YENİ UFUKLARA AÇILMAK İÇİN “DERİN DÜŞÜNMENİN” ŞİFRELERİ-2

BÖLÜM-2: TEDAVİ : DOĞRU/DERİN DÜŞÜNMENİN DÖRT ESASI

MÜZAKERE KAYNAK METİN:  DÜŞÜNCENİN ÖNÜNDEKİ GULYABÂNÎLER  (524.Nağme_ 8 Eylül 2016)

ÖZETLE: 

1)- Derince düşünmek, mahrutî düşünmek, bütüncül bir nazara ulaşmak için bugün böyle bir mütalaaya/Müzakereye ihtiyaç var.

2)- DERİNCE DÜŞÜNMENİN DÖRT ESASI “…hakikatleri anlamak için, bu şeye ihtiyaç vardır

A-TEFEKKÜR

B-TEEMMÜL

C-TEDEBBÜR

D-TEZEKKÜR

3)- Meseleleri “tefekkür” süzgecinden geçirerek, “teemmül”e tâbi tutarak, önü-arkası deyip “tedebbür” mülahazasıyla ele alarak, sürekli zorlamalı “yâd” diyebileceğimiz “tezekkür”le onlara bakarak, diyeceğimiz-edeceğimiz şeyleri dersek, Her şey yerli yerine oturur ve Allah’ın izniyle bir anlam ifade eder.

4)- İllet-malûl arasında, kozalite mülahazasıyla, münasebet kurarak meseleleri ele alıp tahlil ve analiz etme, öyle terkiplere ve tahlillere gitme.

5)- Tefekkür; bilineni basamak yaparak bilinmeyeni keşfetme

6)– Ayât-ı tekvîniyeyi sürekli tetkik ve tefekkür ederek kalbî ve ruhî hayatı yenilemek 

7)Teemmül; Marifet adına fikrî/zihnî surlar oluşturma

8)– Kâinatın satırlarını, satır satır, paragraf paragraf, kelime kelime arka planlarıyla beraber nazar-ı itibara al.

9)Tedebbürönü-sonu itibariyle meseleye bakma..  o kelamın keyfiyetine ve ihtiva ettiği manalara dikkat etme..  İşte bunlar bir yönüyle mebde-müntehâ itibariyle meseleye “bütüncül bir nazarla bakma

10)– Okuduğu, temaşa ettiği şeylerden mana çıkararak, onlarda “terkip” ve “tahliller”de bulunarak, yeni yeni bir kısım sonuçlara varmak

11) Engin düşünce ufuklarına açılma, düşüncede kendimiz olabilme, Allah ve Resûlü’nün  gösterdiği ufka müteveccih bulunma

12)– İnsanın başkalarının düşüncelerine saygılı olması, “düşünme immün sistemi”ni güçlendiren bir faktördür.

13)–  Kendi düşüncelerimizden daha çok “makul” bulduğumuz başkalarının düşüncelerine saygılı olma.. onları bir yönüyle bize verilmiş karşılıksız bir sermaye gibi kullanma.. düşüncemizi, onların verdiği o şeylerle derinleştirme…

14)- Bela sarmalından sıyrılmanın ilk şartı durağanlıktan kurtulmak, onun da en önemli vesilesi akl-ı selim sahibi mefkûre insanlarıyla istişare yapmaktır.

15)– Derin bir “tefekkür”le, bir “tezekkür”le, içinde bulunduğumuz o kabuğu kırarak, yeni bir hayata yürüme mecburiyetindeyiz. Bu da bir araya geldiğimiz zaman, birbirimizi rehabilite etmemize vâbeste.

16)– Bu önce inanmaya, sonra imanda derinleşmeye, akabinde marifete yürümeye ve nihayet müzakere meclisleri kurarak, okunması faydalı eserleri okuyarak, muhavereleri sohbet-i Cânân etrafında örgüleyerek, fikir ve duygu alış-verişiyle irfan ocağını iyice kızıştırarak, böylece sürekli köpürüp duran bir marifete ulaşarak Allah aşkını ve O’na iştiyakı yüreklerde canlı tutmaya bağlıdır.

***

DOĞRU/DERİN DÜŞÜNME

Meseleleri

a)- “TEFEKKÜR1” süzgecinden geçirerek,

b)- “TEEMMÜL2”e tâbi tutarak,

c) önü-arkası deyip “TEDEBBÜR3” mülahazasıyla ele alarak, sürekli zorlamalı

d) “yâd” diyebileceğimiz “TEZEKKÜR4”le onlara bakarak, diyeceğimiz-edeceğimiz şeyleri

dersek,

Her şey yerli yerine oturur ve Allah’ın izniyle bir anlam ifade eder.

Adanmış “Bu dört tane esasın[5] nasıl elmas, zebercet, zümrüt olduğunu ve mâverâdan gelip  kenzi ile irtibatlı bulunduğunu” ne zaman anlar? (KENZ; İnsanlığın İftihar Tablosu, sallallâhu aleyhi ve sellem ; “Allah’ın havl ve kuvvetinden başka bir dayanak olmadığına inanıp bunu ikrar etmek Cennet hazinelerinden bir hazinedir.” buyuruyor…)

Nüanslarıyla, hepsinin farklı tarifi var.

İllet-malûl arasında,

1- kozalite mülahazasıyla, münasebet kurarak meseleleri ele alıp

2- tahlil ve analiz etme,

3-  terkiplere ve tahlillere gitme.

***

TEFEKKÜR : BİLİNENİ BASAMAK YAPARAK BİLİNMEYENİ KEŞFETME

Herhangi bir mevzuda, geniş, derin ve sistemli düşünme mânâlarına gelen  tefekkür; erbâbınca, kalbin çırası, ruhun gıdası, bilginin ruhu ve İslâmî hayatın da kanı, canı ve ziyasıdır.

Tefekkür olmayınca kalb karanlıklaşır, ruh hafakanlara girer ve İslâmî hayat da kadavralaşır.

Tefekkür, kalbde öyle bir nurdur ki, hayır ile şer, fayda ile zarar, güzel ile çirkin onunla görülür ve sezilir.. kâinat onun sayesinde okunan bir kitap hâline gelir ve Kur’ân’ın âyetleri onunla kendilerine has ayrı bir derinliğe ulaşır.

Tefekkür, hâdiselerden ibret alma ve çeşit çeşit netice çıkarmanın çerağı, tecrübelerin altın anahtarı, hakikat ağaçlarının fideliği, kalb nurunun da gözbebeğidir. [3]

O tefekkürü kullananlar, ancak onlar,

  • aczdeki o enginliği,
  • fakrdaki o enginliği,
  • şevkteki o enginliği,
  • şükürdeki o enginliği

duyabilirler. Onun için haşiye olarak da düşüyor; “tefekkür” diyor, “tedebbür”, “tezekkür”, “teemmül”.

Mebdeden müntehaya mahrûtî nazarla -yalın Türkçe ile “bütüncül bir bakışla”- meseleye baktığınız zaman bahsi geçen hakikatleri anlayabileceksiniz [5].

Bazı şeyler biliyorsa insan, bazı şeyleri duyuyorsa, bazı şeyleri hissediyorsa; o bildiği, duyduğu, hissettiği şeyleri birer basamak yaparak önünde de bir kısım basamakların olduğu mülahazasına binaen ileriye doğru adım atmak

“Bilinen” ile “bilinmeyen”leri keşfetmek; “tefekkür”, ona derler.

“Bizim telakkîlerimiz açısından, şeriat-ı fıtriye kanunlarına riâyet etmek, Cenâb-ı Hakk’ın kâinatın bağrına yerleştirdiği âdât-ı sübhaniyesini mütâlaa ederek tekvînî emirlerin gereklerini yerine getirmek ve âyât-ı tekvîniyeyi sürekli tetkik ve tefekkür ederek kalbî ve ruhî hayatı yenilemek de takvânın önemli bir buudunu teşkil etmektedir.

“Demek ki; din yolunun rahat yürünür geniş bir cadde olması ve ibadet ü taatin insana kolay gelmesi, selim bir kalbe sahip bulunmaya, infak ruhuyla hareket etmeye, takvâ şuuruyla donanmaya, Allah’a tam teveccüh edip sadece O’nun rızası için kulluk yapmaya ve dünyada ortaya konan zerre kadar bir iyiliğin ya da atom parçası ağırlığındaki bir şerrin karşılığının ötede mutlaka verileceğine gönülden inanıp, daima bu inanca uygun düşen ihsan duygusuyla yaşamaya bağlıdır.

Acz u fakr hisleriyle dergâh-ı ilahinin eşiğine başını koyma, isteyeceklerini O’ndan isteyip, sürekli O’na el açma ve sonra şevk, şükür ve tefekkür sayesinde kullukta daha bir derinleşme de rıza-yı ilahiye varıp ulaşacak yolu kolaylaştıran hususlardandır.” [1] 

ADANMIŞ İÇİN;

A- Din yolunun rahat yürünür geniş bir cadde olması 

B- İbadet-ü taat’ın kolay gelmesi

1)-  Selim bir kalbe sahip bulunmalı,

2)- İnfak ruhuyla hareket etmeli

3)- Takvâ şuuruyla donanmalı,

4)- Allah’a tam teveccüh etmeli

 5)- Sadece O’nun rızası için kulluk yapmalı

6)- Dünyada ortaya konan zerre kadar bir iyiliğin ya da atom parçası ağırlığındaki bir şerrin karşılığının ötede mutlaka verileceğine gönülden inanmalı

7)-  Daima bu inanca uygun düşen ihsan duygusuyla yaşamaya çalışmalı

KULLUKTA DERİNLEŞMEK İÇİN; Rıza-yı İlahiye varıp ulaşacak yolu kolaylaştıran hususlar

1)- Acz u fakr hisleriyle dergâh-ı ilahinin eşiğine başını koymalı

2)-  İsteyeceklerini O’ndan istemeli,

3)- Sürekli O’na el açma 

4)- Şevk,

5)- Şükür

6-TEFEKKÜR

TEEMMÜL: MARİFET ADINA FİKRÎ/ZİHNÎ SURLAR OLUŞTURMA

Kâinat satırlarını derinden derine teemmül et. Çünkü onlar Mele-i Âlâ’dan sana indirilmiş Allah’ın mektupları/mesajlarıdır.” (İbn Kayyim, Medâricü’s-sâlikîn 3/356) [7]

Hazreti Pir hem bunu söylüyor, hem de Türkçesini söylüyor: Kâinatın satırlarını, satır satır, paragraf paragraf, kelime kelime arka planlarıyla beraber nazar-ı itibara al. Onlar, mele-i a’ladan sana gönderilmiş nağmelerdir, risalelerdir. Onları doğru okuduğun zaman, çok farklı mülahazalara ulaşacaksın.[7] 

“Ondan dolayı Zât’ı açısından O’na “mevcûd-ı meçhul” demiş ehl-i tahkik.

Benim sözüm değil, onların beyanı: “Esmâsıyla mâlum, sıfatlarıyla muhât, Zât’ıyla mevcûd-ı meçhul.” Meçhul değil, ihata edilmez, nâ-kâbil-i idrak.

Onun için oraya sınır koymuş Sâhib-i Şeriat (sallallâhu aleyhi ve sellem); Zât’a gelindiği zaman, tevakkufu emretmiş: Âsârını ve ef’âlini düşünün.

Enfüste tedebbüre, tezekküre ve teemmüle dalabildiğiniz kadar dalın, mercan adalarına dalıyor gibi. Her dalışta yeni yeni şeyler elde edeceksiniz marifet adına.

Fakat mesele Zât-ı Ulûhiyete gelince, -hâşâ ve kellâ- “Nedir?” cevabını akla getirecek, “Kimdir?” cevabını akla getirecek, bir şâirin dediği gibi -o tabiri kullanmıyorum- “Ne idüğü…” tabirini akla getirecek şeylerden tevakkî adına,

hemen -bir yönüyle- oraya fikrî/zihnî surlar oluşturmalı.[2]

***

TEDEBBÜR: BÜTÜNCÜL “NAZAR”LA BAKMA

Tam zihinleşip hafızada karar kılmış böyle bir şuura tezekkür, tahattur, tedebbür ve tefekkür taalluk eder ki, bu artık basit ve ibtidâî kabul ettiğimiz tek buudlu şuur değil, tahlil ü terkibe müsait değişik eb’âdı haiz tam bir şuurdur.

Terkib ü tahlile giren böyle bir şuur, hafızada birer zihnî surete bürünür ve aklın kullanmasına müsait hâle gelir ki, asıl ilim de işte bu merhaleyi müteakip ortaya çıkar. Akıl, her zaman şuurun çakmasıyla devreye girer ve zihne akan bilgilerin taakkul ve tedebbürüyle ruhî duruma göre kuvve-i müfekkireyi tetikler; böylece tasavvur, taakkul, tefekkür sistemleri bir bir harekete geçer ve şuurdan zihin laboratuvarlarına, bu laboratuvarlardaki tahlil ve terkip imbiklerine yerleşik bilgiler akmaya başlar; derken latîfe-i rabbâniyenin rengine, iradenin desenine göre yeni yeni komprimeler ortaya çıkar. [14]

Ayrıca, aynı çizgide “tedebbür” kelimesi de  (Nisa, 82) ayetinde olduğu gibi geçmektedir:  Tedebbür; önü-sonu itibariyle meseleye bakma..  o kelamın keyfiyetine ve ihtiva ettiği manalara dikkat etme..  İşte bunlar bir yönüyle mebde-müntehâ itibariyle meseleye “bütüncül bir nazarla bakma demektir.

“Böyle bir mazhariyeti ihraz edenlerin sineleri her zaman marifet ve muhabbetle çarpar.. ruh, eşya ve hadiselerin çehresinde esmâ-i ilâhiyenin tecellilerini müşahede ile sermest yaşar.. sır, sıfât-ı sübhâniyeyi teemmül ve tedebbür le daha ötelere açılma gerilimi içine girer.. ve bütün letâif, bulunduğu bunları temaşa rasathanesinde, “Zât-ı Baht” mülahazalarına dalarak  “Basar ve basiretler O’nu mahiyet-i nefsü’l-emriyesine muvafık şekilde ihâta edemez, ama O eder.” (En’âm sûresi, 6/103) hakikatiyle hayret ve heymân soluklamaya durur. Zaten Söz Sultanı, sözleri en âlî beyanların sultanı da “Tefekkür1 buraya kadar!..” demiyor mu?!.” [4] 

TEDEBBÜRÜ İHRAZ ETMİŞ ADANMIŞIN

1)- Sineleri her zaman marifet ve muhabbetle çarpar..

2)- Ruh, eşya ve hadiselerin çehresinde esmâ-i ilâhiyenin tecellilerini müşahede ile sermest yaşar..

3)- Sır, sıfât-ı sübhâniyeyi teemmülve tedebbür le daha ötelere açılma gerilimi içine girer..

4)-  Bütün letâif, bulunduğu bunları temaşa rasathanesinde, “Zât-ı Baht” mülahazalarına dalar

5)- “Basar ve basiretler O’nu mahiyet-i nefsü’l-emriyesine muvafık şekilde ihâta edemez, ama O eder.” (En’âm sûresi, 6/103) hakikatiyle hayret ve heymân soluklamaya durur.

 TEZEKKÜR: TAHLİL/TERKİP

Okuduğu, temaşa ettiği şeylerden mana çıkararak, onlarda “terkip” ve “tahliller”de bulunarak, yeni yeni bir kısım sonuçlara varmak

Sürekli beyinden bir kısım tayfların yukarıya doğru çıkması ve sürekli onlara bir mukabelenin bulunması.. kendisine yeni yeni ufukların açılması…

O düşünmeyi böyle kabul ederseniz şayet, -tabii başkalarının düşüncelerinden de istifade mahfuz- insan sürekli kazanan, ticaret yapıp da kazanan, “bir”leri “bin” eden bir insan haline gelir.[5] 

TEZEKKÜR: TAHLİL TERHİB İLE BİRLERİ BİN EDEN ADANMIŞ

1)- Yeni yeni  sonuçlara varmak

2)- Sürekli beyinden bir kısım tayfların yukarıya doğru çıkması

3)- Sürekli onlara bir mukabelenin bulunması..

4)- Kendisine yeni yeni ufukların açılması…

 

DÜŞÜNCE DE DERİNLİK VE KENDİMİZ OLABİLME [8]

 “ Dolayısıyla da bütün bu olumsuz düşüncelerden sıyrılma, Engin düşünce ufuklarına açılma, düşüncede kendimiz olabilme, Allah ve Resûlü’nün  gösterdiği ufka müteveccih bulunma, Kur’ân’ın tevcihleri istikametinde hareket ederek birer , tezekkür, tedebbür ve tefekkür insanı olabilme, sürekli yeni yeni terkipler yapma, yeni yeni tahlillerde bulunma.. evet, bütün bunlar aşağılık kompleksiyle kolu kanadı kırılmış nesiller için çok kolay gerçekleşecek işler değildir. Bunlar gerçekleştirilemeyecek işler de değildir [8] 

 ADANMIŞIN DERİN DÜŞÜNME HUSUSUNDAKİ YOL REHBERİ:

HEDEF: KABUĞUNU KIRIP YENİ BİR HAYATA YÜRÜME MECBURİYETİ VAR”

1-SÜREKLİ ZORLAMALI

2- TEFEKKÜR: BİLİNENİ BASAMAK YAPARAK BİLİNMEYENİ KEŞFETME

3-TEZEKKÜR: TAHLİL/TERKİP

4-TEDEBBÜR: BÜTÜNCÜL “NAZAR”LA BAKMA

5- BAŞKALARININ DÜŞÜNCELERİNE SAYGI VE FİKİR ALIŞVERİŞİ

6– KOLLEKTİF ŞUURA MÜRACAAT

7-BİRBİRİMİZİ REHABİLİTE ETME VE MÜZAKERE

8-BİZİM SUSUP “ONU DİNLEME” MİZ LAZIM

9-TAKLİTİ TAHKİKE TAŞIMA

10- ŞÜKÜR… HEPSİ ALLAH’TAN.. HEPSİ ALLAH’TAN!..

 

1- SÜREKLİ ZORLAMALI

Yeniden onun, tıpkı bir civcivin yumurtanın kabuğunu kırıp çıkması gibi, o daracık hayat şartlarından farklı hayat şartlarına çıkması için, engin bir tefekküre ihtiyaç var.

Meseleleri “tefekkür” süzgecinden geçirerek, “teemmül”e tâbi tutarak, önü-arkası deyip “tedebbür” mülahazasıyla ele alarak, sürekli zorlamalı “yâd” diyebileceğimiz “tezekkür”le onlara bakarak, diyeceğimiz-edeceğimiz şeyleri dersek, her şey yerli yerine oturur ve Allah’ın izniyle bir anlam ifade eder.

5- BAŞKALARININ DÜŞÜNCELERİNE SAYGI [8]

BAŞKALARININ DÜŞÜNCELERİNE SAYGI VE FİKİR ALIŞVERİŞİ: 

Kendi dar görüşünü, öbürlerinden alacağı-vereceği şeylerle, te’âtilerle öyle çoğaltabilirdi ki, bir umman haline getirebilir Fakat insanın başkalarının düşüncelerine saygılı olması, -evet o tabirle ifade edilebilir- “düşünme immün sistemi”ni güçlendiren bir faktör dür.

“DÜŞÜNME İMMÜN SİSTEMİ:

Bela ve musibetlere karşı immün sistemi diyebileceğimiz “iman, tevekkül, teslim, tefviz, sika” gibi dinamikler de bir yönüyle “immün sistemi”dir. O  olumsuz şeyleri, negatif şeyleri kıracak, tadil edecek, yumuşatacak faktörlerdir bunlar.

“İhsan şuuru”nu da buna dâhil edebilirsiniz: “Allah’ı görüyor gibi olma!”; oturuşunda, kalkışında, kıpırdanışında, hareketlerinde, konuşmalarında, ses tonunda, O’nu (celle

celâluhu) görüyor ve O’nun (celle celâluhu) huzurunda bulunuyor gibi olma.  Bu açıdan da her düşünceye karşı saygılı olmak, esastır.

Bela sarmalından sıyrılmanın ilk şartı durağanlıktan kurtulmak, onun da en önemli vesilesi akl-ı selim sahibi mefkûre insanlarıyla istişare yapmaktır.

Bu açıdan, durağanlık çok tehlikelidir; ölümcül bir hastalık gibidir. Ne olursa olsun, dört bir yandan sarılsak, musibetler/belalar sarmalı içinde kalsak da yapmamız gerekli olan şey harekettir. Bu cümleden olarak mutlaka “meşverete, akl-ı selime müracaat etmek lazımdır. Aklı başında olan, o işin tecrübesini edinmiş ve bir yönüyle işleye işleye onu geliştirmiş bulunan insanlarla oturup, “Genel durum şudur, tablo şudur; acaba bundan sıyrılmanın yolu ne ola?!.” diyerek konuşursunuz. Başkalarının düşüncesine saygı mülahazasıyla oturursunuz, “Dediğim dedik!” değil. “Benim dediğim olmazsa, ben öyle meclislere iştirak etmem!” düşüncesi, şeytanî mülahazadır. Ona değil, Peygamber mülahazasına tâbi olmak lazımdır. [9]( Bamteli: SADÂKAT İKSİRİ VE DURAĞANLIK ZEHRİ 25/02/2018)

6- KOLLEKTİF ŞUURA MÜRACAAT [10]

Ele alacağımız meselelerde, hususiyle Hizmet’e ve umumun hukukuna taalluk eden meselelerde, “kolektif şuur”a müracaat etmeyi gerektirir.

Kendi düşüncelerimizden daha çok “makul” bulduğumuz başkalarının düşüncelerine saygılı olma..  onları bir yönüyle bize verilmiş karşılıksız bir sermaye gibi kullanma.. düşüncemizi, onların verdiği o şeylerle derinleştirme…

Allah Rasûlü, her meseleyi ashabıyla istişare ederek onların görüşlerini alıyor ve planladığı her işi maşerî vicdana mâl ediyordu.

Buna destek olabilecek bir faktör daha vardır ki, o da, “meşverettir, “ortak akıl”dır. Esas, “kolektif şuura müracaat etmek”; büyük-küçük demeden, herkesin düşüncesini almak ve herkesin düşüncesini saygıyla karşılamak7… Diyeceğimiz-edeceğimiz şeyler mevzuunda, herkesin düşüncesini bir unsur olarak kabul etmek, hesap içinde mütalaaya almak ve “Şöyle bir mülahaza, şöyle bir düşünce de vardı!” demek, çok önemlidir. Meşveret[10] 

7- BİRBİRİMİZİ REHABİLİTE ETME MÜZAKERE [11]

“Akl-ı selim” ile, “kalb-i selim” ile, “ruh-u selim” ile meseleleri mütalaaya müzakereye alarak, çok ciddi bir “tezekkür” ve “tedebbür” ile meseleyi ele alarak, başkalarından alacağımız şeylerle, Allah’ın izni ve inayetiyle, kendi düşüncemize öyle blokajlar oluştururuz ki, onunla Allah’ın izniyle cihanları fethederiz.

Derin bir “tefekkür”le, bir “tezekkür”le, içinde bulunduğumuz o kabuğu kırarak, yeni bir hayata yürüme mecburiyetindeyiz. Bu da bir araya geldiğimiz zaman, birbirimizi rehabilite etmemize vâbeste.

Hususiyle günümüzde -antrparantez diyeyim- okumayı, “ferdî kitap okuma”ya bağlamamak lazım; esas “Müzakere ederek okuma” olmalı.

Şayet onu, arkadaşlarla bir araya gelip müzakere ederseniz.. ve “Başkaları bu mevzuda ne diyor, şârihler ne diyor?” derseniz, oradaki o hâdiseler ve o hadislerle dillendirilen vak’alar, din-i mübin-i İslam’ın özünü esasını anlama adına, bir yönüyle hayatın felsefesini anlama adına, Siyer’in felsefesini anlama adına size öyle şeyler ilham eder ki, Allah’ın izni ve inayetiyle…

Münferiden, kitabı eline alıp okuma, bir şey ise de, her şey değildir. Onu üç-beş arkadaş yan yana gelerek, Hazreti Pîr-i Mugân’ın ortaya koyduğu ölçü içinde okumak lazımdır. Bir evde beş-on insanın bir araya gelerek ve müzakere ederek Nur’ları okuması gibi…

Müzakere edilerek okunacak o kadar çok kitap var ki, onlar, bizi düşünce ufkunda çok sürpriz âlemlerde gezdirir; âdetâ -o tabiri son günlerde çok kullanıyorum  “Göz görmemiş, kulak işitmemiş, aklınıza gelmemiş çok farklı ufuklar!”da gezdirir, çok farklı şeyleri temaşa imkânı verir. Öyle meşherlerde sizi dolaştırır ki, sadece yanlarından geçip gitmeniz bile, size çok şey bulaştırır.

Heyhat ki, hususiyle içinde yaşadığımız zaman diliminde ve şartlarda bu duyguyu tetikleme, ihya etme, diri tutma oldukça zor bir meseledir.

Bu önce inanmaya, sonra imanda derinleşmeye, akabinde marifete yürümeye ve nihayet müzakere meclisleri kurarak, okunması faydalı eserleri okuyarak, muhavereleri sohbet-i Cânân etrafında örgüleyerek, fikir ve duygu alış-verişiyle irfan ocağını iyice kızıştırarak, böylece sürekli köpürüp duran bir marifete ulaşarak Allah aşkını ve O’na iştiyakı yüreklerde canlı tutmaya bağlıdır. Şayet, bu hususta muvaffak olunursa, işte o zaman insanlar, o ebedî istikbal iştiyakıyla, “Vallahi önümüzde öyle bir gelecek var ki, dünyevî ikbal ve istikbal olsa da olur, olmasa da!..” diyeceklerdir. Bu mülahazayla, asıl istikbale im’an-ı nazar edecek ve böylece yoldakilerle oyalanıp gerçek hedefi şaşırma yanlışlığına düşmekten de kurtulacaklardır. [11] 

 —

8- TAKLİTİ TAHKİKE TAŞIMA [12] 

O taklit, Usuluddin ulemasının ifade ettiği gibi “yeterli mi, değil mi?” Fakat çoklarının o tahkik ufkuna ulaşamaması mülahazasına binaen, orada bir yönüyle tercihte bulunarak, “Taklidî iman makbuldür!” demişler. Bu, bir yönüyle, bizim gibi avam insanları kurtarmaya matuf, o Usuluddin lemasının, re’fet ve şefkatin tesiriyle yaptıkları bir tercih ve bir içtihattır.

İnşaallah hata etmemişlerdir. Ama asıl mesele: Taklit, bir şey ise, tahkike bir merdiven olması, bir basamak olması itibariyle bir şeydir. O sizi tahkike taşıyorsa, Allah’ın izni ve inayetiyle, bir kıymeti vardır; yoksa olduğunuz yerde emekleyip duruyorsanız, takılıp yollarda kalıyorsanız, – biraz evvelki mülahazalara bağlayın- çuvaldız boyu yol almayla meseleyi noktalıyorsanız şayet, aslında siz bir adım bile atmamışsınız demektir Hak ve hakikat yolunda Yine Kur’an-ı Kerim, “Şimdi, Allah’ın rahmetinin eserlerine bak ki, öldükten sonra yeri nasıl diriltiyor!” (Rûm, 30/50) gibi Siz, ona bütün benliğinizle inanır, onu içtenleştirirseniz, Allah’ın izni ve inayetiyle, “teemmül”ünüz, “tedebbür”ünüz, “tezekkür”ünüz, “tefekkür”ünüz sizin için bir şey ifade etmiş olur. Yoksa bundan mahrum fikirlere, düşüncenin falsosu nazarıyla bakılabilir.

“Demek ki, Cenâb-ı Hakk’ın azabından kurtulmanın yolu da, O’nu bilinmesi gerekli şekilde bilmek. O taklit, Usuluddin ulemasının ifade ettiği gibi “yeterli mi, değil mi?” Fakat çoklarının o tahkik ufkuna ulaşamaması mülahazasına binaen, orada bir yönüyle tercihte bulunarak, “Taklidî iman makbuldür!” demişler. Bu, bir yönüyle, bizim gibi avam insanları kurtarmaya matuf, o Usuluddin ulemasının, re’fet ve şefkatin tesiriyle yaptıkları bir tercih ve bir içtihattır. İnşaallah hata etmemişlerdir. Ama asıl mesele: Taklit, bir şey ise, tahkike bir merdiven olması, bir basamak olması itibariyle bir şeydir. O sizi tahkike taşıyorsa, Allah’ın izni ve inayetiyle, bir kıymeti vardır; yoksa olduğunuz yerde emekleyip duruyorsanız, takılıp yollarda kalıyorsanız, – biraz evvelki mülahazalara bağlayın- çuvaldız boyu yol almayla meseleyi noktalıyorsanız şayet, aslında siz bir adım bile atmamışsınız demektir Hak ve hakikat yolunda. [12] 

9- BİZİM SUSUP ONU DİNLEMEMİZ LAZIM [13] 

İnsanlığın İftihar Tablosu (sallallâhu aleyhi ve sellem), şu ayeti okuduğu zaman ağlıyor; “Bunu okuyup da ağlamayanlara, çeneleri arasında çiğeyip de bunun hakkında düşünmeyenlere yazıklar olsun!..” diyor

 “Göklerin ve yerin yaratılışında ve gece ile gündüzün sürelerinin de değişerek birbiri peşi sıra gelişinde, elbette (Allah’ın kudret ve hakimiyetini gösteren) pek çok işaretler, deliller vardır gerçek akıl ve idrak sahipleri için.” (Âl-i İmran, 3/190)

“Onlar ki Allah’ı gâh ayakta divan durarak, gâh oturarak, gâh yanları üzere zikreder, göklerin ve yerin yaratılışı hakkında düşünürler ve derler ki: Ey Yüce Rabbimiz! Sen bunları gayesiz, boşuna yaratmadın. Seni bu gibi noksanlardan tenzih ederiz. Sen bizi o ateş azabından koru!” (Âl-i İmran, 3/191)

Evet, o sâlih ve halis kullar tefekkür ediyorlar. Düşünüp tefekkür edince ne diyorlar O terkiplerle, o tahlillerle, o bilinen küçük şeylerden, o sezilen küçük şeylerden, o belli olan küçük şeyden bilinmeyen, sezilmeyen, belli olmayan daha büyük şeylere nüfuzla Allahım, Sen bunları boş yaratmamışsın! Bunlarla bir şey ifade ediyorsun Sen!

Ve Senin Kur’an’ın da bu bir şey ifade eden şeyleri okuyor bize. Dolayısıyla da bizim susup onu dinlememiz lazım. Ona kulak vermemiz lazım. Onu bir “mercek”, onu bir “projektör”, onu bir “dürbün”, onu bir “rasathane” olarak kullanarak, tekvinî emirleri hallaç etmemiz lazım. Bize düşen şey de budur. Demek ki, Cenâb-ı Hakk’ın azabından kurtulmanın yolu da, O’nu bilinmesi gerekli şekilde bilmek.

 

10- ŞÜKÜR… HEPSİ ALLAH’TAN.. HEPSİ ALLAH’TAN!..

Cenâb-ı Hak, verdiği nimetleri, “tedebbür”le, “tefekkür”le, “tezekkür”le, “teşekkür”le artırsın!.. “Şurası bir gerçek ki, eğer şükrederseniz nimetimi hiç şüphesiz artırırım; ama eğer nankörlük edecek olursanız, bu takdirde azabım kesinlikle çok çetindir.” (İbrahîm, 14/7)

Gâfilâne bakanlar, “Ben yaptım!” diyebilirler; ârifâne bakanlara gelince, onların vird-i zebânı, “YAPAN O’DUR! YAPAN, O’DUR!..” “(EY RASÛLÜM,) DE Kİ: HEPSİ ALLAH’TAN.” (Nisâ, 4/78)

Biz, Cenâb-ı Hakk’ı tanımamız, O’nu tasdik etmemiz ve imanımız sayesinde, bu dünyayı bir zikirhâne, bir eğitim alanı ve bir imtihan meydanı gibi görürüz. İrademizin yetersiz kaldığı noktada, Allah Teâlâ’nın sonsuz iradesine dayanır; üstesinden gelemeyeceğimiz konularda O’nun kudretine itimat ederiz. Dolayısıyla, kendi acizliğimize rağmen Hakk’ın kudretiyle güçlü olur; fakr u zaruret içinde bulunduğumuz anlarda bile O’nun servetiyle zenginleşiriz. Şu dünyadaki bütün doğumları askerlik vazifesine başlama, ölümleri de askerlikten terhis olma sayarız. Bundan dolayı da bizim nazarımızda kâinattaki herkes ve her şey birer vazifeli memurdur ve her ses birer zikir, tesbih ve şükür12 nağmesidir.

 Öyle bir İNSİBAĞLA MÜNSEBİĞ olursunuz ki öyle bir atmosfer içine girip çıkınca; ufkunuz birden bire derinleşir, MESELELERE DERİNCE BAKARSINIZ.

DERİNCE DÜŞÜNMEK, MAHRUTÎ DÜŞÜNMEK, bütüncül bir nazara ulaşmak için bugün böyle bir mütalaaya ihtiyaç var.

—-

[1] Kırık Testi: EN GÜZEL’E GİDEN YOL  11/02/2018

[2] Bamteli: GÜCÜN KAPIKULU FETVACILAR VE ISMARLAMA İFTİRALAR 30/07/2017

[3] K. ZÜMRÜT TEPELERİ-1 _TEFEKKÜR

[4] ÇAĞLAYAN: ARALIK ORTA SAYFA _KENDİ DERİNLİĞİYLE LATÎFE-İ RABBÂNİYE-2

[5] Bamteli: KIVAM KAHRAMANLARI  13/03/2016.

[6] Bamteli: HİZMET’İN ALTI ESASI  29/01/2017

[7] Bamteli: TÜRKİYE PERSPEKTİFİNDEN İÇTİMÂÎ RUH  08/01/2017

[8] Kırık Testi: DÜŞÜNCENİN ENGİNLEŞMESİ 22/11/2015

[9] Bamteli: SADÂKAT İKSİRİ VE DURAĞANLIK ZEHRİ 25/02/2018

[10] Bamteli: İÇTİMAÎ HUZUR VE YÜKSELİŞİN VESİLELERİ  12/02/2017

[11] KIRIK TESTİ: İSTİKBAL ENDİŞESİ  11/03/2018

[12] 524.Nağme: DÜŞÜNCENİN ÖNÜNDEKİ GULYABÂNÎLER 08/09/2016

[13] KIRIK TESTİ: ARŞ’I TİTRETEN ÇIĞLIKLAR  04/03/2018

[14]  K. ZÜMRÜT TEPELERİ-3 _ZİHİN