RİSALE-İ NUR MÜZÂKERESİ

MEKTÛBÂT HAKİKAT ÇEKİRDEKLERİ 98

“Sıkıntı, sefahetin muallimidir. Ye’s, dalâlet-i fikrin; kalb darlığı ve kararması, ruh sıkıntısının menbaıdır.”

— 

MESNEVİ-İ NURİYE, KATRE, HATİME

Birinci Hastalık: “Ye’s”tir.

“Arkadaş! Amele ve tâate muvaffak olamayan azabdan korkar, yeise düşer. Böyle bir me’yusun gözüne, dinî mes’elelere münafî edna ve zayıf bir emare, kocaman bir bürhan görünür.

Böyle birkaç emareyi elde eder etmez, diğer emarelerin saikasıyla ilân-ı isyan ederek İslâm dairesinden çıkar, şeytanın ordusuna iltihak eder. Binaenaleyh a’male muvaffak olamayanlar, yeise düşmemek için şu âyete müracaat etsin: 

De ki: «Ey haddi aşarak nefislerine karşı israf etmiş olan kullarım! Allah´ın rahmetinden ümid kesmeyin. Çünkü Allah, bütün günahları bağışlar. Şüphesiz ki O, çok bağışlayıcıdır, çok merhamet edicidir (Zümer,53)

 —

 SÖZLER 7.SÖZ

Bir zamanlar bir asker, savaş ve imtihan meydanında, kâr ve zarar deveranında pek müthiş bir hale düşer. Şöyle ki:

Sağ ve sol tarafından dehşetli, derin iki yara almıştır. Arkasında cüsseli bir aslan, sanki ona saldırmak için fırsat kollamaktadır. Ve gözü önünde bütün sevdiklerini asıp yok eden bir darağacı kurulmuş, onu da beklemektedir. Bu haliyle uzun bir yolculuğa çıkacak, başka bir diyara gönderilecektir. O biçare asker, şu dehşetli halde ümitsizce düşünürken sağ tarafında Hızır gibi hayır tavsiye eden, nuranî bir zât belirir. Ona der ki:

Ümitsiz olma!

Sana iki tılsım öğreteceğim. Onları güzelce değerlendirirsen o aslan sana itaat eden bir at olur. O darağacı da keyif ve seyir için hoş bir salıncağa döner.

Hem sana iki ilaç vereceğim. Onları güzelce kullanırsan çürüyüp fena koku yayan o iki derin yaran, Gül-ü Muhammedî (aleyhissalâtü vesselam) denilen güzel kokulu iki latif çiçek haline gelir.

Hem sana bir bilet vereceğim. Onunla, uçar gibi, bir senelik yolu bir günde gidersin. İnanmıyorsan bunları bir tecrübe et ki, doğru olduklarını anlayasın.” O asker hakikaten bir parça tecrübeyle doğru olduğunu tasdik eder.

Ve o iki tılsım ise Cenab-ı Hakk’a iman ve âhirete imandır. Evet, şu kudsî tılsım ile ölüm; insan-ı mü’mini, zindan-ı dünyadan bostan-ı cinana, huzur-u Rahman’a götüren bir musahhar at ve burak suretini alır.

Ve o iki ilaç ise biri sabır ile tevekküldür. Hâlık’ının kudretine istinad, hikmetine itimattır. Diğer ilaç ise şükür ve kanaat ile talep ve dua ve Rezzak-ı Rahîm’in rahmetine itimattır.

Ve o bilet, senet ise başta namaz olarak eda-i feraiz ve terk-i kebairdir. 

HUTBE-İ ŞAMİYE İKİNCİ KELİME

Ki; müddet-i hayatımda tecrübelerimle fikrimde tevellüd eden şudur:

Yeis en dehşetli bir hastalıktır ki, Âlem-i İslâm’ın kalbine girmiş. İşte o yeistir ki bizi öldürmüş gibi, garbda bir-iki milyonluk küçük bir devlet, şarkta yirmi milyon Müslümanları kendine hizmetkâr ve vatanlarını müstemleke hükmüne getirmiş.

Hem o yeistir ki, yüksek ahlâkımızı öldürmüş, menfaat-ı umumiyeyi bırakıp menfaat-ı şahsiyeye nazarımızı hasrettirmiş.

Hem o yeistir ki, kuvve-i maneviyemizi kırmış. Az bir kuvvetle, imandan gelen kuvve-i maneviye ile şarktan garba kadar istilâ ettiği halde; o kuvve-i maneviye-i hârika, me’yusiyetle kırıldığı için, zalim ecnebiler dörtyüz seneden beri üçyüz milyon Müslümanı kendilerine esir etmiş.

Hattâ bu yeis ile başkasının lâkaydlığını ve füturunu kendi tenbelliğine özür zannedip “Neme lâzım” der, “Herkes benim gibi berbaddır” diye şehamet-i imaniyeyi terkedip hizmet-i İslâmiyeyi yapmıyor. Madem bu derece bu hastalık bize bu zulmü etmiş, bizi öldürüyor; biz de o katilimizden kısasımızı alıp öldüreceğiz.  Allah´ın rahmetinden ümid kesmeyin. kılıncı ile o yeisin başını parçalayacağız. “Bir şey bütünüyle elde edilmezse, tamâmen de terk edilmez.”  hadîsinin hakikatıyla belini kıracağız inşâallah.

Yeis; ümmetlerin, milletlerin “seretan” denilen en dehşetli bir hastalığıdır.

Ve kemalâta mani ve  “Ben kulumun güzel zannı yanındayım” hakikatına muhaliftir; korkak, aşağı ve âcizlerin şe’nidir, bahaneleridir.

LEM’LAR 25.LEM’A HASTALAR RİSALESİ 13.DEVA

Ey hastalıktan şekva eden bîçare adam! Hastalık bazılara ehemmiyetli bir definedir, gâyet kıymetdar bir hediye-i İlahiyedir. Her hasta, kendi hastalığını o neviden tasavvur edebilir. Madem ecel vakti muayyen değil; Cenab-ı Hak, insanı yeis-i mutlak ve gaflet-i mutlaktan kurtarmak için, havf  ve  reca ortasında ve hem dünya ve hem âhireti muhafaza etmek noktasında tutmak için, hikmetiyle eceli gizlemiş.

Madem her vakit ecel gelebilir; eğer insanı gaflet içinde yakalasa, ebedî hayatına çok zarar verebilir. Hastalık gafleti dağıtır, âhireti düşündürür, ölümü tahattur ettirir, öylece hazırlanır. Bazı öyle bir kazancı olur ki; yirmi senede kazanamadığı bir mertebeyi yirmi günde kazanıyor. 

Madem hastalıkların böyle menfaati var, ondan şekva değil tevekkül, sabır ile, belki şükredip, Rahmet-i İlahiyeye itimad etmektir.

MÜNAZARAT SUAL-CEVAP 144

S: [144] Zindan-ı atâlete düştüğümüzün sebebi nedir?

C: Hayat bir faaliyet ve harekettir. Şevk ise matiyyesidir. İşte himmetiniz şevke binip mübareze-i hayat meydanına çıktığı vakit, en evvel düşman-ı şedîd olan yeis rast gelir.

Kuvve-i mâneviyesini kırar. Siz o düşmana karşı  “Ümit kesmeyiniz.” (Zumer Suresi: 53) kılıncını istimâl ediniz.

Sonra müzahametsiz olan hakkın hizmetinin yerini zabteden meylüttefevvuk istibdadı hücuma başlar. Himmetin başına vurur, atından düşürttürür. “Siz Allah için olunuz.” hakikatını o düşmana gönderiniz.

Sonra da ilel-i müteselsiledeki terettübü atlamakla müşevveş eden aculiyet çıkar, himmetin ayağını kaydırır. Siz,   “Sabredin, sebat edin ve (Allah yolunda cihad için) hazırlıklı ve uyanık olun.” (Âl-i imran Suresi: 200) ‘yu siper ediniz.

Sonra da, medeni-i bittab’ olduğundan ebnâ-yı cinsinin hukukunu muhafazaya ve hakkını onlar içinde aramağa mükellef olan insanın âmâlini dağıtan fikr-i infiradî ve tasavvur-u şahsî karşı çıkar. Siz de,  “İnsanların hayırlısı onlara en çok faydalı olandır.” (Suyuti, el-Fethü’l-Kebir: 2/98) olan mücahid-i âlî-himmeti mübarezesine çıkarınız.

Sonra başkasının tekâsülünden görenek fırsat bulup  hücum edip belini kırar. Siz de   “Tevekkül edenler başkasına değil, sadece Allah’a tevekkül etsinler.” olan hısn-ı hasîni himmete melce’ ediniz.

Sonra da acz ve nefsin itimadsızlığından neş’et eden tefvîz ve işi birbirine bırakmak olan düşman-ı gaddar geliyor. Himmetin elini tutup oturtturur. Siz de  “Doğru yolda iseniz, dalâlette olan size zarar veremez.” (Maide Suresi: 105) olan hakikat-ı şahikâyı üzerine çıkarınız. Tâ o düşmanın eli o himmetin dâmenine yetişmesin.

Sonra Allah’ın vazifesine müdahale etmek olan dinsiz düşman gelir; himmetin yüzünü tokatlar, gözünü kör eder. Siz de  “Emrolunduğun gibi dosdoğru ol.“(Hud Suresi: 112) .. olan kâr-âşina ve vazifeşinas olan hakikatı gönderiniz. Tâ onun haddini bildirsin.

Sonra umum meşakkatın anası ve umum rezaletn yuvası olan meylürrahat geliyor. Himmeti kayd eder, zindan-ı sefalete atar. Siz de  “İnsana çalışmasından başka bir şey yoktur. “(Necm Suresi: 39) olan mücâhid-i âlicenabı o cellâd-ı sehhara gönderiniz. Evet size meşakkatta büyük rahat var. Zira fıtratı müteheyyic olan insanın rahatı, yalnız sa’y ve cidaldedir.

KASTAMONU LAHİKASI 5.MEKTUP

Azîz, Sıddık, Fedâkâr, Vefâkâr Kardeşlerim,

Sizler ile muhabere edemediğimin sebebi, fevkalâde bir dikkat ve tazyik ve tecrid altında bulunduğumdur. Hâlık-ı Rahîm’ime hadsiz şükürler olsun ki, kuvvetli bir sabır ve tahammülü ihsan ederek sû-i kasdlarını akîm bıraktı. Burada müfarakat zamanımın her bir ayı bir sene haps-i münferid hükmünde ezici olduğu halde, dualarınız berekâtıyla, inayet-i İlâhiye her günümü bir ay kadar mes’udane bir ömre çevirdi. Benim istirahatım cihetinde merak etmeyiniz, rahmetin iltifatı devamdadır.

Sabri kardeş! Sabırlı ol, ehemmiyetsiz ve zararsız olan vehmî ve asabî hastalığına ehemmiyet verme. Şifaya dua edilmekle beraber; zararsız, hatarsızdır. Çünki eğer hatarât, seyyie ise; nasılki âyinede temessül eden pislik, pis değil ve âyinedeki yılan sureti ısırmaz ve ateşin timsali yakmaz. Öyle de, kalbin ve hayâlin âyinelerinde rızasız, ihtiyarsız gelen pis ve çirkin ve küfrî hatırâlar zarar vermezler.

Çünki: İlm-i Usulde tasavvur-u küfür, küfür değil ve tahayyül-ü şetm, şetm olmaz.Hasene ise nuranî olduğundan, tasavvur ve tahayyülü dahi hasenedir. Çünki âyinede nurânînin timsali ziya verir, hâsiyeti var; kesifin misali ölüdür, hayatsızdır, te’siri yoktur. Eğer sair teellümât-ı ruhaniye ise; sabra, mücahedeye alıştırmak için Rabbanî bir kamçıdır. Çünki emn ve ye’sin vartasına düşmemek hikmetiyle havf ve reca müvazenesinde, sabır ve şükürde bulunmak için kabz-bast hâletleri, Celâl ve Cemâl tecellisinden intibah ehline gelmesi; ehl-i hakikatça medar-ı terakki bir düstur-u meşhurdur.

26.LEM’A 12.RECA

İşte bütün ihtiyarlığımdan ve firak belalarından gelen teessüratıma, bana nur-u iman tam kâfi geldi; kırılmaz bir rica, kopmaz bir ümit, sönmez bir ziya, bitmez bir teselli verdi. Elbette sizlere ihtiyarlıktan gelen karanlık ve gaflet ve teessürat ve teellümata, iman kâfi ve vâfidir. Asıl en karanlıklı ve en nursuz ve tesellisiz ihtiyarlık ve en elîm ve müthiş firak, ehl-i dalaletin ve ehl-i sefahetin ihtiyarlıklarıdır ve firaklarıdır.

İŞARAT’UL İCAZ

Ahiretimiz hakkında kendi amellerimiz açısından korkarken, Allah’ın rahmeti açısından ümitli olmak demektir. Bir yandan günahlarımızdan dolayı Allah’tan korkarken, diğer yandan hangi halde olursak olalım Allah’ın rahmetinden ümitli olmamız gerekir.

Hiçbir zaman amellerimize güvenmediğimiz gibi Allah’ın rahmetinden de ümidimizi kesmemeliyiz. Cenab-ı Allah Zümer Suresi 53. âyette, “Ey haddi aşarak nefislerine karşı israf etmiş olan kullarım! Allah’ın rahmetinden ümid kesmeyin. Çünkü Allah, bütün günahları bağışlar. Şüphesiz ki O, çok bağışlayıcıdır, çok merhamet edicidir.” buyurarak bizleri rahmetinden ümit kesmemeye, ümitli olmaya çağırıyor.

Bu şekilde korku ile ümidin arasında hayat sürmek insana âhiretini kazandıracak en önemli bir denge hâlidir.