GEL! DİRİLİŞ MÜJDECİSİ EY NEBİ!

SON BİR KERE DAHA YOLUNA DÖKÜLMEK İSTİYORUZ.

 

BAŞYAZI MÜZAKERESİ

İSTİFADE EDİLEN KAYNAKLAR

1)-VİLADETİN ÇAĞRIŞTIRDIKLARI_BEYAN

2)- SEN_ ÇAĞ VE NESİL-1

3)- GEL_ ÇAĞ VE NESİL-3 (YİTİRİLMİŞ CENNETE DOĞRU)

4)- TAK BOYNUMUZA NURLU KEMENDİNİ _ ÇAĞLAYAN DERGİSİ_NAAT

5)- LÜTFEN GEL _ ÇAĞLAYAN DERGİSİ_NAAT

6)- GEL Kİ NEVBAHAR OLSUN_ ÇAĞLAYAN DERGİSİ_NAAT

***

GİRİŞ

Ey Yüce Dost, söylenen sözler bir na’t değil, sevgili kapısında mırıldanan serenât da değil..

özü hasret, ruhu hicran kapıkuluna ait ritimsiz bir feryattır, bir feryâd-ı mutâddır…

Hasretle tutuşan gönüllerimizi birer meş’ale yaparak, Senin için şehrayinler tertip etmek, sana “ağıtlar” yakmak ve son bir kere daha yoluna dökülmek istiyoruz.

Renklerimizin sarardığı, nabızlarımızın durgunlaştığı ve soluklarımızın hırıltıya dönüştüğü; cenaze alayları ve kâfûrî kokularıyla bir hâl olduğumuz şu günlerde,

Senin şimşekler gibi çakan bakışlarına,

Senin yıldırımlar gibi gürleyen beyanına

Senin sağanak sağanak milletin bağrına dökülüp onunla kaynaşan, onunla yeni istihale yollarını açan uyarıcı gücüne,

Senin değiştirici iradene,

 “Kerbela” mağdurları gibi muhtaç ve susamış durumdayız...

 

GEL! DİRİLİŞ MÜJDECİSİ EY NEBİ!

“Düşünceler sefil, duygular vahşi, yürekler merhametsiz ve ufuklar da zifte boyanmış gibi simsiyah olduğu bir dönemde her şeye yeten muhteşem bir kalb enginliğiyle O geldi”

O geldi ve bir hamlede dünyanın çehresindeki yıllanmış küfleri temizledi.. ufuklardaki isi-pası sildi..

O geldi ve gönülleri ışık ümidiyle şahlandırdı..

O geldi ve şafakların aydınlık çehresiyle hemen herkesi bir yeni günü temâşâya çağırdı..

O geldi ve gözlerdeki perdeyi kaldırdı ve ruhlara o güne kadar görmedikleri farklı şeyleri müşâhede etme zevkini duyurdu..

O geldi ve aklın nabzını kalbin ritmine bağladı..

O geldi ve sinelerdeki değişik hezeyanları kalbî ve ruhî heyecanlara çevirdi.

O geldi ve bütün yaslı çehrelerdeki kederlerin yerini en içten tebessümler aldı..

O geldi , zulmün sesi kesildi..

O geldi , mazlumun âhı dindi

O geldi ve sinelerdeki adalet duygusu dirildi..

O geldi kaba kuvvete “Dur!” deyiverdi;

O geldi ve mütecavizlerin haddini bildirdi

O geldi ve hakkın dilindeki zincirleri çözdü.

O’nu tanıyınca hepimiz ve her şey değişti;

O’nu tanıyınca, biz ebed için yaratıldığımızı, ebede meb’ûs olduğumuzu anladık;

O’nu tanıyınca, anladık ve virane gönüllerimiz birden, İrem Bağlarına dönüşüverdi.

O’nu tanıyınca, çevremiz birdenbire Firdevs renklerine büründü.

O’nu tanıyınca, Tâli’imizin aydınlığında O’na katılıp O’nun leşkeri içinde yerimizi alınca önümüzü kesen bütün gulyabânî ağları bir bir yırtıldı..

O geldi ve kurtlar, çakallar kuyruklarını kısıp inlerine sığındı..

O geldi ve çıyanlar töre değiştirip güvercinlerle arkadaş oldu..

O geldi ve şeytanî ocaklar bir bir söndü;

O geldi ve şeytanlar da gidip otağlarını ümitsizlik vadilerine kurdu;

O geldi ve her yerde burcu burcu ruh ve mânâ râyihaları duyulmaya başladı.

O geldi..Biz hemen hepimiz, körkütük yaşadığımız şu âlemde Rabbimiz’i O’nunla tanıdık.

O geldi..Nimete minnet ve şükran duygusunu; ihsan, hamd ü senâ düşüncesini O’ndan öğrendik.

O’nu tanıyınca, “Gönüllerimizde iyiyi, güzeli, insanî olanı arama hissi, O’nun içimize saldığı sonsuz televvünlü ziyadandır.”

O’nu tanıyınca, “Ruhlarımızda duyduğumuz ebedî saadet arzusu O’nun sinelerimizde tutuşturduğu nurdandır, imandandır.”

Ey ışığıyla karanlık dünyalarımızı aydınlatan Nur,

Ey o enfes râyihasıyla cihanları ıtriyat çarşısına çeviren Gül,

Gönül mağriplerimizde o vakitsiz gurûbun, ümit sabahlarımızı kapkaranlık bir hicran gecesine çevirdi.

Ey Nur! gurûbunla, “Göz gözü görmez oldu”

Ey Nur!gurûbunla, “yollar bütünüyle birbirine karıştı.”

Ey Nur!Gurûbunla, “Gün geldi, akıl, Senin yolundan çıkıp başka vadilere saptı.”

Ey Nur! Gurûbunla, “Düşünce bütün bütün Sana karşı kapandı.”

Ey Nur! Gurûbunla, “her taraf yıllardan beri pusuda bekleyen o kapkaranlık hilkat garibeleri ile doldu.”

Ey Nur! Gurûbunla, “Adın sinelerimizden kazınmak ve nâmın yeni nesillere unutturulmak istendi.”

Ey Nur! Gurûbunla, “şu köhne dünyamız uğursuzluk ağına takıldı ve ümmetin kaderi kamburlaşıp iki büklüm oldu.”

Ey Nur! Sen gidince, “Durduğumuz yerde duramadık, olmamız gerektiği gibi olamadık”

Ey Nur! Sen gidince, “ulaşma iddiasında bulunduğumuz yere de ulaşamadık”

Ey Nur!  Sen gidince, “mânâ köklerimizden koptuk.. maddeyi ve dünyayı doğru okuyamadık..”

Ey Nur! Sen gidince, “kendimizi bir korkunç hazanın solduran, öldüren ikliminde sararıp solmaya saldık..”

Ey Nur! Sen gidince, “herkes kendi düşünce dünyasının ufkuna koşarken bizler ürperten bir yok oluş içinde olduğumuz yerde kalakaldık.”

Ey Nur! Sen gidince, “kimilerimiz akla takılıp düz yollarda yolsuzluk yaşamaya başladık.”

Ey Nur! Sen gidince, “Kimilerimiz de kendini bir kısım gönül hülyalarına saldı ve değişik vehimlerle oyalandı;

Ey Nur! Sen gidince, “öyle ki ne aklın dilini anlayabildik ne de kalbî ve ruhî hayatın derinliklerine dalabildik..”

Ey Nur! Sen gidince, “aklı ihmal edip dünyanın kanına girdik, kalbe bütün bütün tavır alıp kendi derinliklerimizi görmezlikten geldik.”

Ey karanlık gecelerimizin Ay’ı-Güneş’i, ey yolda kalmışların biricik Rehberi, “perişaniyetimiz Sana bir çağrı”

Ey Nur! sinelerimiz Seniyye-i Vedâ; ne olur artık ağlayan gönüllerimize acı da gel;

Ey Nur! “doğ canlarımıza Yaratan aşkına, bizi yalnız bırakma; yalnız bırakıp ruhlarımızı Sensizlik ateşine yakma.

Ey güzeller güzeli Sevgili Gel! “bir kere daha yeniden misafirimiz ol.”

Ey güzeller güzeli Sevgili Gel! “Tahtını sinelerimize kur ve bize buyurabildiğin her şeyi buyur.”

Ey güzeller güzeli Sevgili Gel! “gönüllerimizdeki karanlıkları kov, bütün benliğimize ruhunun ilhamlarını duyur.”

Ey güzeller güzeli Sevgili Gel! bize yeniden diriliş yollarını göster.

Gel! “her gün biraz daha azgınlaşan şu zulmetleri güneşlere taç giydiren ışığınla dağıt”

Gel! “herkesi inleten zulüm ve adaletsizlik ateşini söndürüver.”

Gel! her şekliyle kine, nefrete, düşmanlığa kilitlenmiş şu zavallı ruhların boyunlarındaki zincirleri çöz;

Gel!  “sevgiye, merhamete, şefkate hasret giden sinelerimizi muhabbetle, hoşgörüyle coştur.

Gel! “ruhlarımızı aklın aydınlığı, gönüllerimizi de mantık ve muhakeme enginliğiyle buluştur.”

Gel! “bizi kendi içimizdeki kopukluklardan kurtar.”

Ey Dost, kaç bahar gelip geçti biz hep hazandayız ama, düşe-kalka olsa da hep izindeyiz.

Ey Dost Gel! bizi bir kere daha sevindir; sevindir ki, bağının taptaze fidanlarıyla nâmını âleme tam duyuracak demdeyiz.

Ey Dost Gel! Bizler o kırık azimlerimiz ve o çatlamış ümitlerimizle, yolların hakkını veremesek de hep yollardayız.

Ey Dost Gel! “Sadece hislerimizle de olsa, aradığımız sevgili Sensin; gel son kez içimize doğ ki gönüllerimiz ışıkla dolsun.”

Ey Dost Gel! “ufuklarımızı saran şu upuzun geceler savulup gitsin; yerlerini gündüzlere bıraksın…”

Ey Dost Gel! Gözlerimiz tulûunun emarelerini görmese de, tadın, lezzetin, kokun daha şimdiden hemen hepimizi mest etti.

Ey Dost Gel! bizi yeniden arkana al ki, ışığın ruhlarımıza vursun..

Ey Dost Gel! “Mesajın nur, düşüncen nur, ufkun nur, her yanınla pürnursun; aç yüzünden nikâbını cihanlar nurla dolsun ve her yanda nâmın duyulsun.”

Sen, bütün bir gül devrinin Bülbülü!

Sen, ölüm anlarının Diriliş Müjdecisi!

Sen,buhranlı dönemlerin celadetli ve aynı zamanda Şefkatli Zimamdarı!

Sen, ölü ruhların âb-ı hayatını4 dudağında taşıyan hakikat eri!

Sen, onulmaz dertlerimizin Mesih’i ve Lokman’ı!

Zaten, hep böyle iki büklüm olduğumuz zamanlarda Seni hatırladık ve diriltici soluklarına hasret dolu destanlar koşup durduk. Başkaca da ciddî bir gayretimiz olmadı.

Yezid’lerin, Şimir’lerin ortalığı kan-revan seylaba çevirdiği şu yıkık dökük dünyada, içi inilti ile dolmadık bir yurt, altı üstüne gelmedik bir memleket kalmadı.

Kalk!

Tarihinin boynuna vurulan bu korkunç kemende bir kılıç indir; kördüğümü bozar gibi bu sihri boz ve milletinin bahtsızlığını gider!

Gel!

Ve yıllardan beri ortalığı alıp götüren şu bin bir hezeyan karşısında, fersiz yüreklere, mecalsiz ruhlara bir şeyler yapabilme azmini ve ümidini getir.

Gel!

O hekim Sen ol ve senelerdir yolunu bekleyenlerin gecesini gündüze çevir!

Gel! Onları nurlu ufuklara ulaştır!

Gel,

bu umumî “ba’sü ba’del mevt”in son türküsünü Sen söyle ve bu uzun ızdırap bezmini de Sen kapa!

Gel,

Her gün güneş doğarken, bir yeni şevkle şahlanıp istikbale koşanları daha fazla bekletme!

Atını ışık arayanların dünyasına doğru mahmuzla ve Gel artık!

 Hak katının makbul erleri enbiyâ, evliya aşkına Gel!

Göklerde ve yerde kudsîlik soluklayan ruhlar aşkına Gel!

Âl-i Âbâ aşkına, Şâh-ı merdân aşkına Gel!

Şehitler aşkına ve dört bir yanda tazim gören şehitler efendisi Hamza aşkına Gel!

Yıllardır yollara dökülmüş seni gözleyen yaşlı gözler ve sabahlara kadar uyku nedir bilmeyip kıvranan dertli sineler aşkına, ne olur Gel!

Anaların ızdırapla çarpan yüreklerine, perişan ve derbeder nesillerin ayyuka çıkan feryatlarına, çığlık atıp inleyen çocukların heyecan ve hafakanlarına merhamet et de Gel!

Ey asırlardan beri hasretle yolunu gözlediğimiz Ruh!

Gel! şeytanın kâsesini kır; iblisler dünyasına bir velvele sal!

Gel! Nemrut’a rahatı haram edip Firavun hanümanını harap eyle!

Gel! Işıktan kaçanları nurunla boğ; yarasalara aydınlıkta yaşama âdâbını öğret!

Gel!, bize sonsuzluk şarabını sun ve derbeder gönüllerimizi ölümsüzlük aşkıyla coştur!

Gel! Coştur ve asırlardan beri hicranla yanan sinelerimize “âb-ı hayat” ulaştır!

Gel! ey var oluşumuzun mâyesi, ümitlerimizin Ruhu!

Gel!  ey birkaç asırdan beri nesillerin beklediği feleğin karnındaki Mübarek Yolcu!

Gel! , visale koşan gönüllerimizi şâd eyle!

Gel! gönüllerimizde hazırladığımız tahtına otur!

Gel! Duygu ve düşünce dünyalarımıza durmadan emirler yağdır!

Gel!  Bizleri kapıkulu olmaya kabul et ve cesetlerimizde can olduğunu göster!

TAK BOYNUMUZA NURLU KEMENDİNİ!..

Sensiz geçen günler hep heder bence,

Yıllar geçiyor, Sensizlikle yandık;

İç içe gurbet yaşadık derince,

Değişik illüzyonlarla aldandık…

Dahasına kalmadı takatimiz,

Duyur bize bir kez daha kendini;

Kalmasın mahşere ifâkatimiz,

Tak boynumuza nurlu kemendini!..[1]

LÜTFEN GEL [2]

Nurun ve sırrınla tecellî et bize..

Karanlıklar yıkılıp gelsinler dize;

Sensizlik canımıza tak etti çoktan,

Avdetin bayram olacak hepimize…

Sen gideli çoğumuzda hal kalmadı,

Çiçekler soldu, petekte bal kalmadı;

Hazan yaşanıyor hep yıllardan beri,

Dahasına dillerde mecal kalmadı.

İntizar hülyamız Sen çekip gideli,

Vardır belki “Sen Sen!..” diyen birkaç deli;

Dön gel ne olur ağlatma bendeleri!..

Budur şu Kıtmîr’in biricik emeli…

GEL Kİ NEVBAHAR OLSUN[3]

Gel ki bahar olsun güller sevinsin,

Gönüller bir kez daha aşka gelsin;

Sinelerimize sekîne insin,

Sensizliğin iniltileri dinsin…

Garipler bir leyl-i yeldâ yaşıyor,

Bu, ümit sınırlarını aşıyor;

Şeytanlar da raks ediyor, coşuyor,

Derbederler hevâya dolaşıyor…

Ne olur gelip gönüllere girsen!..

Arkandakileri terk etmedin Sen;

Lütfedip gel Allah’ını seversen,

Ey dırahşan çehre, ahsenden ahsen!..

[1] ÇAĞLAYAN_ TAK BOYNUMA KEMENDİNİ_04 HAZİRAN 2017

[2] ÇAĞLAYAN_ LÜTFEN GEL_01 TEMMUZ 2017

[3] ÇAĞLAYAN_ GEL Kİ NEVBAHAR OLSUN_01 ARALIK 2017