HESAPLI YAŞAYAN ADANMIŞIN YENİDEN

DİRİLİŞ TALEBİ

BAMTELİ MÜZAKERESİ:

BÖLÜM-1: HAK YOLUNA BAŞ KOYMUŞ ADANMIŞLARIN “GÖNÜL UFKUNDA DİRİLİŞİ”

BÖLÜM-2:

ANA METİN:

GÖNÜL UFKUNDA DİRİLİŞ (18 KASIM 2018)

Evet, öyle bir fasla yönelme sath-ı mâilinde, yolların ortasında, tercih etme durumunda bulunuyoruz.

İsabetli bir tercihte bulunabilecek miyiz, bulunamayacak mıyız?!.

Olduğumuz yerde mi kalacağız, kendimize mi takılacağız?!.

Onun için Hazreti Bediüzzaman diyor ki: 

Hazer et, dikkatle bas, batmaktan kork; bir lokma, bir kelime, bir dane, bir lem’a, bir işarette, bir öpmekte batma! Dünyayı yutan büyük letâiflerini onda batırma.” 

Çoğaltabilirsiniz: Bir kulak kabartma, bir göz dikme, bir dudak oynatma, bir hiç öyle olmadığın halde öyle görünme, hiç öyle olmadığın halde öyle çalım çatma, hiç öyle olmadığın halde kendini öyle ifade etme… Bütün bunlar, insanı batıran şeylerdir.[1]

ÖZETLE;

1)- Risale-i Nur Penceresinden: Dünyayı Yutan Büyük Letâiflerini Onda Batırma.”

2)- Kalbi Ölüme Sürükleyen Marazlar

3)- Kimler Hesaplı Yaşar?

4)- Şeytanın Hücum Oklarına Karşı Batmaktan Korkmak.

5)- İmanın Gereği Akibetinden Endişe Etme, Korkma Değil Tir Tir Titreme!

6)- Hesaplı Yaşama ve Muhasebe Şuuru

7)- İstiğfar: Yeniden Dirilişin Abı Hayatı

8)- Peygamber Yolu ve İffet Abideleri

9)- Yeniden Bir Cennet Kurma ve Emaneti Muhafaza

10)- Yeniden Diriliş Talebi

***

1)- RİSALE-İ NUR PENCERESİNDEN: “DÜNYAYI YUTAN BÜYÜK LETÂİFLERİNİ ONDA BATIRMA.”

ON YEDİNCİ LEM’A_ONDÖRDÜNCÜ NOTA_ÜÇÜNCÜ REMİZ

Ey insan! Fâtır-ı Hakîm’in senin mâhiyetine koyduğu en garip bir hâlet şudur ki, bazen dünyaya yerleşemiyorsun. Zindanda boğazı sıkılmış adam gibi “Of, of!” deyip dünyadan daha geniş bir yer istediğin hâlde, bir zerrecik bir iş, bir hâtıra, bir dakika içine girip yerleşiyorsun. Koca dünyaya yerleşemeyen kalb ve fikrin, o zerrecikte yerleşir. En şiddetli hissiyâtınla o dakikacık, o hatıracıkta dolaşıyorsun.

Hem senin mâhiyetine öyle mânevî cihâzât ve latîfeler vermiş ki; bazıları dünyayı yutsa tok olmaz. Bazıları bir zerreyi kendinde yerleştiremiyor. Baş, bir batman taşı kaldırdığı hâlde; göz, bir saçı kaldıramadığı gibi; o latîfe, bir saç kadar bir sıkleti, yani gaflet ve dalâletten gelen küçük bir hâlete dayanamıyor. Hattâ bazen söner ve ölür. Madem öyledir; hazer et, dikkatle bas, batmaktan kork. Bir lokma, bir kelime, bir dane, bir lem’a, bir işarette, bir öpmekte batma! Dünyayı yutan büyük letâiflerini onda batırma. Çünkü çok küçük şeyler var, çok büyükleri bir cihette yutar. Nasıl küçük bir cam parçasında; gök, yıldızlarıyla beraber içine girip gark oluyor. Hardal gibi küçük kuvve-i hâfızanda, senin sayfa-yı âmalin ekseri ve sahâif-i ömrün ağlebi içine girdiği gibi; çok cüz’î küçük şeyler var, öyle büyük eşyayı bir cihette yutar, istiab eder.

 

2)- KALBİ ÖLÜME SÜRÜKLEYEN MARAZLAR

Bir lokma, bir kelime, bir dâne, bir lem’a, bir işaret ve bir öpmekle batma!”

Üstad Hazretleri On Dördüncü Nota, Üçüncü Remiz’de insan mâhiyetine konan mânevî cihâzât ve latîfelerin farklılığından; bazılarının dünyayı yutsa doymayacağından, bazılarının ise bir zerreyi dahi kendinde barındıramayacağından bahsediyor.

Bazı latîfelerin, tüy kadar bir ağırlığa, yani gaflet ve dalâletten gelen küçük bir hâlete dayanamayacağını ifade ediyor ve 

Mâdem öyledir, hazer et, dikkatle bas, batmaktan kork. Bir lokma, bir kelime, bir dâne, bir lem’a, bir işaret ve bir öpmekle batma!” diyor.

Meşrû dairedeki lezzetler keyfe kâfî iken ve gayr-ı meşrû dairede, bir zevk içinde binlerce elem bulunuyorken bu hakikati görmezlikten gelme kalbi ölüme sürükler.

Bazen şahsın içinden gelmeyen sahte bir tavır, yalan bir beyan, faydasız bir söz onu manen ölüme götürür.

Hak edilmeyen haram bir lokma, o lokmayı yiyenin gönül dünyasını mahveden bir zehir oluverir.

Kibir de kalbi öldürücü virüslerden biridir.Kibirle meşbû bulunan bir vicdan, kâinatta sayfa sayfa yazılmış mucizeleri göremez, mahlûkatın binlerce dille anlattığı hakikatleri idrak edip anlayamaz. Bundan dolayı olsa gerek, Peygamber Efendimiz, “Kalbinde zerre miktar kibir bulunan insan Cennet’e giremez.” buyurmuşlardır.

Çünkü kalbinde kibir ve gurur bulunan kimse için hidayet yolları tıkanmıştır.[2]

3)- KİMLER HESAPLI YAŞAR?

Hesaplı yaşamak ve bir hata ile her şeyi batırmamak için Hazreti Üstad’ın şu ifadesine uygun davranmak gerekmektedir: 

Mâdem öyledir, hazer et, dikkatle bas, batmaktan kork. Bir lokma, bir kelime, bir dâne, bir lem’a, bir işaret ve bir öpmekle batma! Dünyayı yutan büyük letâifini onda batırma.[3]

Üstad Hazretleri Ondördüncü Nota, Üçüncü Remiz’de insan mâhiyetine konan mânevî cihâzât ve latîfelerin farklılığından; bazılarının dünyayı yutsa doymayacağından, bazılarının ise bir zerreyi dahi kendinde barındıramayacağından bahsediyor. Bazı latîfelerin, tüy kadar bir ağırlığa, yani gaflet ve dalâletten gelen küçük bir hâlete dayanamayacağını ifade ediyor ve “Mâdem öyledir, hazer et, dikkatle bas, batmaktan kork. Bir lokma, bir kelime, bir dâne, bir lem’a, bir işaret ve bir öpmekle batma!” diyor.

Hazreti Ömer Efendimiz, “Hesaba çekilmezden evvel sürekli kendi kendinizle hesaplaşın.” buyurmuştur. Esasen herkesin kendisiyle böyle bir hesaplaşması olmalıdır. İnsanın hesaplı yaşaması lazımdır ki ötede veremeyeceği hesaplarla karşı karşıya kalmasın.

Hesaplı yaşamak ve bir hata ile her şeyi batırmamak için Hazreti Üstad’ın şu ifadesine uygun davranmak gerekmektedir:

Mâdem öyledir, hazer et, dikkatle bas, batmaktan kork. Bir lokma, bir kelime, bir dâne, bir lem’a, bir işaret ve bir öpmekle batma! Dünyayı yutan büyük letâifini onda batırma.”

Kutsî hadiste Allah (celle celâluhu), “Harama bakmak, şeytanın zehirli oklarından bir oktur. Kim Benden korkarak nazarını başka yere çevirirse, ona hazzı kalbde duyulan bir imanı tattırırım.

Gelin Allah aşkına, Allah’tan utanarak, bir heyeti mahcup edecek densizliklere girmemek için sur üstüne surlar, kale üstüne kaleler oluşturalım, üst üste kapılar koyalım; şeytan ve avenesi geldiği zaman “Beyhude yorulma, kapılar sürmelidir!.” diyelim. [4]

4)- ŞEYTANIN HÜCUM OKLARINA KARŞI BATMAKTAN KORKMAK..

Kulluk yolunda yürüyenlerin ayaklarının kayabileceği bazı tehlikeli noktalar vardır ve biz bu kaygan zeminlere “mezelle-i akdâm” deriz.

Çünkü tarih boyunca, çok güçlü ve çalımlı bir edayla yola çıkan ama daha birkaç adım ilerlemeden üzerine bastığı bir nohut tanesinden dolayı tepetaklak giden ve hiç beklemediği bir virajdan uçuruma yuvarlanan binlerce insan olmuştur.

Bazen küçük bir çakıl taşıyla tökezleyip yere kapaklanan insanoğlunun, kayacağı zaman ve zemini tahmin etmesi de her zaman mümkün olmayabilir.

İnsan, başlangıçta hiç de önemsemediği bu küçük inhiraflar yüzünden zamanla yoldan çıkıyor, kendi kimliğinden uzaklaşıyor, değer ölçülerine karşı yabancılaşıyor ve her an düşebileceği bir kaygan zemine girmiş oluyor; bazen sürçüyor, bazen düşüyor, bazen de yüzüstü kapaklanıyor ve bir daha da belini doğrultamıyor.Hep iki büklüm ve kambur olarak yürümeye mahkûm oluyor.

ŞEYTANIN HÜCUM OKLARI

Bediüzzaman Hazretleri’nin, “Hücumât-ı Sitte” diyerek ele aldığı en tehlikeli şeytânî tuzaklar da birer mezelle-i akdâmdır.

Hubb-u câh, korku, tamâ, ırkçılık, enaniyet ve tenperverlik gibi kapanlara yakalanarak latîfelerini öldüren insanların sayısı da hiç az değildir.

Makam arzusu, tanınma tutkusu ve şöhret düşkünlüğü demek olan hubb-u câh az çok hemen her insanda vardır ve başta ehl-i dünya olmak üzere pek çokları için öldürücü bir kayma noktasıdır.

Kimseden korkmamanın yegâne çaresinin, korkulması gereken gerçek kaynaktan korkmak olduğunu bilmeyenler için de havf bir ölüm çukurudur.

Şeytandan gelen bu hücum okları, isabet ettiği insanları ciddi şekilde yaralayan, yatağa düşüren ve hatta öldüren birer virüs gibidir.

Mesela, tamâ hissi, tûl-i emelden, uzun yaşama arzusundan ve bitmeyen isteklerden kaynaklanır; ona yakalanan bir kimse, hiç ölmeyecekmiş gibi hayata bağlanır; gözü asla doymaz, onu da ister, öbürünü de. Bu isteklerini elde etmek için o kapı bu kapı deyip sürünüp dururken hiç farkına varmadan çürür gider.

Hususiyle de günümüz insanları için en kaygan zeminlerden birisi enaniyettir. Hayatı kendi benliğine göre yorumlama, her şeyi şahsî takdir ve tercihlerine bağlama.. umuma açık olan ve vicdan genişliğinden kaynaklandığı için fevkalade bir enginliği bulunan şeyleri kendi dar vicdanına, daha doğrusu daralttığı vicdanına göre değerlendirerek pek çok genişi daraltma.. dolayısıyla dünya kadar himmet ona açık duruyorken kapıları sürgüleme ve istifadeye kapalı olma.. işte, bütün bunlar, iyi bir mü’min olma yollarında buzlanma hasıl eden ve zincirleme kazalara sebebiyet veren faktörlerdir ve hepsi de bir yönüyle sefahet sebebidir.

İnsan, dünya ve içindekilerle doyuma ulaşamıyor. Cennetten ve saadet-i ebediyeden başka hiçbir şeye razı olmuyor; Allah’tan başka hiçbir şeyle huzuru bulamıyor.[5]

5)- İMANIN GEREĞİ AKİBETİNDEN ENDİŞE ETME, KORKMA DEĞİL TİR TİR TİTREME!

Bu açıdan diyebiliriz ki, bir insanın akıbetinden tir tir titreyecek ölçüde endişe etmesi, onun imanının kemaline delalet eder.

İman öyle bir cevherdir ki, hakiki mü’min onun gerçek ve zatî değerini çok iyi bildiğinden, sürçerek, düşerek veya kapaklanarak, sırtında taşıdığı bu kıymetli cevheri kaybetmekten korkar.

Üstad Hazretleri: “Hazer et, dikkatle bas, batmaktan kork. Bir lokma, bir kelime, bir dane, bir lem’a, bir işarette, bir öpmekte batma.” diyerek bu önemli hususa dikkat çeker.

Yani sayılan bu hususlardan bir tanesi bile, insanı sel gibi alıp götürebileceğinden, inanan bir insan, imanını kaybetmeme adına her zaman böyle bir korku ve endişe içinde olmalıdır.

“KORKMA, TİR TİR TİTRE!”

Havf u recâ mevzuunda Hazreti Ömer Efendimiz’e nispet edilen güzel bir söz vardır: “Bana deseler ki, bütün insanlar Cennet’e, tek bir insan Cehennem’e gidecek. ‘Acaba o ben miyim?’ diye endişe ederim. Ve yine bana deseler ki, peygamberlerin dışında bütün insanlar Cehennem’e, tek bir insan Cennet’e gidecek. Allah’ın rahmetinin enginliğinden ‘Acaba o insan ben miyim?’ diye ümit ederim.” İşte böyle bir havf u recâ dengesi çok önemlidir.

Burada istidradi olarak Hazreti Gazzâlî’nin mülâhazasını da arz edeyim: İmam Gazzâlî, ihtiyarlıktan önce, ölümün keşif kolları henüz vücudu istila etmemişken daha ziyade havfın; ihtiyarlık döneminde ise recânın ağır basması gerektiğini ifade eder.

Yani insan sağlığı, sıhhati yerindeyken Allah’tan çok korkmalı ve tir tir titremelidir. Ölümün soluklarını hissettiği günlerde ise, ümitsizliğe düşmemek için recâ duygusu ağır basmalıdır.

Bir gün Zübeyir Ağabey, Üstad Hazretlerine: “Üstadım, akıbetimden çok korkuyorum!”

deyince aldığı cevap şu olur: “Korkma! Tir tir titre!”

Yani o kadar endişe içinde ol ki, âdeta yiyeceğin yemekler boğazında düğümlensin kalsın.

Buna karşılık insan vefat edeceği esnada:

Allah’ım ben Sana geliyorum. Sen şimdiye kadar Sana ümitle gelen insanların hiçbirisini o kapıdan boş çevirmedin. Sen, kapının tokmağına dokunan hiç kimseye ‘hayır’ demedin. Hiç kimsenin ayıbını yüzüne vurmadın. Çok küçük sermayelerle bile Sana teveccüh eden insanları, çok âlî sermayelerle gelmiş ziyaretçiler gibi kabul buyurdun ve onlara iltifat ettin.” mülâhazalarıyla dolup taşmalıdır.

Üstad Hazretlerinin Lem’alar isimli eserinde, yaşlılıkla alâkalı bahislere “recâ” ismini vermesi de böyle bir mülâhazayla alâkalı olabilir.[6]

6)- HESAPLI YAŞAMA VE MUHASEBE ŞUURU

Fakat bunun yanında insan, sık sık kendini murakabeye tâbi tutmaktan da geri durmamalıdır.

Çünkü burada hesaplı yaşarsanız, öbür tarafta altından kalkamayacağınız hesaplarla karşı karşıya kalmazsınız.

Resûl-i Ekrem Efendimiz’in (sallallâhu aleyhi ve sellem), “Benden sonra peygamber gelseydi bu, Ömer olurdu.” (Tirmizî, menâkıb 17) buyurduğu o büyük insan,

Hesaba çekilmeden evvel, kendinizi hesaba çekiniz.” (Tirmizî, kıyâmet 25) mülahazasıyla hayatını hep muhasebe şuuru içinde geçirmiştir.

Bu itibarla insan, ciddî bir matematik mantığına göre hayatını tanzim etmelidir.

Çünkü bir tarafta, birleri on, onları yüz, yüzleri de bin yapma imkânı varken, diğer yandan yapılan küçük bir hata ile bütün bunların heba edilmesi ihtimal dâhilindedir.

Başka bir ifadeyle insan, hayatını ciddî bir hesaba bağlı yaşadığı takdirde birleri bin yapabilecekken, hesapsız yaşadığı takdirde, çok küçük hatalarla yıkılabilir.

Bundan dolayıdır ki ruhlarımıza ışık saçan Hazreti Pîr-i Muğan,

Hazer et, dikkatle bas, batmaktan kork. Bir lokma, bir kelime, bir dâne, bir lem’a, bir işaret ve bir öpmekle batma! Dünyayı yutan büyük letâifini onda batırma!” (Lem’alar s.169-170 (On Yedinci Lem’a)) diye ikazda bulunmuştur.[7]

7)- İSTİĞFAR: YENİDEN DİRİLİŞİN ABI HAYATI

Allah Resûlü (aleyhissalâtü vesselâm) istiğfarın ehemmiyetini,

Kim amel defteriyle mutlu olmak isterse, oraya çok istiğfar yazdırsın.”

(Kenzü’l-ummâl, 1/475, hadis no: 2065) ifadeleriyle açıklamıştır.

Kendisi de o ufkun en zirvede kahraman-ı zîşânı olan Hazreti Ruh-u Seyyidi’l-Enâm (aleyhi efdaluttahiyyât ve ekmelütteslîmât), günde yüz defa istiğfar ettiğini beyan buyurmuştur. Bu durumu, O’nun marifet ufku itibarıyla sürekli terakkisine verebileceğiniz gibi, rehberliğine de bağlayabilirsiniz.

Zira bir toplumun, bir heyetin önünde bulunan insan, iyi veya kötü, bütün tavır ve davranışlarıyla arkasındakilere örnek teşkil eder.

Aynen öyle de, sürekli hayır ve hasenat peşinde koşan bir rehber, arkasındaki insanların hayra yönlendirilmesinde çok önemli bir müşevvik olur.

Esasında, hangi seviyede olursa olsun, sorgulayıcı bir nazarla sergüzeşt-i hayatına bakan bir insan, orada “estağfirullah” diyeceği pek çok hata ve kusur bulabilir.

Mesela bir yerden bir yere giderken gözüne bir haram ilişmiş olabilir. Kendisine, birisinin güzel sıfatlarından bahsedildiğinde bundan rahatsızlık duyarak, ona bir laf çarpmış olabilir.

Başka bir zaman gıybet bataklığına düşmüştür de belki farkında bile değildir.

İşte insan bu gibi günahların her birinin tek başına insanı batırabileceğini düşünmeli ve derhal istiğfara yönelmelidir.

Hazreti Pir, Hazer et, dikkatle bas, batmaktan kork. Bir lokma, bir kelime, bir dane, bir lem’a, bir işarette, bir öpmekte batma. Dünyayı yutan büyük letâiflerini onda batırma. diyerek, küçük gibi algılanan günahların bile insanı batırabileceğine dikkatleri çekmiştir.[8]

8)- PEYGAMBER YOLU VE İFFET ABİDELERİ

Adanmışlık ve beklentisizlik, peygamberler yoludur; onlar, bütün hayatlarını mesajlarını sunma yolunda kullanmış ama kimseden bir şey beklememişlerdir. (03:30)

Peygamberler (alâ nebiyyina ve aleyhimüsselam), özellikle sıdk, emanet, tebliğ, fetânet ve ismet-iffet gibi çok mümtaz vasıflarla muttasıftırlar.

Peygamber yolunda yürüyenlerin de bu üstün ahlâkı esas edinmesi ve bu güzel vasıfları temsil etmesi lazımdır.

Peygamber yolunda yürümeyenlerin, Müslüman olsalar bile, yer yer şeytan güzergâhına girme ihtimali vardır.

İffet, umumî manâsıyla, iradenin gücünü kullanarak cismanî ve behimî arzuları kontrol altına almak, zinadan ve sefihlikten uzak durmak demek olsa da onu daha geniş ve şümullü olarak ele almak da mümkündür.

Bediüzzaman Hazretlerinin, “Helal dairesi geniştir, keyfe kâfi gelir. Harama girmeye hiç lüzum yoktur.” şeklinde dile getirdiği ölçüye göre iffet, meşru daire içinde yaşayıp gayr-i meşru sahaya nazar etmeme, el uzatmama, adım atmama demektir.

Hususiyle âli bir heyet içinde yürüyen insanların işledikleri küçük bir iffetsizlik, küçük bir ismetsizlik, küçük bir sadakatsizlik gibi hata ve günahlar, bütün o heyeti, o camiayı mahcup edecek şekilde ortaya çıkabilir.

Öyle bir âli heyetin her ferdi tıpkı bir vücudun uzuvları gibidir. Bu açıdan onlardan hiçbiri “Ben topuktum, ben dizdim; bana sıçrayan çamurdan, levsiyâttan başkalarına ne!..” diyemez.

Allahım, benimle arkadaşlarımı mahcup etme; arkadaşlarımla da hem beni hem de arkadaşlarımı mahcup etme!..

Bir topuk, kirlenme mevzuunda gerekli olan hassasiyeti göstermiyorsa, umum camianın hukukuna tecavüz ediyor ve şeytan gibi zararlı oluyor demektir. Umum o camia ona “Hakkımı helal ettim!” demedikten sonra onun Cennet’e girmesi şüphelidir.

İnanan insanlar, umumun hukuku adına, “Allahım, Senin sevmediğin bir şeye göz dikeceksem canımı al; kulak kabartacaksam canımı al, belimi kır, hak ile yeksan et!” diyecek kadar yiğitçe davranmalıdırlar.

Madem yol peygamberler yoludur, onların evsaf-ı lazimesi olan sıfatlarla serfiraz bulunma o yolda başarılı olmanın tek şartıdır.

İffetli yaşama, dünyaya meyl ü muhabbet etmeme.. nifaka sapmama, insanları aldatmama, kendini alkışa salmama…

Bu âlemin erkânı budur; ille de bu âlem içinde kendinize bir yer bulmak istiyorsanız, ismet-iffet, sıdk-sadakat, emanet, tebliğ ve fetânet lazım. [9]

9)- YENİDEN BİR CENNET KURMA VE EMANETİ MUHAFAZA

Bunlar, yitirdiğimiz Cennet’in temel unsurlarıdır. Yeniden bir Cennet kurmayı düşünüyorsanız, malzemesi budur.

Allah’ın bize lütfettiği dünyayı, ihsanları nefsimize uyarak yıkmayalım!..

Gelin insanımızı mahcup etmeyelim, iffetimizle yaşayalım. Arzularımızı unutalım, gömelim; üzerine kayalar yükleyelim onların.. ölmez insan.. ve öbür tarafımızı mahvetmeyelim!..

Rabbim, zayıfım, tutarsızım, kaymaya müheyya bulunuyorum; kaydırıp yanlış iş yaptırıp bunca insanı benimle mahcup etme!..

Yük ağır, emanet muhterem.. elli tane eskortla götürseniz yine de yetmez.

Basiret eskortu, dikkat eskortu, temkin eskortu, cemaatten ayrılmama eskortu, dua eskortu, ibadet ü taat eskortu…

Bu emanete dokundurmamak için elli tane eskortla gitseniz yine az gelir.[10]

EMANETİ MUHAFAZA

O hâlde gelin Allah aşkına, bütün bir heyeti mahcup edecek bu türlü densizliklere girmemek için sur üstüne surlar, kale üstüne kaleler oluşturalım. Bununla yetinmeyip üst üste kapılar koyalım.

Şeytanın aveneleri geldiği zaman da, “Beyhude yorulma, kapılar sürmelidir.” diyelim.

Böylece bulunduğumuz konumda Allah’ın izniyle emn ü eman içinde irşad ve tebliğ vazifesini yerine getirelim.

Allah’ın bize lütfetmiş olduğu dünyayı ve onun içindeki bir kısım güzellikleri nefsimize uyarak yıkmayalım.

Hâsılı yük ağır, emanet çok muhterem.

Bu emaneti elli koruma ekibiyle götürseniz, yine de yeterli olmaz. Zira bu emanet, Allah’ın emaneti, Resûlullah’ın emaneti, mücedditlerin ve selef-i salihînin emaneti.

O hâlde gelin Allah aşkına, insanımızı mahcup etmeyelim bu mevzuda!

İffetimizle yaşayalım, arzularımızı gömelim, gömmekle de yetinmeyelim, üzerine kayalar koyalım.

Böylece imanımızı muhafaza altına alalım, ahiretimizi mahvetmeyelim.

Fırsat doğunca keselerini, cüzdanlarını, çantalarını doldurmak suretiyle ahiretlerini mahvedenler gibi olmayalım.

Dünyayı her şey sananların aldandığı gibi biz de aldanmayalım. Karunlaşanlar gibi karunlaşmayalım; firavunlaşanlar gibi firavunlaşmayalım.

Bilâkis Ruh-u Seyyidi’l-Enâm (sallallâhu aleyhi ve sellem) gibi, Ebû Bekir, Ömer, Osman ve Ali (radıyallahu anhüm ecmaîn) gibi hareket edelim! [11]

10)- YENİDEN DİRİLİŞ TALEBİ

Hasılı, insanda her zaman hem bir ölüm, hem de bir yeniden diriliş meydana gelir. Ölme ve dirilme her zaman vardır.

Fakat, unutmamak lazım ki, Kur’an’ın “O, ölüden diriyi, diriden de ölüyü çıkarır ve ölmüş toprağa hayat verir.” (Rum, 30/19) diyerek tavsif ettiği bir Rabbimiz var bizim.

O her zaman ölüden diriyi, diriden ölüyü çıkarabilir ve çıkarmaktadır. Ayetin metninde geçen ifadede fiil kipleri kullanılmaktadır. Bu kip geniş zamana, yani eskilerin ifadesiyle, “şimdiki hâle ve istikbale” delalet eder.

Allah, şu anda ölüden diriyi çıkarıyor, gelecekte de bunu yapmaya kâdirdir ve yapacaktır.

Demek ki, yaralı kalblerimizin tedavisi ve sönmeye yüz tutmuş hatta ölmüş latîfelerimizin yeniden canlanması hususunda da Allah’ın lütuf kapısı açıktır.. ve biz de işte o kapının tokmağını çalmaya namzetiz.

Bizim sadece tekmil verip karşısında hazır ol vaziyetine geçmemiz iktiza ediyor. Elpençe divan durmamız, “bahtına düştük” dememiz;

Allahım, kalblerimize yeniden hayat ver, latîfelerimizi bir kere daha canlandır.” niyazında bulunmamız gerekiyor.

Bu açıdan, bir kısım latîfelerimiz ölebilir; fakat, ölen latifeler katiyen hayatî olanlar değildir.

Ayrıca, Allah onların hepsini diriltip bize ba’s ü bade’l-mevt ihsan edebilir. Bu mevzuda yapılacak şey, dua, tazarru ve niyazdır; tevbe, inabe ve evbedir; herkesin seviyesine göre Cenabı Hakk’a teveccüh etmesi ve O’ndan diriliş dilenmesidir.

[1] GÖNÜL UFKUNDA DİRİLİŞ (18 KASIM 2018)

[2] 509. Nağme: KİBİR MARAZI VE BÜYÜKLÜĞÜN MİKYASI_ 28 Nisan 2016

[3] RAMAZAN, ORUÇ VE TAKVA_ 05 Haziran 2016.

[4] İFFET.. ALLAH AŞKINA, İFFET!..: 08 Temmuz 2013

[5] KÜRSÜDEN GÖNÜLLERE_DİKKATLE BAS BATMAKTAN KORK_ 24 Şubat 2012.

[6] İman Huzuru ve Akıbet Endişesi_ 29 May 2011

[7] İRŞAD MESLEĞİ VE İFFET SURLARI_ 12 Nisan 2015

[8] MUHASEBE VE İSTİĞFAR_ 05 Kasım 2012.

[9] İFFET.. ALLAH AŞKINA, İFFET!..: 08 Temmuz 2013

[10] İFFET.. ALLAH AŞKINA, İFFET!..: 08 Temmuz 2013

[11] İRŞAD MESLEĞİ VE İFFET SURLARI_ 12 Nisan 2015