyetten çık, cismâniyeti bırak; kalb ve ruhun derece-i hayatiyesine yüksel!..” beyanı, lâl ü güherden bir anahtar mahiyetindedir.

[KENDİ DERİNLİĞİYLE LATÎFE-İ RABBÂNİYE-2 – Çağlayan-Kalbin Zümrüt Tepeleri Aralık 2017 ]

***

O’nun (aleyhissalâtü vesselâm) yolu buydu ve hedefi de O’ydu; O’ndan sonra da O’nun o nurefşân güzergâhında yürümek isteyenler hep o ufku hedefledikleri takdirde naz u şatahat vadilerine sapmayacak, kurbet ve maiyyetlerini gurbet ve yalnızlığa çevirmeyeceklerdir. Sürekli iman, islâm deyip soluklanacak, ihlâsla kanatlanıp marifetle(32) derinleşecek, ihsan ruhuyla geceleyip gündüzleyecek, rıza hisleriyle köpürüp iştiyak-ı likâullah hülyalarıyla öteler ötesi ufuklara doğru kanat çırpacak ve “Daha yok mu?” diyerek hep soluk soluğa yaşayacaklardır.

[ÜNS MÜLAHAZASINA İCMÂLÎ BİR BAKIŞ – Çağlayan-Kalbin Zümrüt Tepeleri Ağustos 2017 ]

***

Birinciler, otağlarını mârifet(32) yamaçlarına kurar, zerreden güneşlere kadar her şeyle O’nu hatırlar, O’nu anarlar.. ölçüleri aşan isteklere girer ve olmayacak şeyler düşlemeye başlarlar.. ve derken, vicdanlarında: “Seni hakkıyla bilemedik.” gerçeğini duyar ve dillerinde:

 “Varlık Senin mârifetinin (32) peşinde, erbâb-ı lisan Seni vasfetmekten âcizdir. Gel tevbemizi kabul buyur; buyur ki, biz birer beşeriz, Seni hakkıyla bilemedik.” sözleriyle kendilerinden geçerler.

[FİRAR VE İ’TİSAM – Çağlayan-Kalbin Zümrüt Tepeleri Ağustos 2017 ]

***

TEVHİDNÂME -BAŞYAZI MÜZAKERESİ

SIZINTI-ÇAĞLAYAN BAŞYAZILARI PENCERESİNDEN  

 [32] MARİFET :

Zaten, hakikî mü’minin her davranışı bir ibadet, her düşüncesi bir murâkabe, her konuşması bir münâcât ve mârifet destanı, varlığı her müşâhedesi bir tecessüs ve tetkik, vatandaşlarıyla münasebeti de rahmânî bir şefkattir. Bu ölçüde ruhanîliğe ermek, sezilerden mantık ve muhakemeye, mantık ve muhakemeden de ilham ve ilâhî vâridâta açık olmaya bağlıdır. Farklı bir ifadeyle, tecrübe aklın süzgecinden geçirilmeden, akıl fetanet-i âzama teslim olmadan, mantık aynı sevgi hâline gelmeden, sevgi de ilâhî aşka inkılâp etmeden insanın bu zirveyi yakalaması zordur. Gerçekleştirilebildiği takdirde, böyle bir bakış zaviyesi sayesinde, ilim dinin bir buudu hâline gelir ve onun hizmetçisi olur.. akıl ilhamın elinde her yere ulaşabilen bir ışık tayfı kesilir.. tecrübî müktesebât da varlığın ruhunu aksettiren bir prizma mahiyetini alır.. ve her şey mârifet, muhabbet ve zevk-i ruhanî neşîdeleriyle gürler.

[AKSİYON VE DÜŞÜNCE_ Yeni ÜmitBaşyazı _Temmuz 1994 ]

Varlık ve varlığın perde arkası vicdana açıldıkça, onun içindeki mârifet ve muhabbet de daha derin bir aşk u alâkaya inkılâp eder. Artık her şeyde hep O’nu duyar, O’nu hisseder ve her şeyi, her nesneyi O’nunla irtibatlandırır. Hayat onun nazarında olduğundan daha güzel bir hâl alır; her şey eda ve lisan değiştirerek daha sihirli bir kimliğe bürünür ve bütün zâhirî mülâhazaların üstüne yükselen ruh, o âna kadar mahfazası açılmamış ne mahrem bilinmezlere ne mahrem bilinmezlere uyanır.

[BİR AYNADIR BÜTÜN VARLIK_ Yağmur Başyazı _Temmuz 2003 ]