YENİ UFUKLARA AÇILMAK İÇİN

“DÜŞÜNCEDEN AKSİYONA MÂKULİYET”

Özetle;

1)- İçinde Bulunulan Zamanın Farkında Olmak

2)- Kur’an-ı Kerim’in gösterdiği Yolun Mâkuliyeti

3)- Kur’an-ı Kerim’in konuları ele alış şekli, çok yönlü ayrı bir mâkuliyet örneği

4)- Sürdürülebilir Tefekkür ve Amelde Mâkuliyet

5)- Müstakim Düşünceler Müstakim Davranışlar Doğurur

6)- Mâkuliyet; “Kur’an Mantığı ve Ortak Aklın kabul ettiği hakikat” demektir

7)- Takip edilen metodun mantık ve mâkuliyet çizgisinde birleşmesinin rolü

8)- En Mâkul Hizmet Yolu

9)- Gaye-i Hayal’de Mâkuliyet

10)- İradenin mâkul sınırlar içinde kullanılması

11)- Hakkın Hatırını hep yüksekte tutmalı

12)- Susmanın daha mâkul olduğu yerler

13)- Hizmetin Muvazene ortamlarında anlatılması

14)- Hatalarını gören ve bunların farkında olan insanın aynı vartaya düşmemek için mâkuliyet arayışı

 —

 SAMİMİYETİN ÖNEMLİ BİR DERİNLİĞİ MAKUL VE MANTIKLI DAVRANMAKTIR.” (***)

“Sen insanları Allah yoluna hikmetle, güzel ve makul öğütlerle dâvet et, gerektiği zaman da onlarla en güzel tarzda mücadele et. Rabbin, elbette, yolundan sapanları en iyi bildiği gibi kimlerin doğru yola geleceğini de pek iyi bilir.”

(Nahl Sûresi, 16/125)

 —

1)- İçinde Bulunulan Zamanın Farkında Olmak

Eskimemenin, başka bir ifadeyle sürekli yeni kalabilmenin önemli bir vesilesi de insanın yaşadığı zamanın farkında ve şuurunda olmasıdır.

Biz, ibnü’l-vakt yani zamanın çocukları olduğumuza göre, içinde yaşadığımız zamanı iyi bilmemiz ve zamanın gereklerine göre bir usûl takip etmemiz gerekiyor. Mesela benim bugün kalkıp, İzmir veyahut Edremit’te vaaz ettiğim otuz-kırk sene evvelki yol ve usûlle insanlara bir şeyler anlatmam doğru olmaz. Çünkü bugünün insanları o günün insanlarından farklıdır.

Belki bugün birçoğu o günkü söylenenleri ezbere bilmektedir. Bugün yapılması gereken ise, anlatılan hususları felsefî derinlikleriyle ele alma ve meselelerin mâkuliyeti üzerinde durmaktır.

Eğer siz bunu yapabilirseniz, insanlar, anlatılanları dinlemeye değer bulacaktır. Yoksa hakikat aynı hakikat olmasına rağmen muhataplar hakikate karşı müstağni davranabilirler.

Madem Muallim-i Ezelî ve Ebedî, Kur’ân’da tasrif yaparak bize bir kapı aralıyor, yapmamız gerekli olan vazifeler hususunda bize bir yol gösteriyor, o hâlde bizim de bunu çok iyi değerlendirmemiz gerekir.[1]

2)-Kur’an-ı Kerim’in gösterdiği Yolun Makuliyeti

Bediüzzaman’ın, sık sık üzerinde durup, mutlaka okunmasını ve temâşâ edilmesini istediği kâinat kitabı ve varlık meşheri, mâkulü temsil eden enbiyâ, asfiyâ, evliyâ ve İslâm ulemasından tevarüs edilegelen bir anlayışın ifadesidir.

Zamana bağlı çizgi farklılığı mahfuz, verilen mesaj ve takip edilen yol hep aynıdır; arz u sema tetkike tâbi tutulacak.. eşya ve hâdiseler hallaç edilecek.. her şey götürülüp gerçek sahibine bağlanacak.. sonra da vicdanlarda bu mâkuliyetin itminanı duyulacak ve mârifete dönüşen ilimler birer zevk-i ruhanî kaynağı hâline gelecek.. derken, yerküredekiler ve semadakiler aynı ruh haletini paylaşacak.

Kur’ân pek çok âyât-u beyyinâtıyla bize bu yolu salıklar ve mâkuliyeti, düşüncenin sonsuza bağlanması şeklinde yorumlar.

Takip edilen yol;

a)- arz u sema tetkike tâbi tutulması

b)- eşya ve hâdiseler hallaç edilmesi

c)- her şey götürülüp gerçek sahibine bağlanması.

d)- vicdanlarda bu mâkuliyetin itminanı duyulması

e)- mârifete dönüşen ilimlerin birer zevk-i ruhanî kaynağı hâline gelmesi

f)- yerküredekiler ve semadakiler aynı ruh haleti içinde olmaları

3)- Kur’an-ı Kerimin konuları ele alış şekli çok yönlü ayrı bir mâkuliyet örneği

Kur’ân, kâinat kitabıyla alâkalı referanslarının yanında, ele aldığı konuları takdimdeki sağlamlığı, muhtevasının düşündürücülüğü, mesajlarının kuşatıcılığı, ifadelerinin sihri, üslûbunun müessiriyet ve inandırıcılığı ile de çok yönlü ayrı bir mâkuliyet örneği ortaya koyar.

Evet o, sırtını vahye dayadığı gibi hep akıl yörüngeli bir yol takip eder. Bütün mesajlarını akla, mantığa, muhakemeye tesbit ve tescil ettirerek muhataplarının kapılarını çalar.. alâka uyaran bir üslûpla gönüllere yürür.. aklın, hissin, şuurun itirazlarına meydan vermeyecek bir çerçevede konuşur.. ve talebelerini mâkuliyet adına sürekli rehabilite eder. O, iç içe yüzlerce konuyu, tek bir mevzuun tahlilinde bile zor ulaşılır bir ahenkle sunmasından, her mesajındaki içtenlik ve tesirine, inanca açık gönülleri itminana ulaştırmasından mütereddit ruhları ikna etmeye kadar her mevzuda arkasını vahye dayar ve insanlarla alış verişini mâkulün yamaçlarında gerçekleştirir.

Bu açıdan diyebiliriz ki; eşyayı temâşâ edip hâdiseleri okuyabilenler, okuyup tevhide bağlayanlar mâkulü takip ettikleri gibi, Kur’ân’ı duyup, dinleyip içine sindirenler de hep aklî bir yol takip etmiş sayılırlar.

Kur’an-ı Kerimin konuları ele alış şekli çok yönlü ayrı bir mâkuliyet örneği;

a)- takdimdeki sağlamlığı ile

b)-muhtevasının düşündürücülüğü ile

c)-mesajlarının kuşatıcılığı ile

d)- ifadelerinin sihri ile

e)- üslûbunun müessiriyet ile

f)- ve inandırıcılığı ile

O’nun yolu

1)- hep akıl yörüngeli bir yol takip eder.

2)- Bütün mesajlarını akla, mantığa, muhakemeye tesbit ve tescil ettirerek muhataplarının kapılarını çalar..

3)- alâka uyaran bir üslûpla gönüllere yürür..

4)- aklın, hissin, şuurun itirazlarına meydan vermeyecek bir çerçevede konuşur..

5)-  talebelerini mâkuliyet adına sürekli rehabilite eder.

6)- O, iç içe yüzlerce konuyu, tek bir mevzuun tahlilinde bile zor ulaşılır bir ahenkle sunar

7)- her mesajındaki içtenlik ve tesiri,

8)- inanca açık gönülleri itminana ulaştırması

9)- mütereddit ruhları ikna etmesi

10)- her mevzuda arkasını vahye dayar

11)-  insanlarla alış verişini mâkulün yamaçlarında gerçekleştirir.

 —

4)- Sürdürülebilir Tefekkür ve Amelde Mâkuliyet

Kur’ân-ı Kerim, bir tek defa bile pasif akıldan bahsetmediği gibi, sadece maziye yönelik bir aklî ameliyeden de bahsetmez.

Bilâkis Kur’ân-ı Kerim, geniş zamanda sürdürülecek bir tefekkürden bahsetmek suretiyle, geçmişin yanında bugünün ve yarınların da tefekkür edilmesini ister.

Dolayısıyla insan, geçmişle aklî ve mantıkî irtibatlar kurmanın yanında, yaşadığı çağı ve gelecek zamanı da tefekkür imbiklerinden geçirmeli ve her adımını makuliyet zemininde atmalıdır.

Ayrıca söz konusu ayet-i kerimelerin aktif akla işaret etmesi, tefekkürdeki sürekliliği vurgulaması açısından da çok önemlidir.[2]

5)- Müstakim Düşünceler Müstakim Davranışlar Doğurur

Bu sebepledir ki, müstakim düşünceyi temsil eden insanlar, başkalarının ortaya attıkları tutarsız ve asılsız isnatlar karşısında asla değişmemeli –elbette ki iftiralar karşısında, tavzih, tashih, tekzip ve hatta tazminat hakkını kullanma her zaman için mahfuz– ve hep iffet ve ismetlerini muhafaza gayreti içinde olmalıdırlar.

Evet, biz sürekli müstakim düşünmeliyiz ki, bu nazarî düşünce üzerine bina edeceğimiz amel ve fiiller de müstakim olsun.

Yoksa esen her fırtınayla birlikte biz de başımızı alır bir tarafa savrulursak, yürüdüğümüz güzergâhı kaybeder, patikalara düşer ve neticede yolunu yitirmiş insanlar gibi yol kaybına maruz kalırız. [3]

6)- Mâkuliyet; Kur’an mantığı ve ortak aklın kabul ettiği hakikat demektir

Aslında bir insanın “bana göre” deyip de aldığı bir kararın, söylediği bir sözün makul olduğunu iddia etmesi, o şeyin makul olduğu mânâsına gelmez. Çünkü makulün “bana göre”si olmaz. Makul demek, ortak aklın kabul ettiği hakikat demektir.

Hususiyle makul, Muhasibi’nin ifadesiyle, Kur’ân aklının, Kur’an mantığının kabul ettiği hakikattir.

Dolayısıyla bir insan herhangi bir düşüncesinin makul olup olmadığını test etmek istiyorsa, onu önce Kitap ve Sünnet’in kriterlerine vurmalıdır.

Bunlar yapılmadığı takdirde insanın makul olarak gördüğü düşünceler her zaman için, nefis hesabına söylenmiş sözler olabilir.[4]

7)- Takip edilen metodun mantık ve mâkuliyet çizgisinde birleşmesinin rolü

Bazıları bu hizmeti, ehl-i dünyanın farklı hedefleri gerçekleştirmek için bir araya gelerek kurdukları bir organizasyon şeklinde düşünebilir. Hatta hareketin belli siyasi hedeflere yöneldiğini de tevehhüm edebilir.

Hâlbuki yapılan bütün hizmetler kültür mirasımızın temel disiplinlerinden kaynaklanmakta ve bununla Allah’ın bize yüklediği bir vazife eda edilmektedir.

Diğer bir ifadeyle bu, insanlığa ait sorumluluklarımızı yerine getirme çabasıdır. Hatta biraz daha derinlemesine meseleye bakıldığında, bunların insana artı değer kazandıran birer amel olmadığı, bilâkis temel kulluk görevi ve önceden verilmiş nimetlere karşı bir şükür ve hamd vazifesi olduğu anlaşılacaktır.

İşte insanlar yapılan bu hizmetleri, dinin kendilerine yüklediği sorumluluklar çerçevesi içinde gördüğünden ve aynı zamanda takip edilen metodun mantık ve makuliyet çizgisinde birleştiğinden ötürü bu iş katlanarak büyümeye devam etmektedir.[5]

 —

8)- En Makul Hizmet Yolu

Mevzuu hulâsa edecek olursak; en mâkul hizmet, Allah Resûlü’nün hareket tarzı içindeki hizmettir. Çünkü Kur’ân, Allah Resûlü’nün bizler için bir misal ve numune-i imtisal olduğunu ifade buyurmaktadır. Rabbim bizi hep bu istikamette hizmete muvaffak kılsın.

Bu hizmet en mâkul hizmettir. Bu ölçüyle bakınca “Falanınki yanlış, filanınki de doğrudur.” dememek gerekir. Mühim olan kıstastır. Kur’ân bir zümre müstesna –o zümre ki daima insanlığın başının belâsı olmuş, küfre kilitlenmiş, imana ve ehl-i imana cibillî düşmanlık besleyenlerdir– hak ve hakikati duyurma adına herkese açık durmayı emreder. Herkesle belli ölçüde münasebeti yeğler ve bizi hakkın tercümanı olmaya çağırır.[6]

9)- Gayei Hayal’de Makuliyet

Ancak, hayal için hayal diyebileceğimiz kupkuru ve hedefi olmayan tahayyülatın da hiçbir mânâsı ve faydası yoktur. Binaenaleyh, insan Kur’ân okurken, makul olan ve en azından akliyat içinde değerlendirebileceği şeyleri düşünmesi, hayalini harekete geçirmesi yararlı olur. Yoksa kâh burada, kâh orada veya kâh öbür tarafta tahayyül eden birinin tahayyülü de, tefekkürü de, taakkulü de, yani aklını kullanması da anlamsız, faydasız ve abes bir iştigaldir.

Meseleyi bu zaviyeden ele alınca, hayalde yüce bir gayenin olması gerektiği kendiliğinden ortaya çıkmaktadır. Evet, insanın, şahsî ve içtimaî hayatı adına, kendine çok büyük şeyleri gaye-i hayal yapması oldukça önemlidir.

Küçük hedeflere bağlı yaşayan veya bütün bütün hedefsiz olan bir kimse, hayalleri ölçüsünde bir insan olarak ömrünü geçirir, öyle ölür ve öteki hayatı da ona göre şekillenir.

Netice itibarıyla hayal, insanda tam hedefini bulamayınca, vicdan daralacak, çok geniş olan âleme açık insanî ufuk kararacak ve o insan bütün bütün hodgamlaşacaktır.[7]

10)- İradenin Makul sınırlar içinde kullanılması

İradenin Allah’ın gösterdiği istikamette ve makul sınırlar içinde kullanılması da çok önemlidir. Meselâ sizler, savunageldiğiniz dava adına ölesiye koşturur ama iradenizin hakkını tam vermez, onu dengeli bir biçimde kullanmaz, kullanamaz veya iradenizi kuvvetlendirecek sair unsurlar ile onu besleyemezseniz, birtakım önü alınmaz yanlışlıklar içine düşmeniz her zaman söz konusu olabilir.

Yani Asr-ı Saadet şablonunu, içinde yaşanılan şartları, insan ve irade faktörünü hesaba katmadan, “Hizmet için … ve hedefe bu yolla yürüyeceğiz.” der ayak diretirseniz, irade mevzuunda imtihanı kaybetmiş sayılırsınız.

Hâlbuki irade, mantıkî ve hissî boşluklara çarpmamalı, çeşitli destekleyici unsurlarla daima beslenmelidir.

Hatta bu bağlamda irade mutlaka şuur ile birleştirilmelidir. Böylece o, daha bir derinliğe ulaşacak ve mehbit-i vahy-i ilâhî veya ilham-ı ilâhî olan latîfe-i rabbaniye, irade hesabına harekete geçebilecektir.[8]

11)- Hakkın hatırını hep yüksekte tutmalı

Mesela siz bir konuyla alâkalı fikrinizi beyan ediyorsunuz. Fakat muhatap olduğunuz kimse bunun tam aksini düşünüyor. Böyle bir durumda şayet siz, “Efendim, ben bu meseleyi böyle biliyordum. Fakat sizin ifadelerinize baktığımda meselenin farklı bir yanı olduğunu da gördüm.” şeklinde bir mukabelede bulunursanız, belki de karşı taraftaki kişi bir süre sonra tekrar size gelecek ve “Daha önce konuştuğumuz mesele, sizin dediğiniz gibiymiş.” diyecektir. Bu defa da siz, “Teşekkür ederim, ne kadar da insaflısınız.” diyerek mukabelede bulunacaksınız. Bu itibarla insan, hakikatin saygıyla kabullenilmesi ve sinelere mâl edilmesi adına gerekirse kendi benliğini, kendi tecrübe ve bilgi birikimini biraz ayaklar altına almalı ama hakkın hatırını hep yüksekte tutmalıdır. Başka bir ifadeyle, makulün makul karşılanması arzu ediliyorsa, başkalarının çok defa makul olmayan düşünceleri bile kendi makuliyeti içinde değerlendirilmeli, onlara karşı sineler her zaman açık tutulmalı ve onların hak ve hakikati kabullenebileceği bir samimiyet ortamı oluşturulmalıdır.[9]

12)- Susmanın daha makul olduğu yerler

Söze saygı gösterilmeyen bir yerde susmak daha makul ve insanın beyan edeceği kendi düşüncesine saygının gereğidir.

Çünkü konuşulan söz hak bile olsa, muhataplar baştan tepki verince sonradan onu kabul etmeleri çok zor olur.

Hatta böyle bir durum karşısında oradan ayrılıp giden insanlar sonradan oturur kalkar ve kendi aralarında o düşüncenin uygulanmaması için yeni yeni bahaneler uydurabilirler.

Bu açıdan genel hissiyatın hakikate saygı duyacağı sezildiği an konuşulmalıdır ki, herkes ondan istifade etsin.[10]

13)- Hizmetin Muvazene ortamlarında Anlatılması

Müslümanlık münaferet atmosferinde anlatılmaz. Zira nefret ortamında en mâkul hakikatler bile tepki görür; o, muarefe ve muvazene ortamında anlatılmalıdır.[11]

14)- Hatalarını gören ve bunların farkında olan insanın aynı vartaya düşmemek için makuliyet arayışı

Hâlbuki hatalarını gören ve bunların farkında olan insan, ortaya çıkan her bir olumsuz hâdise karşısında oturup düşünecek ve bir daha aynı hatayı yapmama adına alternatif çare arayışlarına girecektir.

Evet, falso ve fiyaskoyu kendinden bilen insan bir daha aynı vartaya düşmemek için makuliyet ve mantıkıyet içinde hareket edecek ve gerekli olan bütün tedbirleri almaya çalışacaktır.

Mesela insanları sevk ve idare konumunda bulunan bir yönetici, mesul olduğu insanların arasında uyuşmazlıklar ortaya çıktığında bundan ders ve ibret alacak, aynı huzursuzlukların bir daha tekrarlanmaması adına bütün ihtimalleri gözden geçirip her bir ihtimal için birkaç çözüm yolu üretecektir.

Yani daha baştan ortaya koyduğu plân ve projelerde muhtemel problemlerin farklı farklı alternatif çözümleri olacaktır.[12]

 

DUAMIZ O DUR Kİ;

Rabbimiz, insî ve cinnî şeytanların kışkırtmalarından ve yakınımızda bulunup bizi kirli atmosferlerinin tesiri altına almalarından Sana sığınırız!..

“Her işimizde ve her şe’nimizde/halimizde bizimle beraber ol, aleyhimizde olma Allah’ım!

 “Allah’ım! İnsî ve cinnî şeytanların dürtülerinden, onlardan gelecek kafa karıştırıcı sinyallerden bizi muhafaza buyur! Ve onların bizim huzurumuzu ihlâl etmelerine de meydan verme, bizim ile postnişin olmasınlar!”

“Allah yolunuzu açık etsin, yürüdüğünüz yolda sizi sabit-kadem eylesin!..

 

***

[1] Ruhumuzun Heykelini Dikerken-2 _ Aklın İki Yüzü ve Makuliyet

[2] İnsanı hakikate ulaştıran nurdan helezon: Tefekkür  16 Kasım 2014.

[3] MEFKURE YOLCULUĞU_ FİKİR İFFETİ

[4] Kırık Testi_ Merkez Muhit Hattında İstikamet Çizgisi_15/09/2013

[5] BUHRANLI GÜNLER VE ÜMİT ATLASIMIZ (KIRIK TESTİ – 14)_Hizmetlerin anlatılmasında makul ve objektif çizgi  

[6] Prizma-5 (Kendi İklimimiz) _ EN İSABETLİ HİZMET YOLU

[7] Prizma-5 (Kendi İklimimiz) _ GAYE-İ HAYAL OLMAZSA…

[8] Prizma-1_ İrade ve İmtihan

[9] BUHRANLI GÜNLER VE ÜMİT ATLASIMIZ (KIRIK TESTİ – 14)_Hakkın hatırını hep yüksekte tutmalı

[10] BUHRANLI GÜNLER VE ÜMİT ATLASIMIZ (KIRIK TESTİ – 14)_Yeter ki Konuşan Hakikat Olsun!

[11] Fasıldan Fasıla-5_ Müslümanlık

[12] BUHRANLI GÜNLER VE ÜMİT ATLASIMIZ (KIRIK TESTİ – 14)_Hâdiselerin Dilini Doğru Okuma