KESİNTİSİZ VE DENGELİ AKSİYON
BAMTELİ / KIRIK TESTİ MÜZAKERESİ:
AKSİYON İNSANI VE HİZMET ENERJİSİ
1- “O (sav), etrafında boğazlanmaya hazır kahramanlar, insanlar olsa da hayatının hiçbir ânında, dengeleri gözetmede kusur etmedi.”
Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem) Mekke’de peygamberliğiyle ilk zuhur ettiği dönemde bile etrafında boğazlanmaya hazır kahramanlar, insanlar vardı. Bunların her biri O’nun gözlerinin içine bakıyor ve buyruk bekliyorlardı. Hazreti Ebû Bekir öyleydi, Hazreti Zeyd öyleydi, Hazreti Ebû Zer öyleydi ve nihayet Hazreti Hamza, Hazreti Ömer ve diğerleri de öyleydi. Pek çoğu defalarca ayaklar altına alınıp çiğnendi. İşkencelerin en acımasızına maruz bırakıldılar ama, hiçbiri kat’iyen döneklik göstermedi. Yâsir, Sümeyye ve onlar gibi davrananlar bu civanmertliklerin dâsitanî kahramanları. Evet, Allah Resûlü etrafında her zaman işte böyle serdengeçtiler oldu; fakat O, hayatının hiçbir ânında, dengeleri gözetmede kusur etmedi.
2- “… denge gözetilmediğinde, hezimet ve mağlubiyetin kaçınılmaz olduğu şartlarda, kahramanlık gösterisi sadece bir ihanettir.”
Zaten bir kısım kimselerin yapmak istediği ilk ve en klasik oyun da Müslümanları böyle bir platforma çekmektir.
Bu oyuna gelmeyenlerin sayısı oldukça azdır, dersem, kat’iyen ifademde mübalâğa olduğu düşünülmesin.
Ne var ki, meseleyi müşahhaslaştırmak bazı ruhları incitebilir düşüncesiyle, şimdilik bu kadarıyla iktifa ediyorum.
3- “Aksiyon ve hamleler her zaman dengeli olmalıdır. Zamanın çıldırtıcılığına karşı sabırla, temkinle işi âheste âheste götürmek de ayrı bir derinliktir.”
Bütün insanlığa ulaşmak ve teker teker her ferde lâhûtî mesajlar ulaştırmak elbette hepimizin aşk ölçüsünde istediği ve arzu ettiği bir sorumluluktur.
Ancak, zamanın çıldırtıcılığına karşı sabırla, temkinle işi âheste âheste götürmek de ayrı bir derinliktir.
Bu yönüyle Güneş Ülkesi yazarı Campanella’yı takdir ederim. Campanella bir İtalyan düşünür ve yazarıdır. Savunduğu fikir ve düşünceler elbette şu anda konumuz değil. Ancak İspanya zindanlarında tam 27 sene çile çeken bu insan, merhum Necip Fazıl’ın ifadesiyle, elinin ifraz ettiği ter, demir parmaklıkları çürütmüş; fakat o, düşüncelerinden zerre kadar taviz vermemiş ve yetiştirdiği talebeleriyle fikirlerini istikbale taşımıştır.
Hatırlayın Mikelanj’ı!. Bir heykel yapımında kendisini o denli işine kaptırmış ki, heykel tamamlandığında çizmelerini çıkarmak istemiş de, ayağının derisi çizmeleriyle beraber çıkıvermiş… İşte insan yüklendiği misyona bu denli kilitlenmeli. Ama bu hizmet şuuru onun dengesiz davranmasına sebebiyet vermemelidir.
4- “Bizler, sırtında yumurta dolu küfe taşıyan insan hassasiyetini hayatımızın hiçbir döneminde ihmal etmemeliyiz.”
Sırtımızda sadece bugünün neslinin değil, daha doğmamışların, hatta bir asır sonra doğacakların vebal ve mesuliyetleri var.
Yapacağımız en küçük ihmal zincirleme olarak, gelecek yıllara, asırlara sarkabilir. Aksiyonun tarifinden habersiz bazı kişilerin, kasıtlı veya gaflet yüzünden bizleri pasiflikle itham etmeleri hiç önemli değil.
5- “Bizler, bizlere çarpan her şeyi, aynen atmosfer gibi sinemizde erite erite yolumuza devam etmeliyiz.”
İşimiz çok… Vakit ve enerji israfına da mecalimiz yok.
—-
SÜREKLİ VE KESİNTİSİZ AKSİYON
6- “Zulme maruz kalınan dönemler bir gece karanlığı şeklinde düşünülmeli; asla ye’se ve karamsarlığa düşülmemeli”
Evet, zulme maruz kalınan dönemler bir gece karanlığı şeklinde düşünülmeli; asla ye’se ve karamsarlığa düşülmemelidir. Zira her kışın bir baharı olduğu gibi, her gecenin de bir sabahı vardır.
Dolayısıyla geceden sonra bir gündüzün geleceği unutulmamalı, gecenin karanlıklarında aydınlık bir geleceğin plânı yapılmalıdır. Aynı şekilde bir gündüz yaşarken de arkasından başka bir gecenin geleceği hesaba katılmalıdır.
Başka bir ifadeyle mü’min, gündüzün aydın, ferih fahur ikliminde atını mahmuzlayıp sağa sola sürerken, günün arkasında başka bir gecenin olduğunu ve o gece için de ayrı bir plân ve strateji hazırlaması gerektiğini unutmamalıdır.
Zira dünya üzerinde bugüne kadar temerrütler hiç eksik olmadığı gibi bugünden sonra da kimi zaman ilhad ve küfür eksenli, kimi zaman da haset ve kıskançlık yörüngeli mütemerritler çıkacak, bin bir türlü entrika ve tuzaklarla yolları tutup bekleyeceklerdir.
7- “Bu yüzden ne gecenin karanlığına takılıp paniklemeli ne de gündüzün aydınlığına sevinip ferih fahur yaşamalı; gecede gündüzle ilgili plân ve projeler, gündüzde de geceye dair stratejiler geliştirmelidir.”
8- “İnanan gönüller, ömrünün her ânını daimî bir amel-i salih yörüngesinde değerlendirmeli…
Böylece inanan gönüller, ömrünün her ânını daimî bir amel-i salih yörüngesinde değerlendirmeli; gecelere gündüz aydınlığı, kışlara bahar sıcaklığı taşımalıdır.
Haddizatında iman, insana her durumda ve her şartta imkân ölçüsünde amel-i salih mükellefiyeti yüklemektedir.
Bu mânâdaki sürekli ve kesintisiz aksiyonu anlama adına Metaf’taki yürüyüşü de hatırlayabilirsiniz. Malûm olduğu üzere tavaf yapan kişi, ortam müsait olduğu zaman tavafı kısa adımlarla koşar gibi yürüyerek gerçekleştirir (remel), fakat izdiham olduğunda da kimseye eziyet etmemek için yerinde zıplar durur ama her hâlükârda hareket eder, metafizik gerilimini korur. Allah’ın izni ve inayetiyle de uygun zaman ve zeminde yürüyüşüne devam eder.
9- Kesintisiz ve sürekli Hareket…her hâlükârda hareket etmeli, metafizik gerilim korunmalı”
Evet, durağanlık bir atalettir. Eşya tabiatı itibarıyla âtıldır, ona hareket veren ise Allah’tır (celle celâluhu).
İnsan da fizik âleminin kurallarına tâbidir; yerinde durduğu an, düşüp dağılma sürecine girer. Tıpkı meteorlar gibi bir boşluk yaşadığında, başka bir câzibe kuvvetine kapılır, sürtünmeyle aşınır, nihayet bir müddet sonra erir ve tükenir.
Ama insan, Güneş, yıldızlar ve Ay gibi, bulunduğu yerde de olsa sürekli dönüp hareket ederse o zaman hem hayatiyetini devam ettirir hem de aldığı hakikat ziyasından etrafına ışıklar neşreder.
Cenâb-ı Hakk’ın, yapılması gerekli olan ibadetleri, günün belli zaman dilimlerine taksim ederek tahmil buyurması da kesintisiz ve sürekli hareket esprisini anlama adına çarpıcı bir misaldir.
Şöyle ki, “Sana mahsus bir namaz olmak üzere gecenin bir kısmında kalkıp Kur’ân oku, teheccüd namazı kıl.” âyeti ışığında siz gecenin belli bir kısmında kalkar, Kur’ân okur ve teheccüd namazı kılarsınız. Yine seher vaktinde,
“Onlar, geceleri az uyurlardı. Seher vakitlerinde de bağışlanma dilerlerdi.”[9] âyetlerinin işaretiyle âdeta istiğfarla gürlersiniz. Sonra sabah namazı vakti girer; önce sünnetini, sonra da farzını eda edersiniz. Güneş doğup kerahet vakti çıktığında işrak namazını ve öğle vaktine yakın zamana kadar da duha namazını eda edersiniz. Öğle namazını, günlük işlerin âdeta sırtınızda olduğu bir vakitte ikame edersiniz. İkindi namazıyla Allah’ın (celle celâluhu) huzuruna koşmak suretiyle, günün daha da artmış olan o ezici yorgunluğunu âdeta ruh ufuklarında bir seyahate çevirir ve dinlenmiş olursunuz. Yine akşam ve yatsı namazlarını da aynı duygu ve düşüncelerle îfâ edersiniz de ruhen herhangi bir boşluğa düşmemiş olursunuz.
10- “Her mü’min âdeta bir strateji uzmanı gibi çalışmalı…yapılacak hizmetlerde de haftalar, aylar, mevsimler ve hatta seneler böyle bir aksiyon anlayışıyla taksim edilmeli”
Günlük ibadet hayatımız, nasıl Cenâb-ı Hak tarafından böyle bir takvime bağlanmış, bir boşluk bırakılmamışsa; insanlık yolunda yapılacak hizmetlerde de haftalar, aylar, mevsimler ve hatta seneler böyle bir aksiyon anlayışıyla taksim edilmelidir.
Bu mevzuda, her mü’min âdeta bir strateji uzmanı gibi çalışmalı; kendisi, ailesi ve yaşadığı toplumu adına yapabileceği işleri belirlemelidir. Böylece o, kendi hayatiyet ve üretkenliğini de korumuş olacaktır. Zira atalarımız “İşleyen demir ışıldar.” demişlerdir. O hâlde paslanıp küflenmeden daima parlak kalabilmenin yolu, sürekli faaliyettir.
Kur’ân-ı Kerim, iman edenlerden bahsettiği hemen her âyette “Salih amel işlerler.”[10] ifadesini de kullanarak onların aksiyon yönüne dikkat çeker.
“Salih amel”, arızasız ve kusursuz yapılan iş demektir. Namaz örneğinde olduğu gibi; onun kâmil mânâda eda edilebilmesi için, nasıl iç ve dış rükünlerinin yanında huşûuna yani Cenâb-ı Hak’la münasebeti aksettiren iç derinliğine de dikkat edilmesi gerekiyorsa, aynı şekilde mü’minin yaptığı bütün işleri, dâhilî ve hâricî şartlara riayet ederek yapması gerekir.
11-“Böylece mü’min, Allah’a iman edip emin bir insan olma vasfını tescil ettirdikten sonra inancını nazarîde bırakmayacak, onu aksiyonuyla da teyit edecektir.”
Râşid Halifeler dönemi başta olmak üzere Selçuklu ve Osmanlıların ilk dönemlerinde olduğu gibi, işlerini gece-gündüz sürekli hareket esprisi çerçevesinde yürüten fert ve toplumlar, Allah’ın izni ve inayetiyle devrilmeden, yürüdükleri yolda sabitkadem olmuşlardır.
Fakat –şanlı ecdadımıza ta’n ve teşnide bulunma anlamında söylemiyorum, zira onların en küçüğü bile benim başımın tacıdır– bir etemmiyet ve ekmeliyet mülâhazasına bağlı olarak denebilir ki, ne zaman fikir ve aksiyon plânında boşluklar yaşanmışsa işte o zaman idareciler ordunun başında sefere çıkmamışlar, ihtişamlı ve debdebeli saraylarda hayat sürmeye başlamışlardır.
Tabi buna muhazî olarak halk da kendini rahat ve rehavete salmış, yüce bir mefkûre uğrunda koşturup durmayı unutmuş, sıcak döşek arzusuna düşmüştür.
Böylelikle kendilerini dünyevîliğin pençesine salanlar, kendi arzularının gadrine uğramış, dünyevî istek ve bedenî arzularının ağında eriyip gitmişlerdir.
Toplum anlayışının bütünüyle eksen kayması yaşadığı böyle bir dönemde, her şeye rağmen kendilerinden beklenen duruşun farkında olan Genç Osman ve Dördüncü Murat gibi kimi idarecilerin ise ihtimal devrin iç ve dış mihrakları tarafından çeşitli usûllerle iflahları kesilmiştir.
Hâsılı, kendilerini, dünyevî hayatın ve cismaniyetin rahat ve rehavetine salanlar, hiç farkına varmadan o rahat ve rehavetin gadrine uğramış, onların kurbanı olup gitmişlerdir.