NURLARIN DİLİ İLE

BİR İKSİR-İ NURANİ;ŞEFKAT

GİRİŞ

 “Acıma hissi” ve “şefkat duygusu” çok önemlidir. Hazreti Sâhib-i zaman, Çağın Sözcüsü, “acz, fakr, şevk, şükür” dedikten sonra bir de meseleyi “tefekkür” disiplinine bağlayarak, sonra onu “şefkat” ile taçlandırıyor. (BAMTELİ_ACIYORUM_30 ARALIK 2018)

***

RİSALE-İ NUR MÜZAKERESİ

17.MEKTUP

Rahmet-i İlâhiyenin en latîf, en güzel, en hoş, en şirin cilvelerinden olan şefkat; bir iksîr-i nûrânîdir.

Aşktan çok keskindir. Çabuk Cenâb-ı Hakk’a vusûle vesîle olur. Nasıl aşk-ı mecâzîve aşk-ı dünyevî,pek çok müşkilâtla aşk-ı hakîkîye inkılâb eder, Cenâb-ı Hakk’ı bulur. Öyle de şefkat, fakat müşkilâtsız daha kısa, daha sâfî bir tarzda kalbi Cenâb-ı Hakk’a rabteder.” (17. Mektub)

8.MEKTUP

“Evet, şefkat bütün envâıyla latîf ve nezîhtir. Aşk ve muhabbet ise, çok envâına tenezzül edilmiyor.

Hem şefkat pek geniştir. Bir zât, şefkat ettiği evlâdı münâsebetiyle bütün yavrulara, hatta zîruhlara şefkatini ihâta eder. Ve Rahîm isminin ihâtasına bir nevi‘ aynadârlık gösterir.

Halbuki aşk ise, mahbûbuna hasredip her şeyi mahbûbuna fedâ eder. Yahud mahbûbunu i‘lâ ve senâ etmek için, başkalarını tenzîl ve ma‘nen zemmeder. Ve hürmetlerini kırar. Meselâ biri demiş: “Güneş, mahbûbumun hüsnünü görüp utanıyor. Görmemek için bulut perdesini başına çekiyor.” Hey âşık efendi! Ne hakkın var, sekiz ism-i a‘zamın bir sahîfe-i nûrânîsi olan güneşi böyle utandırıyorsun?

Hem şefkat hâlistir. Mukābele istemiyor. Sâfî ve ıvâzsızdır. Hatta en âdî mertebede olan hayvanâtın yavrularına karşı fedâkârâne, ıvâzsız şefkatleri buna delildir. Halbuki aşk ücret ister. Ve mukābele taleb eder. Aşkın ağlamaları bir nevi‘ talebdir, bir ücret istemektir.” (8. Mektub)

26.SÖZ   ZEYL

İnsanı Cenâb-ı Hakk’a ulaştıracak yollar pek çoktur ve bütün hak yollar Kur’an’dan alınmıştır. Fakat onların bazısı diğerlerinden daha kısa, daha emniyetli ve daha geniştir. O yollar içinde, benim eksik kavrayışımla Kur’an’dan anladığım, “acz, fakr, şefkat ve tefekkür” yoludur.

Evet, acz de aşk gibi, belki ondan daha emniyetli bir yoldur ki, kulluk vasıtasıyla insanı mahbubiyete, yani Allah tarafından sevilme makamına kadar götürür.

Fakr, insanı Cenâb-ı Hakk’ın Rahman ismine ulaştırır.

Şefkat, aşk gibi, belki daha keskin ve daha geniş bir yoldur ki, insanı Rahîm ismine kavuşturur.

Tefekkür de aşk gibi, hatta daha zengin, daha parlak, daha geniş bir yoldur ki, insanı Allah’ın Hakîm ismine götürür.

Şu kısa yolun esası sünnete uymak, farzları işlemek ve büyük günahları terk etmektir. Bilhassa namazı tâdil-i erkân ile kılmak ve ardından tesbihatı yapmaktır.

BARLA LAHİKASI 15. MEKTUP

Ruhu feza-yı kâinatta beyne’l-ecram seyr-i seri’ ile seyahat ettirecek tarzda tulû’ eden manzume-i hakikat, bilhassa bizler için büyük mazhariyettir. Tarîk-ı Nakşî hakkındaki fıkraya mukabil “tarîk-ı acz ve fakr ve şefkat ve tefekkür”ün hesabına tulû eden fıkra da pek çok kıymetli bir cevherdir. Bu Sözler altun ile yazılsa lâyık iken nâkıs hattımla istinsah ettim. O halde kıymeti, âciz bir talebenizin yadigârı olmasındadır.

Bu mektupta Hulûsî Bey Mektubat Risalesinin Dördüncü Mektubundan bahsetmektedir. Nakşibendi Tarikatında söylenen “Der Tarîk-i Nakşibendî lâzım âmed çâr-ı terk; Terk-i dünya, terk-i ukbâ, terk-i hestî, terk-i terk”yani dünyayı, âhireti, kendini terketmek ve dördüncü olarak bu üç şeyi terkettiğini de terketmek yani artık onları terk ettim diye de düşünmemek; Nakşî tarikatının prensiplerindendir.

Buna karşılık Üstad da dört prensip ileri sürer: “Der tarîk-ı acz-i mendî lâzım âmed çâr-ı çîz; Fakr-ı mutlak, acz-i mutlak, şükr-ü mutlak, şevk-i mutlak ey azîz!”

29.SÖZ YEDİNCİ SEBEP

Şu kâinatta görünen ve bilinen güzellikler, bütün kemâlat, cazibeler, bütün arzular, bütün şefkat ve merhamet birer mânâdır, mazmundur ve manevî birer kelimedir.

Kâinatın Sâni-i Zülcelâl’inin lütuf ve merhametinin tecellilerini, ihsan ve kereminin cilvelerini kalbe ve akla zorunlu olarak, açıkça gösterirler.Hem bu yol daha emniyetlidir. Çünkü bu yolda nefsin hakka aykırı, mübalağalı, yalan iddiaları bulunmaz. İnsan, nefsinde acz, fakr ve kusurdan başka bir şey bulamaz ki haddini aşsın.

14 LEM’ANIN İKİNCİ MAKAMI

Üçüncüsü: İnsanın engin mahiyetinin simasındaki, Cenâb-ı Hakk’ın merhametinin latifelerinden, şefkatinin inceliklerinden ve parıltılarından ortaya çıkan yüce Rahîmiyet mührüdür ki, بِسْــــــمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحِيمِ [Rahîm] ona bakıyor.

Ey insan! Madem rahmet böyle kuvvetli, cazibeli, sevimli, sana yardımcı ve sevilen bir hakikattir; بِسْــــــمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحِيمِ de, o hakikate yapış ve mutlak yalnızlıktan, kimsesizlikten, sonsuz ihtiyaçlarının elemlerinden kurtul. O Ezel ve Ebed Sultanı’nın dergâhına yönel ve o rahmetin şefkatiyle, şefaatiyle, parıltılarıyla o Sultan’a muhatap ve dost ol!

Evet, o rahmetin kuvvetidir ki, şuur sahiplerinin nazarlarını kendine çeker ve ehadiyet mührüne ulaştırır. Ehad Yaratıcı’yı düşündürür, sonra da insanı إِيَّاكَ نَعْبُدُ وَإِيَّاكَ نَسْتَعِينُ ayetindeki hakiki hitaba mazhar eder. İşte بِسْــــــمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحِيمِ Fatiha’nın fihristi ve Kur’an’ın kısa bir özeti olması yönüyle zikredilen bu büyük sırrın unvanı ve tercümanıdır. Bu unvanı eline alan, rahmetin tabakalarında gezebilir. Bu tercümanı konuşturan, rahmet sırlarını öğrenir, rahîmiyet ve şefkat nurlarını görür.

YEDİNCİ SÖZ

Halbuki bütün annelerin şefkatleri, Cenâb-ı Hakk’ın rahmet tecellilerinin ancak bir parıltısıdır.

(Varlıklarda bulunan acıma hissinin, Cenâb-ı Hakk’ın rahmetinin yüz mertebesinden sadece birinin, bütün mahlûkat arasında taksim edilmiş hali olduğuna dair bkz. Buhârî, edeb 19; Müslim, tevbe 17, 20, 21; Tirmizî, deavât 99; İbn Mâce, zühd 35; Dârimî, rikak 69; Müsned 2/334, 434, 484, 514, 526, 3/55, 4/312, 5/439.)

Onun için kâmil insanlar, aczde ve Allah korkusunda öyle bir lezzet bulmuşlar ki, kendi kuvvetlerine hiç güvenmeyip acz ile Allah’a sığınmışlar. Aczi ve korkuyu kendilerine şefaatçi yapmışlar.

SEKİZİNCİ SÖZ Beşinci Suret

Bak, her şeyde o benzersiz Zât’ın pek büyük şefkati görünüyor. Çünkü O, musibete uğrayan herkesin imdadına yetişiyor, her isteğe ve ihtiyaca cevap veriyor.

Hatta idaresi altındakilerin en küçüğünün en basit bir ihtiyacını görse şefkatle yardım ediyor.Bir çobanın koyununun ayağı incinse şifa gönderiyor.

ONUNCU SÖZ BEŞİNCİ HAKİKAT

Hazreti Muhammed’in (aleyhissalâtü vesselam)  kulluğu ve şefkat kapısıdır.

Mucîb (Her duaya cevap veren.) ve Rahîm isimlerinin cilvesidir.

En küçük canlının en basit ihtiyacını görüp tam bir şefkatle, ummadığı yerden ona el uzatan ve en gizli bir mahlûkunun en gizli sesini işitip ona yardım eden, hal diliyle ve sözle istenen her şeye cevap veren sonsuz şefkat ve merhamet sahibi bir Rab; hiç mümkün müdür ki, en büyük kulunun, en sevgili mahlûkunun en büyük ihtiyacını görüp de karşılamasın, en yüce duayı işitip kabul etmesin!

Evet, mesela zayıf, yavru hayvanların rızık ve terbiyelerinde görülen lütuf ve kolaylık, şu kâinatın Mâlikinin rubûbiyetindeki sonsuz rahmeti gösteriyor. Rubûbiyetinde bu derece rahmet ve şefkat bulunan bir Zât, hiç mümkün müdür ki, varlıkların en faziletlisinin, en üstününün en güzel duasını kabul buyurmasın!

17 SÖZ İKİNCİ MAKAMI

O çare, cüzî iradeden de vazgeçip, işini Cenâb-ı Hakk’ın iradesine bırakarak kendi güç ve kuvvetinden sıyrılmak, O’nun kudretine ve kuvvetine sığınarak tevekkül hakikatine yapışmaktır. Ya Rab! Madem kurtuluş çaresi budur. Senin yolunda cüzî irademden vazgeçiyor ve benliğimi terk ediyorum.

Ta ki, senin inayetin aczime ve zayıflığıma merhamet edip elimden tutsun. Ve rahmetin, fakr ve ihtiyacıma şefkat gösterip bana dayanak olabilsin, kapısını açsın.

Evet, rahmetin sonsuz denizini bulan, elbette bir damla serap hükmündeki cüzî iradesine güvenmez, Allah’ın rahmetini bırakıp ona müracaat etmez.

HİZMET REHBERİ

RİSALE-İ NUR’A HAS TALEBE OLABİLMENİN EN ÖNEMLİ
VASIFLARI

ÜÇÜNCÜ SEBEP: Ben kendi nefsimde tecrübe ettiğim ve Kur’ân’ın mukaddes eczanesinden aldığım ilaçları, onlar da kendi yaralarını hissedip o ilaçları merhem suretinde tecrübe ediyorlar. Benimle aynı hisleri taşıyorlar, hislerimi paylaşıyorlar.

Ve ehl-i imanın imanlarını muhafaza etmek gayretini en yüksek derecede taşımaları ve ehl-i imanın kalbine gelen şüphe ve vehimlerden hâsıl olan yaraları tedavi etmek iştiyakı, yüksek bir şefkat derecesi içinde hissetmeleridir.